Ayşe Arman

Otobanda yaralı köpek

4 Ocak 2012
SÜLEYMAN’la E5’teyiz.

Arabayı o kullanıyor, ben yanında oturuyorum, habere gidiyoruz.
O da ne!
Yolun ortasında bir karaltı.
Sağından, solundan vızır vızır arabalar geçiyor.
Biraz daha yaklaşınca o karaltının hareket ettiğini görüyorum.
Ve aman tanrım, fark ediyorum ki, o bir canlı, o bir köpek...
Çarpmışlar mı, yaralı mı...

Yazının Devamını Oku

Yeni yıl kararları geyiği

3 Ocak 2012
ÂDETTENDİR.<br><br>Yeni yılın ilk günlerinde böyle yazılar yazılır. Kararlar alınır.

Kimi manalı, kimi manasız.
Kimi tutulur, kimi unutulur.
Alışkanlık işte...
Almışım kalemi elime, döktürmüşüm listemi yine...

1 2012’de ‘Yarım Kalan Hayatlar’ı uçuracağım. Şu an 26’dayız. Daha bir sürü insana dokunacağım. Sonra kendimce kurumsallaştıracağım. Nasıl yapacağımı henüz bilmiyorum. Ama onu bir bebek gibi büyüteceğim.

2 Daha teknolojik bir tip olacağım. Kendime bir site yapacağım. Sponsorlu ya da sponsorsuz. Tekliflere açığım. O sitede de son derece özgürce takılacağım. Şahane fikirlerim var.

Yazının Devamını Oku

Etlerin efendisi

1 Ocak 2012
“Yoksa sen şimdiye kadar Nusret’te hiç et yemedin mi? O zaman et yememiş sayılırsın. Şöyle lezzetli. Böyle müthiş. Adam bir efsane. Herkesle tek tek ilgileniyor. Herkesin nasıl et sevdiğini biliyor.

Eti kendi kesiyor, kendi pişiriyor, kendi servis ediyor. Ünlüler onun mekânından çıkmıyor. Kimi ararsan orada. Ama rezervasyonsuz asla gitme. 40 dakika ayakta banko beklersin. Ama biliyor musun, değer!..”Tanımadan Nusret Gökçe hakkında duyduklarım bunlar. Kim bu Nusret?O bir kasap.Ama sıradan bir kasap değil. Bir et uzmanı.Profesörü de diyebilirsiniz, sanatçısı da.Hayatını ete adamış bir adam.Laf olsun diye değil, hayatını okuyunca anlayacaksınız.Etiler Çamlık’taki mekanına gitme fırsatım olmamıştı şimdiye kadar. Hep kafamın bir tarafındaydı ama yapamamıştım, ne zaman ki Ferit Şahenk’in altı sıfırlı rakamlar seviyesinde ona ortak olduğunu duydum, işte şimdi şart oldu dedim.

ŞAPKA ÇIKARIYORUM

Zeynel Abidin’in stüdyosunda buluştuk.Görünce çok şaşırdım.29 yaşında, uzun saçlı, Ninja mi desem Kızılderili mi, ortaya karışık tuhaf bir çekiciliği var belli ki spor da yapmış, kaslar, baklavalar…“Yarım saatim var, gitmem gerekiyor, 200 kişi beni bekliyor” dedi.Şaka yapıyor zannettim.Zeynel bizi araya almış, Türkiye’nin en iyi fotoğrafçılarından biri bizi çekecek; adam, “20 dakika sonra çıkacağım” diyor.“Aman etle dalga geçiyor gibi durmayalım” diyor.Et dediğin anda akan sular duruyor onun için, nasıl saygılı, ceketinin önünü ilikleyip esas duruşa geçecek neredeyse.Aynı şekilde müşterilerine karşı da saygılı.Telefonu durmadan çalıyor: Binlerce kez, her telefonun konusu et...Mutfaktakilere yapılması gerekenleri söylüyor.Nuh dedi, peygamber demedi.Yarım saat sonra gerçekten de lokantasına koştu.İşine duyduğu saygı karşısında şapka çıkarıyorum.

