Ayşe Arman

Okuyun görün kim yalancı…

24 Aralık 2011
Şunun şurasında beş yıldır bu konuyu bu kadar açık konuşabiliyoruz. Ondan önce bahsettiğimiz zaman, “Hadi canım, kardeş kardeşe, baba çocuğuna öyle şeyler yapar mı?” diyorduk. Böyle bir olgunun varlığını bile reddediyorduk.

İnsan, uzun zamandır gazetecilik yapıyorsa, ne kadar karşısındakine güvense de paranoyak oluyor.
Ben öyleyim.
Her şeyi şüpheyle dinlerim.
Mümkünse, birkaç yerden çek ederim.
Geçen pazarki Aras Can röportajını yaptıktan sonra…
Lafı hiç dolandırmadan, “Madem çocuk, ergen ve erişkin psikiyatristi Profesör Bengi Semerci’yi tanıyorsun, hastası değilsin ama pek çok konuda ona mail atıyorsun, ona danışıyorsun, senin hakkında ondan bilgi almak isterim” dedim.

Yazının Devamını Oku

Ben bu satırları yazarken Oğulcan beyin ameliyatında

22 Aralık 2011
BUGÜN o gün.<br><br>Oğulcan’ın Vatan Hastanesi’nde Profesör Orhan Barlas tarafından ameliyat edileceği gün. Ben bu satırları yazarken ameliyat halen devam ediyor.
İlk aşamada, kafasındaki “shunt”lar değişiyor.
Çünkü biri 4 aylıkken takılmış, diğeri iki buçuk yaşındayken. Eskidiği için artık fonksiyon görmüyor. 17 senedir değişmeyen ve artık işlevini görmeyen “shunt”lar yüzden beynindeki su çok fazla yoğunlaşmış.
Belki de Oğulcan’ın saldırganlığı bu yüzden./images/100/0x0/55ea1da2f018fbb8f86c31a5
Değişirse, bir nebze rahatlayabilir.
Önümüzdeki günlerde gelişmelere göre karar verilecek, belki de bir beyin ameliyatı daha geçirmesi gerekecek.
Orhan Barlas benim kahramanım, tüm bu ameliyatı ücretsiz yapıyor.
Ve zorlu ameliyatlardan söz ediyoruz.
Hayati riski var.
Ama bugün, kötü şeyleri aklımızdan geçirmek istemediğimiz bir gün.
Vatan Hastanesi’ne ve oradaki yürekli ekibe binlerce teşekkür, “shunt”ları temin eden Bıçakçılar firmasına da...
¡
Pek çok kez yazdım.
Bir kere daha:
Oğulcan, Tijen’in oğlu, doğum sırasında hastane mikrobu kapıyor, ardından 5 kere beyin ameliyatı oluyor ama faydasız. Ne işitebiliyor, ne konuşabiliyor, dolayısıyla kendini ifade edemiyor. O zaman da sinirleniyor, ortalığı yakıp yıkıyor. Yüzde 100 engelli. Annesi, bütün hayatını ona vakfediyor. Yıllar içinde, bu anne-oğulun pek çok kere haberini yaptım. Artık benim için “haber” değiller, “Neyiniz?” diye sorulunca, “Akrabam” diyorum, çünkü öyle hissediyorum. Tijen benim için bu ülkedeki bütün engelli çocukların annelerini temsil ediyor. Onun çaresizliği, diğerlerinin de çaresizliği benim için. Artık onların ne büyük sıkıntılar, ne büyük acılar yaşadığını biliyorum. Hepsine yardım edemem, destek olamam. Ama birine dahi, bir nebze bile olsa yardımcı olabilmek, diğerleri için de bir adım, böyle düşünüyorum.
Benim için Tijen, heykeli dikilecek kadın.
Bir oğlu daha var. Eşi Tayfun Güden ise yıllar önce evden ayrıldı, bugün o da hastanedeydi.
Karı-kocanın neden ayrıldığını bilemem, tartışacağımız gün de bugün değil.
Sadece erkeklerin, kadınlar kadar güçlü olamadığını biliyorum.
Bugün kimseyi suçlama günü değil.
Bildiğim, bütün o yıllar içinde Tijen’in bütün sorumluluğu tek başına üstlendiği, üstelik doğru dürüst bir geliri de yok, gerçekten insanın aklını kaçıracağı bir hayat yaşadı.
Oğulcan’la evde hapis hayatı.
Pek çok hekim destek olmak istedi ama mümkün olmadı, onu evden çıkarıp bir hastaneye götürmek bile insanüstü bir gayret gerektiriyordu. Hele tomografiye filan sokmak, felaket zordu.
Çok güçlü.
Tekme atıyor, ısırıyor, kendini yerden yere atıyor, kafasını duvarlara vuruyor.
¡
Hastaneye gelene kadar Oğulcan sakin.
Ne zaman ki araba, Aksaray’daki hastanenin önünde duruyor işte o zaman Oğulcan çıldırıyor.
Evet yüzde 100 engelli ama hissediyor.
Hastanelerden hoşlanmıyor.
4 kişi zor zaptediyor.
4 kere nöbet geçiriyor.
Acil’den içeri alınıyor.
Odada, ben onu gördüğümde elleri, kolları yatağa bağlıydı.
Orhan Barlas’la aramızda geçen konuşmaları aynen yayınlıyorum.
Huzurlarınızda bırakın gazeteciliği filan, bir anne olarak tekrar tekrar hocaya teşekkür ediyorum.
İnşallah ameliyat iyi geçer, ben de size Oğulcan’ın iyi haberlerini veririm.
Bunun için dua ediyorum.
Hayatta öyle anlar geliyor, sadece iyi hekimlerden ve dualardan medet umuyoruz.
İşte bugün de, o günlerden biri...

