Sıtkı Şükürer

Bu defa herkes iddialı

18 Şubat 2024
YEREL seçim heyecanı kentimizi sarmaya başladı.

İzmirliler 22 yıldır AK parti iktidarına mesafeli kaldılar. Yerel hayat tarzlarına yönelik duydukları endişe nedeniyle muhalif tutumlarını CHP üzerinde konsolide ettiler. Ancak bu parametre bu seçimlerde eskisi kadar konuşulmuyor. Bu durum kentimizde CHP’nin beklentisinin eskisi kadar kolay olmayacağı anlamına gelir. Esasında İzmirliler “ters makası” tercih ederken, bu yüzden devlet imkanlarından vazgeçtiklerinin hesabı hep yapmışlardır. Yine, oy verdikleri CHP’nin örgüt yapısına hiçbir zaman dahil edilmemenin içten içe tepkisini de biriktirmişlerdir. CHP “endişe ticaretini” kullanarak fütursuz bir özgüvenle, özellikle merkez ilçelerde kimi aday gösterirse seçtirebiliyordu. Ama bu seçimde kutuplaşma siyasetinin tansiyonu çok düşük gidiyor. Bu böyle devam ederse, seçmen gösterilen adayları daha rasyonel bir gözle değerlendirecektir. CHP’nin en büyük rakibi AK Parti. AK Parti’nin adayı Hamza Dağ tecrübeli bir siyasetçi. İnsanlarla iyi iletişim kurabilen, güler yüzlü bir kişiliğe sahip. İyi düşünülmüş, kapsamlı projeler açıkladı. Kamuoyu yoklamalarında halkta giderek karşılık bulmaya başladı. CHP ise sürpriz adaylarla seçim yarışına girecek. Gerek Cemil Tugay, gerekse ilçe adayları CHP merkezinin inisiyatifi ile aday gösterildiler. “Genç ve kadın” figürleri ön plana çıkartıldı. Esasında bu unsurlar çok önemli. Ancak her kim aday gösterilecek ise, önce parti akademilerinde, sonrasında da belediye başkan yardımcılıklarında bu makamlara hazırlanmalı. Hatta onlara çizilen kariyer önceden tanımlanmalı. Bu böyle olmayınca parti örgütleri tepeden gelen adaylara yeterince sahip çıkmaz. Nitekim CHP’de bu handikap yaşanıyor. Bu anlamıyla Cemil Tugay ve ilçe adaylarının kalan sürede performansları önem taşıyor. Bu arada İyi Parti adayı Ümit Özlale uzun zamandır yoğun bir çalışma içinde. Dem Parti ve TİP henüz aday açıklaması yapmadı. Son yerel seçimlerde CHP yüzde 58, Ak Parti yüzde 38 oy almıştı. 30 ilçenin 24 tanesini CHP adayları kazanmıştı. Bu defa belirttiğimiz sebeplerle sonuçlar farklı olabilir.

Yazının Devamını Oku

Değişim cesaret ister

10 Şubat 2024
CUMHURİYET Halk Partisi’nin DEM Parti ile ilişkisini artık bir tarife oturtması gerekiyor. CHP devletin kurucu partisi. O sebeple ulusalcı refleksleri çok güçlü. Beri yandan kendini “sol”da tanımlıyor. Bu iki unsur bir arada olunca haliyle DEM Parti gibi oluşumlara nasıl bakılacağı konusunda kafa karışıklığı yaşıyor.

 

Bu ülkede ulusalcı tutum günün sonunda katı milliyetçi bir ideolojiye evrilir. O yerlerde de zaten MHP, Zafer Parti gibi partiler mevcut. Buna mukabil “merkez solda” gerçek manada bir “duruş” ortaya koyulmuş değil. Özellikle Kürt politikasına yönelik ikircikli yaklaşım sol değerlerle uyuşmuyor. Final tahlilde DEM Parti tıpkı CHP gibi, “seküler” yapılar. Bu “ayırıcı unsur” pek çok konuda iki partiyi zaten doğal “yol arkadaşı” yapar.

