Berjer

Pakize SUDA
Haberin Devamı

Eve iki misafir gelirse hiç sorunumuz yok. Üç kişi gelirse yanlarında vardiya usulü oturuyoruz. Ben oturuyorum kardeşim mutfakta, orda burda geziyor; ya da tam tersi. Dört kişi gelirse yapacak bir şey yok, salonu misafirlere terk edip odalarımıza çekiliyoruz.

*

Baktım olacak gibi değil, bir koltuk daha almayı teklif ettim kardeşime. Reddetti. Gerekçesi şu: ‘‘İstanbul'u etkileyeceği söylenen büyük deprem olsun bitsin; sağ kalırsak evde yeniden yapılanmaya gideriz, koltuğu, hatta koltukları o zaman alırız.’’ Teklifimde ısrar ettim. İlaveten de deprem konusunda karşıt görüşlerimi belirttim. Bir anda Üşümezsoy ve Şengör'ün temsilcileri durumuna geldik. Nereden bulduysa bir deprem haritası bulmuş; karşısına geçip uzun uzun düşünüyor. Zannedersiniz Kenan Evren'in ‘‘Ben bunlardan daha güzelini yaparım’’ dediği tablolardan birini seyrediyor.

*

İnsanoğlu her zaman ‘‘iyi’’ye inanmaya meyillidir ya; o da bir süre sonra Üşümezsoy'cu oldu. Bir koltuk edinmek için hiçbir engelimiz kalmadı.

*

Sıra geldi nasıl bir koltuk alacağımıza. Bu konuda pek cebelleşmemize gerek kalmadı. Düz sarı ya da sarının ağırlıkta olduğu bir berjerde hemfikiriz. Altı üstü bir koltuk için çok fazla dolaşmamaya da kararlıyız. Sadece Levent civarındaki mobilyacılara bakacağız.

Yola çıktık. Karnımız tok, bir saat önce sıkı denebilecek bir kahvaltı ettik. Aaa, o da ne? Yeni bir cafe açılmış. Acaba mönüde ‘‘özel’’ bir şeyler var mı? Yokmuş. Olsun. ‘‘Genel’’ bir şeyler yeriz. Ben bunu hep yaparım. Ne için sokağa çıktığım hiç önemli değildir. Bütün vesileler yiyip içmeme vesiledir.

ZİGONA GEL!

Nihayet koltuk yolundayız. Levent'in canım villalarının neredeyse tamamının işyeri olduğunu İstanbullular bilirler.

İki yanı ağaçlı sokaklarda dolaşıyoruz.

Kebapçılar... Barlar... Butikler... Ortalıkta mobilyacı görünmüyor.

Daha doğrusu penceresinden baktığınızda içerisi mobilyacı gibi ama diğer bütün emareler buranın ev olduğunu düşündürüyor.

Ben mobilyacı deyince kulağımın dibinde ‘‘Çok güzel zigonlarımız var hanımefendi’’ diye bağıran çığırtkan bekliyorum. Yok.

Birinin penceresinden içeri baktım, bir adam saksıdaki çiçekleri suluyor. ‘‘Acaba evin beyi mi?’’ derken yüzümü kızdırıp kapıyı çaldım.

Neyse, mobilyacıymış. Gelen geçen girmesin diye tabela koymuyorlarmış.

Mobilyacının gizli saklısını ilk defa görüyorum.

Kapıda bizi karşılayan kızın kılık kıyafetini görünce koltukların fiyatı hakkında hemen bir fikir oluştu kafamızda.

O kıyafeti giyebilmesi için maaşının ayda en az 2 milyar olması lazım. E patron bunu cebinden verecek değil, büyük ihtimalle bizden tahsil edecek.

Nitekim fiyatları sorduğumuzda kızın yalnızca maaşını değil, vergisini ve sigorta primini de bize ödeteceğini anlamış olduk.

Kardeşim, ‘‘Bu fiyata Etiler'de olmasa bile zemini kaygan bir muhitte bir ev alabiliriz. Hiç olmazsa başımıza yıkılacak, pardon başımızı sokacak bir evimiz olur’’ dedi. Haklı.

KIRMIZI AMA, OLSUN

Hah! İşte bir tane daha. Mobilyalar ağır, kızlar hafif. Diğerlerinden farkı binanın kolonları çatlak. Kardeşim mimar ya, ayaküstü hasar tespiti yaptı. Bir iki de teknik laf etti, havalarını söndürüp çıktık. Oh olsun.

*

Dolaşmaya devam ediyoruz. Yine şık bir villa. Bu sefer tabela var. ‘‘Elyapımı.’’ Elyapımı deyince benim aklıma tek bir şey geliyor. Elde açma börek.

Hemen kapıyı çalıyorum. Parkeciymiş. Hayal kırıklığı.

*

Neredeyse ‘‘gezmiş olduk’’ deyip koltuktan vazgeçecekken mobilyacı olduğunu açık açık beyan eden bir mağaza çıktı karşımıza. Sahibi kırk yıllık dost gibi karşıladı bizi.

Koltuklara baktık, colalar içtik, döşemelik kumaşları elledik, sigaralar tüttürdük, dekorasyon dergilerini karıştırdık, kahveler içtik, fallar kapattık... Birbirimizi çok sevdik. Neredeyse o koltuğu bedava verecek ya da biz iki misli para ödeyeceğiz.

Nihayet biz önde koltuk arkada eve geldik. Artık bir berjerimiz var ama sarı değil, kırmızı. Olsun.

Dükkán sahibi çok sevimliydi. ‘‘Evdeki hesap çarşıya uymaz’’ atasözü bizim berjeri de kapsıyor mu acaba?

Mış muş köşesi

Clinton aktör olmak istiyormuş.

Baktı ki filmlerde sevişen sevişene, üstüne üstlük sonunda sorgu sual de yok.

Coca-Cola şirketi Pepsi içen işçisini işten kovmuş.

Bundan sonra Sabah'ı elime alır mıyım hiç?

Türk-Yunan ilişkilerinde ağızlardan bal damlıyormuş.

İnşallah damlayan birbirimizin ağzına çaldığımız bir parmak bal değildir.

Amerikalı psikologlar yeni evli çiftlerin boşanma eğiliminde olup olmadıklarını 3 dakikalık test sonucunda tespit ediyorlarmış.

Şu Amerikalılar'da pratik zeká sıfır. Testi evlenmeden önce yaptırmak daha akıllıcı değil mi?

Yılmaz, ‘‘Türkiye bugünkü devlet yapısıyla yola devam edemez’’ demiş.

Benim anladığım kadarıyla devlet yanar-döner bir şey. Hükümetin içinden bakınca başka türlü görünüyor, dışında kalınca başka türlü.

Yazarın Tüm Yazıları