Ayşegül Domaniç Yelçe

Disleksi

1 Ağustos 2023
Merhabalar sevgili okurlar.

Aynı zamanda öğrenme güçlüğü olarak bilinen disleksi; bir bireyin normal zeka düzeyinde olmasına rağmen, dil, okuma ve yazma becerilerinde sorunlar yaşamasına neden olan bir öğrenme bozukluğu. Disleksisi olan bir birey, konuşma seslerini tanısa bile bunların harfler ya da kelimeler ile ilişkilerini öğrenmede zorluk çekiyor. Genellikle, okuma bozukluğu şeklinde gözlemlenen disleksi, aynı zamanda dikkat ve hafızayı da etkileyebiliyor. 

Özgül öğrenme bozukluklarının bir alt tipi olarak sınıflandırılan disleksi, en yaygın görülen öğrenme güçlüğü. Öğrenme güçlüğü bir rahatsızlık değil, okuma ile ilgili zihinsel süreçlere ait bir değişiklik

Disleksi tanımını ilk yapan İngiliz Doktor W.P Morgen’ a göre, Disleksi; “doğuştan kelime körlüğü”.  Avrupa Disleksi Derneği’ ne (European Dyslexia Association – EDA) göre ise, “okuma, heceleme ve yazma becerilerini edinmede nörolojik kökenli bir farklılık”.

Disleksi, bireyin zekâ seviyesi ile ilgili bir sorun değil. Albert Einstein, Edison, Leonardo Da Vinci, Pablo Picasso, Wolfgang Amadeus Mozart, Walt Disney, Bill Gates, Stephen Hawking, Winston Churchill, Henry Ford, Alexander Graham Bell gibi tarihe mal olmuş birçok kişi de çocukluklarında bu sorunu yaşamış bulunuyor. 

Disleksi semptomları yaşa ve kişiye bağlı olarak değişiklik gösterebiliyor. Küçük yaşlarda geç konuşma, yeni kelimeler öğrenmede zorluk çekme ve oyun oynarken sorunlarla karşılaşma gibi durumlar yaşanabiliyor. Disleksi semptomları genellikle çocukların okula başlamasıyla birlikte daha da belirgin hale geliyor. 

Disleksinin altı farklı tipi bulunuyor. Bunlar; 

Disleksinin en erken belirtileri çocukluk çağında gelişiyor. Özellikle çocukların ses çıkarmayı öğrendikleri 1-2 yaşlarında ortaya çıkıyor. Bununla birlikte konuşma gecikmesi olan her insana “disleksik” denilmiyor.

Geçmişinde okuma güçlüğü öyküsü veya disleksisi olan ailelerin çocuklarının da izlenmesi gerekiyor. Zira

Yazının Devamını Oku

Koç Üniversitesi Hastanesi Kas Hastalıkları Merkezi

23 Temmuz 2023
Merhabalar sevgili okurlar.

Zamanla kaslarda zaafa yol açan ve kasları güçsüz düşüren atrofiyle (erime) karakterize bir grup nadir hastalık, genel olarak, “kas hastalıkları” olarak anılıyor. Ancak tıp literatüründe bu hastalıklara Nöromüsküler (sinir ve kas) hastalıklar deniliyor. 

Kas hastaları, genellikle; yokuş ve merdiven çıkma, oturduğu yerden kalkma, yürüme, kollarını kaldırıp yükseğe uzanma, başını yıkamada güçlük gibi kök kaslarında güçsüzlük nedeniyle ortaya çıkan yakınmalarla hekime başvuruyorlar. Bazen bunlara göz kapaklarını açma veya kapama, değişik yönlere bakma, yüzün mimik hareketlerini yapma, çiğneme, yutma, başını yastıktan kaldırma gibi hareketleri sağlayan kasların güçsüzlüğü de eşlik ediyor. Birçok kas hastalığının ilerlemiş dönemlerinde, tabloya ayak ve el kasları gibi distal kasların güçsüzlüğü de ekleniyor. Birçoğu kalıtımsal olan kas hastalıklarında, güçsüzlük yıllar hatta on yıllar içinde gelişiyor. 

