GeriSeyahat Müziğin peşinde Leipzig
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Müziğin peşinde Leipzig

Müziğin peşinde Leipzig

Bazı kentler vardır ki, oraya gitmek için insanın sağlam bahanesinin olması gerekir. Leipzig’e gitmek için bahane bir değil, birçok. Kitaplar, asırlık kahveler, kitapçılar, süslü pasajlar. Bu yılki bahane ise ünlü besteci Robert Schumann’ın 200. yaş yıldönümü.

Yağmur tam yolun yarısında yakaladı. Ne şemsiye ne de üstümde pardösüm vardı. Leipzig’e hazırlıksız gelmiştim. Leipzig gibi köşede bucakta kalmış kentte ne işin var, diye soracak olsaydınız, yanıtını tam veremezdim. Belki de Robert Schumann’ın peşine düştüm diyebilirdim ama inandırıcı olur muydu bilemiyorum. Aslında bu yanıtta gerçeklik payı vardı. Ünlü bestecinin 200. yaş gününü bahane edip yeni bir kent daha görmek beni heyecanlandırıyordu.

Gezinin başlangıç noktası olan Leipzig kentinin merkezinde, Avrupa’nın en büyük garına doğru koşarken bulutlara lanet okuyordum. Onlara çok öfkelenmiştim. Gezinin daha başlangıcında, iç çamaşırlarıma kadar ıslatmanın ne anlamı vardı! Gara geldiğimde, hem nefes nefese kalmıştım. Hiçbir trene yetişmeyecektim, hiçbir yere de gitmeyecektim. Gara doğru koşmamın tek nedeni, yağmurdan kaçacak en yakın yerin orası olmasıydı. Koca binanın bir bölümü alış veriş merkezine dönüştürülmüştü. Mağaza vitrinlerine bakarak hem nefesimi toparladım, hem de üstümdekilerin biraz kurumasını bekledim. Sonra peronların sıralandığı üst katta lokomotif müzesini gezdim. Bunların kızgın boğa gibi buharlar üfleyerek rayların efendisi olduğu günleri düşledim. Onları görünce nedense İkinci Dünya Savaşı’nı anlatan filmler aklıma düştü. Bu lokomotifler o filmlerde hep rol alırlar, ajanları, askerleri, silahları gece karanlığında bir yerden bir yere taşırlardı.

ÜNLÜLERİN KAHVESİ

Gardan çıktığımda bulutlar biraz aralanmıştı. Bir koşu meydanı geçip, kentin en eski kahvesi Baum’a kapağı attım. 1694 yılında kapılarını açan kahvenin broşüründe, Wagner, Goethe, Bach, Grieg gibi ünlülerin burada kahve içtikleri belirtiliyordu. Robert Schumann’ın izine işte burada rastladım. Ünlü besteci, girişteki salonlardan birisinde, tam 16 yıl boyunca arkadaşlarıyla buluşmuş, randevularını hep burada vermişti. Karısı Clara ile birçok kez bu masalarda kahve içip fısıldaşmıştı.

Schumann bu kentin çocuğu değildi. Zwickau’da doğmuştu. Babasının bir kitapçı dükkânı vardı. Kâğıt kokuları arasında büyüyen Schumann’ın besteci olmak aklının ucundan bile geçmiyordu. O okuduğu Byron’ın ve Walter Scott’un etkisinde kalarak şair olmayı aklına koymuştu. Baba baskısıyla piyano öğrenip, küçük besteler yaptı. Babası ölünce devreye annesi girdi. O, oğlunun tüccar olmasını istiyordu. Genç Schumann çareyi Leizig’e kaçıp, hukuk okumakta buldu. Piyano derslerine devam etti. Klasik hikâyeyi o da gerçekleştirip, hocasının kızı Clara’ya âşık oldu. Baum adlı kahvede onunla buluştu, ona besteler yaptı, sonunda da evlendi.
/images/100/0x0/55eb0a0cf018fbb8f8a70e20

46 yıllık yaşam öyküsünü, bir fincan kahve içimine sığdırmıştım. Aslında bu tür ünlüler doğal olarak müşterileri etkiliyor, bu sayede de içilen kahve ve yenen tatlı sayısı artıyordu. Aslında bu gezi boyunca (Weimar, Bamberg, Würzburg) gittiğim otellerin, restoranların, kahvelerin broşürlerinde, bir iki ilave ile hep bu ünlü isimlere rastlayacaktım. Bu müzik ve edebiyat dâhileri, sanki bölge turizmine katkı yapmak isterlermişçesine, hemen hemen her köşede kendilerinden bir anı bırakmışlardı.