KADININ BİRİ BAYILDI

Ben de peşinden gittim tabii.Ve o da ne!Çamlık’taki Nusret yıkılıyor! Nasıl kalabalık, sevgilimle bana minicik bir masa zor buldular. İnsanlar 40 dakika ayakta bekliyor.Ben tanığım, bir kadın beklerken bayıldı.Üstelik o mekânda hiçbir özellik yok, ambiyans yok, şık bir yer değil, özel hiçbir şey yok.Bütün numara ette.Galiba hayat boyu yediğim en güzel etlerden biriydi.Röportaj için bekledim.Saat akşam 10 oldu, 11 oldu, 11 buçuk oldu, adam içeride et pişiriyor, duman içinde görüyorum, inanır mısınız bazen servisi de o yapıyor.“Gece bir buçuğa kadar böyle” dedi, “Sen git, Ben seni sabah 7.00’de  alırım, ete gideriz” dedi. “O ne demek” dedim. “Tuzla’ya Bostancı’ya et almaya giderken konuşuruz” dedi.Sabah 7.00’de gerçekten buluştuk.Ve hikâyesini anlattı bana…Ben çok etkilendim, bakalım siz de etkilenecek misiniz?

Okulun size göre olmadığını ne zaman anladınız? - Orta 1’de iki sene üst üste sınıfta kaldım, o zaman…

Ailenizle hiç çatışma yaşamadınız mı, “Evladım git oku” demediler mi hiç?

Yazının Devamını Oku

Evde, bütün aile birlikte…

31 Aralık 2011
Budur... Mutluluk budur. Maaile yine bir arada, Adana’da, baba ocağında. Ahali şahane; amcam, yengem, annem, ablam, eniştem, yeğenlerim, kardeşim, görümcem, küçük Memo, babamın kuzeni, onun eşi, ablamın görümcesi, kayınvalidesi, sevgilim, kızım... Uçsuz bucaksız aile... 30 kişi filanız. Eskiden ne yalan söyleyeyim, yavan gelirdi böyle muhabbetler. Bayramda, yılbaşında hep kaçardım, sevgiliyle tek tabanca takılırdım, kaçışlara yine devam ama ‘büyük aile’ olmayı da artık en az o kaçışlar kadar seviyorum...

Büyümenin, belki de yaşlanmanın belirtilerinden biri olsa gerek, kendi ailemi de, sevgilimin ailesini de her zamankinden daha fazla önemsiyorum.
Hayat geçiyor, elimizin altından kayıp gidiyor.
Bu anlar, hayatı dondurabildiğimiz anlar.
Fotoğrafa dönüştürebildiğimiz anlar.
Ve çok kıymetli.
Çocuğumun da bu aile olgusunun farkında olarak büyümesini istiyorum.

Yazının Devamını Oku

Annemi öldürdün de eline ne geçti?

29 Aralık 2011
26’NCI Yarım Kalan Hayatlar’ın 20 bin lirası Pınar Civek’e gidiyor.

Yaşadığı acıyı hissetmemeye olanak yok. Anne bu, ötesi var mı? Normal yolla da ölmüyor, öldürülüyor. Üstelik baba tarafından. Yol ortasında bıçaklanıyor. Daha korkunç, daha vahşi ne olabilir?
Pınar’a insan sıkı sıkı sarılmak istiyor. Bir şekilde destek olmak istiyor. Fakat çok gururlu bir kız. Kimseden asla bir şey istemeyenlerden. Onun bu hali, içimi daha da acıtıyor. Her şeyi, en sakin haliyle anlatıyor. Duruluğu, yalınlığı beni çarpıyor. Neticede, annesinden koparılmış bir çocuk o. Ve iki kardeşine annelik yapıyor. Biri 10 ve diğeri 11 yaşında. Üçü birlikte küçücük bir parayla yaşıyor.
O kadar mutluyum ki, en azından annesinin hayali olan eve kavuşabilecekler. Vodafone Vakfı’ndan gelen para ipoteğin 20 binine gidecek.
Dün, geriye kaldı 10 bin dedim.
Ve sabahın köründe şöyle bir mail aldım:
Günaydın Ayşe Hanım. Bu sabahki yazınızı okudum ve çok etkilendim. Eksik 10 bin lirayı Pınar’ın hesabına hemen gönderebilirim. (A. Cengiz S.)
O kadar hoşuma gitti ki...