CHP artık nasıl bir parti olacağını belirlemek durumunda. Şayet “sol siyaset” yapacaklarsa, bunun gereği “sosyal demokrat” bir anlayışa uygun net bir parti programı oluşturmak. Mustafa Kemal Atatürk “Muasır Medeniyet Seviyesi” ni hedef olarak göstermişti. Bu hedefin günümüzde tercümesi “evrensel demokratik ilkeler”dir. Kopenhag kriterleri, AB, AHİM bu normları açıklıkla tanımlamıştır. Bunların pek çoğu uluslararası anlaşmalarla Türkiye tarafından da kabul edilmiştir. Ötesinde, bu anlaşmalar anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Esasında “Sol, Sosyalist, Sosyal Demokrat” duruşun samimi gereği bu esaslara yaslanmaktır. CHP'de “değişim” sloganları ile Kurultayı kazanan ekip bu konuda henüz bir çaba içine girmedi. Niyetinin de pek olmadığı anlaşılıyor. Ancak CHP, yelpazesinde pek çok siyasal çizgiyi barındıran bir parti. Bu anlamıyla gecikmiş değişim manifestosunun tüm parti örgütünü sarması boş bir hayal olmamalıdır. Aksi halde mevcut maslahatçı tutum yüzde 20 küsürlere sıkışmış partiyi daha da aşağıya çekecektir.

Bu işler öncelikle “kediye kedi” demekten başlar. O da katıksız huzur talebine iyi gelecek barış merhemini seslendirebilmektedir. Tabii mesele sadece Kürt politikaları değildir. Bu bir kırılma noktasıdır. Hayatın her alanda evrensel değerlere uygun “insan” odaklı politikaları savunmak Türkiye’ye iyi gelecektir.

Yazının Devamını Oku

Siyaset kazanı

4 Şubat 2024
CHP neden bir türlü iktidar olamıyor. Genel seçimler hüsranla sonuçlandı. Onun üzerine bir kurultay süreci yaşandı. Kılıçdaroğlu ekibinin delege sayısında hayli önde olduğu söyleniyordu. Ancak son bir iki günde dengeler değişti. “Özgür Özel-Ekrem İmamoğlu” kanadı yarışı kazandı. Özgür Özel Genel Başkan seçildi. Perde gerisinde Ekrem İmamoğlu’nun gücü belirleyici faktördü. Kurultay’da “değişim” sloganları seslendirilmişti.

 

 

Buna göre parti tüzüğü demokratik esaslara göre düzenlenecekti. Ancak kısa bir süre sonra nepolitik, ahbap kayırmacılığı anlayışında değişiklik olmadığı görüldü. Yerel seçim adaylarına dair birikim, deneyim, performans gibi kaliteler her zamanki gibi nazara alınmadı. Bu arada Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu arasında çekişme emareleri gözleniyordu. Kemal Kılıçdaroğlu’nun ittifak politikaları sahiplenilmedi. Hoş bu konuda İyi Parti’nin tutumu da bir sebepti.

 Ekrem İmamoğlu için İstanbul seçimleri hayati önem taşıyor. Dem Parti ile dayanışma çok kritik bir önemde. Genel kanı, İmamoğlu’nun İstanbul seçimlerini kazanması durumunda, kendisinin ve CHP’nin 2028 yılı seçimlerinde şansının çok yükseleceği. Yerel seçim sonucu ne olursa olsun, İmamoğlu CHP’de ikili yönetim yapısını gidermek üzere Özgür Özel’i tasfiye etmeye çalışacağı söyleniyor. “Siyasetin doğası”, geçmişin dayanışma ve vefa ipoteğini hiçbir zaman kabul etmemiştir. Bu arada mevcut yönetimin da olası bir yerel seçim başarısızlığında yeni bir kurultay süreci başlayabilir. Bu noktada kim kimle ittifak yapar? kestirmek güç.