Bana bu gezide eşlik edecek olan Alman Turizm Merkezi görevlisi Knut Haenschke’yi beklerken, ben de diğer müşteriler gibi Wagner’in hangi masada oturduğunu, Goethe’nin hangi salonda kiminle Faust’u tartıştığını, Bach’ın yeni bestesinin notalarını mırıldanırken meydanın neresine baktığını, Schumann ve Clara hangi köşede fısıldadığını düşleyip duruyordum. Knut gelince birer kahve daha ısmarladı. Alman dostum garsona bir de “Die Leipziger Lerche - Leipzig Tarla Kuşu” tatlısı getirmesini söyledi.

ZAVALLI TARLA KUŞU

Kunt bu özel tatlının öyküsünü de şöyle anlattı: “Her yıl göç zamanı güneye doğru giden 1.5 milyon tarla kuşu, kentin otlaklarına konuyormuş. O sıralarda bu kuşun etinden yapılan yahninin erkeklik gücünü artırdığı yolunda bir rivayet kulaktan kulağa dolaşmaya başlamış. Bunun üzerine 1720’de tam 400 bin tarla kuşu avlanmış. Bu söylenti öylesine yaygınlaşmış ki, kuşun nesli tükenmeye yüz tutmuş. Bunun üzerine Saksonya Kralı, 1876’da bu kuşun avlanmasını yasaklamış. O tarihten sonra uyanık bir pastacı, kuşa benzer bir tatlı yapıp, satışına başlamış. Kuşun etinden umudunu kesen cinsel güç peşindeki erkekler de, bu tatlının tiryakisi olup çıkmış...”

Cafe Baum’dan çıktığımızda, bulutlar iyice aralanmış, güneşin yüzünü göstermesine izin vermişti. Kunt’la birlikte hızlı bir tura başladık. Binaların altında öylesine çok pasaj vardı ki, Leipzig’e “Pasajlar Kenti” demek yanlış olmazdı. Pasajlardaki şık mağazalar ve davetkâr kokular yayan kahveler, müşterileri bir yengeç sepeti gibi içlerine çekiyordu. 1765-1768 arasında bu kentte okuyan Goethe’ye de bu pasajlar ilham olmuş, bunlardan birinin altındaki “Auerbach Mahzeni,” Faust’un yazılmasında önemli rol oynamıştı. Mahzen bugün, dünyanın en çok ziyaret edilen lokantalarından biri olmuştu. Lokantaya inen merdivenin iki yanı, Faust’taki sahneleri canlandıran heykellerle süslenmişti.

Caddeleri arşınlarken isimler dikkatimi çekti. Hemen her sokağa, her caddeye bir ünlünün adı verilmişti: Mozart, Goethe, Martin Luther King, Gustav Mahler, Edvard Grieg, Sebastian Bach, Çaykovski, Leibniz, Mendelssohn... Onların sokakları, dünyanın en saygın isimleriyle anılıyordu.
Kime “Leipzig’e gidiyorum” deseniz, size dudak büküp, “Başka yer bulamadın mı” diye sorar. Aslında Almanya’nın bu küçük kenti, Avrupa kültürünün oluşmasının en önemli duraklarından biri. Bu yıl kentte ünlü bestecinin 200. yaş günü kutlanıyor. Siz de benim gibi bunu bahane edip, Leipzig’e gidebilirsiniz.

