Kurban ve kahraman

Çakıcı’ya 170 kurban kestirme sözü verip, 30 tanede anlaşan siz değil misiniz Ulusoy? Bu kurbanları ne Erzik, ne Bermek, ne de Bıçakçı keserdi. Zaten onun için Türk futbolu kurban olur, bazıları da kahraman.

SALI akşamından başlayarak, çarşamba ve perşembe günlerini, Futbol Federasyonu Genel Kurulu’nda, yani Sheraton Oteli’nde geçirdim. Üç günün sonunda çıkardığım netice çok net... Profesyoneller ile amatörler mücadele etti, tabii ki amatörler kaybetti.

Ayhan Bermek ve ekibi inanılmaz derecede büyük strateji hataları yaptı. Doğru yaptıkları devede kulak kaldı. Haluk Ulusoy ve ekibi o kadar rahat mücadele etti ki, Ulusoy son gece yanımıza geldiğinde bile açık açık şu sözleri söylüyordu; "Karşı grup arkasına siyaset rüzgarını alarak yürüyor. Ne kadar başarılı olamayacaklarını hep beraber göreceğiz. Zaten onu da yapmasalar bu 223 delegenin 200 oyunu alırım."

Hakikaten alır mıydı? Evet alırdı? Neden mi? Nedeni, Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in sözlerinin altında yatıyor.

Bakın, Ulusoy’un başkanlık yaptığı dönemlerde yurt içinde ve dışında yıllarca seyahate gittim. Seyahat masraflarının tümünü çalıştığım kurumlar karşıladı. Ama Ulusoy’un seyahat ettirdiği uçaklar dolusu arkadaş ve dostlarının masrafları hep federasyonun kasasından çıktı. Ulusoy diyor ki, "Federasyondan boğazıma bir lokma girmedi."

Doğrudur, girmemiştir. Ama ya hiç iş güç sahibi olmayan ve yıllarca federasyon yönetim kurulunda ya da yan kuruluşlarında görev yapan yandaşlarının veya bazı kurmaylarının gelir kaynakları neredendi?

Fazla uzağa gitmeyin, Dünya Üçüncüsü olduğumuz ve Türk futbolunun sonu olan (İleriye dönük hiçbir yatırım yapılmadığı için) 2002 Dünya Kupası sırasında Kore ve Japonya’ya giden uçaklarda kimlerin olduğuna listelerden bir bakın. Hangi otellerde kalınmış, yapılan masraflar ne kadar?

Yine hiç unutmuyorum, Almanya ile Berlin’de oynadığımız bir maç var. Gelen kafileler geceliği 400-500’er Euro’luk otellerde kaldılar. Kafileler o kadar kalabalıktı ki, 1-2 otele bile sığamadılar.

Ulusoy’a çıkan oylara bir bakın, hangi gruplardan gelmiş? Yani Ulusoy yıllarca hep dağıtmış, şimdi de karşılığını alıyor. Tipik Türk zihniyeti, derebeylik sistemi.

Levent Bıçakcı namuslu bir adamdı. Koltuğa da yapışmadı. Çekti gitti. Onu, kendi getirdiği Tahkim Kurulu’ndaki arkadaşları arkadan vurdular, yönetim kuruluna aldığı -daha doğrusu aldırılan- bazı isimler vurdular. Türk halkı duygusaldır. Konuşan üç kişiden -Bıçakçı, Ulusoy ve Bermek- en fazla alkışı Levent Bıçakçı aldı.

Başta da dediğimiz gibi, Bermek, Ulusoy ile mücadele edemez. Çünkü o oyunun bazı kurallarını bilmiyor. Şenes Erzik gibi insanlar da Ulusoy ile mücadele edemezler... O da Ulusoy’un kuralları ile oynayamaz.

Ulusoy ile mücadele eden bir kişi var. O da Bakan Mehmet Ali Şahin. Ulusoy diyor ki, "Bu seçimdeki en doğru kesim basın oldu."

Sayın Haluk Ulusoy, doğruları yazan, üstelik ısrarla, çekinmeden yazan gazetecileri siz seyahatlerde -üstelik gazeteciler seyahat parasını ödediği halde- uçaklara almıyordunuz. Gazeteciler mi değişti, yoksa siz mi bazı şeyleri yeni yeni farketmeye başladınız?

Alaattin Çakıcı’ya 170 kurban kestirme sözü verip, 30 tanede anlaşan siz değil misiniz? Bu kurbanları ne Şenes Erzik, ne Ayhan Bermek, ne de Levent Bıçakçı keserdi. Zaten onun için Türk futbolu kurban olur, bazıları da kahraman.