Bu ülkede kişilerin siyasete ilgisi parti farkı gözetmeksizin hep aynıdır. Sınırlı sayıda donanımlı ve idealistler dışında, insanlar kendilerine bir imkân yaratmak için siyasete yöneliyor. İş ve sosyal yaşamında bir yerlere gelmiş kişiler mesafeli kalıyorlar. Bu insan dokusuyla siyaset, kendi partisi dahil, seçim başarısızlıklarından bile medet umar hale geliyor. Sözün özü, parti içi çekişmeler normal ve sıradan seçmenlerin asla kavrayamayacakları parametreler üzerinden yürüyor ve onlara her daim “kadrolu figüran” rolü biçiliyor.

 

 

 

Yazının Devamını Oku

Davos’ta bir Arjantinli

28 Ocak 2024
BU yıl Davos toplantılarının en konuşulan ismi Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei oldu. Milei, kapitalizmi yücelterek, devletçi ekonomik modelleri yüksek tonda eleştirdi. Bir anlamda kapitalizm ile demokrasi arasında birbirlerini besleyen bir ‘fazilet’ ilişkisi olduğuna dair vurgu yaptı.


Milei’nin fikirleri mealen şöyle: “Sosyalist modeller girişimci ruhu yok ederek toplumsal refahın oluşumunu önlüyor, yoksulluk diktatoryal ortamlara yol açıyor. Geçmişte Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku ülkelerinin başına gelenler bu yaklaşımı teyit ediyor. Bugün Çin, devlet eliyle kapitalizme yöneldiği için ekonomisini bir yerlere getirebilmiştir.
Yine ‘derin fakirlik’ dünya nüfusunun yüzde 10’larının altına gerilemişse serbest piyasa ekonomisi sayesindedir. Gelişmiş ülkelerde son dönemlerde sosyalist değerlerin yükseliyor olması vahim ve hatalı bir gelişmedir. Kapitalizm girişimciler marifetiyle önce ‘pastayı büyütme’ ideolojisidir. Sosyal devlet anlayışı büyütülmüş pastadan paylaşım yüzdesinin artırılması çabasıdır. Bu noktada sendikalar ölçüsüz taleplerle, siyasetçiler popülizmle ölçüyü kaçırırlarsa, kamu-özel tüm ekonomik parametreler hırpalanmaya başlar. Bu yolun sonu genellikle ‘pastanın’ küçülmesi ile sonuçlanır. Neticede toplumsal refah düşmeye başlar. En fazla zararı da geniş kitleler görür.”
Milei’nin bu görüşleri, bırakın dünyayı, ülkemizde 10 bin lira emekli maaşı ile yetinme durumunda kalanlara ya da 17 bin lira asgari ücretle ev geçindirenlere haklı olarak ikna edici gelmeyecektir.
Konumuza dönersek...
Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei’nin aykırı Davos konuşması çok ses getirdi. Kapitalizm neredeyse ‘sütten çıkmış ak kaşık’ olarak nitelendi. Pek tabii o kadar da uzun boylu değil! Vahşi kapitalizminin insanlık tarihindeki ayıpları hafızalarda duruyor. İskandinav ülkelerinde hem serbest piyasa ekonomisi, hem sosyal adalet politikaları birlikte sürdürülüyor. Milei’nin söylemleri gerçeklerin sadece ‘akademik katılık’ boyutunu öne çıkartıyor. Bu yönüyle hepten yabana atılamaz. Ancak uygarlık birikimi ‘önce insan’ mottosunu işaret ediyor. Bunun yolu evrensel değerleri sahiplenmekten geçiyor. Bu amaçla özgür aklın ve girişim ruhunun korunması vazgeçilmez görülüyor. Bu amacın kalıcılığı hiç şüphesiz adil gelir dağılımının temin edildiği örgütlü ve demokratik toplum düzeniyle mümkündür.

Yazının Devamını Oku

Yeni ‘İYİ Parti’

21 Ocak 2024
MERAL Akşener, “Biz bu partiyi yancılık yapsın diye mi kurduk?” diyerek, artık hiçbir büyük partiyle ittifak ilişkilerine girmeyeceklerini ifade ediyor.Bu noktaya nasıl gelindi, kısaca hatırlayalım.


