Fatih Altaylı

AKP’li Tekinbörü: Kaya ve benzerlerine selam vermiyorum

19 Nisan 2005
<B>AKP </B>milletvekili <B>Cemal Kaya</B> ile ilgili dünkü yazımdan sonra aralarında milletvekillerinin de bulunduğu pek çok AKP’li aradı.<br><br>Tamamı benimle aynı görüşteydi. Cemal Kaya’nın partiye ‘kirli’ bir görüntü verdiğini düşünüyorlardı.

Ancak en yürekli tavrı gösteren, AKP Adana Milletvekili Zeynep Tekinbörü oldu.

Tekinbörü aynen şöyle dedi:

‘Fatih Bey, sabah ilk işim sizin yazılarınızı okumaktır. Bugün de çok doğru bir yere temas etmişsiniz. Cemal Kaya ve partimize verdiği zararla ilgili tespitleriniz çok yerinde. Sizin görüşlerinizle paralel olan görüşlerimi ben de parti yönetimine defalarca ilettim. Hatta son olarak Sayın Başbakan’a bunun yarattığı sıkıntı ve görüntü bozukluğunu anlattım. Umuyorum gereğini yapacaklar. Ancak ben kendi adıma bir tavır aldım. Ne partide, ne genel kurul salonunda, ne de kuliste Cemal Kaya ve benzerlerine selam veriyorum. Gördüğüm yerde kafamı çeviriyorum. Parti gereğini yapar, yapmaz. Ama ben kendi vicdanımın gereğini yapıyorum. Ben siyasete yolsuzlukla, hırsızlıkla mücadele etmek için geldim. Partim bunun için söz verdi ve bu kadar oy aldı. Bunun aksine hareket etme lüksümüz yok.’

Zeynep
Hanım’ın söyledikleri çok hoşuma gitti.

‘Vallahi bravo’ dedim. ‘Ne varsa kadınlarda var. Bu kadar yürekli tavrı kadınlar alabiliyor.’

Zeynep Tekinbörü
itiraz etti, ‘Bunun kadınlıkla erkeklikle alakası yok. Söz verdik durmak zorundayız’ dedi.

Kendisine teşekkür ettim.

Helal olsun böylelerine.

AKP’den özür ziyareti

AKP
İzmir İl Teşkilatı’ndan bir mektup geldi. Aliağa İlçe Başkanı’nın eşinin mayolu tabelayı indirtme girişimi ve İlçe Başkanı’nın buna verdiği destek AKP İzmir İl Örgütü’nü de rahatsız etmiş.

Bu rahatsızlık nedeniyle İzmir İl Başkanı öncülüğünde bir heyet Aliağa’ya gitmiş ve tabelasını indirmesi istenen dükkán sahibi Münevver Madan’dan parti adına özür dilemişler.

İzmir’e de bu yakışırdı demek lazım.

Yine bir derbi yine bin rezalet

İSTANBUL
Valisi Muammer Güler’le geçen hafta sohbet ederken valiyi hafta sonunun stresi basmıştı. ‘Yine maç var. Yine 3 bin polisle spor müsabakası izleyeceğiz. Böyle bir rezalet dünyanın neresinde var?’ diyordu.

Haklıydı ama yapacak bir şey yoktu. Ne yazık ki, derbilerde asıl mücadele sahada değil, sokakta serseri taraftar grupları arasında oluyor. Yönetimler de bu serserilere sahip çıktığı için olayların ardı arkası kesilmiyor. Bu kez de öyle oldu. Durduk yerde otomobillere zarar verenler, kendi bindikleri otobüslerin cam çerçevesini indirenler. Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş taraftarı arasında bunlar var ve giderek sayıları artıyor.

Fenerbahçe Başkanı ‘Bizim statta küfür yok’ diyordu. Pazar günü Saracoğlu’nda Beşiktaşlılara ‘Hepiniz o... çocuğusunuz’ diye ‘Hoşgeldiniz’ denilince Fenerbahçe Başkanı ne düşündü çok merak ediyorum. Hele hele Rıza Çalımbay’a yönelik olarak açılan pankart. Olacak bir terbiyesizlik değildi.

Buna mukabil Beşiktaş taraftarının İstiklal Marşı sırasında ettiği küfürler de ‘büyük ayıplar’ arasında yerini aldı. Benzer çirkinlikler bundan sonraki tüm derbilerde de yaşanacak. İş giderek çığırından çıkıyor. Acaba Futbol Federasyonumuz saçma sapan ‘Lütfen’ kampanyasıyla bu işi çözebileceğine gerçekten inanıyor mu?

Taksiler yenilense kötü mü olur

TÜRKİYE genelinde taksilerin yenilenmesiyle ilgili bir çalışma yürütülüyordu. Buna göre üretici firmalar ‘güvenli ve konforlu’ ticari kullanıma özel araçlar üretecekler, taksiciler ellerindeki araçları bunlarla değiştirecekti. Bu işi desteklemek için devletin de bir kolaylık yapması ve yenilenecek taksilerden alınacak KDV ve ÖTV’yi almaması veya ciddi bir indirim yapması bekleniyordu.

Proje sayesinde bir taşla birkaç kuş vurulacaktı. Öncelikle büyük kentlerde ‘döküntü‘ taksilerden kurtulacaktık. Bu hem vatandaşımıza, hem de turistlere büyük bir iyilik olacaktı. Bu değişim sırasında her biri birer yürüyen bomba olan sağlıksız bir biçimde dönüştürülmüş LPG’li taksiler fabrika yapımı LPG dönüşümlü olacak ve kentler daha güvenli hale gelecekti. Bu arada satışları düşen otomotiv sektörü de ciddi bir girdi sağlayacaktı.

Öyle ya, ülke genelinde 100 bin civarında olduğu varsayılan taksilerin yarısının bile yenilenmesi halinde 50 bin araçlık yeni bir pazar oluşacaktı. Ancak proje ilerleyemedi.

Çünkü Maliye, ÖTV ve KDV indirimine yanaşmadı. Basit bir hesap yaparsak, her bir taksiden devletin alacağı ÖTV ve KDV toplamı 5 bin 600 YTL. 50 bin taksinin yenilendiğini düşünsek devletin kaybı 280 milyon YTL.