Barlas hoca anlatıyor
/images/100/0x0/55ea1da2f018fbb8f86c31a7
Kafatasının içinde beyin-omurilik sıvısı var. Beyin bir nevi onun içinde yüzüyor. Onun da kendine özgü bir dolaşımı var. Oğulcan vakasında bu dolaşım yolları tıkanmış, doğum sırasında geçirdiği şeyler yüzünden. Bunun tedavisi şekli de, “shunt” denilen bir çeşit direnaj sistemi.
Oğulcan’ın beyninin üst ve arka tarafında iki tane “shunt” var. Ama fonksiyonlarını kaybetmişler, çalışmıyorlar. Şu anda da çok su biriktiği için, basınç yükselmiş. Saldırganlığı bu yüzden, ama “Yüzde 100 sebebi budur da” diyemeyiz. Bu “shunt” değiştirme ameliyatını yapıyoruz ama düzelmeyebilir. Böyle bir ihtimal de var. İşte o zaman, saldırganlığın önüne geçebilmek için “frontal lop” ameliyatları gerekebilir.
“Shunt” değiştirme ameliyatından sonra sistemin suyu boşaltamaması ve beynin tekrar toparlanması haftalar alabilir. Bekleyip göreceğiz. Sonuç olumlu olursa ne âlâ, olmazsa “frontal lop” ameliyatlarına başvurmak zorunda kalacağız. Bu sözünü ettiğim ameliyat daha karışık. Cesaret isteyen ameliyat da o.
TİJEN SORUYOR
Hocam o ameliyattan sonra saksıda bitki gibi mi oluyor?”
Hoca yanıtlıyor:
“Frontal lop ameliyatları aslında yeni bir şey değil. 30’lardan 40’lardan beri uygulanıyor. Alın loplarının, (ki muhakeme, akıl düşünme, ileriyi düşünme faaliyetlerini gerçekleştirdiğimiz alan), arka tarafla ilişkisini tamamen koparırsanız dediğiniz şey olabilir. Bu ayırma işlemini tam değil de kısmi olarak yaparsanız, istediğiniz davranışı ortadan kaldırıp, istediğinizi bırakmak mümkün olabilir. Oğulcan vakasında benim sözünü ettiğim de bu, kısmi lobotomi ameliyatı...

