Kadınlar genetik gıdalar yüzünden yumurtlayamıyor mu

Yeni komplo teorimiz hayırlı olsun. Tohumculuk Yasa Tasarısı Meclis’ten geçince genetik modifikasyona uğramış tohumlar yasallaşacak ya, işte gürültü orada kopuyor.

GM ya da Türkçe’de GDO denilen bu gıdalara dünyanın her yanında şüpheyle bakılıyor. Hatta garabetinden ötürü "Frankenstein gıdaları" bile deniliyor. Çoğu bilim adamı da karşı çıkıyor. Ancak bizdekine benzer komplo teorilerine pek az rastlanıyor. İnternette dolaşan bir uyarı mesajına göre GDO’lar erkeklerin tohumlarını kurutacak, kadınlar Yahudi sperm bankalarından alınan numunelerle tüp bebek doğuracak.

Yanlış anlaşılmasın. Genleriyle oynanmış gıdaları katiyen savunmuyorum. Bunları yemeye de hiç hevesli değilim. Ama, bu gıdaların tohumları yüzünden Türk erkek neslinin tohumsuz kalacağına, kadınların Yahudi tohumlarıyla suni dölleneceğine inanmaya niyetli de değilim.

Fakat durum ciddi. Dedikodu almış yürümüş durumda. Tohumculuk Yasası Meclis’ten geçince, "İsrail tohumları" piyasayı ele geçirecek, erkeklerin tohumu kuruyacak, kızlar genleriyle oynanmış gıdalar yüzünden kısırlaşacak ve Türkler, Yahudi sperm bankalarından gelen bağışlarla üreyecekler. Sonrası bildik hikaye, GAP bölgesini ele geçirecekler... Aslında literatürde "İsrail tohumu" diye bir şey yok. GDO’lu üretim yapmaya yarayan tohumlar var. AB Uyum Paketi çerçevesinde hazırlanan Tohumculuk Yasası uyarınca GDO’lu (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) tohumlarla üretim mümkün olacak. Tasarı halen Meclis’te görüşülüyor.

TEMA Vakfı, Ziraat Mühendisleri Odası gibi kuruluşlar, GDO’ların insan sağlığına zararları ve yerli tohumların topraklarımızdan tamamen silineceği konusunda ciddi uyarılarda bulunuyor ve tasarının geri çekilmesini istiyorlar. Zaten her yıl iki milyona yakın GDO’lu mısır, soya, pamuk ve kolza kaçak olarak Türkiye’ye sokuluyor, bilmeden satın alınan ürünlerle evlere, sofralara geliyor.

Mail gruplarında dolaşan söylentiler ise insanı zıvanadan çıkaracak nitelikte: "Kızlar, bisküvilerde ve kolalı içeceklerde kullanılan GDO’lu mısır yüzünden yumurtlayamıyor. Kırsal kesimdekiler, başı kapalılar korkudan, adet göremediklerini ailelerine söylemiyorlar. Önce Amerikan beyaz buğday tohumu ve mısır geldi, her ilde art arda tüp bebek klinikleri açılmaya başladı. Tohumculuk yasası çıkınca bu kliniklere İsrail’den Yahudi tohumları gelecek. Şu anda dünyada İsrail tohumu kullanma yasası çıkartan ilk ülke işgal altındaki Irak, ikincisi de biz olacağız."

BİR ARADA OLAMAYIZ

Genetik modifiye gıdalara dünyanın her yerinde şiddetli bir direniş var. Bizim yasa tasarısının da öngördüğü üzere, esas prensip biyoteknolojiye dayalı tarım ile organik ve geleneksel tarımın yan yana bir arada var olması. Ancak genetik modifiye tohumlar bir kere toprakla buluştu mu izolasyonu mümkün olmuyor. Tohumlar doğaya savruluyor, genler bütün tarım alanlarına bulaşıyor.

