Evde, bütün aile birlikte…

Budur... Mutluluk budur. Maaile yine bir arada, Adana’da, baba ocağında. Ahali şahane; amcam, yengem, annem, ablam, eniştem, yeğenlerim, kardeşim, görümcem, küçük Memo, babamın kuzeni, onun eşi, ablamın görümcesi, kayınvalidesi, sevgilim, kızım... Uçsuz bucaksız aile... 30 kişi filanız. Eskiden ne yalan söyleyeyim, yavan gelirdi böyle muhabbetler. Bayramda, yılbaşında hep kaçardım, sevgiliyle tek tabanca takılırdım, kaçışlara yine devam ama ‘büyük aile’ olmayı da artık en az o kaçışlar kadar seviyorum...

Haberin Devamı

/images/100/0x0/55ea809cf018fbb8f8842b05

Büyümenin, belki de yaşlanmanın belirtilerinden biri olsa gerek, kendi ailemi de, sevgilimin ailesini de her zamankinden daha fazla önemsiyorum.
Hayat geçiyor, elimizin altından kayıp gidiyor.
Bu anlar, hayatı dondurabildiğimiz anlar.
Fotoğrafa dönüştürebildiğimiz anlar.
Ve çok kıymetli.
Çocuğumun da bu aile olgusunun farkında olarak büyümesini istiyorum.
Ha ama “Her zaman mı istiyorsun?” derseniz, hayır.
Fakat yılın önemli günlerinde bir arada olmak, insanı çok mutlu ediyor.
Herkes adına konuşmayayım, en azından beni.
Bertolucci’nin filmindeki gibi…
Daha birlikte kaç yılbaşı geçirebileceğiz ki…

NOEL’DE YILBAŞI ŞARKILARI

Haberin Devamı

Fonda, Noel ve yılbaşı şarkıları...
Ellerimizde sıcak şaraplar.
Mutfakta nefis kokular.
Hummalı bir hareket var mutfakta.
Hindinin durumu merak ediliyor.
Annemin Alman yemekleri konuşuluyor.
Yemezsek, sevmezsek bozulur.
Yılın bu zamanlarında annem, her zamankinden daha Alman oluyor. Ama tabii yine de serde Adanalılık var, içliköfteler imdada yetişmek üzere hazır ve nazır.

Evde, bütün aile birlikte…

BİR YIL DAHA BİTİYOR

Acılarıyla, sevinçleriyle...
Yeni bir yıl başlıyor.
Heyecanlıyız hepimiz.
Alya, üzerinde Flamenko dansçılarının kıyafeti (başka bir şey giymesi için yalvardım ama ikna etmek ne mümkün) ablamın evinde, oradan oraya koşturuyor.
Kuzenleri Lara ve Ela’ya hayran, sürekli tepelerinde.
Tırnaklarına ojeler sürmüş, bizim babamız, sevgilim yani, nefret ediyor ojeden. Bakamıyor, “Yılbaşı, boşver sürsün” diyorum.
Her tırnağında başka bir renk…
Önüne gelene gösterip duruyor.
Ayaklarındakini de görelim diye ayakkabılarını da atmış bir kenara.
En küçük oydu, şimdi Memo var.
Memo, küçük Memo, nohut kadar, dünyanın en tatlı şeyi, kucaktan kucağa dolaşıyor, yüzünde şaşkın bir ifade.

/images/100/0x0/55ea809df018fbb8f8842b09

AHH O MEMO

Haberin Devamı

Kardeşim Nevzat ve eşi Yeliz çok rahat bir anne-baba. Her yere Memo’yla gidiyorlar. Kim sevmek istiyorsa, hooop hemen kucağına bırakıveriyorlar.
Alya’nın bebekliğini düşünüyorum da, ben görmemiş bir atmaca gibiydim, sigara içmiş birinin kızımı öpmesini istemezdim mesela, ellerini yıkasın, dişlerini fırçalasın gelsin derdim, yok öyle kızımı sıkıştırmak…
Manyaktım anlayacağınız.
Alya’yı çok daha korumacı büyüttüm, “Aman ses olmasın, ışık olmasın, çocuk rahatsız olmasın. Oraya gitmeyelim perişan olur, buraya gitmeyelim düzeni bozulur.”
İlk aylarda hep odasında yatırdım. Yeliz çok şeker bir anne, “Yok canım ışıkta da uyur, her yerde uyur” diyor, Memo’ya hemen kanepelerin üzerinde bir yatak yapılıyor, yastıklarla destekleniyor, güzeller güzeli bütün o şamata, curcuna içinde mışıl mışıl uykuya dalıp gidiyor.
Noel Baba kıyafeti içinde o kadar şeker ki…
Küçük mutluluklar bunlar, hepinizin ailesinde olan küçük tatlar.
Alya’nın başta biraz canı sıkılıyor çünkü bütün ilgi Memo’da.
Gözlerini kısarak bana bakıyor ve “Annem, Memo’yu daha çok seviyor”  diyor. “Deli misin” diyorum, “Sen benim prensesimsin. Onu da çok seviyorum ama sen benim Alya’msın. Başka kimi senden daha çok sevebilirim?”
“Babayı!” diyor.
“Aman Alyaaaa” diyorum, “Ama yatakta ona daha çok  sarılıyorsun!” diyor.
Kızım, minik bir ruh hastası.
Bir ara bana, “Beni mi, yoksa ismimi mi daha çok seviyorsun?” diye sordu, sorabildi.