Ama bu bir kayıp değil. Çünkü bu indirim yapılmazsa taksiler yenilenmiyor ve böyle bir alım satım yapılmadığı için böyle bir kayıp oluşmuyor. Ama bu indirim yapılırsa piyasaya hareket geliyor. Otomobil üreticilerinin kárı artıyor ve devlet buradan bir gelir elde ediyor.

Yeni modern araçlarla, yakıt tüketimi ve masraflar ve buna bağlı olarak da ekonominin yükü azalıyor. Ancak Maliye konuya ‘miyop’ yaklaşıyor ve bunu görmüyor.

Halbuki, Maliye’nin başında bu hesapları benden çok daha iyi yapabilecek bir bakan var.

Hayret...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

İnsan olmadan adam olunmayacağını anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Kaya, ak’ı karartıyor

18 Nisan 2005
<B>CHP’</B>den AKP’ye transfer olan milletvekili müteahhit <B>Cemal Kaya’</B>nın <B>‘ciddi’ </B>bir çıkar çemberinin içinde yer aldığı telefon kayıtları ve diğer bulgularla ortaya çıktı. Kaya ve şirketi, milletvekilliğini, daha doğrusu iktidar partisi milletvekilliğini ‘rant’ aracı haline getirmişler. İktidar partisi milletvekili, vekaletini şirketine iş almak üzere kullanmış.

Yapılan işin ‘yasal’ olup olmaması bir yana, siyasi etiğe tamamen aykırı olduğu kesin.

Peki bu durumda AKP ne yapıyor! Kocaman bir hiç.

Hatta hiç bile değil.

Cemal Kaya’ya sahip çıkıyor, aklamaya çalışıyorlar.

AKP’nin başta Genel Başkanı olmak üzere, tüm yetkililerine ve ‘namuslu’ milletvekillerine sormak istiyorum, ‘Acaba Cemal Kaya bugün AKP milletvekili değil de, geçmişte ANAP milletvekili olsaydı bugün bu zatı Yüce Divan’a sevk etmek için çalışmaz mıydınız, miting alanlarında Cemal Kaya’yı kirlenmiş Türkiye’nin sembolü olarak gösterip Kaya gibilerin Meclis çatısı altında yer almayacağı ak günler vaat etmez miydiniz?’

Cemal Kaya’
nın ak’ı karalamasına gösterilen hoşgörünün nedeni ne? Erkan Mumcu’nun her nedense ‘açık açık’ söyleyemediği vaatler mi? Sebep ne olursa olsun, Cemal Kaya, AKP’nin akını hızla karartıyor.

Yolsuzluktan bıktığı için AKP’ye oy veren seçmen ise kimsenin kimseden farkı olmadığını görmenin ‘rahatsızlığı’ içinde. AKP çok büyük bir gücü ve fırsatı heba ediyor.

Üstelik de Cemal Kaya gibi hiç değmeyecek adamlar için.

Milli Eğitim’i bu haliyle koruyalım mı?

‘İŞİNİ en iyi yapan bakan kim?’ diye sorsalar vereceğim üç isimden biri Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik olur.

Milli Eğitim’de gerçekten reform yapmaya çalışan, yorulmadan koşturan bir bakan. Fakat Bakan Çelik ideolojik nedenlerle köstekleniyor. Oysa yapmaya çalıştığı işlerin ardında ben ideolojik bir taraf göremiyorum. Ve onun eğitimde reform yapmasının ‘şart’ olduğunu düşünüyorum. Bakın bazılarının korumaya çalıştığı eğitim sistemimizle ilgili her gün yeni ‘vahim tablolar’ ortaya çıkıyor. Çeşitli raporlar daha önce basına yansıdı. Son rezalet ise şöyle:

Türkiye çapındaki genel liselerden 77’si üniversitelere tek bir öğrenci bile sokamamış. Bu 77 lisenin bir öğrencisi bile açık öğretim dahil hiçbir üniversiteye kayıt yaptıramamış. Daha da beteri var. ‘Süper Lise’ diye bilinen yabancı dil ağırlıklı eğitim veren liselerden 4’ü de aynı durumda. 4 süper lisenin bir tek öğrencisi bile üniversite sınavını kazanamamış.

Balıkesir’de ‘Marmara Lisesi’ 4 yıldır bir öğrencisini üniversite sınavında başarılı yapamamış. Okullarımızın fiziki durumuyla ilgili Kanal D Haber’de neredeyse her gün bir başka rezaleti gündeme getiriyoruz ki, o da işin ayrı bir yönü.

Ve hálá Milli Eğitim’de sistem değişikliğine karşı çıkıyoruz.

Kimse Türkiye’yi bu hale getirenin ‘bazılarının’ hálá korumaya çalıştığı bu sistem olduğunun farkında değil.

Dışbank satıldı, özür dileyecek misiniz?

DIŞBANK ’
ın satılması Doğan Medya Grubu’ndaki gazetecileri çok sevindirdi. Çünkü sırtımızdan ‘yük’ kalktı. Dışbank’ın satılması gerektiği fikrini ilk ortaya atan Oktay Ekşi’ydi. 3 yıl kadar önce bir akşam Aydın Doğan’la birlikte yemekteydik. Gazetelerin ve televizyonların yayın yönetmenleri ve gazetelerin başyazarları.

‘Banka hortumcusu’ medya patronları hapisteydi, medyaya güven azalıyordu.Konuştuğumuz konu bu güvenin tekrar nasıl sağlanacağıydı.

Konu Dışbank’a geldi.

Aydın Bey, ‘Arkadaşlar Dışbank’ta en küçük bir usulsüzlük, en küçük bir yasadışılık yoktur. Bundan emin olabilirsiniz. Türkiye’nin en büyük değil ama en sağlam bankasıdır. Hiç merak etmeyin’ deyince Oktay Ekşi, ‘Aydın Bey bunun böyle olduğunu siz bilirsiniz, biz biliriz ama halk bilmez. Bu banka bizim grupta olduğu müddetçe biz de diğerleriyle aynı kefeye konuluruz. Bu bankayı satsanız daha iyi olmaz mı?’ diye fikrini belirtti.

Masanın etrafındaki herkes Ekşi’ye onaylayınca Aydın Bey, ‘Olabilir Oktay Bey. Medyadaki rakiplerimizin haksız rekabetini engelleyecek adımlar atılırsa çok da iyi olur’ demişti.