Dışı kadın, içi küçük kız çocuğu

Ayşe merhaba. Bugünkü yazın beni mahvetti. Babam öleli 25 yıl oldu. İnsan kocaman bir yetişkin, çelik gibi bir anne, başarılı bir işkadını olsa bile, babasının küçük prensesi olamadıysa, ölüm sebebiyle ondan ayrılmak zorunda kaldıysa, bu koyuyor. Büyüdükçe de daha fazla. 35 yaşındayım, kazık kadar kadınım, ama ne zaman babasıyla küçük bir kız çocuğu görsem, içim cız ediyor. O boşluk hiç dolmuyor herhalde. Güzel bir yazıydı. Bizim gibi dışı kadın, içi küçük kız çocuklarının yüreğine dokunan bir yazı. İyi ki varsın. (Fulya.)

Teşekkür ederim, başka ne nedir bilmiyorum. Ben de seninle aynı duyguları yaşıyorum. Dışı kadın, içi çocuk.

Küçük prenses

Fatih Tanverdi’yle ilgili yazınızı okudum, benim de gözlerim dolu dolu oldu. Hayır, ben babamı kaybetmedim. Şu an hayatta, ilişkimiz de gayet iyi. Ama psikanaliz sürecinden geçen bir klinik psikolog olarak, dünkü analiz seansımda, prenses kelimesine bağlı o kadar duygum açığa çıktı ki. Direkt ağlıyorum bu kelimeyi duyunca. Bebeklik-çocukluk döneminde anne-babayla kurulan bağ, yakınlık o kadar incelikli bir konu ki. Sanırım her küçük kız, anne-babasının prensesi, gözbebeği olmak istiyor, daha doğrusu “görülmek” istiyor. Erken dönemlere ait, karnın doyurulması, temel ihtiyaçların karşılanması dışında bu tür önemli şeyler de var hepimizin gelecekteki hayatını şekillendiren. Paylaşmak istedim. (Klinik psikolog A.K.)

Klinik psikologların bile bu tür şeyler yaşaması beni şaşırttı. Çok da hoşuma gitti. İnşallah çocuklarımız aynı şeyleri yaşamazlar. Teşekkür ediyorum.

HAMİŞ: Bugün daha önemli şeyler olduğu için röportajcılığımı sorgulayan sivri zekâlıya cevabım cumartesi gününe kaldı.
Yazının Devamını Oku

Sahnede 350 kişinin karşısında ağladım

21 Aralık 2011
BU yıl kimya yılı.<br><br>Dün akşam da Akkim’in ev sahipliğinde Four Seasons’da özel bir gece düzenlendi.

Şık, güzel ve iyi organize edilmiş bir geceydi.
350 davetli vardı.
Kimyanın hayatımızdaki ve ülke ekonomisindeki yeri ve önemi tartışıldı.
Yemekler yendi, sonra bir dans gösterisi izlendi.
Moderatör Jülide Ateş’ti.
Bir kez daha Jülide’nin çalışkanlığına, işini yapmadaki titizliğine hayran oldum.
Dersini acayip iyi çalışmıştı.

Yazının Devamını Oku

Can çıkar, umut bitmez!

20 Aralık 2011
MUHAMMED Yunus röportajı yapmak için Mövenpick’e gittiğimde AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik’le de karşılaşıyorum.

