Sevgili Onur Özgen Galatasaray’ın 7-0’lık Başakşehir maçını yorumlarken, “Galatasaray’ın kalitesi, Başakşehir’in örgütlülüğünü paramparça etti” ifadesini kullanmıştı.
Topa rakibinden daha az sahip olup, doğrudan hedefe odaklanan Galatasaray’ı anlatabilecek en mükemmel benzetmeydi bu. Peki ya bu takımı yaratan isim, bu oyunu planlayan, sahneleyen isim? Yani Okan Buruk bunun neresindeydi? Geçtiğimiz hafta Fenerbahçe ile her hafta büyüyen ve kendi kuralları ile yürüyen Jorge Jesus’u izlemiş ve izlenimleri yazmıştım. Başakşehir maçından sonra da sıra Okan Buruk’taydı. Okan Buruk nasıl bir teknik adam? Futbolcuları ile nasıl ilişki kuruyor? Kulübedeki gol sevinçlerini nasıl değerlendiriyor?
Açıkcası, aldığım bilgiler Okan Buruk ve Türk futbolu adına beni çok mutlu etti. İşine saygı duyan, kendini geliştiren son derece saygı değer bir profille karşılaştım. Topladığım bilgilerle son haftanın kahramanını, Okan Buruk’u yazdım...
HAFTADA 15 TANE, YANİ 22.5 SAAT MAÇ İZLİYOR
Başakşehir maçından önce Emre Belözoğlu, onun için çok güzel sözler sarf etmişti. Merak ettim, maçtan sonra bir araya gelmişler miydi? 7-0 gibi sansasyonel skoru konuşmuşlar mıydı? Hayır. 90 dakikanın sonunda sadece el sıkışmışlar ve birbirlerini tebrik etmişler. Daha sonra da hiç temasları olmamış. Okan Buruk mesleki olarak nasıl besleniyor, hangi kaynaklardan faydalanıyor? Sadece Buruk için değil, tüm teknik adamlar için bu konuyu merak ederim. Maç izlemek Buruk’un hobisi neredeyse. Türkiye 1. Ligi, İngiltere, İspanya, Almanya, İtalya liglerini özel olarak takip ediyor. Galatasaray’ın maç trafiğine bağlı olarak haftada izlediği maç sayısı 15’i buluyor. Yani haftada 22.5 saat maç izliyor.
KALABALIK BİR TEKNİK EKİPTEN DESTEK ALIYOR
Sadece bu kadar değil tabii ki... 4 kişilik atletik performans ekibi var. 3 kişiden oluşan bir analiz departmanı. Yardımcıları ve kaleci hocaları da bu maç izleme maratonunun içinde. Ve her hafta düzenli olarak takım, oyun ve futbolcular hakkında raporlarını paylaşıyorlar. Son karar elbette kendisinin.
En son yazacağımı en başta yazayım: Ben bir Jorge Jesus hayranıyım. Hayır, sürekli kazandığı için değil, kazanırken izlediği yol ve çizdiği karakter için hayranım ona. Futbola dair kafamızda oluşturduğumuz tüm paradigmaları yerlebir ediyor. İnandığımız ne kadar komplo teorisi varsa o sahaya çıktığında komik görünmeye başlıyor. Çünkü yıllarca oyuncusu kırmızı kart gördüğünde hakemin üzerine yürüyen teknik adamlara alıştık biz. Basın toplantısında, federasyonu, hakemi, rakipleri suçlayan hocaları izledik. Başka türlüsünün varlığına hiç şahit olmadık. Jorge Jesus başka bir kültürün ve futbolun mümkün olabildiğini gösterdi bize. Bize ve hatta Fenerbahçe’ye.
Sarı lacivertliler bu zamana kadar, başarısızlığını hep hakemler, Futbol Federasyonu yönetimi, kurulları ve rakipler üzerinden açıkladı bize. Jesus ise, saha içi sorununu çözdüğünüzde, diğer tüm etmenlerin devre dışı kaldığını gösteriverdi. Ezberimizi bozdu. İşte o adamı, Jorge Jesus’u 90 dakika boyunca kulübenin hemen arkasında izlemek ve o 90 dakikayı yazmak istedim. Fenerbahçe Kulübü’ne de teşekkür ederim. Sivasspor maçında Jesus’u yedek kulübesinin hemen arkasında izlemem için gereken tüm kolaylığı sağladılar.
BEN DEĞİL TAKIM
Fenerbahçeli futbolcular ve Jorge Jesus, Sivasspor maçı öncesi sahaya çıktığında tüm tribünler doğrudan ona odaklandı. On binlerce taraftar hep bir ağızdan, “Jorge Jesus” sesleriyle onu selamladı. Ellerini tribünlere kaldırdı, teşekkür etti. Ve sonra saha içinde ısınma hareketleri yapan futbolcuları gösterdi: “Bana değil onlara seslenin, beni değil onları alkışlayın” diyordu. Anladım ki, ‘ben merkezli’ bir teknik direktör değil. Bunu yaptıkça, futbolcunun da saygısını kazanan farklı biri var sahada.