Oktay Ekşi’nin o günkü önerisi yıllar sonra gerçek oldu. Dışbank, çok da sayılabilecek bir fiyata satıldı.

Biz gazeteciler de çok sevindik.

Çünkü nereye gitsek bu konu önümüze atılıyordu. Hasbelkader bakan olmuş ‘cahiller’ başta olmak üzere pek çok kişi bu banka ile ilgili tevatürler üretiyor, yalanlarla Doğan Medya Grubu’nu banka üzerinden karalıyorlardı. Yok banka güçsüzmüş; yok banka batıkmış, yok bilmemneymiş. Dışbank sonunda satıldı. Türkiye’nin en güçlü görünen bankaları bile satılamazken, ‘zor durumda’ denilen banka ‘dedikoducu yalancıların’ suratında tokat gibi patlayan bir değerle satıldı. Diğer medya patronlarının bankaları hortumlandıktan sonra ellerinden zorla alınırken, Dışbank bir Avrupa devine, Türkiye’ye 1.3 milyar dolarlık bir yabancı sermaye girişi sağlayarak, ülke ekonomisinden götürerek değil ülkeye para getirerek elden çıkarıldı. Şimdi o yalancı dedikoducuların başta Aydın Doğan olmak üzere bu gruba bir ‘özür’ borcu var. Tabii sadece onların değil. Yıllardır Doğan Grubu’na ve patronuna düşmanlığı yaşam biçimi haline getirmiş medya etikçilerinin de.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Orman bakanları ormanların yok olmasına değil, çoğalmasına çalıştığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Kılıç: Özgürlüklere saygılıyız

16 Nisan 2005
<B>AKP </B>Aliağa İlçe Başkanı’nın mayolu kadın fotoğraflı tabelayı indirtme girişimini yazıp, <B>‘Genel Başkan’ın gizli ajandası yok; ama galiba bazı partililerin var’</B> diye yazınca parti adına resmi açıklamada bulunmak için AKP Samsun Milletvekili <B>Suat Kılıç </B>aradı. ‘Parti açısından bağlayıcı olan, partinin fikrini ve istikametini gösteren Genel Başkan’ın açıklamaları ve yaklaşımlarıdır’ dedi.

Bir ilçe teşkilatı başkanının eşinin yaptığı bir hareketin veya eylemin partiyi bağlamayacağını aktaran Kılıç, ‘İki bini aşkın teşkilat söz konusu. Bunların içinde bazen böyle şeyler olabilir. Ama parti adına konuşan, partinin istikametini belirleyen Genel Başkanımız Sayın Başbakan’dır’ deyince, ‘Açıkçası ‘Eşinin eylemi ilçe başkanını bağlamaz’ diyerek ilçe başkanına kamera yolladım. O da eşiyle aynı fikri paylaştığını söyleyince bu yazıyı kaleme aldım’ diye itiraz ettim.

Kılıç da ‘Doğrudur. Olabilir. Genel merkezimiz bu gibi olayları yakından izliyor. Münferit davranışların partiye zarar verebileceğini biliyoruz ve ona göre inceliyoruz’ diye yanıtladı.

‘O zaman bu gibi çıkışlara bir yaptırım uygulamak gerekmez mi?’ diye sordum.

‘İzliyoruz. Gerekeni yaparız’ dedi.

Ve ekledi:

‘Bakın AK Parti hükümeti turizme büyük önem veriyor, turizme bel bağlıyor. Bunu yapan bir hükümetin, mayolu fotoğraflarla uğraşacağını düşünebiliyor musunuz? Şunu herkes bilmeli ki, biz inanç biçimlerinin ve yaşam alışkanlıklarının gereği olan tüm özgürlüklere sonuna kadar saygılıyız ve saygılı kalacağız. Bu özgürlüklerin demokrasi ve hukuk içinde korunması bizim vazgeçilmezlerimizin başında gelir.’

Suat Kılıç
eski bir Kanal D Haber mensubudur. Sözüne güvenirim.

Ama yine de ‘bu çıkışları yapanların’ parti tarafından anında uyarılması ve gerektiğinde partiden uzaklaştırılması gerektiği kanaatindeyim.

İnandırıcılığın sürmesi için bu şart.

Hapse girmesin ama paralar ne oldu?

ESKİ başbakanlardan Necmettin Erbakan, mahkûmiyetinin ‘bir kez daha’ ertelenmesi için Adalet Bakanlığı’na başvurmuş.

80 yaşında adamın hapse girmesini isteyecek halim yok.

Ancak Erbakan’ın hapis cezasının nedenini herhalde hatırlıyorsunuz.

Genel başkanı olduğu Refah Partisi’nin trilyonlarca lirası buharlaşmış ve bunun yöneticiler tarafından ’cebe indirildiği’ ortaya çıkmıştı.

Mahkeme de bu paranın yöneticilerden tahsiline karar verirken, sorumluları ayrıca mahkûmiyetle cezalandırmıştı.

Erbakan hapse girmemek için sağlık nedenlerini öne sürüyor.

Dediğim gibi yaşlı başlı bir eski başbakanın hapse girmesini isteyeceklerden değilim. Ancak Adalet Bakanlığı’na sormak isterim; Erbakan ve arkadaşlarından ‘çalınan’ trilyonların tahsiliyle ilgili karar uygulandı mı?

Bu paralar tahsil edildi mi?

Yoksa Erbakan’ın oğlunun fotoğrafları gazetelere yansıyan yatı, bu paralarla mı alındı?

Hem tarih, hem orman katliamı

İSTANBUL Kemerburgaz’da tarih ve orman birlikte katlediliyor. Hem de ‘yasal’ bir biçimde. Pehlivan Madencilik, tarihi su kemerlerini de içine alan bir bölgede maden ruhsatı almak için başvurmuş.

Bölge orman alanı olduğu için Orman Bakanlığı’ndan gerekli izni ‘nasıl oluyorsa’ almış.

Ardından Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğü’ne giderek işletme ruhsatını almış ve ormanı keserek ‘kum ocağı’ açmış.

Kesilen orman yüzlerce dönüm.

Ama sadece ormana zarar verilmiyor.

Ocağın tam ortasından tarihi su kemerleri de geçiyor ve burasının aslında sit alanı olması gerekiyor.

Fakat ne Orman Bakanlığı, ne Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bunu dikkate alıyor.

Olmaması gereken bir iş ‘yasal’ hale bir şekilde getirilerek katliam yapılıyor.

