Arabayı o kullanıyor, ben yanında oturuyorum, habere gidiyoruz.
O da ne!
Yolun ortasında bir karaltı.
Sağından, solundan vızır vızır arabalar geçiyor.
Biraz daha yaklaşınca o karaltının hareket ettiğini görüyorum.
Ve aman tanrım, fark ediyorum ki, o bir canlı, o bir köpek...
Çarpmışlar mı, yaralı mı...
Kimi manalı, kimi manasız.
Kimi tutulur, kimi unutulur.
Alışkanlık işte...
Almışım kalemi elime, döktürmüşüm listemi yine...
1 2012’de ‘Yarım Kalan Hayatlar’ı uçuracağım. Şu an 26’dayız. Daha bir sürü insana dokunacağım. Sonra kendimce kurumsallaştıracağım. Nasıl yapacağımı henüz bilmiyorum. Ama onu bir bebek gibi büyüteceğim.
2 Daha teknolojik bir tip olacağım. Kendime bir site yapacağım. Sponsorlu ya da sponsorsuz. Tekliflere açığım. O sitede de son derece özgürce takılacağım. Şahane fikirlerim var.
Eti kendi kesiyor, kendi pişiriyor, kendi servis ediyor. Ünlüler onun mekânından çıkmıyor. Kimi ararsan orada. Ama rezervasyonsuz asla gitme. 40 dakika ayakta banko beklersin. Ama biliyor musun, değer!..”Tanımadan Nusret Gökçe hakkında duyduklarım bunlar. Kim bu Nusret?O bir kasap.Ama sıradan bir kasap değil. Bir et uzmanı.Profesörü de diyebilirsiniz, sanatçısı da.Hayatını ete adamış bir adam.Laf olsun diye değil, hayatını okuyunca anlayacaksınız.Etiler Çamlık’taki mekanına gitme fırsatım olmamıştı şimdiye kadar. Hep kafamın bir tarafındaydı ama yapamamıştım, ne zaman ki Ferit Şahenk’in altı sıfırlı rakamlar seviyesinde ona ortak olduğunu duydum, işte şimdi şart oldu dedim.
ŞAPKA ÇIKARIYORUM
Zeynel Abidin’in stüdyosunda buluştuk.Görünce çok şaşırdım.29 yaşında, uzun saçlı, Ninja mi desem Kızılderili mi, ortaya karışık tuhaf bir çekiciliği var belli ki spor da yapmış, kaslar, baklavalar…“Yarım saatim var, gitmem gerekiyor, 200 kişi beni bekliyor” dedi.Şaka yapıyor zannettim.Zeynel bizi araya almış, Türkiye’nin en iyi fotoğrafçılarından biri bizi çekecek; adam, “20 dakika sonra çıkacağım” diyor.“Aman etle dalga geçiyor gibi durmayalım” diyor.Et dediğin anda akan sular duruyor onun için, nasıl saygılı, ceketinin önünü ilikleyip esas duruşa geçecek neredeyse.Aynı şekilde müşterilerine karşı da saygılı.Telefonu durmadan çalıyor: Binlerce kez, her telefonun konusu et...Mutfaktakilere yapılması gerekenleri söylüyor.Nuh dedi, peygamber demedi.Yarım saat sonra gerçekten de lokantasına koştu.İşine duyduğu saygı karşısında şapka çıkarıyorum.
KADININ BİRİ BAYILDI
Ben de peşinden gittim tabii.Ve o da ne!Çamlık’taki Nusret yıkılıyor! Nasıl kalabalık, sevgilimle bana minicik bir masa zor buldular. İnsanlar 40 dakika ayakta bekliyor.Ben tanığım, bir kadın beklerken bayıldı.Üstelik o mekânda hiçbir özellik yok, ambiyans yok, şık bir yer değil, özel hiçbir şey yok.Bütün numara ette.Galiba hayat boyu yediğim en güzel etlerden biriydi.Röportaj için bekledim.Saat akşam 10 oldu, 11 oldu, 11 buçuk oldu, adam içeride et pişiriyor, duman içinde görüyorum, inanır mısınız bazen servisi de o yapıyor.“Gece bir buçuğa kadar böyle” dedi, “Sen git, Ben seni sabah 7.00’de alırım, ete gideriz” dedi. “O ne demek” dedim. “Tuzla’ya Bostancı’ya et almaya giderken konuşuruz” dedi.Sabah 7.00’de gerçekten buluştuk.Ve hikâyesini anlattı bana…Ben çok etkilendim, bakalım siz de etkilenecek misiniz?
Okulun size göre olmadığını ne zaman anladınız? - Orta 1’de iki sene üst üste sınıfta kaldım, o zaman…
Ailenizle hiç çatışma yaşamadınız mı, “Evladım git oku” demediler mi hiç?
Büyümenin, belki de yaşlanmanın belirtilerinden biri olsa gerek, kendi ailemi de, sevgilimin ailesini de her zamankinden daha fazla önemsiyorum.
Hayat geçiyor, elimizin altından kayıp gidiyor.
Bu anlar, hayatı dondurabildiğimiz anlar.
Fotoğrafa dönüştürebildiğimiz anlar.
Ve çok kıymetli.
Çocuğumun da bu aile olgusunun farkında olarak büyümesini istiyorum.
Yaşadığı acıyı hissetmemeye olanak yok. Anne bu, ötesi var mı? Normal yolla da ölmüyor, öldürülüyor. Üstelik baba tarafından. Yol ortasında bıçaklanıyor. Daha korkunç, daha vahşi ne olabilir?
Pınar’a insan sıkı sıkı sarılmak istiyor. Bir şekilde destek olmak istiyor. Fakat çok gururlu bir kız. Kimseden asla bir şey istemeyenlerden. Onun bu hali, içimi daha da acıtıyor. Her şeyi, en sakin haliyle anlatıyor. Duruluğu, yalınlığı beni çarpıyor. Neticede, annesinden koparılmış bir çocuk o. Ve iki kardeşine annelik yapıyor. Biri 10 ve diğeri 11 yaşında. Üçü birlikte küçücük bir parayla yaşıyor.
O kadar mutluyum ki, en azından annesinin hayali olan eve kavuşabilecekler. Vodafone Vakfı’ndan gelen para ipoteğin 20 binine gidecek.
Dün, geriye kaldı 10 bin dedim.
Ve sabahın köründe şöyle bir mail aldım:
Günaydın Ayşe Hanım. Bu sabahki yazınızı okudum ve çok etkilendim. Eksik 10 bin lirayı Pınar’ın hesabına hemen gönderebilirim. (A. Cengiz S.)
O kadar hoşuma gitti ki...
Onların hayatlarının karardığı gün.
Bir yıl önce o gün anneleri öldü. Babaları, sokak ortasında anne Selma Civek’i tam 27 yerinden bıçaklayarak öldürdü.
*
Siz de benim gibi ağlarken gülmeye başlayabilirdiniz...
ŞAŞIRMA, HÜZÜN VE COŞKU
Gerçekten gördüğüm manzara müthiş!
Down sendromlu 12 genç, salsa yapıyor.
İnsanı bir duygudan diğer duyguya taşıyan bir görüntü.
Saniyenin onda birinde, bir sürü şeyi aynı anda hissediyorsun. Önce şaşırıyorsun, “Allah Allah, Down’lular nasıl salsa yapar!” diye. Sonra kendine kızıyorsun: “Amma salaksın yaparlar tabii!”