Kendimi anne rolünü oynadığım bir filmde gibi hissediyorum

Kendi kendime sorduğum bir soru değildir ama bir röportajda bana en çok sorulan ya da benim de sorabildiğim sorulardan biridir: İyi anne olmanın özelliklerinin neler olduğu.

Pek çocuk seven bir toplum olduğumuza inanmam. Onları bilinçli yetiştirmek yerine oraya buraya salarak yetiştirmenin tercih edildiğini göz önüne alarak ilk cevabım (her şeyin ilk cevabının olmasını önerenlerin aksine) sevgi olamıyor. Çünkü çocuk sevgisinin zamanla arttığına inanıyorum. Başta fikren ve sevmemiz gerektiğine inandığımız için, doğurduğumuz, etimizden kanımızdan olduğu için, aciz ve tamamen bize muhtaç olduğu için seviyoruz (ya da öyle tanımlıyoruz hislerimizi). Ama zamanla onu bir insan olarak kabul edip, karakteriyle, tavırlarıyla, özellikleriyle, yaptıklarıyla, yapmadıklarıyla, hatalarıyla gerçekten sevmeye başlıyoruz.

Bu yüzden benim ilk cevabım sevgi değil.

Bütün iş sabırda bana kalırsa.

Çünkü çocuğunu sevmeyi öğrenmek için bile sabra ihtiyacın oluyor.

Bebekken emzirme, uyutma, günde 50 kere alt değiştirme, tam dinleneceğin anda ciyaklamalarla geçiriyorsun aylarını.

Daha büyüyünce de, başına bir şey gelmesin diye peşinden koşturuyorsun bütün gün boyunca: Aman düşmesin, aman çarpmasın, yok elektrik, yok cam. Bir de yemek yedi, yemedi.

Biraz daha sonra ‘Ben de varım’ tavırları içinde küçücük boyu ile kapı gibi dikiliyor karşınıza. Zili siz çaldınız diye 45 dakika ağlayabiliyor, sifonu ben çekecektim diye gidenleri geri getirmeye kalkabiliyor!!!

Evet çok seviyorsunuz ama sizi çıldırtıyor işte...

Yoruyor, üzüyor... Tam anlamıyla sıyırma noktasına getiriyor.

Son zamanlarda bir şey yaptığımı fark ettim: Kendimi bir filmin içindeki anne kahramanı gibi seyrediyorum. Özellikle Sinan’la tartışmalı ve gergin günlerimizdeki kavgaların sonrasında sakinleşince o filmin, kendi filmimin üzerimde bıraktığı etkiyi düşünmeye başlıyorum. Sinema salonundan çıktım ve neler hissediyorum. Hatta bunu kavgalar sırasında bile yapmaya başlamışım. Ya da iyi zamanlarımızda beraber sokakta el ele koşarken.

Evet, kimi zaman kötü ve gaddar anneymişim gibi görüyorum kendimi, kimi zaman da çiçek anne! Hatta bazen başka insanların bile benim bu filmimi izlediğini, beni ayıpladıklarını falan düşünüyorum. ‘Nora, bak, yakışıyor mu sana, bu kadar kişi seni izliyor. Kötü örnek oldun şimdi’ diye geçiyor içimden.

Yok, bu ruh hastalığı belirtisi şeklinde değil, tatlı tatlı oluyor.

Aslında iyi de oluyor çünkü böylece kendimi dışarıdan izleyebiliyor ve ona göre hareketlerimi kontrol altında tutmaya öğrenmeye çalışıyorum.

İşte öyle, havalar da böyle, otur şöyle bir çay söyle...

UYUSUN DA BÜYÜSÜN

Ninni, bilimsel bir gerçeği anlatıyor

Her anne çocuğunun uykusunun bir an önce düzene girmesini ister. Çünkü bilir ki, uyku özellikle küçük çocuklara, dinlenmeden çok daha önemli şeyler sağlar. Anlayacağınız, uyusun da büyüsün lafı son derece doğrudur. Kazakistan Sağlık Bakanlığı Çocuk Nörolojisi Başkanı Profesör M.M. Lepesova, geçtiğimiz haftalarda Prima firmasının davetlisi olarak Türkiye’ye geldi. Uyku yapısı ve özellikle çocukta uykunun önemi hakkında konferanslar veren Lepesova ile biz de görüştük. İşe, çocuğumuzun uykusu hakkında bilmemiz gereken ilk noktaları öğrenerek başladık.

Öncelikle yeni doğan bir bebeğin ciddi bir süre uykuya ihtiyacı var. Lepesova ‘İlk 3 ay bebeğin uykuya çok ihtiyacı olduğu bir dönem. Bu yüzden katı kuralları bu zamanlarda koymaya çalışmak pek doğru olmaz’ diyor.