Orman vasfını kaybetmiş arazilerin hak sahiplerine satılmasının kod adı olan 2B, belki kabul edilebilir bir durum. Ama bu yapılan göz göre göre katliam.

Ve ne yazık ki dur diyecek kimse yok.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Burnumuzun doğrultusunun her zaman doğruyu göstermediğini anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Başbakan’ın yok ama partililerin var

15 Nisan 2005
<B>HAC </B>döneminde Atatürk Havalimanı’daki mayo reklamı kaldırılmıştı. Gerekçe görüntünün <B>‘hacıları veya hacı adaylarını rahatsız etmesiydi’.<br><br></B>O günlerde bu oldu bittiye benim ve birkaç yazarın dışında pek tepki gösteren olmadı. Bunu takip eden ‘bomba’ İzmir’in Aliağa İlçesi’nde patladı.

AKP Aliağa İlçe Başkanı’nın eşi, yanına aldığı üç kadınla birlikte bir giyim mağazasına gitti ve mağazanın reklam tabelasındaki mayolu fotoğrafın kaldırılmasını istedi. Mağaza sahibi ‘yürekli’ çıktı ve kaldırmadı.

Bizim muhabirler gidip AKP İlçe Başkanı ile konuştular.

Vahamet orada iyice arttı.

AKP İlçe Başkanı, ‘Bizim hanım gereksiz bir hareket yapmış. Olur mu öyle şey’ diyeceğine, tam tersini söyledi ve ’Evet bizim hanım bundan rahatsız olmuş. Doğrusunu isterseniz ben de rahatsız oluyorum’ dedi ve bu hareketin ‘bir vatandaşın sivil girişimi’ olarak değerlendirilmesini istedi.

İşe bakar mısınız?

Bir yandan her türlü kıyafete özgürlük isteyenler, kendilerine uygun kıyafetlerin sokakta değil, ‘kamusal alanda’ yasak olmasından şikáyet edenler, bırakın her türlü kıyafeti ‘mayolu fotoğrafa’ bile tahammül edemiyorlar.

Şimdi siz bunların gerçekten özgürlük peşinde olduklarını mı düşünürsünüz, yoksa kendilerine özgürlük, kendileri gibi düşünmeyenlere zorlama peşinde olduklarını mı?

AKP Genel Başkanı Erdoğan yıllardır kendisini ‘gizli ajandası’ olmakla suçlayanlara kızıyor.

Ben de ona inanmayı yeğliyorum. Ama partisi konusunda hiç emin değilim.

AKP içinde hiç de azımsanmayacak bir grubun gizli ajandası var.

Aslında bunu da pek gizlemiyorlar.

Biraz izan lütfen

FENERBAHÇELİ okuyucu faks çekmiş: ‘Sayın Altaylı, bıktım şu sizin Fenerbahçe düşmanlığınızdan.’

Bunu neden yazıyor.

Ben Fenerbahçe Başkanı’nın sözlerini eleştiriyorum diye.

O sözler ne:

‘Ben polis tanımam kendi işimi kendim hallederim.’

Yani ‘Ben kendi yasalarımı kendim uygularım’ demeye getiriyor.

Kendini devletin üzerinde bir güç olarak görüyor. Yasa tanımazlığını ilan ediyor.

Ve Fenerbahçeli okur diyor ki: ‘Bıktım sizin Fenerbahçe düşmanlığınızdan.’

Fenerbahçe Başkanı’nın bu tavrını eleştirmek, Fenerbahçe düşmanlığı mı oluyor, yoksa yasalara ve hukuka saygı

arayışı mı?

Yasalarda Fenerbahçe Başkanı bu yasalardan üstündür diye bir madde var da ben mi görmedim!

Nerde bu devlet

SAĞDA solda linç girişimleri, halkın kendi adaletini uygulama istekleri derken devlet giderek acz içine düşüyor. Bunun bir diğer örneği de ‘gecekondu yıkımlarında’ görünüyor.

Haksız edinilen malı hak görenler bu hak gaspını engellemeye çalışan devlete kafa tutuyorlar ve başarılı oluyorlar. Birkaç ay önce İstanbul Aydos’ta gecekondu yıkım ekipleri ve polisle çatışan halk ‘savaşı’ kazanmış ve yıkımı engellemişti. Dün de benzeri bir durum İstanbul Avcılar’da yaşandı.

Gecekonducular polise barikat kurdular ve taşlarla, sopalarla polisi yani ‘devleti’ püskürttüler.

Bunlar devlet adına müthiş ‘zafiyet’ göstergeleri.

Bakalım bir ‘dur’ diyen çıkacak mı?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Kendi yaptıklarımızdan başkalarını sorumlu göstermeye çalışmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Bu ne yaman çelişkidir anneciğim

14 Nisan 2005
<B>TÜRKİYE ’</B>de kendini milliyetçi ve ulusalcı olarak tanımlayan gruplarda son zamanda ilginç bir <B>‘Amerikan karşıtlığı’</B> oluştu. Olabilir. Herkesin görüşüne ve karşıtlığına saygım var.

Bunlar ABD karşıtı oldukları için Cumhurbaşkanı Sezer’in Suriye gezisine gitmesine büyük destek veriyorlar.

Ve Sezer’in Suriye’ye dostluk eli uzatmasından hoşnutlar, Sezer’i kutluyorlar.

Aynı gruplar, Türkiye’de bayrağa sahip çıkma adına iki velet yüzünden ülkede gerginlik yaratıyor, Türkiye’yi ‘kabul edilemez’ bir kutuplaşmanın eşiğine getiriyorlar.

Diğer yandan da hükümete yükleniyor, PKK’nın elebaşısı Abdullah Öcalan’ın AİHM’den çıkacak karara göre yeniden yargılanma olasılığını vatana ihanetle eşdeğer tutuyorlar.

Peki sizce burada bir çelişki yok mu?

Bir yandan ABD karşıtlığı adına Suriye’yi destekleyeceksin, diğer yandan Apo’nun yeniden yargılanmasına karşı tavır alacaksın.

İyi de, o çok nefret ettiğimiz Apo PKK’yı nerede kurdu?

Amerika’da mı?

Kuruluş aşamasında militanlarını eğittiği Bekaa Suriye kontrolünde değil miydi?