Canaydın’dan gerçekler

YUKARIDA Allah var, Özhan Canaydın, beyefendi bir adam. Galatasaray’da veya Kulüpler Birliği’nde başarısız olmuş. O ayrı. Çarşamba günkü yazımdan sonra perşembe sabahı ilk telefonu ondan aldım;

- "Ermancığım seninle yüzyüze konuşmam gerekiyor. Bazı şeyleri anlatmam lazım."

"Hay hay" dedim. Seçimin yapıldığı gün, başkanlık oyları sayılırken, biz salonun arka tarafında sessiz bir yere oturduk.

- "Yazdıklarının bir kısmı doğru ama bir kısmında istihbarat hatası var."

- "Dinliyorum, başkan.
."

Başladı anlatmaya; "Biz bayramdan önce Kulüpler Birliği toplantısı yapacakken, ortada Haluk Ulusoy yoktu. Sonra telefonlar geldi, ’Ulusoy için Anayasa Mahkemesi kararını 3-5 güne kadar açıklayacak, toplantı için biraz bekle’ dediler. Bunun üzerine Anayasa Mahkemesi’nden bir dostuma telefon açıp, Ulusoy için karar verme tarihi sordum. Bana, ’Mayıs ayından önce karara bağlanmaz’ dediler. Sonra bir telefon geldi, ’Birileri dosyayı altttan alıp, en üste koyacak, biraz bekle’ dediler. Ve onların dediği çıktı. Hem dosya en üste çıktı, hem de karar.

Kulüpler Birliği toplantısına girdik. Bakın beyler dedim, bir ilke kararı alalım. Eğer 9 kişi toplanıyorsak ve karar 5’e 4 çıkıyorsa, kamuoyuna bunu 9-0 açıklayalım. 9’a 8 çıkarsa 17-0 açıklayalım. Kamuoyu birlikte hareket ettiğimizi görsün. Bu bir güç ifadesi olur,
Kulüpler Birliği’nin gücü. Benim felsefem buydu Erman. Ama bu görüşe ilk karşı çıkan Celal Doğan oldu.

’Böyle bir sistem demokratik olmaz’ dedi. Bunun üzerine oylamaya geçtik. sağımdaki ilk üç kişi Ulusoy dedi. Dördüncü sıradaki Gençlerbirliği temsilcisi Atilla Aytek, ’çekimser’ dedi. Aytek’in çekimser sözüne herkes can simidi gibi yapıştı. Sol tarafa döndüm, iki çekimser çıktı. Celal Doğan, ’Ulusoy’ dedi. Sonra yine çekimser ve Ulusoy cevapları geldi.

Toplam 8 Ulusoy çıktı, ’Beyler çekimser mi kalacaksınız yoksa Bermek mi diyeceksiniz?’ diye tekrar sordum. Bazı kulüpler süre istedi. Benim fikrimi sordular, bende espriyle Levent Bıçakçı dedim. Hep birlikte güldük. Kayserispor Başkanı’nın salonu terketmesi söz konusu değil.

Hatta Bıçakcı’dan sonra Ata Aksu ismini de ortaya attım. Çünkü ben tüm adaylarla konuşma yetkisi aldım. Bak Ermancığım, bu toplantılara teyp sokmadım. Ama önümdeki kağıda kimin nerede oturduğunu ve oylarını yazdım. Altlarına herkesin imzasını aldım.

Oylamadan bir gece önce Kulüpler Birliği olarak yine toplandık. Bu kez 7’ye 3 Ayhan Bermek çıktı. Ama ben bunların hiçbirini bu toplantılardan sonra basına açıklamadım. Eğer açıklasaydım, bugün bu salonda kan gövdeyi götürürdü."

Canaydın
tam bu cümleleri söylerken içeriden bir gürültü koptu. Seçimi Haluk Ulusoy kazanmıştı. Canaydın, "Erman" dedi, "Kulüpler Birliği Başkanlığı’nı ben istemedim. Bir ağabey olarak beni istediler. Hepsi de bana saygı da kusur etmediler. Hep açık olduk."

Bu arada Canaydın’ın gazetecilik açısından insanın iştahını kabartan çok ilginç sözleri var. Ama söz verdiğim için yazamıyorum.

Toplantı bitti, öpüşerek ayrıldık. Bu diyaloğun başka bir boyutu daha var. Benim Bilkent İşletme Fakültesi’nden 20 gün önce mezun olan bir oğlum var. Hem de Fenerbahçeli.

Canaydın’ın bana telefon ettiğimi söylediğimde, şöyle bir yorum yaptı;

- "Baba aynı sütunda aynı yazıyı Yıldırım’a yazsaydın ne olurdu?"

"Cevabı sen ver" dedim.

"Ya mahkemeye verirdi ya da seni büyük Fenerbahçe taraftarına havale ediyorum, diye tehdit ederdi" dedi.

