İnsan, uzun zamandır gazetecilik yapıyorsa, ne kadar karşısındakine güvense de paranoyak oluyor.
Ben öyleyim.
Her şeyi şüpheyle dinlerim.
Mümkünse, birkaç yerden çek ederim.
Geçen pazarki Aras Can röportajını yaptıktan sonra…
Lafı hiç dolandırmadan, “Madem çocuk, ergen ve erişkin psikiyatristi Profesör Bengi Semerci’yi tanıyorsun, hastası değilsin ama pek çok konuda ona mail atıyorsun, ona danışıyorsun, senin hakkında ondan bilgi almak isterim” dedim.
Şık, güzel ve iyi organize edilmiş bir geceydi.
350 davetli vardı.
Kimyanın hayatımızdaki ve ülke ekonomisindeki yeri ve önemi tartışıldı.
Yemekler yendi, sonra bir dans gösterisi izlendi.
Moderatör Jülide Ateş’ti.
Bir kez daha Jülide’nin çalışkanlığına, işini yapmadaki titizliğine hayran oldum.
Dersini acayip iyi çalışmıştı.
Onunla yıllar evvel, Başbakan’ın danışmanıyken, motosiklet üzerinde bir söyleşi gerçekleştirmiştik.
Cümle tuhaf oldu, röportajı tabii ki motosikletinin üzerinde yapmadık, fotoğrafları öyle çektirdik.
Valla üşenmedim, arşive girdim, fotoğrafı buldum, bakınız solda...
O zaman da en az şimdiki kadar havalıydı ve beni Ankara’da şahane bir şekilde ağırlamıştı, o röportaj çok ses getirdi. Bir sürü insan Çelik’in dedikodusunu yaptı. Dünyanın en normal şeyi, insanlara neden anormal geliyor hiç anlamıyorum, o zaman da anlamamıştım. Adam siyasetle uğraşıyor olabilir ama aynı zamanda hobileri var, renkli bir kişilik, bu da dünyanın en güzel şeyi.
O yıllardan beri bir daha kendisiyle karşılaşmadım.
“Bana küs müsünüz?” diyorum.
Ben de böyle “dan” diye soruyorum işte.
En çarpıcı örneklerinden biri ensest. Bir üniversite öğrencisi Arascan Dönmez, babasıyla yaşadıklarından yola çıkarak bir oyun yazıyor. Daha doğrusu, bir performans. Adı, ‘Ağustosta Karla Dans’. 23 haftadır oynuyor. Aşağıda okuyacaksınız zaten, Arascan’ın çocukluğu felaket geçiyor. Ne anne var, ne baba. Baba madde bağımlısı, hapislere girip girip çıkıyor. Anne ortalıkta yok, başını alıp gitmiş. Ve bu kadar sıkıntı, acı yetmezmiş gibi, bir de cinsel istismar. Ne var ki bu genç adam, bütün okullarında yüzde 100 burslu okuyor. Parlak, zeki biri. Pek çok ödülü var. ‘Ağustosta Karla Dans’ performansıyla da önemli bir şey yapıyor, yaşadığı zorlukları sahnede anlatarak kendini iyileştirmeye çalışıyor. En büyük destekçilerinden biri Profesör Bengi Semerci. Yaşadığın felaketin olumsuzlukların kurtulabilmesi için onu destekliyor, cesaretlendiriyor...
HAMİŞ: Bir sonraki gösterisi yarın şermola Performans’ta, ilgilenenlere duyrulur...
Ailenizin kökleri nereden?- Makedonya’dan. Selanik göçmeni. Bursa, Osmangazi’ye yerleşiyorlar.
Gözünüzü açtığınızda...- İstanbul’dayım.
Nobel ödüllü Muhammed Yunus’la öğle yemeği yiyeceğim. Ben ki üniversitede hep çakmışım ekonomiden, şimdi bir ekonomi profesörüyle sohbet edeceğim. Bu, hayatın şahane bir cilvesi değilse de ne?
Bangladeşli profesörün Türkiye’ye gelme sebebi, Okan Üniversitesi’nde Muhammed Yunus Uluslararası Mikrokredi ve Sosyal Girişimcilik Merkezi’nin kuruluyor olması.