Apo PKK’ya kanlı direktiflerini verirken Suriye devletinin sağladığı imkánlarla Şam’da mı yaşıyordu, yoksa Paris’te mi?

Şimdi biz ‘milliyetçi Türkler’ Apo’yu Kenya’da ‘enseleyip’ MİT’e teslim eden ve 5 yıldır terörsüz yaşamamıza neden olan ABD’ye karşıyız, yıllarca Apo’yu besleyip Türkiye’de on binlerce insanın ölümüne, yüz milyarlarca dolar paranın uçup gitmesine neden olan Suriye’ye ise yandaşız.

Bunun ne olduğunu anlayan varsa bir zahmet bana da anlatsın.

Tabipler Birliği hálá mevcut mu?

TÜRK Tabipleri Birliği’ni harekete geçmeye çağıran iki yazı yazdım.

İkisi de ‘tıp etiği’ açısından önemli konular içeriyordu.

Gazetelerde ‘sahte uzmanlıklarını’ sergileyerek halkı kandırıp çıkar sağlayan doktorlar ve ilaç firmaları ile çıkar ilişkisine girerek hem vatandaşı hem de devleti zarara uğratan ‘üçkáğıtçı hekimler’ hakkında.

Her iki yazımda da ‘Türk Tabipleri Birliği bu konulara el koymalı’ dedim.

TTB Başkanı Füsun Sayek’ten ‘çıt’ çıkmadı.

Kameraların önünde bakanlarla ‘incir çekirdeğini doldurmayacak’ konularda polemiğe girerek ‘güç gösterisi’ yapmaya bayılan TTB Başkanı, nedense doğrudan kendi kurumunu ilgilendiren bu konularda sessiz. Vardır herhalde bir bildiği.

Ya da bizim bir bilmediğimiz.

Onaylamadan önce okumak lazım

SEMPATİK Maliye Bakanımız Kemal Unakıtan’ın bir zamanlar ‘yönetim kurulu üyesi’ olduğu Al Baraka’nın naylon fatura mevzularına ‘dahil olduğu’ müfettiş raporlarıyla ortaya çıktı. Öyle bazı ihracat şirketlerinin yaptığı gibi ‘taahhüt kapatmak için’ fatura bulmak gibi ‘yarı masumane’ bir işlem de değil yapılan.

Müfettişlerin iddiasına göre Al Baraka naylon fatura kesip kendine çıkar sağlamış. Yani durum vahim. İddia üç gündür ortalarda dolanıyordu ama Bakan’dan ses seda çıkmıyordu. Sonrasında bugün için konuyla ilgili basın toplantısı yapacağını açıkladı. Dün de ‘ayaküstü’ yanıtlar verdi.

Bakan Unakıtan şöyle dedi:

‘Biz yönetim kurulu üyesiydik. Her toplantıda binlerce evrak gelip giderdi ve biz onaylardık. Ne yaptıklarını bilmemiz mümkün değil.’

Bu sözler doğru olabilir. Hatta doğrudur da. Ama bir bakanın ağzından çıkmaması gereken sözler. Çünkü Sevgili Unakıtan şimdi bakan olarak çok çok daha fazla evrakı ve kararı onaylıyor. Eğer Al Baraka yönetiminde yaptığı gibi onaylıyorsa ‘yandık’ ki ne ‘yandık’.

Kendi işini kendi halleden bir başkan

FENERBAHÇE Başkanı’nın ağzından çıkan her söz beni giderek daha fazla hayrete düşürüyor. Ama ilginçtir Türk basını ya bu kişiyi ciddiye almıyor ya da korkuyor. Fenerbahçe Başkanı, çok değerli Fenerbahçelilerin bir araya geldiği 1907 Derneği’nin toplantısına katılıyor. Ve orada dernek üyelerinden biriyle ‘sert’ bir tartışma yaşıyor.

Aynı zamanda Fenerbahçe Kongre üyesi olan Barış Ertür Fenerbahçe Başkanı’yla tartışırken, ‘Sizin yüzünüzden beni polis aldı’ diyerek Fenerbahçe Başkanı’nı suçluyor. Ve Fenerbahçe Başkanı’ndan tüyler ürperten yanıt geliyor:

‘Ben işimi polise bırakmam, kendim hallederim.’

Bu olay gazete sayfalarına yansıdı. Bekledim. Bir yalanlama da gelmedi.

Ve benim geçmişte yazdığım bir yazının ne kadar doğru olduğunu anladım.

‘Ben işimi polise bırakmam, kendim hallederim.’

Ben açıkçası bu tip söylemleri duydum. Ama bunu söyleyenler bir ‘spor’ kulübünün değil, daha karanlık organizasyonların başkanıydılar.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Sevgi ve saygıyı sömürü aracı olarak kullanmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Çalışanları Roche’u çarpıyor doktorları karalıyor

13 Nisan 2005
<B>VATAN </B>Gazetesi birlikte ortaya çıkardığımız Roche Skandalı’nın üzerine gitmeye devam ediyor. Gittikçe de, ortaya ilginç bulgular çıkıyor. Dün de Roche’un ‘bazı’ doktorlara kendi ilaçlarını yazması karşılığında sağladığı ‘avantalar’ ele alınmıştı. Bunlar savcılığın Roche’ta ele geçirdiği belgelere dayanarak hazırlanan iddianamede yer alıyordu. Benim aylar önce yazdığım gibi, Roche doktorlara ‘tıp etiğine’ sığmayacak hediyeler veriyor, aynen köşemde daha önce belirttiğim gibi muayenehanelerini ‘tefriş’ ediyor, hediyeler yolluyordu.

Ancak listenin başındaki bir isim dikkatimi çekti.

Profesör Doktor Yaman Tokat.

Türkiye’nin medarı iftiharlarından, dünyanın en iyi 10 karaciğer nakli yapan doktorundan biri. İddiaya göre Profesör Tokat’a Venedik’te gondol gezisi yaptırılmış ve 54 Euro’luk gondol ücreti ödenmişti.

Şaşırdım. Ve tanıyıp saygı duyduğum Yaman Tokat’ı aradım.

Haberi o da görmüştü.

‘Fatih Bey, İtalya’ya en son 6 yıl önce gittim. Onda da Venedik’e değil, Roma’da yapılan bir kongre için Roma’ya gittim. Venedik’e çok uzun yıllar önce balayında gitmiştim. Böyle bir şey nasıl olabilir. İsterseniz size pasaportumu yollayayım vizelerine bakın. İnanamıyorum’ dedi.