KİTAPÇILAR VE BESTECİ EVLERİ

Leipzig’de neredeyse her köşe başında bir kitapçıya rastlıyordum. Her ne kadar Almancayı bilmesem de içeri girip, kitap kokusunu solumak hoşuma gidiyordu. Hele eski kitapları satan antikacılar bir müze gibiydi. Kitap ve matbaa, Leipzig’in geçmişinden miras kalan armağanlardı. Uzun süre dünyanın en önemli baskı makineleri ve kitap fuarları burada düzenlenmişti. Osmanlı İmparatorluğu bile bütün resmi evraklarını burada bastırmıştı. Yüzyılın başında Leipzig’e giden yazar Ahmet İhsan, kentte 500’den fazla kitapçı ile 80 kadar matbaa olduğunu belirtip, şunları yazmıştı: “Burada görülecek fazla bir şey yok... Pazar günleri kitapçılar kapalı olduğu için sıkıntıdan patlıyorum...”
/images/100/0x0/55eb0a0cf018fbb8f8a70e22

Hem yağmur hem de zamansızlık yüzünden nefes nefese yaptığım gezi, Panorama Tower’daki restoranda, akşam yemeği ile sona erdi. Aslında özellikle akşam yemeklerini böylesine turistik yerlerde yemekten pek hoşlanmam. Niyetim geceyi şen şakrak bitirmekti. Leipzig bira bahçeleriyle ünlüydü. Bunlardan bir tanesine gidip, bira içmeyi, sosis yemeyi ve dans etmeyi planlıyordum ama yağmur bunu da engellemişti. Çünkü ıslak gecelerde bu bahçeler kapanıyordu. Onun için kentin en yüksek binasının en tepesindeki restorana razı oldum.

Kunt, masaya oturmadan önce kuşbakışı kenti anlattı: Orası Avrupa’nın en büyük garı, burası Schiller’n evi, uzaktaki opera binası, çevresinde Schumann’ın, Mendelssohn’un evleri, beyaz bina Rus kilisesi, işte meşhur St. Nicholas Kilisesi, borsa binası, eski belediye binası ve geniş parklar... Hepsi bu kadardı. Bir kent bu kadar hızlı görülebilirdi. Leipzig’i görmüştüm ama ruhuyla tanışamamıştım.

LEIPZIG TÜRLÜSÜ

“Leipzieger Allerlei” şehrin ünlü yemeklerinden. Mevsim sebzeleriyle pişen bir tür türlü. 1900’lü yılların başından beri tencerelerde kaynayan bu yemeğin kökeni bilinmiyor. Gerçek Allerlei, haziran ortasında, kuşkonmazlar olunca pişmeye başlıyor, tatlısu ıstakozunun yumurtlama döneminde de yerini başka yemeklere bırakıyor. Geçen zaman içinde artık her mevsimde pişirilir olmuş. Yemeğin malzemesi havuç, kuşkonmaz, bir çeşit lahana, mantar, karnabahar, küçük hamur parçacıkları (veya ekmek kırıntısı) ve tatlısu ıstakozunun kuyruk etinden oluşuyor. Eğer yağmur izin verseydi, Leipzig’den ayrılmadan, bu yemeği şehrin farklı restoranlarında tadacak, en lezzetlisini keşfedecektim.

YAZ FESTİVALLERİ

A Capella Koro Festivali (17-22 Mayıs)
Wagner Festivali (17-25 Mayıs)
Wave Gotik Festivali (21-24 Mayıs)
Leipzig Festivali (4-6 Haziran)
Bach Festivali (11-20 Haziran)
Klasik Oto Şovu (17-20 Haziran)
Bira Festivali (18-20 Haziran)
Belantis Yaz Partisi (19 Haziran)
Leipzig Org Festivali (1 Haziran- 1 Ağustos)
Balon Festivali (29 Temmuz)
Su Festivali (20-22 Ağustos)
Mendelssohn Festivali (20 Ağustos - 10 Eylül)
Bessere Zeiten Genç Gruplar Festivali (28 Ağustos)
Gurme Festivali (3-5 Eylül)
Schumann Festivali (9-19 Eylül) (www.leipzig.de)
False