Her hastanede kas hastalıkları ile ilgili özel bir bölüm ya da merkez bulunmuyor. Koç Üniversitesi Hastanesi’nde 2019 yılında kurulan Kas Hastalıkları Merkezi, ilgili tüm disiplinleri içeren poliklinik ve konsey tartışmaları ile nöromüsküler hastalıkların tanı ve tedavisinde hastaların hayatını kolaylaştırıyor. Merkez; toplumda nadir görülen ancak ortaya çıktığında önemli derecede engelliliğe neden olan kas ve diğer tüm nöromüsküler hastalıkların çocukluktan yaşlılığa kadar tüm yaş gruplarında tanı, izlem ve tedavisi konusunda gerek ülkemizde gerekse yurtdışında referans klinikler arasında yer alıyor. Nöromüsküler hastalıkların büyük bölümü genetik kökenli olduğundan genetik kas hastalıkları grubunda yer alıyor. Ancak bu grupta yer alan hastalıkların çok azı için kesin tedavi olanağından söz etmek şimdilik mümkün değil. Günümüzde çoğunun bilinen ilaç tedavisi mevcut olmayan bu hastalıklar için tedaviye yönelik araştırmalar ve klinik çalışmalar tüm dünyada sürdürülüyor. Edinsel olan bazı nöromüsküler hastalıklar ise tedavi edilebiliyor. Koç Üniversitesi Hastanesi Kas Hastalıkları Merkezi için; tedavi edilebilen edinsel kas hastalıklarını tanımak ve gelişen teknolojinin de yardımıyla her geçen gün tedavi seçenekleri artmaya devam eden genetik hastalıkları izlemek, etkin tedavi belirlendiğinde hastaların bu tedavi olanaklarına kavuşturmak büyük önem taşıyor. 

Multidisipliner çalışmayı temel alan Kas Hastaları Merkezi Prof. Dr. Piraye Oflazer’ in yönetiminde sürdürüyor araştırma ve tedavi faaliyetlerini.
Tedavi süreci genetik, immünoloji, kas patolojisi, kardiyoloji, göğüs hastalıkları, fizik tedavi, ortopedi, endokrinoloji ve beslenme, romatoloji ve gereksinim duyulan diğer uzmanlık disiplinlerinin emeği, iletişimi ve ortak çalışması ile yürütülüyor. 

Benim de hastalığım olan FSHD (Fasiyoskapulohumeral Distrofi) Koç Üniversitesi Hastanesi Kas Hastalıkları Merkezi’ nin özel ilgi alanlarından biri. Bu hastalığın genetik laboratuvar tanı çalışması, en yeni teknolojik yöntemler kullanılarak, ülkemizde sadece KUH-GHDM Merkezinde yapılabiliyor. Bu yeni teknolojik yönetim henüz uluslararası yaygın kullanımda değil. Bu nedenle, söz konusu Merkez bu konuda çevre ülkeler açısından da çekim alanı oluşturuyor. Tanı teknolojilerindeki ilerlemeler aynı zamanda bu tür genetik kas hastalıklarının tedavisi ile ilgili çalışmalara ışık tutuyor, yeni tedavilerin tanımlanmasına katkıda bulunuyor. Merkez’ in FSHD konusundaki genetik araştırmaları hem Koç Üniversitesi bünyesinde hem de Avrupa ülkeleriyle ortak projelerle sürdürülüyor. 

Bazılarınız hatırlayacaktır: Bir FSHD hastası olarak ben de Koç Üniversitesi Hastanesi’ nde geçirdiğim omurga ameliyatı ile yeniden dik oturabilmeyi başardım. Geçirmiş olduğum operasyon, dünyada benim yaşımda bir kas hastasına ilk kez uygulanmış olması nedeniyle, Avrupa’nın saygın tıp dergilerinden birinde yayınlandı. 

Koç Üniversitesi Hastanesi Kas Hastalıkları Merkezi’ nde görevli bir grup doktor 15-18 Haziran tarihlerinde gerçekleştirilen FSHD World Alliance (Dünya FSHD Birliği) Toplantısı’ na katıldı. Öğrendiğim kadarıyla, toplantının odak noktasını FSHD tedavisi konusunda yürütülmekte olan gözlemsel ve girişimsel çalışmalar teşkil ediyordu. Toplantıdan çıkan sonuca göre, söz konusu çalışmalardan netice alınması en iyi ihtimalle iki yılı bulacak. 

Yazının Devamını Oku

“Dönence”

17 Temmuz 2023
Merhabalar sevgili okurlar.

Otizm Spektrum Bozukluğu -kısaca otizm deniliyor- doğuştan gelen ya da yaşamın ilk yıllarında ortaya çıkan karmaşık bir nörogelişimsel bir farklılık. Bu farklılığın beynin yapısını ya da işleyişini etkileyen bazı sinir sistemi sorunlarından kaynaklandığı düşünülüyor. 