Bu sözleri duyunca bende jeton düştü.

Bir yandan etrafı ‘çarpan’ Roche, diğer taraftan kendi çalışanlarınca çarpılıyordu.

Roche’un mümessillerinin bazıları parayı cebe atıyor ve sanki bazı doktorlara ‘ödeme yapılmış’ gibi gösteriyorlar, namuslu hekimlerin şerefiyle oynuyorlardı.

Burada iş Türk adaleti kadar Türk Tabipleri Birliği’ne düşüyor.

Bu iddiaları TTB’de araştırmak ve üyelerinin hiç değilse bazılarının haksız yere ‘töhmet altında’ kalmasını engellemek, tıp etiğine aykırı davrananları ise cezalandırmak zorundalar.

Sevgili Füsun Sayek, ben doktorlar hakkında iki kelime edince doktorların haysiyeti diye ayağa kalkıp beni şikáyet etmedik yer bırakmadınız.

Asıl bu haberler ve olaylar doktorların haysiyetiyle oynuyor.

Bu rezalete karşı sessiz mi kalacaksınız.

Daha önce yazdığım gazeteleri kullanarak ‘şöhret ve para’ sahibi olmaya çalışan ‘şarlatan doktorlarla’ ilgili talebimi ciddiye almadınız.

Bunu da mı almayacaksınız.

Türk Tabipler Birliği’ni sadece siyasete karışmak için kullanmaya devam mı edeceksiniz!

Korumalar tasarruf kurbanı

BAŞBAKAN Erdoğan’a Norveç’te yumurtalı saldırı düzenlendi. Çok önemli değil. Suratına pasta yapıştırılan Başbakanlar bile gördü dünya.

Ancak bir şey önemliydi.

Başbakan’a yumurtalar uçarken, Başbakan’ın önüne siper olmak için ilk koşanlar ‘korumalar’ değil, yanındaki milletvekilleri, Egemen Bağış ve Ömer Çelik’ti. Korumalar sonradan gelebildiler. Bu ortada çok ciddi bir ‘koruma zafiyeti’ olduğunu gösteriyordu.

Hemen olayı araştırdım.

Öğrendim ki, ‘tasarruf tedbirleri’ nedeniyle Başbakan’ın koruma sayısı azaltılmış. Zaten sayısı azaltılan korumalardan bir bölümü de daha sonra gidilecek yerde önlem almak için Başbakan’dan ayrı hareket ettiği için bu zafiyet ortaya çıkmış. Oysa PKK’nın ve bazı sol örgütlerin etkili olduğu ülkelere giderken çok daha dikkatli olmak gerekiyor.

‘Tasarruf’ koruma zafiyeti yaratacak düzeyde olmamalı.

Beni kendiniz mi sandınız

‘İŞ takipçisi gazeteciler var’ iddiasından fena halde alınan ‘Nazlı Ilıcak’ çevresindeki bazı kişilerle birlikte beni eleştiriyor. Sözde Tayyip Erdoğan’ın yakın çevresinden Ilıcak’la sorunu olan kişiler, Ilıcak’ın bu kişileri ‘Çin Seddi’ olarak nitelemesine kızarak bana bu röportajı ayarlamışlar ve bu olayı tertiplemişler. Yani beni ‘kullanmışlar’. Beni kendileri zannediyor olmalılar. Birincisi ben röportaj için Başbakan’a başvurduğumda ve randevu aldığımda, Ilıcak henüz o yazıyı yazmamıştı. İkincisi ben Başbakan’la röportaj yapmak için, Ilıcak’ın iddia ettiği kişilerle temasa geçmedim, basın danışmanı Ahmet Tezcan’la konuştum.

Ilıcak’ın röportajı ayarlamakla suçladığı kişilerin, son ana kadar bu röportajdan haberleri bile yoktu ve Başbakan’la yaptığım görüşme milletvekilleriyle yapılan toplantının uzaması nedeniyle gecikmeseydi, Ankara’da oldukları için orada olamayacaklardı.

Aslına bakarsanız bu yazı bile gereksiz ama bazılarına ‘meydanın boş olmadığını’ hatırlatmakta yarar var.

TAYAD kullanılıyor mu?

TAYAD üyeleri farkında mı bilmiyorum ama ‘fena halde kullanılıyorlar’. Trabzon’da ilk gün meydana gelen olay bazı çevrelerin ‘hoşgörüsüzlüklerinin’ ve aşırı ‘gerginliklerinin’ suçu olabilir.

Ama bütün yaşananların hemen ardından ortamı tekrar germek için aynı yerde daha kalabalık bir grup halinde bildiri dağıtmanın ‘yurtseverlikle’ veya ‘akıl mantıkla’ hiçbir ilgisi yok. Bu tamamen ‘gerginlik tetikçiliği’. O da yetmezmiş gibi, dün otobüslere binip Trabzon’a gitmeye kalkışmak tam bir ‘ihanet’.

Bu yolla basında seslerini duyuruyor olmaktan ‘memnuniyet’ duyuyor olan TAYAD’lılar olabilir ama bunun ‘ne pahasına’ yapıldığının farkındalar mı?

Farkında iseler yaptıklarını kendi vicdanlarında aklayabiliyorlar mı?

CHP maço partisi mi?

EVE
giren hırsızı vurma yetkisi isteyen Canan Arıtman’a ‘Ben katil olmak istemiyorum’ diye yazmıştım.

O da bana ‘düzey özürlü’ bir yanıt vermiş ve beni ‘maçolukla’ suçlamıştı.

Ancak şimdi partisi CHP Canan Arıtman’ın ‘kulaklarını çekti’ ve partiye danışmadan böyle ‘öneriler yapmamasını’ istedi.

Eli silahlı pozlarından tanıdığımız Canan Arıtman’ın mantığına göre CHP yönetimi de benim gibi ‘maço’ sınıfına atlamış oldu. Umarım Arıtman yürekli bir davranış sergiler ve Deniz Baykal’a da ‘Siz maçosunuz’ deme cesaretini gösterir.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Ülke sevgisinin sağı solu olmadığını anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Türk Telekom, bazılarının söylediğinden değerli

12 Nisan 2005
<B>AVRUPA’</B>nın önemli telekomünikasyon şirketlerinden birinin çok üst düzey yöneticilerinden biriyle geçtiğimiz günlerde uzun bir sohbet yaptık. Konuştuğumuz konulardan biri de Türk Telekom’un özelleştirilmesiydi. Türkiye’nin Telekom özelleştirmesinde geç kaldığı ve bunun fiyatı olumsuz etkilediği yolunda kanaatler oluştuğunu söyledim.