Bu Türkiye için bir ilk, ilk kez böyle bir merkez kuruluyor. İlk kez Nobel ödüllü bir öğretim üyesi üniversitede ders veriyor.
Diğer sebebe gelince... 2003’te başlayan mikro kredi uygulamasından sonra şimdi de mikro sigorta gündemde. Bu sadece Türkiye’de değil, dünyada da bir ilk.
Kadına şiddet, kazaya bağlı ölüm, her türlü kaza, her türlü doğal afet, yani deprem, yangın, sel ve terör sigorta kapsamında…
Mikro kredi kullananlar, bundan böyle, haftada 25 kuruş, ayda 1 ve yılda 12 liraya, 10 bin liralık bir poliçesiyle sigortalanabilecek.
Uzun süre incelediler Oğulcan’ın filmlerini, yanındaki bir doktor hanımla birlikte. Sonunda maalesef “shuntlar”ının çalışmadığı anlaşıldı. Öncelikle Oğulcan’ın başındaki basıncın engellenmesi gerektiği ortaya çıktı. Birkaç gün içerisinde Vatan Hastanesi Psikiyatri Servisi’ne yatırıyoruz Oğulcan’ı.
Önce hoca, “shunt”larını değiştirmek üzere beyin ameliyatını yapacak. Sonraki gelişmelere göre davranış bozukluğunu gidermek üzere gerekenleri de üstlenecek. Benden hiçbir hastane ve ameliyat ücreti talep etmediler. Ben sadece Oğulcan’a takılacak “shunt”ların parasını ödeyeceğim. Onu da senden gelen Yarım Kalan Hayatlar parasıyla ödeyeceğim.
Hocaya nasıl minnettarım, nasıl müteşekkirim anlatamam.
Tüm hazırlık çalışmalarıyla Barlas’ın asistanı Müberra Hanım canla başla ilgileniyor. Ve tüm bu süreçte sürekli yanımızda olacağını belirtiyor. Tabii ki deli gibi korkuyorum. Hocama çok güveniyorum ama her anne gibi, çocuğum ameliyat olacak diye endişeleniyorum, sıkıntılanıyorum.
Bazılarına Alya’yla gidiyorum, bazılarına yalnız. Oteller de, insanlar gibi canlı organizmalarmış meğer. Otelleri keşfederken şehirleri de yeniden keşfediyorum. Türkiye turuna çıktım yani. Mesela Konya, en çok etkilendiğim şehirlerden biri oldu. Orada rehber Mehmet Akbulut’la tanıştım. Ve ona bayıldım. Yaşsız bir aydın. Hiçbir kalıba sokulamayacak bir entelektüel. Bu hafta da biliyorsunuz Şeb-i Arus haftası, fırsat bildim Konya üzerine onunla yaptığımız sohbeti okuyun istedim...
* Mehmet rehber söyleyin... Kaç Konya var, kaç farklı kültür katmanı var?- Oooo çok. Konya öyle bir şehir ki, Mekke’yi, Medine’yi de yaşarsın, Paris’i, Champs-Elysees’yi de...
* Muhafazakâr ve dindar bir kent olduğu söylenir. Öyle mi gerçekten?- Muhafazakâr doğru ancak “dindar” olup olmadığı tartışılır. Ben valla Konya’nın “dindar” olduğuna inananlardan değilim. İslami makyajla süslenmiş kapitalist bir yaşam tarzını, Konya’nın toplumsal hayatının her kesiminde hissetmek, gözlemek mümkün.
* Solcular gibi konuştunuz Mehmet rehber!- Ama sonuç olarak en büyük belirleyici unsur günümüzde kapital, öyle değil mi? Para yani. Din, hâlâ bazı kesimler tarafından kadınlara karşı yaptırımlar şekilde algılanmakta. Ahlak bu bağlamda ele alınmakta. Hoşumuza gitse de, gitmese de genel eğilim böyle Ayşecim. Hali vakti yerinde erkekler dünyası söylemleri ve eylemleriyle büyük bir çelişki yaşamakta...