Onunla yıllar evvel, Başbakan’ın danışmanıyken, motosiklet üzerinde bir söyleşi gerçekleştirmiştik.
Cümle tuhaf oldu, röportajı tabii ki motosikletinin üzerinde yapmadık, fotoğrafları öyle çektirdik.
Valla üşenmedim, arşive girdim, fotoğrafı buldum, bakınız solda...
O zaman da en az şimdiki kadar havalıydı ve beni Ankara’da şahane bir şekilde ağırlamıştı, o röportaj çok ses getirdi. Bir sürü insan Çelik’in dedikodusunu yaptı. Dünyanın en normal şeyi, insanlara neden anormal geliyor hiç anlamıyorum, o zaman da anlamamıştım. Adam siyasetle uğraşıyor olabilir ama aynı zamanda hobileri var, renkli bir kişilik, bu da dünyanın en güzel şeyi.
O yıllardan beri bir daha kendisiyle karşılaşmadım.
“Bana küs müsünüz?” diyorum.
Ben de böyle “dan” diye soruyorum işte.

Yazının Devamını Oku

Yıllar sonra babamla sahnede hesaplaştım

18 Aralık 2011
Duyduk duymadık demeyin! Bu ülkede taşlar yerinden oynuyor, konuşulmayan şeyler konuşuluyor, tartışılmayan şeyler tartışılıyor.

En çarpıcı örneklerinden biri ensest. Bir üniversite öğrencisi Arascan Dönmez, babasıyla yaşadıklarından yola çıkarak bir oyun yazıyor. Daha doğrusu, bir performans. Adı, ‘Ağustosta Karla Dans’. 23 haftadır oynuyor. Aşağıda okuyacaksınız zaten, Arascan’ın çocukluğu felaket geçiyor. Ne anne var, ne baba. Baba madde bağımlısı, hapislere girip girip çıkıyor. Anne ortalıkta yok, başını alıp gitmiş. Ve bu kadar sıkıntı, acı yetmezmiş gibi, bir de cinsel istismar. Ne var ki bu genç adam, bütün okullarında yüzde 100 burslu okuyor. Parlak, zeki biri. Pek çok ödülü var. ‘Ağustosta Karla Dans’ performansıyla da önemli bir şey yapıyor, yaşadığı zorlukları sahnede anlatarak kendini iyileştirmeye çalışıyor. En büyük destekçilerinden biri Profesör Bengi Semerci. Yaşadığın felaketin olumsuzlukların kurtulabilmesi için onu destekliyor, cesaretlendiriyor...

HAMİŞ: Bir sonraki gösterisi yarın şermola Performans’ta, ilgilenenlere duyrulur...

Ailenizin kökleri nereden?- Makedonya’dan. Selanik göçmeni. Bursa, Osmangazi’ye yerleşiyorlar.

Gözünüzü açtığınızda...- İstanbul’dayım.

Yazının Devamını Oku

Öykümü konferanslarda 75 bin dolara anlatıyorum, size bedava!

17 Aralık 2011
Elimde teybim, soru defterim, kalemim… Fırtına gibi Mövenpick Oteli’nden içeri giriyorum.

Nobel ödüllü Muhammed Yunus’la öğle yemeği yiyeceğim. Ben ki üniversitede hep çakmışım ekonomiden, şimdi bir ekonomi profesörüyle sohbet edeceğim. Bu, hayatın şahane bir cilvesi değilse de ne?
Bangladeşli profesörün Türkiye’ye gelme sebebi, Okan Üniversitesi’nde Muhammed Yunus Uluslararası Mikrokredi ve Sosyal Girişimcilik Merkezi’nin kuruluyor olması.
Bu Türkiye için bir ilk, ilk kez böyle bir merkez kuruluyor. İlk kez Nobel ödüllü bir öğretim üyesi üniversitede ders veriyor.
Diğer sebebe gelince... 2003’te başlayan mikro kredi uygulamasından sonra şimdi de mikro sigorta gündemde. Bu sadece Türkiye’de değil, dünyada da bir ilk.
Kadına şiddet, kazaya bağlı ölüm, her türlü kaza, her türlü doğal afet, yani deprem, yangın, sel ve terör sigorta kapsamında…
Mikro kredi kullananlar, bundan böyle, haftada 25 kuruş, ayda 1 ve yılda 12 liraya, 10 bin liralık bir poliçesiyle sigortalanabilecek.