SOFRA HAZIR

Haberin Devamı

Upuzuuun bir masa, yılbaşının ruhuna uygun, şenlikli bir masa.
En sevdiğim şey, birazdan masaya oturacağız, her kafadan bir ses çıkarken aynı anda yemeklere de saldıracağız.
Nasıl da özenmiş ablam, arkadaşı Gökalp Aysalan’dan yardım almış.
Bütün tabakların altına, tabak altlığı olarak cam kestirmiş.
O camların altına da herkese, içinde kendisinin de bulunduğu bir fotoğraf koymuş.
Tabak altlarını resim çerçevesine dönüştürmüş.
Tabağını kaldırıyorsun, sürpriz bir fotoğrafınla karşılaşıyorsun.
Benimkinde Dubai’de çekilmiş bir aile fotosu vardı.
Babam da hayatta o zaman, tatlı tatlı bakıyor.
Bayıldım!
Çın çın çın.
Mami açılış konuşmasını yapacak.
Kalkıyor “İyi ki geldiniz, iyi ki hepiniz buradasınız. Çok güzel bir yıl olsun 2012” diyor, “Burada olmayanlar için de kadeh kaldıralım…”
Ve aynı anda sesi boğuluyor…
Hepimiz burada artık olmayanın kim olduğunu biliyoruz: Babam.
Sevgilim kulağıma eğiliyor, “Annene inanılmaz benziyorsun!” diyor.
Bizim ailede herkes salya sümük.
Her hoşlukta, her nahoşlukta hemen gözümüz sulanıyor.
Ortalığı neşelendirmek için, “Mami” diyorum, “Okurlar yaşlandığımı söylüyor, menopoza girecekmişim artık, o yüzden hep ağlayıp duruyormuşum.”  “Yok daha neler” diyor, “Senin menopozuna daha çooook var.”
Küçükler, Alya ve Can, hediyelerin açılmasını istiyor, ağacın altındaki paketlerin etrafında kediler gibi dolanıyorlar.
Memo yine kucakta, pür dikkat ışıklara bakıyor, “Seni ham yaparım” deyince utangaç bir şekilde gülümsüyor.
Böyle günlerin en sevdiğim yanlarından biri, ikili-üçlü kümeler halinde dedikodu yapıyor olmamız.
Hem yemek yiyoruz, hem dedikodu yapıyoruz.
Eniştem Keko ile ablam Suna’nın ev sahipliği muhteşem, Alya hiç gitmek istemiyor, “Ben üç hafta daha burada kalacağım” diye tutturuyor.
Eniştemle sevgilimin iyi anlaşması da acayip hoşuma gidiyor.
Onlar iki damat, sürekli bizimle kafa buluyorlar.
Annem daha baştan şart koştu “Yemek ablanda yenecek ama Ömer, sen ve Alya bende kalacaksınız...”
“Tabii ki” dedim.
Kardeşim, ablam ve annem, Adana’da göle bakan bir sitede, çimlerin içinde yan yana evlerde yaşıyor. Hem birbirlerine yakın hem de kendi dünyalarında kaybolabilecek kadar uzaklar.