İyi Parti siyasi haritada merkez sağda büyük bir boşluk görmüş, eskinin ANAP ve Adalet Partisi’nin ulaştığı sınırlar hedeflenerek kurulmuştu.
Hem AK Parti, hem de CHP seçmenlerinin bir kısmının böylesi bir oluşuma yönelebileceğini öngörmüşlerdi.
Kuruluşunda milliyetçi bir nüve de barındırdığından, hata yapılmadığı takdirde siyaseten dört eğilimi birleştirmek suretiyle önlerinin çok açık olabileceğini hesap ediyorlardı.
Bu amaçla ilk etapta iktidar karşıtlığı üzerinden yola çıktılar.
Aynı pozisyonda olan CHP ile yakınlaşmaları bir ‘yol arkadaşlığı’ idi.
Kısa zamanda iktidar bileşenlerine ve aynı zamanda CHP’ye ihtiyatla bakan seçmen nezdinde özel bir dikkatle izlenen bir siyasi oluşum haline geldiler.

Yazının Devamını Oku

Necip milletimizin bilindik halleri

14 Ocak 2024
SOSYAL medyada gezinirken bir paylaşım gördüm.

Adnan Dalgakıran isimli bir kişiye ait.
Nasıl da gerçekçi ve acımasız bir toplumsal özeleştiri fotoğrafı ortaya koymuş.
Hani, ‘herkes kendine Müslüman’ deyişi vardır.
Bizler de aynen öyleyiz.
Bahse konu paylaşımı aynen aktarıyorum.
“Halkımızın siyasetçilerden talepleri neler?
- İmar affı

Yazının Devamını Oku

Gecikme seçmene İzmir’e haksızlık

6 Ocak 2024
İZMİR’de CHP’nin Büyükşehir Belediye Başkan adayını açıklamaması tartışma konusu oluyor. Hani İstanbul ve Ankara adayları çok önceden açıklanmamış olsaydı, bu denli konuşulmazdı. Ama iki şehir için yapılan bu ayrıcalıklı işlem, üçüncü büyükşehirde haklı bir tepkiye neden oluyor.


Esasında bu gecikme dört kesimi rencide ediyor. Birincisi; kim aday olarak açıklanacaksa bu durum tüm aday adaylarını, özellikle de muhtemel aday mevcut Başkan Tunç Soyer’i olumsuz etkiliyor. Zira geçmiş tecrübelerin ışığında, günün sonunda Tunç Soyer’in aday gösterilmesi, çok kişiye göre normal bir sonuç. Bu durum böyle gelişecekse, CHP’nin kendi adayına yönelik net tutumunu hemen belirlemesi beklenen siyasi tutumdur.
İkincisi; “gecikme” doğrudan ve bizzat CHP’ye zarar veriyor. “Kaynayan kazan mı” söylentileri oluşuyor. Parti içi “çekişme” söylentilerine sebep oluyor.
Üçüncüsü; “CHP seçmeni” bu kararsızlık hallerini anlamaz gözlerle izliyor, değerli aday adaylarının yanı sıra, alakasız isimlerin telaffuz edilmesi karşısında “parti aidiyetini” bile sorguluyor.
Dördüncüsü; ki, bu en önemlisi, işin uzatılması “kentimize” yönelik, kaale alınmama şeklinde İzmirlilerin haklı kızgınlıklara sebep oluyor.
CHP’nin yeni yönetimi “Tüzük Kurultayı, önseçim esası” gibi heyecanlandırıcı vaatlerini unutmuş görünüyor. Hal böyle olunca, aday belirlemede manipülasyona açık bir takım anket öyküleri ile dezenformasyonlar yaratılıyor. Esasında, daha evvel çok yazıldı, çizildi. Tunç Soyer’in tekrar aday gösterilmesi normal senaryo olarak ortada duruyor. Bir başkan, üstelik ikinci dönemi için, örgütten, sivil toplumdan, sendikalardan, muhtarlardan, ulusal ve uluslararası kuruluşlardan, hemşehri derneklerinden ve İzmirli’lerden, özetle tüm rasyonel parametrelerden destek alıyor ve gerçekleştirdiklerinin yanı sıra, başlattığı projeler için bir 5 yıl daha istiyorsa...
Basiretli bir parti yönetimi artık kararını bir an önce açıklamalıdır

Yazının Devamını Oku

“Nereden buldun” sorgulamasının zamanı gelmedi mi?