Yazının Devamını Oku

Oğulcan ameliyat oluyor

15 Aralık 2011
SEN yazdın ben kendimi Profesör Orhan Barlas’ın karşısında buldum. “MR’larına bir bakalım. Yapabileceğimiz bir şey varsa seve seve yardımcı oluruz Oğulcan’a” dedi.

Uzun süre incelediler Oğulcan’ın filmlerini, yanındaki bir doktor hanımla birlikte. Sonunda maalesef “shuntlar”ının çalışmadığı anlaşıldı. Öncelikle Oğulcan’ın başındaki basıncın engellenmesi gerektiği ortaya çıktı. Birkaç gün içerisinde Vatan Hastanesi Psikiyatri Servisi’ne yatırıyoruz Oğulcan’ı.
Önce hoca, “shunt”larını değiştirmek üzere beyin ameliyatını yapacak. Sonraki gelişmelere göre davranış bozukluğunu gidermek üzere gerekenleri de üstlenecek. Benden hiçbir hastane ve ameliyat ücreti talep etmediler. Ben sadece Oğulcan’a takılacak “shunt”ların parasını ödeyeceğim. Onu da senden gelen Yarım Kalan Hayatlar parasıyla ödeyeceğim.

Hocaya nasıl minnettarım, nasıl müteşekkirim anlatamam.

Tüm hazırlık çalışmalarıyla Barlas’ın asistanı Müberra Hanım canla başla ilgileniyor. Ve tüm bu süreçte sürekli yanımızda olacağını belirtiyor. Tabii ki deli gibi korkuyorum. Hocama çok güveniyorum ama her anne gibi, çocuğum ameliyat olacak diye endişeleniyorum, sıkıntılanıyorum.

Yazının Devamını Oku

Şimdi Şeb-i Arus zamanı Git, ne olursan ol Konya’ya git

14 Aralık 2011
Bir süredir Türkiye’deki Hiltonları geziyorum. Ve izlenimlerimi Hilton’un hhonour facebook sayfalarına yazıyorum.

Bazılarına Alya’yla gidiyorum, bazılarına yalnız. Oteller de, insanlar gibi canlı organizmalarmış meğer. Otelleri keşfederken şehirleri de yeniden keşfediyorum. Türkiye turuna çıktım yani. Mesela Konya, en çok etkilendiğim şehirlerden biri oldu. Orada rehber Mehmet Akbulut’la tanıştım. Ve ona bayıldım. Yaşsız bir aydın. Hiçbir kalıba sokulamayacak bir entelektüel. Bu hafta da biliyorsunuz Şeb-i Arus haftası, fırsat bildim Konya üzerine onunla yaptığımız sohbeti okuyun istedim...

*  Mehmet rehber söyleyin... Kaç Konya var, kaç farklı kültür katmanı var?- Oooo çok. Konya öyle bir şehir ki, Mekke’yi, Medine’yi de yaşarsın, Paris’i, Champs-Elysees’yi de...

*  Muhafazakâr ve dindar bir kent olduğu söylenir. Öyle mi gerçekten?- Muhafazakâr doğru ancak “dindar” olup olmadığı tartışılır. Ben valla Konya’nın “dindar” olduğuna inananlardan değilim. İslami makyajla süslenmiş kapitalist bir yaşam tarzını, Konya’nın toplumsal hayatının her kesiminde hissetmek, gözlemek mümkün.

*  Solcular gibi konuştunuz Mehmet rehber!- Ama sonuç olarak en büyük belirleyici unsur günümüzde kapital, öyle değil mi? Para yani. Din, hâlâ bazı kesimler tarafından kadınlara karşı yaptırımlar şekilde algılanmakta. Ahlak bu bağlamda ele alınmakta. Hoşumuza gitse de, gitmese de genel eğilim böyle Ayşecim. Hali vakti yerinde erkekler dünyası söylemleri ve eylemleriyle büyük bir çelişki yaşamakta...

Yazının Devamını Oku