HAKEM SAATİ İLE AYNI SAAT
Maçın başlamasına saniyeler kala bir şey dikkatimi çekti. Hakemin başlama vuruşu ile birlikte eli saatine gitti. Sanıyorum o da saatini hakemin saatiyle aynı zamana ayarladı. Ama ikinci yarıda aynı davranışı sergilemedi. Jorge Jesus oyunun gidişatı ne olursa olsun hakemle asla doğrudan diyaloğa girmiyor. Bir faul pozisyonunda rakibin hareketinin aldatma olduğunu beden dili ile anlatmaya çalıştı, o kadar. Ama ilk yarı biterken yardımcısına bir şeyler söyledi ve onu doğrudan hakeme aktarmasını istedi.
BİR ORKESTRA ŞEFİ
Şut ve Gol’ sergisinin açılışında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ismini andığı futbolcuların hepsi tanıdık isimlerdi.
Lefter Küçükandonyadis, Baba Hakkı ve Metin Oktay...
Ama bir başka isim daha vardı Erdoğan’ın andığı, “Dozer Cemil.” Önce bir dakika dedim, “Dozer Cemil kim?” Sonra hemen hatırladım, Trabzonspor’un efsane kaptanı ve 2019-20 sezonunda Süper Lig’e adını veren Cemil Usta’dan söz ediyordu Cumhurbaşkanı.
27 YAŞINDA BIRAKTI
Cemil Usta, 1951 Trabzon doğumlu. Futbola 1967 yılında alt yapıda başladı. 1970’te geldiği Trabzonspor forması ile sol bek oynadı, ilk 2 şampiyonlukta kaptan olarak sahadaydı. 200 maça çıktı ve 12 gol attı. 1978-79 sezonu öncesinde kulüp satış listesine koyunca 27 yaşında futbolu bıraktı. 14 Ağustos 1983 yılında Orduspor’la yapılan bir jübile maçıyla da yeşil sahalara tamamen veda etti.
RiZE’YE GiTMEDi TARiHE GEÇTi
Cemil Usta’yı namı diğer, “Dozer Cemil”i Trabzonspor efsanesi haline getiren bir diyalog işte o yıllarda yaşandı. Dönemin Trabzonspor yönetimi Cemil Usta’yı Rizespor’a satmak istedi ama aldıkları yanıt çarpıcıydı:
Ben Trabzonspor kaptanıyım. Başka bir kaptanın arkasından nasıl sahaya çıkarım.”
Ama bu coğrafyayı tanıyan, futbol iklimini iyi okuyan biri olarak benim iddiam tam tersi yöndeydi. Hayır bitmeyecek, aksine daha da artacak.
Öyle de oldu. Olacaktı da. Çünkü başarısız yönetimlerin sığınağıydı hakem kararları.
Hakem ve yardımcı hakem suçlanırken, buna VAR hakemleri de eklenince, sığınacak limanlar da artmaya başladı yönetimler için.
Bir ara VAR operatörlerine kadar ulaştı suçlamalar.
EKSiK OLAN YANIMIZ iYi NiYET VE EMPATi
Hiçbir zaman hakemlerin mükemmel olduğunu iddia etmedim. Ama futbolun aktörleri arasında (şu anda) en eğitimli kesimin hakemler olduğu konusunda iddialıyım.
Eksik olan yanımız iyi niyetimiz ve empati duygumuzdu.
Geçtiğimiz günlerde TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi ile bir araya geldim.
Önce soldaki fotoğrafa bakın. Sonra da sağdakine.. Soldaki fotoğrafta Liverpool, futbolcusu Georginio Wijnaldum’u uğurluyor.
Hayır, Vijnaldum futbolu bırakmıyor. Sadece Liverpool Kulübü’nden ayrılıyor.
Sağdaki fotoğrafta ise Arda Turan, futbolu bıraktığını anlatıyor. Sosyal medyadan yayınladığı bir video ile...
Bu görüntüyü yan yana getirdiğimde içim “cız” etti. Türk futbol tarihinin en büyük kariyerine ulaşmış, bir yıldıza biz futbolseverler ve Galatasaray Kulübü böyle bir vedayı layık gördük.
BiZ VEDA ETMEYi BiLMiYORUZ
Fenerbahçe Kulübü Başkanı Ali Koç’un seçim dönemindeki bir sözünü hiç unutmadım:
“Biz veda etmeyi bilmiyoruz.”
“Açıklamalarımın muhatabı ne Beşiktaş Kulübü, ne bir başka kulüp, ne de Ahmet Nur Çebi’ydi. Ahmet Başkan’ı bu meselenin böyle yanlış yerlere gittiğini görünce hemen aradım, o cümlelerin asla kendisine karşı bir şey olmadığını söyledim. Uzun uzun konuştuk ve aramızda hiçbir yanlış anlaşılma kalmadı.”
Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Mehmet Büyükekşi ile konuştum. Önceki gün yaptığı, “Şu hakemi istemiyoruz diye bana gelmeyin” ifadeleri ile Beşiktaş Başkanı Ahmet Nur Çebi’yi işaret edip etmediğini sordum.
“Kesinlikle HAYIR” dedi. Böyle algılanmasından duyduğu rahatsızlığı da dile getirdi. Mehmet Büyükekşi ve Ahmet Nur Çebi gibi spor adamlarını seviyorum.
İletişime ve öz eleştiriye açıklar. Dolayısıyla kavgayla değil, uzlaşarak çözümden yanalar.
Mehmet Büyükekşi, yayın saatleri başta olmak üzere, Ahmet Nur Çebi konusunda kısa bir sohbet gerçekleştirdik.
Sayın Başkan’ın ifadelerini satırına bile dokunmadan aktarıyorum.
KiŞiSEL MÜDAHALE MÜMKÜN DEĞiL HAKEM ATAMALARINI KiŞiSEL iNiSiYATiFiN DIŞINA ÇIKARDIK
Açıklamalarımın muhatabı ne Beşiktaş Kulübü, ne bir başka kulüp, ne de Ahmet Nur Çebi değildi. O açıklamadan hemen bir iki dakika sonra bir spor muhabiri aynı bu soruyu sordu bana. Ona da aynısını söyledim. O genel bir mesajdı.
Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) sezon başında bir karar aldı. Futbola olan ilgiyi çok daha geniş bir alana yaymak için kadın ve çocukları tribünlere davet etti. Sanatçılarla anlaştı, maçtan önce taraftarlara konserler verileceği açıklandı. TFF Başkanı Sayın Mehmet Büyükekşi kadınları ve çocukları tribünlere, futbol maçlarına davet etti.
Sonra ne oldu?
Aynı başkan futbolseverlerin özellikle izlediği 3 büyük kulübün Süper Lig karşılaşmalarının başlama saatini 21.45’e aldı.
ERTESi GÜNE SARKAN MAÇLAR BiLE OLUYOR
Sayın Başkan Büyükekşi... 21.45’te başlayan bir karşılaşmanın bitiş saati en iyi ihtimalle 23.45.
Hatta ertesi güne sarkan karşılaşmalar da oluyor.
Bu başlama saatleri ile kadın ve çocukları gerçekten futbol için tribünlere çekebileceğinize inanıyor musunuz?
Yanıtınızı biliyorum.
Raskolnikov, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sında yanlış olduğunu bildiği bir eylemi roman boyunca haklı çıkarmaya çalışır. St. Petersburg’da bir tefeciyi öldüren Raskolnikov, dünyanın bencil ve kötü bir tefeci var olmadan da daha iyi bir yer olabileceğini ve onun servetiyle daha iyi işler yapılabileceğini söyleyerek savunur kendini. Ama yaptıklarından sonra onu sürekli rahatsız eden vicdanını hiç hesaplamamıştır. Raskolnikov, en az romanın yazarı Dostoyevski kadar tanınan bir kahramandır. Bugün size başka bir yazardan ve yazdığı kitabın önüne geçen bir kahramandan söz edeceğim. Hayatı yazdığı kitapla değişen, futbolu ve başarı kavramını değiştiren Rasmus Ankersen’den.
ESKİ BİR FUTBOLCU VE PERFORMANS USTASI
Ankersen eski bir futbolcu ve performans ustası. Raskolnikov ile tek benzerliği hayata, futbola ve başarıya alışılmışın dışında bakabilme yeteneği. Ankersen, günün birinde, kendi kendine sorar:
· Neden orta mesafe koşucuları Etiyopya’dan çıkıyor?
· Niye en iyi kadın golfçüler Kore’den?
· Ve neden Jamaikalı sprinterler bu kadar hızlı? Bu sorunun yanıtını bulmak için 6 ay boyunca seyahate çıkarak dünyanın en yetenekli sporcuları ile bir araya gelir. Bu deneyimlerini de “The Gold Mine Effect” (Altın madeni) isimli kitabı yazarak paylaşır.
MIDTJYLLAND'I BAŞTAN YARATTI
Matthew Benham, Oxford mezunu başarılı bir iş adamı. Başarısının temelinde de futbolda bahis oynayanlara sunduğu veriler. Çocukluğundan bu yana Londra’daki FC Brentford takımının da taraftarı. Tüm hayali FC Brentford’u, Premier Lig’de görmek.. Kulübü satın alır ve tam da bu dönemde, Ankersen’in, “The Gold Mine Effect” isimli kitabıyla tanışır. Çok para harcamadan, yeteneklere yatırım yaparak, “Başka türlüsü de mümkün” diyen iki ismin destansı hikayesi Londra’da yedikleri bir yemekle başlar. Matthew Benham, ilk olarak Ankersen’in önerisiyle FC Midtjylland takımını 6.2 milyon Pound ödeyerek satın alır ve başına da Rasmus Ankersen’ı getirir.