31 Aralık 2023
BU ülkede gelir dağılımı bozuk. Gini katsayısı ile ifade edelim bu saptama yıllar itibariyle de olumsuz gelişiyor. Bu kötü durumu dengelemeye çalışmanın yollarından biri de “vergi” enstrümanını kullanmak. Vergi; genel çerçevede üç konu üzerinden alınır.Birincisi; gelir üzerinden alınan “dolaysız” vergiler. Gelir ve kurumlar vergileri bu gruptadır. Bilindiği üzere gelir vergisi tarifesi artan oranlıdır. Yüzde 15’den başlar, yüzde 40’a kadar gelir. Daha üst gelir grupları için bu tarifeyi daha da dikleştirmek mümkündür. Ama bizim gibi yüksek enflasyonun olduğu ülkelerde, bir de yüksek oranlı vergiler koymak, gelirin değil varlığın vergilenmesi sonucunu doğurur. Bu defa dolaysız vergi servet vergisine dönüşmüş olur. Bu durum sapla samanın karışması demektir.


İkinci vergileme türü, “dolaylı” vergilerdir. Katma Değer Vergisi, Özel Tüketim Vergisi bu cümledendir. Harcama üzerinden alınan bu vergiler kişi ve kurumların gelirlerinden bağımsız, herkes için aynı orandadır. Sınırlı geliri olanın, örneğin bir akıllı telefon alırken ödediği vergi ile, üst seviyede geliri olanın vergisi aynı tutardadır. Haliyle harcama vergileri gelir dağılımını daha da bozan bir vergi türüdür. Ülkemizde dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payının yüzde 70’ler mertebesinde oluşu, bahse konu adaletsizliği daha da derinleştirmektedir.
Üçüncü grup ise; “servet” vergileridir. Veraset ve intikal vergileri, emlak vergileri, motorlu taşıtlar vergileri, en bilinenleridir. Ülkemizde veraset ve intikal vergileri esasında çok ciddi bir vergisel kaynaktır. Ancak bu verginin üzerine pek gidilmemektedir. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek kişilerin sahip olduğu ev sayısına ve değerine göre farklı oranlarda vergileme planladıklarını, ifade etti. Varlığını farklı yerlerde, örneğin gayrimenkul yerine Borsa’da değerlendirenler için vergileme niyetinden söz etmedi. Serveti değerlendirme tercihine göre farklı vergi uygulaması yanlıştır.
Esasına bakarsanız Türkiye’de vergi mevzuatı kötü değildir. Yanı sıra, OECD ortalamalarına göre toplanan vergilerin milli gelire oranında eksiklenecek bir durum yoktur. Temel sıkıntı uygulamadadır. Harcama üzerinden alınan vergilerin yüksekliğinin bir sebebi de beyanla kavranamayan kayıt dışı gelirlerin bu yolla kıstırılmasıdır. Örneğin kayıt dışı gelir elde eden bir kişi bahse konu vergisiz geliriyle bir binek araç aldığı zaman bir dizi ve yüksek tutarlarda vergi ödeme durumundadır.
Bu arada vergili geliriyle aynı binek aracını alan kişiler, bu defa yüzde 80’lere varan vergi yükü ile karşılaşmaktadır.
Özetle, kolay geldiği için dolaylı vergilerin tercih edilmesi ve “kümesteki kaz” konumundaki gelir ve servet unsurlarına ilave yüklenmeler gibi uygulamalar vergi adaletini aşırı zedelemektedir. Bu durumun değişmesini samimi olarak isteyen bir siyasi irade üç tedbiri hemen alabilir.
Birincisi; 1980 öncesinde olduğu gibi “nereden buldun?” sorgusunu getiren servet incelemesi yöntemini yeniden ihdas etmek.

Yazının Devamını Oku