Böylece civardaki flora, geniyle oynanmış bitkilerin içerdiği böcek ve ot ilaçlarına karşı dirençli hale geliyor. Kolera bakterisi geni taşıyan yonca, tavuk geni taşıyan patates, akrep genli pamuk, balık genli domates gibi ucubelerin verdiği zarar, yeni "Frankenstein’lar" yaratıyor. Daha ucuza mal olan GDO’lu tarım pahalı bir fatura çıkarıyor.

Çok ürkütücü örnekler var. Mesela İspanya’daki: Organik tarım yapan Enric Navarro, tam dört yıl süreyle yedi hektarlık toprağına büyük emek veriyor. Gübre ve zararlı ilacı kullanmamak için gerekli böcek dengesini yaratacak ağaçlar, çiçekler, otlar ekiyor. Sonra günün birinde mahsulünün yüzde 12 oranında genetik modifiye buğday içerdiğini öğreniyor. Sanki tarlasında nükleer atık bulmuş gibi travma geçiriyor. "Ya organik tarım yaparım ya da hiç yapmam. O hilkat garibelerini satarsam uyuyamam ben" diyerek, artık "kirlenmiş" bulunan tarlasını yakıyor.

İspanya son sekiz yıldır, GDO’lu tohum ekimine izin veren tek AB üyesi. Avrupa Komisyonu da yaklaşık iki yıldır aşamalı olarak aynı yolda ilerliyor. Bugüne kadar 11 ayrı GDO’lu tohumun ekimine izin verdi. Geçen yıl Fransa, Almanya, Portekiz ve Çek Cumhuriyeti küçük çaplı genetik modifiye tarıma geçtiler. ABD’nin de baskısıyla karma tarım politikası güden AB, farklı türde tarlalar arasına belirli mesafe konduğu takdirde kazaların önlenebileceğini düşünüyor. Ancak İspanya’daki örnek genlerin, rüzgar gücü ve arılarla sinsice bulaştığını gösteriyor.

AÇLIĞIN SEBEBİ BELLİ

ABD’deki uzmanlar da GDO’ların doğadan tecrit edilemeyeceği görüşünde. NAFTA çerçevesinde yapılan bir inceleme ABD’nin genetik modifiye ekim alanlarına yüzlerce kilometre ötedeki Meksika tarlalarının "kirlendiğini" ortaya çıkarıyor. Yerli tahılları bozulmasın diye GDO’lu üretime izin vermeyen Meksika’nın ekolojik dengesi böylece bir darbe yiyor.

Bir başka sakınca daha var. Devamlı üretim yapabilmek için tohuma sahip olmak gerekiyor. Çiftçi bir mevsimin hasadından belirli miktarda tohumu gelecek mevsim ekmek için ayırıyor. Oysa Monsanto ve Syngenta gibi patent sahibi şirketlerle yapılan anlaşma nedeniyle, hasattan sonra elde kalan tohumları yeniden kullanmak için bedel ödemek gerekiyor.

Peki Frankenstein gıdaların insan sağlığına zararı ne? Bir kere antibiyotiklere karşı direnç oluşuyor, toksik ya da alerjik etki yapıyor. Örneğin, Brezilya fındığının bir genine sahip olan transgenik soya fasulyesi, fındığa alerjisi olanlarda alerjiye neden oluyor.

Fareler üzerinde yapılan bir deney, genetik yapısı değiştirilmiş patateslerin bağışıklık sistemini bozduğunu, viral enfeksiyonlara yol açtığını ortaya çıkardı. Besin yoluyla alınan yabancı DNA’nın hücrelere taşınabildiği de biliniyor.

Genetik modifiye tarımı savunanların bir numaralı argümanı ise şu: Açlığa karşı tek çare GDO’dur. Ancak çoğu çevrebilimciye göre açlık sorunu üretim eksikliğinden değil, üretim kapasitesinin plansız kullanımından ve dağılımın adil olmamasından kaynaklanıyor.

Aslında mevcut tarım kapasitesi dünya nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli. FAO raporuna göre, tahıl üretimindeki artış, nüfus artışından yüzde 50 daha fazla. Yani evet, açlık var ama, sorun adaletsiz paylaşımda.
Yazarın Tüm Yazıları