Otizm Spektrum Bozukluğu’ na neyin neden olduğu henüz bilinmemekle birlikte, genetik temelli olduğuna ilişkin bulgular mevcut. Ancak hangi gen ya da genlerin bu durumdan sorumlu olduğu konusunda bilgi bulunmuyor. Çevresel faktörlerin de otizme yol açabileceğine ilişkin görüşler de var. Bu yüzden hem genetik temellerin hem de çevresel faktörlerin etkileri üzerine çok sayıda araştırma yapılıyor.

Dünya Sağlık Örgütü raporları, son yıllarda Otizm Spektrum Bozukluğu görülme sıklığında önemli bir artış yaşandığını ortaya koyuyor. Otizmle ilgili verilere bakıldığında; 1980’lerde binde 2-3 görülme oranı var iken, bu oranın yavaş yavaş artmış olduğu görülüyor. Sağlık Bakanımız Dr. Fahrettin Koca, son 20 yılda otizmin dünyada görülme sıklığının 240 kat artmış olduğuna dikkat çekiyor. Bu artış, yapılması gereken hizmetlerin önemini de ortaya koymuş bulunuyor.

Tohum Otizm Vakfı’ndan alınan bilgilere göre; günümüzde, her yirmi dakikada bir çocuk otizm tanısı alıyor. Bu artışın son yıllarda otizm farkındalığının artmasıyla birlikte ailelerin doktorlara daha çok başvurmasına bağlı olduğu düşünülüyor. Otizmi erken dönemde fark etmek çocukların eğitim alarak gelişimlerini sağlıklı bir şekilde tamamlayabilmeleri açısından büyük önem taşıyor. Erken tanı ve doğru bir eğitim yöntemi ile yoğun olarak eğitim alan çocukların yaklaşık yüzde ellisinde otizmin belirtileri kontrol altına alınabiliyor, gelişim sağlanabiliniyor, büyük ilerleme kaydedilebiliyor ve hatta bazı otizmli çocukların ergenlik yaşına geldiklerinde diğer arkadaşlarından farkı kalmayabiliyor..

Otizmin belirtileri:

· Sosyal etkileşim zorlukları

· İletişim zorlukları

· Tekrarlayıcı ve kısıtlı davranışlar

Yazının Devamını Oku

“Geleceğini Kuran Genç Kadınlar Projesi”

22 Haziran 2023
Merhum Hacı Ömer Sabancı'nın sağlığında bir yaşam felsefesi olarak kabul ettiği "Bu Topraklardan Kazandıklarımızı Bu Toprakların İnsanlarıyla Paylaşmak..." ilkesini benimseyen Sabancı kardeşler, bu düşünceden yollarına devam ederek, hayır işlerini düzenli bir şekilde yürütebilmek amacıyla 1974 yılında Hacı Ömer Sabancı Vakfı (Sabancı Vakfı)'nı kurdulardır.

Sabancı Vakfı, o gün bugündür, Türkiye’de eğitime, kültürel ve toplumsal gelişmeye katkıda bulunmak ve bireylerin hayatında fark yaratmak amacıyla çalışıyor.

Temel değerleri “İnsan Sevgisi”, “Paylaşma”, “Öncülük” ve “Samimiyet” olan Vakfın Faaliyet Alanlar ise; “Eğitim”, “Kültür-Sanat” ve “Sosyal Değişim”. Sabancı Vakfı’ nın “Sosyal Değişim” alanındaki faaliyetleri;

· Sabancı Vakfı Hibe Programları

· Fark Yaratanlar Programı

· Sabancı Vakfı Seminerleri

· Uluslararası İlişkiler ve

· Toplumsal Katkılar’ ı içeriyor.

Sabancı Vakfı tarafından, “Hibe Programları” kapsamında, desteklenen “Geleceğini Kuran Genç Kadınlar Projesi”, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı iş birliğinde Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve Sabancı Vakfı tarafından yürütülüyor. Aralık 2021’de başlayan, açılış toplantısı 23 Şubat 2022 tarihinde İstanbul’da gerçekleşen Proje’ nin Aralık 2024 tarihinde tamamlanması planlanıyor.

Yazının Devamını Oku

Merhabalar sevgili okurlar.