Haberin Devamı

/images/100/0x0/55ea809df018fbb8f8842b0b

BABANIN SESİNİ DUYDUM

Bir ara annemle sohbete dalıyoruz, diyor ki:
“Baleye gidiyordum geçen gün. Tam okula dönecekken bir ses duydum, ‘Devam et’ dedi, ben de sesi dinledim. Büyülenmiş gibi dediğini yaptım. Epey bir düz gittikten sonra, ‘Şimdi sağa dön’ dedi. Bir de ne göreyim, karşımda Asri Mezarlık. Babanın yanına gittim. Konuştuk. Minik Mehmet’in ne kadar tatlı olduğunu anlattım ona. ‘Biliyor musun, senin gibi aksi de değil…’ diyemedim. Gerçi anlamıştır. Sonra tekrar arabaya bindim. Aynı ses, bu sefer de ‘Balıkçıya git’ demesin mi? Gittim babanın balıkçısına gittim ve onun anısına bir lagos yedim.”
Yanlış anlaşılmasın, annem çok romantik değildir, bir Alman gerçekçiliği vardır.
Ama babam öldükten sonra, onu bir sürü kere yanında hissettiğini söyledi.
Bazen evde yalnızken, bazen yatakta uyurken…
Birdenbire bir sıcaklık yayılıyormuş, “Kim ne derse desin, onun varlığını yanımda buluyorum. Kokusunu duyuyorum” diyor.
O gün yine öyle olmuş.
Babamdan söz açılınca, hepimiz bir duygulanıyoruz.
İmdadımıza Alya yetişiyor, internetten şarkı sözlerini indirdiği bir Katy Perry şarkısı var, avaz avaz onu söylüyor.
Amcam Ali Arman sürekli, “Bana bak, bu yıl daha fazla birlikte olmak istiyorum. Ailenin en büyüğü benim. Ben baba yarısıyım” diyor.
“Söz amcacım” diyorum.
Amcam yaza inşallah dede olacak, kuzenim Nazlı bebek bekliyor.
Hepimiz, aramıza yeni katılacak bebeğin şerefine içiyoruz.
Alya, bana çaktırmadan soruyor, “Benden kaç yaş küçük olacak yeni bebek?”
Anladı, Memo’dan sonra bir bebek daha geliyor, pabucu iyice dama atılacak!
Yengem Reyhan hep güzel, ona bunun sırrını soruyoruz, utanıyor, kızarıyor, “Ali” diyor, “Tek sebebi Ali.”
Amcam yani.
Amcam, “Adanalı olmakla ilgili hoş bir yazı okudum, dur sana gönderivereyim” diyor.
Teknoloji böyle bir şey, teknoloji konusunda en geride kalmış olan aile üyesi benim.
“Nasıl yani senin telefonun mail almıyor mu?” diyor, acıyarak bana bakıyor, “Kızım, geliştir kendini bu konularda…”
“Tamam” diyorum, “Bu yıl öğreneceğim. Sistem Destek’ten Erkan’dan ders alacağım.”
Adanalıları tarif eden o mail’e bayıldım, sizinle de paylaşıyorum:
Adana Kültür ve Dayanışma Derneği’nin üyesi Selçuk Erkaslan yollamış.
“Adana kardeşliktir, ‘Bize gidek’tir, ‘Bizde yiyek’tir, ‘Bizde kalak’tır. ‘Bende para var oğlum, sen gel’dir. Beraber dayak yiyip, kahkahalarla seneler boyu hatırlamaktır. Sevgidir Adana. İzmirli, İstanbullu gibi denizini Boğaz’ını değil, sebepsiz yere seversin Adana’yı. Tıpkı anneni sever gibi karşılık beklemeden. Annelerin oğullarını gönderirken ‘Dikkatli ol oğlum’ değil de, ‘Kimseye bulaşma oğlum’ dediği yerdir Adana. ‘Yanında kız arkadaşı var boşver’dir Adana. İçindeki Anadolu hamurunu kaybetmeyen tek büyük şehirdir. İşte bu yüzdendir ki; sizin orada dost dediklerinize, biz Adana’da ‘gardaş’ deriz.”