Türkiye’de kamuoyu yavaş da olsa elmalarla armutları ayırmaya başlayacak herhalde.

Futbol siyasetin içindedir

SİYASET futbolun içine giriyormuş... Ben aksi fikirdeyim; futbol siyasetin içinde. Ey kulüp başkanları, yöneticiler... Göreve geleceksiniz, gazetelerde boy boy fotoğraflarınız, televizyonlarda beyanatlarınız yayınlanacak, saçma sapan transferler yapacaksanız, kulüpleri borç batağına sokup, senede 3-5 teknik direktör değiştireceksiniz, milyon dolarlık transferleri Maliye’ye 3-5 kuruş diye beyan edeceksiniz, Biletix’ten bedeli 00.00 YTL olarak bastırılan biletleri yurt dışında 150 Euro’ya, yurt içinde 200-300 milyona satıp bu biletlerin vergilerini kaçıracaksınız, vergi borçlarınızı ödemeyeceksiniz, maçlarda devletin polisini, jandarmasını kullanacaksınız, özel güvenlik deyince "masraf" diyerek ağlayacaksınız, devletin statlarını, arazilerini 50 yıllığına kiralayıp üzerine oturacaksınız, amatörlere biz para veremeyiz, size devlet yardım etsin diyeceksiniz, sonra da Bakan’a, Başbakan’a çıkıp, "Kurtarın bizi" diye ağlayacaksınız.

Bütün bu rezillikleri yaparken, Devlet Baba, siyaset diyeceksin, sarılıp yanaklarından öpeceksin. İş seçime gelince, sakın ha üstüme gelme, futbola siyaseti sokmayın diyerek zavallı Türk insanını kandıracaksınız. Beyler size kimse inanmıyor. Çünkü futbola siyaseti, politikacılar değil, siz kulüp başkanları sokuyorsunuz. Bütün bunlardan sonra size demezler mi, "Yok ya, senin annen güzel mi?"

ŞAMPİYON OLUR AMA...

SKOR çok net... Eğer Fenerbahçeli iseniz veya iyi bir futbolsever iseniz, bu neticeyi duyunca, "Ahh, niye maça gitmedim?" diyebilirsiniz. Ben de size derim ki, "İyi ki gelmemişsiniz..."

Zaten buz gibi bir hava... Sahada oynanan futbol havadan daha soğuk. Fenerbahçe ilk yarıda hiç pozisyona girmiyor, kaleye bir tane şut atamıyor.. Durarak oynayan sarı lacivertliler, iki duran toptan gol yapıyor. Hayrettir ki, bu Gençlerbirliği takımı devre arası çalışmalarında devamlı, dün geceki maçta yediği golleri çalışmış. Demek ki, çalışmanın yanında bilgi, beceri ve kalite de gerek.

Bazı gazeteler devre arası hazırlıkları sırasında, Fenerbahçe’nin ikinci yarıda 3-5 topta gole gideceğini yazdılar. Tam tersine sarı lacivertliler defanstan çıkarken 6-7 topta 10 metre gidemiyorlar.

Rüştü eskisi gibi

Kaleciye yapılan paslarda ve aut atışlarında Rüştü’nün ayak dümeni eskisi gibi... Sarı lacivertlilerin biraz yaptıkları; Gençlerbirliği oyuna çıkarken 3-4 kişiyle prese çalışıyorlar. Bunda zaman zaman da başarılı oluyorlar.

İki yıldır Fenerbahçe’nin futbolunda en ufak bir ilerleme yok ama her gittiğimiz maçta stadı bir adım daha ileri gidiyor. Yeni basın tribünü çok güzel. Fenerbahçe yönetiminin müteahhitlik çalışması kadar Daum da takımın üzerinde teknik çalışma yapsaydı, hiç olmazsa Şampiyonlar Ligi’nde birkaç kademe gidilirdi.

Bu Fenerbahçe bu sene de şampiyon olacak. Ama bu Fenerbahçe önümüzdeki sene de, bu kadrosu ve futboluyla Şampiyonlar Ligi’nde bir üst tura çıkamayacak. Geçen sene olduğu gibi bu sene de isteyenle iddiaya girebilirim.

Gençlerbirliği, beklenen futbolunu oynayamadı. Çünkü futbolcular teker teker kendilerini göstermeye, kendilerini pazarlamaya kalktılar.

Fenerbahçe’nin attığı ikinci gol, tartışılır. Yunus Yıldırım en az üç ofsayt pozisyonunda, rakip topu almış çıkarken oyunu kesip bir daha başlattı. Bu kalite maçları yönetecek hakemlerin böyle basit hataları yapmamaları gerekir.
Yazarın Tüm Yazıları