1995 yılında 20 milyar doların üzerinde bir fiyat bulması mümkün olan Telekom’un, özelleştirilmesi için bugün bunun dörtte biri fiyatlardan söz edildiğini aktardım.

‘Haklısınız ama o kadar da değil’ dedi. 1990’ların başında Telekom şirketlerine büyük bir ilgi olduğunu, bugün bu ilginin aynı oranda devam etmediğini söyledi. Ama bir şeye dikkat çekti:

‘Kablolu hatların önemi bazılarının öne sürdüğü kadar azalmadı. Hatta öne sürülenin aksine, mobil telefonlar, kablolu hatların kullanım kapasitelerini artırdı. Doğrudur, fiyatlar o günkü düzeyde değil. Ama sizin söylediğiniz gibi dörtte bir demek de insafsızlık.’

Bunun benim değil, bu konuda girişimlerde bulunanların fikri olduğunu söyledim.

‘Kimse satın almayı düşündüğü bir malın fiyatını yüksek olarak göstermek istemez’ dedi.

‘Peki Türk Telekom sizce kaç para eder?’ diye sordum.

‘Buna net bir yanıt kimse veremez; ama 10 milyar dolardan aşağı olmaması gerekir. Dünyada daha düşük kapasiteli ve daha düşük kullanım oranlı Telekom’lar satılıyor. Onlara bakarak bile basit bir hesapla yaklaşık bir değer bulabilirsiniz’ dedi.

Umarım Türk Telekom’un satışından sorumlu olanlar da bu basit hesaplara bakmadan satış yapmazlar.

Cote d’İvoire, İvory Coast olurken radikal İslam neyin nesi?

GAZETEMİZİN ‘taze’ yazarlarından Ahmet Hakan, Abdullah Gül’le birlikte gittiği Cezayir’den etkilenmiş ve Cumhurbaşkanı Sezer’e bir ‘açık Mektup’ yazmış. Demiş ki: ‘Ilımlı İslam Cezayir’de.’

Hakan’
a göre Cezayir’de katı laik yönetim, binlerce insanın ölümü pahasına uygulamalarını sürdürüp ‘radikal İslamcı hareketin’ önünü kesmeye çalışmış ama başaramamış. Buna mukabil, ‘ılımlı İslam’a yol verilince radikal İslam kendiliğinden gerilemiş. Fotoğraf olarak çekerseniz ‘doğru’ bir yorum. Ama uluslararası siyaseti, uluslararası dengeleri, güç oyunlarını, hákimiyet çabalarını dikkate alırsanız ‘sığ’ bir yaklaşım.

Çünkü Cezayir’de son 15 senelik sürece baktığınız zaman kaybedenin sadece ‘laikler’ veya ‘radikal İslamcılar’ olmadığını görürsünüz.

Cezayir’deki mesele, aslında Başbakan’ın dış politika danışmanlarının uyarısıyla ele almaya başladığı ‘Afrika hákimiyeti’ meselesi.

Cezayir, sömürgeliğinin sona ermesine rağmen Fransa’nın Afrika’daki en önemli güç alanlarından biriydi. Cezayir 1960’ların başından beri ‘Fransızların’ değil, bağımsızdı ama Fransa’nın etkisindeydi.

1990’larda zirveyi zorlamaya başlayan ‘Radikal İslami Hareket’ten sonra Cezayir üzerindeki Fransız etkisi giderek azaldı.

Ve şimdilerde Cezayir’de en etkin ‘uluslararası güç’ Amerika Birleşik Devletleri oldu.

Cezayir’de yüz yıldır cirit atan dev Fransız şirketlerinin yerini Amerikan şirketleri aldı. Sadece ekonomik değil, siyasi olarak da Amerikan etkisi arttı.

Yani ‘radikal İslamcılar’ sonuç olarak kendilerine değil, ABD’ye fayda sağladılar ve sonra da yerlerine oturdular.

Şimdi benzer bir oyun yine bir eski Fransız sömürgesi olan Cote d’İvoire’da yani Fildişi Sahili’nde oynanıyor. Orada da hükümet ile halk arasındaki gerilimden sonra Bouygues, Vinci gibi Fransız devleri ülkeden çekiliyor, yerini Amerikan ve ilginçtir Çin şirketleri alıyor.

Afrika’da ‘kilit’ pozisyondaki ülkelerde bazen radikal İslam, bazen radikal sol, bazen başka isimlerle iç savaşlar körükleniyor ve var olan dengeler değişiyor.

Türkiye’de de benzer oyunlar oynanıyor olabilir. Bilemem.

Ama hiçbir şey göründüğü veya anlaşıldığı kadar basit değil, onu biliyorum.

Galatasaray’da değişmesi gereken ne?

GALATASARAY, tarihinin en karanlık günlerini yaşıyor. Kız basketbol takımı küme düştü. Erkekler benzer bir akıbete koşuyor. Voleybol zaten geçen yıl ‘havlu atmıştı’. Tüm branşlarda müthiş bir çöküş var. Üyeler ve taraftarlar homurdanıyor; ama futbol takımının şampiyonluk umudunun sürmesi nedeniyle ‘Bari orası bozulmasın’ diyerek sesler yükseltilmiyordu.

Şimdi o rüya da bitti gibi. Artık eteklerdeki taşlar dökülecek ve Galatasaray karışacak. Dün Vatan’ın spor servisinden arayıp, ‘Gelecek yıl başarılı olmak için ne yapmalılar’ diye sordular. Tek bir yanıt verdim: ‘Önce yönetim gitmeli.’

Galatasaray bu yönetim anlayışıyla başarılı olunamayacağını gösterdi. 3 yıldır hüsran üzerine hüsran. Ancak Canaydın, 12 milyon dolarlık banka borcunu 70 milyon dolara kadar çıkardı deniliyor. Bu borçla bu yönetim gitse, yerine kim gelir bilemiyorum.