Haberin Devamı

ADANA’YA KÜLTÜR MERKEZİ

Mail çok hoşuma gitti.
O arada Sefa Amca atladı.
O da babamın kuzeni.
Bütün Adanalılarda âdettir, çiftçiysen Adana dışındaki yakınlarına portakal, greyfurt, tatlı limon ve turunç yollarsın.
Sefa Amca ve Füsun Teyze de hep yollar.
Adana’da insanlar cömerttir, öyle küçük bir kutu da yollamazlar.
Vurunca öldürürler!
Beş kasa gelir, koyacak yer bulamazsın; sık, sık bitmez.
Sefa Özler, Adana’daki yeni yıl klasik müzik konserinin 29 Aralık’ta Hilton’da gerçekleştiğini anlatıyor. Diyor ki, “Benim çocukluğumda, öğrenciliğimde Adana’da Klasik Müzik Orkestrası yoktu. Artık var. Destek ol bize. Bu konuda yazı yaz. Yaz ki, Adana yeni bir kültür merkezine kavuşsun.”
Sefa Amca, Çukurova Filarmoni Derneği Başkanı.
İnanılmaz faal, resmen lobi çalışması yapıyor.
“Kültür merkezi, kültür merkezi!” diye herkesin başını yiyor.
Beni ve Alya’yı da yılbaşı konserine sponsor yapmış, elimize yılbaşı hediyesi olarak çerçevelenmiş sertifikalarımızı tutuşturdu.
27 kadını ve 25 çocuğu sponsor yapmış, dile kolay.
Yeni kültür merkezi konusunda bu kadar tuturuk anlayacağınız.
Seçim sırasında, Başbakan Erdoğan bu yeni kültür merkezi projesinden de bahsetmiş.
Sefa Amca gibi başka Adanalılar da heyecanlı bir şekilde temel atma töreninin bekliyor.
“Yazarım ama bir işe yaramaz” diyorum.
“Yarar, yarar” diyor.
Hürriyet’in Çukurova ilavesine de yazmış.
Ben de buradan yazıyorum, mecburum yazmaya, yoksa canıma okur!
 Ne zaman annemin, ablamın, kardeşimin evine gitsem, sürekli gözlerim bir şeyler arıyor, bütün duvarları tarıyorum, eşyalara bakıyorum, eski fotoğraflara dalıp gidiyorum.
Bu sefer neyi aradığımı anladım…
Geçmişimi…
Kendi çekirdek ailemi…
Evet, ben de aile oldum. Anne oldum. Ama bir de küçük Ayşe var bir yerlerde.
Gözünün aşina olduğu eski bir eşyayı görmek, eski bir komidin, eski bir sabahlık, mutfakta duran eski bir termometre, bir radyo birden beni eskilere, o geçmiş günlere götürüveriyor.
Zamanda yolculuk gibi…
O zaman aklımdan neler geçiyordu, neler hayal ediyordum geleceğe dair, gelecek denen şey gelince neler oldu?
Bir tür hayat muhasebesi.
Ben hep Adana’dan kaçıp gitmek isteyen çocuktum.
Yaptım da.
Şimdiyse her fırsatı değerlendirip Adana’ya dönmek isteyen kadınım.

Evde, bütün aile birlikte…

DOLU DOLU YAŞAMAK

Annemin evinde fotoğraflarla dolu bir duvar var, onun ailesi, artık hiçbiri hayatta değil, bir başka duvar var, babamın ailesi, onlar da hayatta değil.
Babam, annesinin ölümünden sadece beş yıl sonra hayata gözlerini yumdu, ne kadar erken…
İşte böyle tuhaf duygular, muhasebeler içinde oluyorum ne zaman Adana’ya gitsem.
Ve annem…
‘Dolu dolu yaşamak’ denilen şeyin karşılığı olan kadın.
Sürekli anlatacak bir şeyi var.
Facebook’a ilan koymuş, “18 yaşından büyük, keşke bale öğrenebilseydim diye düşünen kadınlara ücretsiz ders vermek istiyorum” diye. İçinde ablamın da olduğu bir ekip Mami’de bale derslerine başlamış.
Aynı şekilde erkek öğrencisi olsun istiyor, onlara da ücretsiz ders veriyor.
Çünkü bu seneki resitalde de insanları şaşırtmak niyetinde.
Belki ki normal öğrencileriyle hazırladığı gösterinin yanında, yine insanlara, “Vay be Meki yine neler döktürmüş!” dedirtmek istiyor.
Yapacaktır.
Onun bu enerjisi, hayata bağlılığı bana daha da şevk veriyor.
İnsanın bu kadar canlı, kanlı, yaratıcı, durmak bilmeyen bir annesi varsa, sırtı hiç yere gelmez.

Evde, bütün aile birlikte…

HAYAT BU İŞTE

Yemekler bitti.
Sıra öldürücü tatlılarda.
Bu Adana’nın gözünü seveyim.
Bizde her şey abartılır, her şey misafire sunulur.
Gözümüz doymaz bizim.
Sadoş ve Saniye içeriden tatlıları getirdikçe getiriyor.
Bir kabak tatlısı var, artık kaç tane yediğimi bilmiyorum.
Yiyoruz, içiyoruz, gülüyoruz.
Hayat bu işte.
Küçük mutluluklar, sevinçler, coşkular, heyecanlar…
Ötesi artık beni çok ilgilendirmiyor.
Sağlıklı olalım, ailecek olalım, küçüklerimiz büyüsünler, büyüklerimiz bizi terk etmesin…
Güzel günler görelim.
Sizin için de böyle bir yıl diliyorum.
Sevdiklerinizle birlikte… 

Yazarın Tüm Yazıları