Bebekler doğumdan hemen sonra 20 saat uyuyor. Bu, zihinsel ve fiziksel gelişimleri için gerekli. Uyku süresi bir yaşına kadar toplam 15-17 saate iniyor. İki yaşında bir çocuğun uyuması gereken süre ise 12 saat. Yine 1-2 yaş arasındaki çocuklar uyuması gereken sürenin bir kısmını gündüz uyumalı. Bu da iki kere ikişer saat ediyor. Gündüz uykusu çok önemli. Bazı çocuklar gündüz uykusunu erkenden bırakıyor ve bütün uykusunu gece alıyor. Bu pek tercih edilmemesi gereken bir düzen. Altı yaşına kadar her çocuğun gündüz uykusu uyuması gerekiyor. Yine de ekleyelim, uyumaması dev bir sorun çıkacak anlamına gelmiyor.

Uyku çocuğun gelişmesi için çok önemli. Meşhur ninnimizdeki ‘Uyusun da büyüsün’ cümlesinin gerçek olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü nöron bağlantıları uyku sırasında en yoğun şekilde oluşuyor. Rem uykusu prematüre doğan çocuklarda, toplam uyku süresinin yüzde 60-80’ini, normal doğan çocuklarda ise yüzde 40-50’sini kapsıyor. Rem uykusu yavaş yavaş azalıyor ve sekizinci ayında yüzde 20-25’e düşüyor.

Derin uyku, çocuklarda büyüme hormonunun da salgılanmasını sağladığı için çok önemli. Bu hormonlar uzun kemiklerin, kıkırdakların ve yumuşak dokuların büyümesini uyarıyor, vücut metabolizmasında kilit görevi yapıyor. Ayrıca Rem uykusu sırasında çocukların net bir şekilde rüya gördükleri de kesinlik kazanmış durumda.

GÜÇLÜ BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ İÇİN UYKU

Kimi zaman bebekler uykudan ağlayarak uyanır. Kriz halinde ağlarlar ama kendilerinde değillerdir. Sanki şoka girmiş gibi havada bir noktaya bakar, ağlarlar. İşte bunun sebebi de algılaması çok güçlü olan çocuk beyninin, gün içinde aldığı verileri gece rüyasında tepki olarak görebilmesidir. Bu krizlerin arada bir olması normal karşılanabilir ama aşırıya kaçması durumunda bir doktora danışmakta fayda var.

Bebekler, hafif uyku esnasında gün boyu öğrendiği onlarca yeni bilgiyi hafızalarına kaydeder ve bu işlemi gerçekleştirmek için yetişkinlere oranla hafif uykuda daha fazla zaman geçirir. İşte bu nedenle bebeklerin kesintisiz ve iyi uyumasını sağlamak çok önemli. Karnının tok, oda ısısının uygun ve altının kuru olması bebeğin iyi uyuyabilmesini sağlıyor. Ayrıca ışık, ses gibi dış etkenlerden uzak tutulması da gerekiyor.

Uyku aynı zamanda bağışıklık sistemi için de önemli. Profesör Lepesova ‘Uykusuzluk bağışıklık sistemini zayıflatabilir, bu da çocukları daha kolay hastalanır hale getirebilir. Rem uykusu, yeni doğmuş çocuğun bağışıklık sisteminin tam olarak gelişmesi için çok önemli. Hastalık riskini azaltır ve iyileşme kapasitesini artırır’ diyor.

Bebekler, hafif uyku esnasında gün boyu öğrendiği onlarca yeni bilgiyi hafızalarına kaydeder ve bu işlemi gerçekleştirmek için yetişkinlere oranla hafif uykuda daha fazla zaman geçirir.

ANNEMİN KÖŞESİ

Yoksa yaşlanıyor muyum


Arada bir Sinan’a kaçak testler yaparım. Eski albümleri indirir, aile fertlerinin kim olduğunu sorarım. Şimdilerde büyüdü sanırım artık şaşırmıyor. Ama eskiden bazen çok komik cevaplar verirdi.

En komikleri de annem ve benim resimlerimizle ilgili cevaplardı. Benim saçlarımın annemin boyunda olduğu zamanlardaki makyajlı fotoğraflara ‘anneanne’ diyordu. Haklı tabii, makyaj ve açık saç demek anneanne demek. Ben ise, soluk bir yüz ve tepede şişirme topuz!!!

Pek öyle resim bulamasak da hasbelkader annemin biraz daha genç ve fazla süslü olmayan resimlerine de ‘annem’ diyordu.

En komiği de benim kısa saçlı halime ‘dede’ demesiydi.

Neyse artık şaşırmıyor, ama bu sene anneler gününde bana kendi yaptığı bir ayna hediye etti. ‘Buna bakıp ruj sürersin’ dedi.

Yahu ben ne zaman ruj sürdüm!!! Gözlerimi boyarım da, ruj anneannenin sınırları arasında.

Annemin bana yüklediği bir iş daha çıktı yani başıma: Sanırım artık makyaj yapmaya başlasam fena olmayacak.

Yoksa bu yaşlanma mı?...
Yazarın Tüm Yazıları