Sorunlar çözülmeyecek gibi değil; ama ‘mangal yürekli’ bir başkan ve 15 yöneticiye ihtiyaç var.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Sevdiklerini söyleyenler hata yapmaya zorlamadıkları zaman.
Yazının Devamını Oku

Başyazarıma mevzu oldum

11 Nisan 2005
<B>DÜN </B>gazetecilikte <B>‘sınıf atladım’.</B> Hürriyet Gazetesi’nin yıllara ve zamana meydan okuyan başyazarı, Sevgili <B>Oktay Ekşi </B>büyüğümün köşesi baştan sona bana ayrılmıştı. Gerçi ‘eleştiri dozu’ bir hayli yüksekti ama olsun, Ekşi’nin köşesine ‘gazeteci’ olarak konuk olmak önemliydi.

Oktay Abi, geçen hafta benim yazdığım bir yazıdan sona bana gönderdiği ‘mektubu’ köşeme koymadığım için ‘öfkelenmiş’ ve bundan dolayı bana ‘hak ettiğimden’ fazla bir eleştiri bombardımını yapmış.

Oysa ben Ekşi’nin o mektubu ‘yayınlanmak üzere’ yolladığını anlamamıştım.

Çünkü, dün kendi köşesinde kullandığı mektubun ‘hiçbir yerinde’ bunun ‘yayınlanmak üzere bir yanıt’ olduğu belirtilmemişti.

Açıkçası ben o mektubu ‘bir ağabeyin kardeşine bilgi vermesi’ olarak algıladım.

Meğer Oktay Abi mektubun yayınlanmasını 4 gün beklemiş, sonra da sinirlenip kendi köşesinde yayınlamış.

Oysa bana bir telefon açıp ‘Fatih yanıtımı yayınlamayacak mısın?’ dese ertesi gün bütün köşemi ona ayırırdım.

Oktay Abi bana bindirirken, ‘Cevap hakkına saygı olduğunu söyler ama benim cevabımı bile yayınlamadı’ diyerek benim cevap hakkına saygısız olduğumu ima ediyor.
Oysa bu köşenin okurları bilir ki, ben ‘mafya babasından gelen eleştiriyi’ bile yayınlarım. Yeter ki ‘yayınlanmak üzere’ gönderildiği belirtilsin.

Abimiz beni tanımamış.

Oktay Abi yazısının sonunda ‘Hani Altaylı her gün hepimize ne zaman adam olacağımıza dair hayat dersleri veriyor ya, orada bir dersi eksik bırakmış haddimizi bilmeyi öğrenirsek o zaman adam oluruz’ demiş.

Eline sağlık.

Açıkçası ben orada ‘herkese ders’ vermiyorum. İhtiyacı olanlara veriyorum. Sık sık da kendi yanlışlarımdan yola çıkarak yazdığım oluyor.

O nedenle ‘had konusunda’ bir eksiğim yok. Tam aksine ben had bilmeyi bir karşılıklılık olarak algılamışımdır. O nedenle de, düne kadar Oktay Ekşi Ağabeyimize karşı saygımı hep korudum.

Kadının en güzel yaşı hangisidir

ERTUĞRUL Özkök’ün Sophia Loren’li akşam yemeğini anlattığı pazar yazısını keyifle okudum.

Zaten tanıdığım, gerçek Ertuğrul Özkök’le pazar yazılarında yüzleşiyorum.

Hayatı seven, yaşamın her anından keyif çıkarmaya çalışan, dolu dolu, derinlikli, komplekssiz Ertuğrul Özkök’le.

Şakir Eczacıbaşı’nın davetinde gazeteciler, işadamları Sophia Loren’i görmeye koşmuşlar.

Pek büyük bölümü, hatta çoğunluğu için karşılarına çıkan Loren görüntüsü ‘hayal kırıklığı’ olmuş. ‘Yaşlanmış’ Sophia Loren’i beğenmemişler.

Yazıyı okuyunca düşündüm, bir kadının en güzel yaşı hangisidir diye.

Doğrusunu isterseniz cevap veremedim.

Ama bir şeyi fark ettim.

Kadının güzelliği ne yaşında, ne yüzünde, ne de bedeninde.

Kadın ‘kişiliği’ ile güzel.

Kendini tanıyınca, kendi fiziksel özellikleriyle barışınca, özgüvenini kazanıp dışarı yansıtmaya başlayınca başlıyor kadının güzelliği.

Öyle zannediyorum ki, kadın ‘gerçekten güzel’ olmaya 30’lu yaşlarında başlıyor.

Bu güzellik 40’larda doruğa ulaşıyor.

Ve yukarda saydığım nitelikleri kaybetmedikçe, güzellik de kaybolmuyor.

Bu özellikler yoksa kadın ‘asla’ güzel olamıyor.

Yok eğer bu özellikler varsa asla çirkin olamıyor.

Bunun yaşla falan ilgisi yok.

Sophia Loren gibi 70’inde ‘muhteşem’ kadınlar da var.

Ortalıkta taş bebek gibi gezinip, ‘kadın’ olamayanlar da.

THY’de değişiklik olmalı mı?

TÜRK
Hava Yolları’nda önümüzdeki günlerde bir ‘nöbet değişimi’ yaşanacak gibi görünüyor.

Bence oldukça başarılı bir yıl geçiren, bütün ‘yapı bozukluğuna’ rağmen yılı rekor kárla kapatan, yolcu sayısında büyük artışlar kaydeden THY’de, Genel Müdür Abdurrahman Gündoğdu ‘vedaya’ hazırlanıyor.

Önümüzdeki hafta yapılacak olan Genel Kurul’dan sonra THY’de Genel Müdür değişikliği hemen hemen kesin gibi.

Merak edilen bu değişikliğin ‘genişleme’ olasılığı.

Genel Müdür’ün yanı sıra yönetim kurulu başkanının da değişmesi, genel müdürün yönetim kuruluna atanması gibi olasılıklar söz konusu.

Ancak bana sorarsanız, Genel Müdür Gündoğdu ilk günlerdeki tutukluğunu atlattı ve işi öğrendi.

Artık daha hızlı ve verimli çalışıyor. Tam turizm sezonu öncesi böyle bir değişiklik THY’de yeni ‘buhrana’ neden olabilir.

Gündoğdu iki yılı aşkın tecrübesini kazanacak yeni bir isim, THY’ye pahalıya mal olabilir.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Sevginin bir mübadele değil, bir özveri olduğunu anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku