Mahcup kapitalizmle vahÅŸi kapitalizm arasına sıkışan Türk burjuvazisi

Hamdi Akın aradı. "İş adamlarımız komünist mi oluyor?" yazıma atıf yaparak "Sevgili Eyüp illa kapitalizm ile komünizm arasında tercih yapmak zorunda mıyız.

Haberin Devamı

Bu iÅŸin 3. bir yolu yok mu?" diye sordu.
İshak Alaton mesaj gönderdi: "Bugün ele aldığın mevzu, ciddi bir tartışmalar serisinin başlangıcını tetikleyebilir. Bu toplumun öncelikle Marx ile barışmayı göze alabilmesinin zamanı geldi. Ayrıca, Adam Smith'in, ince ayarlı tedbirler sayesinde, faydalarının devam etmekte olduğunu da topluma anlatmamız gerekir."
Bir de önerisi var. Bir televizyon kanalında Smith ve Marx’tan hareketle bugün yaşadığımız ekonomik sorunlar tartışılsa...
Televizyonculara duyurulur.
Açıkçası ben küresel anlamda yaşanan ekonomik sıkıntıların çözümünü Marx’tan ziyade Smith’te görüyorum. Bu yüzden de geçen yazıda bıraktığım yerden devam etmek istiyorum.
Marksist teori sosyal demokrasinin gelişmesine yaptığı katkılara rağmen hâlâ büyük ölçüde korumacı, anti-piyasacı ve küreselleşme karşıtı.
Dolayısıyla Hamdi Akın’ın özlediği anlamda Anthony Giddens’ın entelektüel temellerini attığı Blair ve Schroder’in Avrupa’da "3. Yol" adı altında uygulamaya çalıştığı alternatif model her ne kadar Türk solunun en büyük ihtiyaçlarından biri olsa da, benim açımdan çok cazip değil. Çünkü 3. Yol, tüm parlak söylemlerine rağmen küresel rekabet ortamında korumacı Avrupa ekonomisine bile çare üretmekte zorlandı, bırakın dünya ekonomisine model olmayı.
CHP’ye mahkum Türk solunun Avrupa tarzı sosyal-liberal bir harekete ihtiyacı var, bunda hiç kuşkum yok, fakat ben yoksulluğa karşı global anlamda en uygulanabilir çözüm önerilerinin hala Smith’in Theory of Moral Sentiments’de ele aldığı empati ve dayanışma esasına dayalı yolu izleyenlerden geldiğini düşünüyorum.
Geri kalmışlığın sebepleri ve çözüm yoluna ilişkin onca sol literatür karıştırdım şimdiye kadar Sermayenin Sırrı kitabının yazarı Hernando De Soto kadar gerçekçi tespit ve çözüm önerisi getirenini görmedim. De Soto’dan daha önce çok bahsettiğim için bugün onun yolunu takip eden ve şu sıralar yeni yayınlanan İnovasyon Çağı kitabıyla ciddi çığır açan bir başka liberal düşünüre dikkatinizi çekmek istiyorum: C. K. Prahalad.
Prahalad Hindistan doğumlu. Amerika’da Michigan Üniversitesi’nde hoca. Fakat daha önemlisi çok uluslu bir çok şirkete yönetim danışmanlığı yaptı. Yani sadece akademik takılmıyor, yıllardır iş dünyasının dinamiklerine uygun çözüm önerileri üzerinde çalışıyor.
1990 yılında Harvard Business Review için Gary Hamel ile birlikte yazdığı "Core Competence" makalesi, şirket odaklı Amerikan ekonomisinin, müşteri odaklı iş modeline geçmesinde öncülük etti. 1994’te yazdığı Competing for the Future hâlâ bir klasik olarak kabul ediliyor. Fakat Prahalad’ı 21. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri yapan esas çalışması 2004’te yazdığı "The Fortune at the Bottom of the Pyramid" kitabı.
Bu kitabı hayatının kitabı yapan şey aslında Prahalad’ın kendi kendisine yıllar önce sorduğu şu çok basit soru: "Çok iyi bir ailem, kariyerim ve yaşam standardım var. İyi de bundan sonraki yaşamımda insanlığa özellikle de fakirlere ne faydam olabilir? Dünyada ekonomi, teknoloji ve insan kaynağı bu kadar gelişirken nasıl olur da milyarlarca insan sefaletle baş başa bırakılır? Niçin daha kuşatıcı bir kapitalizm yaratamıyoruz? "
Ä°ÅŸte bu sorular Prahalad’ı yüzlerce yıldır kafa patlatılan ama bir türlü çözülemeyen hatta her geçen gün daha da derinleÅŸen, gelir dağılımı adaletsizliÄŸi ve yoksulluk sorununa çözüm arayışına itmiÅŸ.Â
Bill Gates'e "yaratıcı kapitalizm" ilhamını veren kitap böylece yazılmış.
İşe fakirleri kurban ya da yük olarak görmekten vazgeçmeyle başlamış.
Devlet yardımları ve sivil toplum örgütlerinin dayanışmacı çabalarıyla çözülemeyen yoksulluk sorununa, kapitalizmin iletişim teknolojilerini de kullanarak yenilikçi-sürdürülebilir-kârlı yeni iş modelleriyle çözüm bulabileceğini fark etmiş.
Fark etmekle kalmamış bir yandan bizzat kendisi bir ÅŸirket kurarak uygulamış diÄŸer yandan dünyanın dört bir tarafında bu modelle çalışan hem kazanan hem de kazandıran Hindistanlı Tata’dan Meksikalı Cement’e kadar onlarca ÅŸirket üzerine çalışmalar yapmış. Â
Mesajı gayet net: "Büyük şirketler için asıl servet piramidin alt kısmında. Yani günde 2 doların altında gelirle yaşayan 4 milyarlık nüfusta. Bütün mesele bu geniş kitleye uygun yenilikçi iş modellerini nasıl geliştireceğiz?"
Nasıl mı?
Bir kere yoksulları yoksul gibi görmekten vazgeçeceğiz, çünkü aslında ticari bir pazar olarak baktığınızda değiller. 4 milyarlık nüfusu 2 dolardan bile hesaplasınız 8 milyar dolarlık bir pazar eder. Amerika dışında hangi ülkenin tek başına milli geliri bu kadar eder! İkincisi sadece bağış ve yardımla yoksulluk sorununu çözebileceğimiz illizyonundan vazgeçeceğiz.
Yoksulluğun çözümü yoksulları onurlarından başka kaybedecek bir şeyi olmayan iyi müşteriler olarak görmeye başladığımızda başlayacak. Böylece hem şirketler pazarı büyütüp daha fazla kar edecek hem de yoksulluk azalacak.
Prahalad öylesine iddialı ki önyargıları bir kenara atıp kitapta anlattığı şirket hikayelerindeki gibi yenilikçi modeller geliştirilirse 2020 yılında 4 milyar insanın altta ezildiği piramit modelinin üstte ve altta az sayıda insanın bulunduğu pırlanta modeline dönüşebileceğini ileri sürüyor.
İşin ilginci bu lafları sadece kağıt üstünde dile getirmiyor.
Yoksulluğa piyasa mantığı ve yenilikçi bakış açısıyla yaklaşan şirketlerin nasıl kârlarına kâr katığını uzun uzun anlatıyor.
Nasıl mı? Anlamaya ve anlatmaya devam.
Şimdilik şunu söyleyeyim yoksulluğun çözümü Marksizm’de değil.
Türk burjuvazisinin zannettiği gibi "mahcup" ya da "vahşi kapitalizmde" de değil.
Ä°kisinin arasında bir yerde. Â
Prahalad buna piramidin altındaki devasa serveti görüp çıkarabilen "yenilikçi kapitalizm" diyor.            Â

Yazarın Tüm Yazıları