Yazının Devamını Oku

Annesi, babası tarafından öldürülen Pınar Civek’e gidecek

28 Aralık 2011
14 Ocak 2011, sizin için bir şey ifade etmeyebilir.Ama Pınar, Merve ve Yaşar Civek için ediyor.

Onların hayatlarının karardığı gün.

Bir yıl önce o gün anneleri öldü. Babaları, sokak ortasında anne Selma Civek’i tam 27 yerinden bıçaklayarak öldürdü.

*

Yazının Devamını Oku

Müjdeler olsun! Oğulcan gayet iyi

27 Aralık 2011
BİR yılı daha bitiyoruz...<br><br>Birlikte! Bu köşeyi yazmaya başladığımda 25’imdeydim.
Dile kolay tam 17 yıl oldu...
Birlikte!
Ve ilişkimiz çoktan gazeteci-okur ilişkisini aştı.
Başka bir şeye dönüştü.
Sizi artık ailem gibi hissediyorum. Bu da inanılmaz hoşuma gidiyor./images/100/0x0/55eb0b74f018fbb8f8a76bca
Önümüze çıkan çukurlara birlikte düşüyoruz, birlikte çıkıyoruz.
Her türlü duyguyu birlikte yaşıyoruz. Sorunları birlikte paylaşıyoruz.
Birlikte öğreniyoruz, birlikte büyüyoruz.
Oğulcan mesela, imece usulü yardım ediyoruz.
Ben kendi başıma bir halt değilim. Sizler bu yazıları okumasanız, çalıştığım gazete mırın kırın etse ben bu yazıları nasıl yazarım?
Topluca bir hareket bu.
Artık hepimizin çocuğu gibi Oğulcan.
Vatan Hastanesi kucak açıyor, günlerdir bakıyor ve para almıyor.
Bütün bir psikiyatri servisi ona kucağını açıyor.
Bıçakçılar firması “shunt”ları parasız veriyor.
Şahane doktor Orhan Barlas, ameliyatını ücretsiz yapıyor.
Bin tane işi varken, her fırsatta hastaneye koşturuyor.
Asistanı Müberra Hanım her konuda seferber oluyor.
Bütün iyilik kanalları küçük Oğulcan’ın üzerinde birleşiyor.
Herkes aslında o anne-oğlun ne kadar zor durumda olduğunu biliyor, hissediyor.

*

İnsanlar beni yolda durdurup Oğulcan’ın sağlık durumundan haber almaya çalışıyor.
Okurlar, “Yazıyı bekleyemeyeceğiz, ne oldu çocuğun durumu?” diye hastaneyi arıyor.
Hiç tanımadıkları Tijen’i telefona çağırtıp, bir şeye ihtiyacı olup olmadığını soruyor.
“Paran pulun var mı?”
“Eve nasıl döneceksiniz?”
“Hastaneden çıktıktan sonra salıları size gelip yemek pişirebilirim, sen de oğlunla rahat rahat ilgilenebilirsin. İster misin?” diyor.
Daha ne olabilir?
Evet bu ülkede bir sürü abuk sabuk şeyler oluyor ama böyle güzel şeyler de oluyor.
İnanılmaz güzel yardımlaşmalar, dayanışmalar gerçekleşiyor.
Biz sizinle başkalarını da düşünüyoruz. Hep birlikte kâh enseste dalıyoruz, kâh kadınlara uygulanan şiddete, kâh engellilere, kâh Oğulcan ve Tijen’in hikâyesine...

*

İşte beklediğiniz haber...
Müjdeler olsun!
Oğulcan iyi.
Allah yardım etti, işler ters de gidebilirdi, gitmedi.
Biraz evvel hastanedeydim.
Ameliyat çok iyi geçmiş, kafasındaki iki “shunt” da değişmiş.
Giderken oyuncakçıda durdum.
Evet nüfus kâğıdına bakarsanız, 20’lerinde ama aslında küçücük bir çocuk o.
Yılın bu zamanında bütün çocuklar hediye paketi açıyorlar.
Birden acayip suçluluk duydum, niye bugüne kadar ona hiç oyuncak almadım diye.
Toy Story’in astronotundan aldım ona bir tane.
Kocaman bir bez bebek.
Vatan Hastanesi’nin 4. katındaki odasına çıkınca, “Bak sana ne getirdim” dedim.
Mavi pijamaları içinde melek gibiydi. Paketi görünce çok sevindi.
Hemen açtı.
Astronota şöyle bir baktı.
Baktım sallıyor.
Orasına burasına basıyor.
Sanki biraz sukutuhayale uğramış gibiydi. Bir düğme arıyor.
Ses çıkaracak mı, hareket edecek mi diye bakıyor.
Ben tabii salak olduğum için, hani yüzde 100 engelli ya, sadece bez bebek aldım, nasıl olsa anlamaz diye.
Öyle değil işte.
O 6. beyin ameliyatını geçirmiş olsa da, küçücük bir çocuk.
Oyuncak ses çıkarsın, hareket etsin, onu şaşırtsın, onu heyecanlandırsın istiyor.
Nasıl sinir oldum kendime anlatamam.
Yarın ışıklı, hareketli bir oyuncak götüreceğim.

*

Ameliyatından sonra çok daha huzurlu olduğu her halinden belli.
Pırıl pırıl bakıyor gözleri.
Artık elleri kolları da bağlı değil.
Tatlı tatlı yatağında yatıyor.
Sabah kan alan personele gerçi yine kafa atmış, ama olsun.
Etrafındaki sevgi çemberini hissediyor.
Bütün hastane personeli onu çok seviyor, herkes kafasını şöyle bir odaya uzatıp “Oğulcan nasıl acaba? İyi mi?” diye kontrol ediyor.
Psikiyatri servisindekileri de tanır oldum.
Sürekli selamlaştığım bir şizofren çocuk var mesela.
“Ayşe Abla yine geldi” diyor.
Bir hobi odaları var, orada Tijen’le sohbet ediyoruz; etraf, psikolojik bozukluğu olan hastaların yaptığı küçük sanat eserleriyle, resimlerle, heykellerle dolu.
Bir kütüphane de var.
Son derece gelişmiş bir psikiyatri servisi.

*

Oğulcan aslında bir sınav.
Hepimizin sınavı.
Onunla birlikte hepimiz o sınavdan geçiyoruz.
Çok şükür ilk aşamasını sınıfta kalmadan verdik.
Güzelim Tijen, annelerin annesi, bir dakika ayrılmıyor oğlunun yanından, anneanne gündüz geliyor, akşam diğer oğlan Onur’un yanına gidiyor.
Tijen de oğluyla hastanede koyun koyuna yatıyor.
Baktım baba Tayfun da orada.
4 yıldır yoktu ortada, şimdi 4 gündür hastanede.
“Böyle bir ameliyatı ona haber vermeden yaptıramazdım” diyor Tijen ve ekliyor:
“Benden boşandı çocuklarından değil.”
Bence Tijen inanılmaz olgun davranıyor.
Kendi ilişkisi açısından barışmaya yanaşmıyor ama çocuğuyla babasının ilişkisine müdahale etmiyor.
Ben kendimi yokluyorum, yapabilir miydim diye.
Cevap ı-ıh.

*

Yarın EEG çekilecek.
Öbür gün tomografi.
Çarşamba da dikişler alınacak, sonra taburcu olacaklar.
Ayrılırken düşünüyorum da, hastaneler bütün duyguların en yoğun yaşandığı yer. Sevinçler, üzüntüler, korkular, acılar...
Ne ararsan...
Ama benim aklımda şu an sadece Oğulcan’a alacağım hareketli, ışıklı oyuncak var çünkü o oyuncak “hayat devam ediyor”un simgesi olacak...
Yazının Devamını Oku

Tam 32 sene evden dışarı çıkartılmamış engelliler tanıdım

25 Aralık 2011
Keşke o sabah, siz de orada olsaydınız...<br><br>Benim gördüklerimi siz de görebilseydiniz...

Siz de benim gibi ağlarken gülmeye başlayabilirdiniz...

ŞAŞIRMA, HÜZÜN VE COŞKU
Gerçekten gördüğüm manzara müthiş!
Down sendromlu 12 genç, salsa yapıyor.
İnsanı bir duygudan diğer duyguya taşıyan bir görüntü.
Saniyenin onda birinde, bir sürü şeyi aynı anda hissediyorsun. Önce şaşırıyorsun, “Allah Allah, Down’lular nasıl salsa yapar!” diye. Sonra kendine kızıyorsun: “Amma salaksın yaparlar tabii!”

Yazının Devamını Oku