18 Haziran 2023
21. yy’ da tıp alanında yaşanan gelişmelerin başında gelen Robotik cerrahi, uzun zamandır merak ettiğim konular arasındaydı. Koç Üniversitesi Hastanesi bölümleri arasında “İleri Düzey Robotik ve Endoskopik Cerrahi Merkezi (ARIES- Advanced Robotic, Invasive Endoscopic Surgery Center) de olduğunu bildiğim için, bölüm doktorlarından Profesör Emre Balık’ tan bir randevu alarak, kendisinden bilgi almaya gittim. Ve işte öğrendiklerim:

Robotik cerrahinin öncesi var. 1980’lerde kapalı yöntemlerle ameliyatlar gündeme gelmeye başladı. Bu kapalı yöntemlerle ilk önceleri apandisit ve safra kesesi ameliyatları yapıldı. 1980’ lerde özellikle -tıpta kolesistektomi olarak adlandırılan- safra kesesi ameliyatlarının laparoskopik yöntemle yapılıyor oluşu, dünyada büyük yankı uyandırdı. Bu devrimin kendi içinde biraz ilerlemesi oldu. 90’lara gelindiğinde, kalın bağırsak ameliyatları, mide ameliyatları, jinekolojik ameliyatlar gibi karın içinde zor erişilebilen bölgelerdeki -hep açık olarak yapılması gereken ameliyatlar- kapalı yöntemle yapılmaya başlandı. Özellikle de kanser alanında çok büyük bir gelişme oldu. Bu gelişme insanoğlunun uzaya açılmasıyla beraber uzayda bir yaşamın nasıl olacağının bilinmezliği ve oradaki astrologların ve bilim insanlarının nasıl yaşayacakları, orada bir sorun olursa nasıl tedavi edileceklerine dair bir soru gündeme geldiğinde, NASA bununla ilgili çalışmalar yapmaya başladı. Bu çalışmaların başında ilk önce su altında bir hayat nasıl olacak? Uzaktan ameliyat yapabilme olasılığı var mı? gibi sorulara cevap bulabilmek amacıyla, bazı konsorsiyumlar oluşturuldu. NASA’nın önderliğinde uzaktan ameliyatların yapılabilmesi için bir robot geliştirilmesi ve uzaktan kumandalı ameliyatların yapılması planlandı.

Bununla ilgili olarak da 1990’ ların sonuna doğru ilk amatör robotlar çıkmaya başladı. 1997 yılında da Vinci robotik sistem prototipi hayata geçirildi. Kamera tutucular, yardımcı elemanlar derken 2000’ li yıllarda Amerika’ dan ilk robot platformu piyasaya verildi. Bununla ilk önce safra kesesi ameliyatı yapıldı, basitten komplekse doğru. Sonrasında da sindirim sistemi cerrahisinde uygulanmaya başlandı. Da Vinci’den esinlenerek geliştirilen Da Vinci robot modeli sürekli yenilenerek; Da Vinci F, FI, XI derken, günümüzde SP denilen tek delikten ameliyat yapabilecek robotlara kadar ulaşmış durumda.

Robotik cerrahi; ameliyathanedeki hastanın yanında bulunan cerrahi konsol başındaki cerrahın komutlarının kusursuz bir şekilde yerine getirilerek operasyonun gerçekleştirilmesi disiplinine dayanıyor. Robotik cerrahi sistemi; cerrah konsolu, robotik kollar ve kolları taşıyan ünite ile birlikte 3 d görüntüleme ve 540 derece dönüş potansiyeline sahip cerrahi enstrümanlardan oluşuyor. V tabii ki hekimlerin robotik cerrahi için ayrıca eğitim almaları da gerekiyor.

Ülkemizde 2000’li yılların başından beri robotik cerrahi yapılıyor. Robotik cerrahi; genel cerrahlar, jinekologlar, ürologlar ve kalp damar cerrahlarının da dahil olduğu geniş bir alanda kullanabiliyor. Genel cerrahide karın içinde özellikle karaciğer cerrahisi, pankreas cerrahisi, dalak cerrahisi, böbrek üstü bezi cerrahisi; sindirim sisteminde yemek borusu, mide, kalın bağırsak cerrahisi gibi alanlarda bilhassa onkoloji (kanser) cerrahisinde uygulanılabiliyor.

Robotun avantajlarına gelecek olursak: Robot bir platform, yani tek başına bir şey değil. Bir cerraha, bir asistana ve hemşireye de hâlâ ihtiyaç var. Ama yakın bir gelecekte robotun kendi hemşiresi olacak, yani aleti takıp çıkaran bir kol da var olacak. Bu da insan gücünü biraz daha azaltacak.

Profesör Emre Balık, sindirim sistemi cerrahisi yapan bir doktor olarak; mide kanseri cerrahilerinin tamamını, yemek borusu kanserlerinin tamamını, kalın bağırsak ve rektum kanserlerinin tamamı robotik yöntemlerle yapabiliyor. Robotik cerrahi, elin ulaşamadığı yerlere aletlerle açılı olarak girme olanağı veriyor. 540 derece açı yaparak ilerleyebiliyor ve ardından 8 milimetrelik dört kol, birisi kamera, üçü alet olarak kesme, dikme işlemleri yapılabiliyor. Bu yöntem, rektum kanseri cerrahisinde daha da ön plana çıkıyor. Özellikle erkeklerde ve şişmanlarda, aşağıda pelvisle leğen kemiğinin içinde çalışmak zor. Çünkü oradan bir sürü sinir ve damar geçiyor. Rektum kanserinde rektumun makata giden 15 santimlik bölümünün tamamını bir blok halinde, parçalamadan çıkarmak gerekiyor. Ama bunu çıkarırken önde erkekte prostata ve ter bezlerine; kadında ise vajene zarar vermemek gerekiyor. Ayrıca oradan bir sürü üriner ve seksüel sinir geçiyor ki, onlara da zarar verilmemesi şart. Çünkü hastayı kanserden iyileştirilebilir, ama bu sinirlere zarar verilirse işeme ve cinsel fonksiyonlarda harabiyet oluşur. Bunlar da tabii ki yaşam kalitesini düşürür. Robotik cerrahi bunların hepsinin önüne geçmeyi sağlayan, kapalı yöntemlerin tüm avantajlarını tek bir kalemde toplayan bir yöntem.

Sayın Profesör’ den kendisine enteresan gelen bir vakayı anlatmasını rica ettim. Beni kırmadı ve anlattı:

“Geçen hafta ABD’ye video bildirisi olarak da gönderdiğim bir vakayı anlatayım: Leğen kemiğinin içinde siyatik sinir kılıfından kaynaklanan, damarların arasına girmiş bir tümörü, o bölgeden robot yardımıyla zarar vermeden çıkardık. Bu operasyon Amerika’da enteresan bir vaka olarak kabul edildi ve videosu gösterime sunuldu. Yani dar bir alanda leğen kemiğinin yan tarafında bacağa giden damarlar, rahime giden damarlar, mesaneye giden damarlar, sinir kökleri, sinir kılıflarının arasından yaklaşık on üç santimlik bir kitleyi hiçbir yere zarar vermeden çıkarttık.

Yazının Devamını Oku

Bireysel silahlanmayı önleyici bir düzenleme yapılamaz mı?

15 Haziran 2023
Merhabalar sevgili okurlar.

 

Bugünkü yazıma geçtiğimiz üç gün içinde gazetelerde yayımlanmış olan üç haberle başlamak istiyorum. 

Bunlar, sadece, geçtiğimiz üç günde beni derinden sarsan olaylardan bazı örnekler. Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, ateşli silahlar artık çocukların da elinde.

Ocak 2023’te Umut Vakfı’nın “Türkiye Silahlı Şiddet Haritası” 2022 raporu yayımlandı. Vakfın yerel ve ulusal medyayı günü gününe izleyerek hazırladığı rapora göre, 2022 yılında medyaya 3 bin 984 silahlı şiddet olayı yansıdı. Ülke genelinde yaşanan bu silahlı şiddet olaylarında 2 bin 278 kişi öldürüldü, 4 bin 231 kişi de yaralandı. Silahlı şiddet olaylarının 616’sında (% 15.46) kesici aletler kullanılırken, 3 bin 368 (% 84.54) cinayet ateşli silahlarla işlendi. Ateşli silahların türevine bakıldığında; 143’ü beylik silahı olmak üzere (asker ve polislerin kullandığı resmi silahlar) 2 bin 528 olayda tabancaların, 840 olayda ise kalaşnikoflar dahil çeşitli tüfeklerin kullanıldığı görüldü. 

Bazen uzlaşma kültürümüzü kaybettiğimizi düşünüyorum. Zira insanlarımız en küçük bir anlaşmazlık sonucunda bile hemen silaha sarılabiliyorlar. Ya da bazen sevindirici bir olayı havaya ateş ederek kutlamak istiyorlar. Örneğin; düğünlerde ve asker uğurlamalarında havaya ateş edilmesi adet olmuş durumda. Bu arada kurşunun sekebileceği (yorgun mermi), kazara bir başkasının yaralanabileceği, hatta ölebileceği hiç akla getirilmiyor. Örneğin; birkaç gün önce Esenler’ de sokakta silahla havaya rastgele ateş açıldığı sırada silahtan çıkan saçmalar odasında kitap okumakta olan sekiz yaşındaki çocuğun odasının camlarına isabet etti. Neyse ki çocuk korkudan, can havliyle, başka bir odaya kaçtığı için ölümden döndü. Şanlıurfa’da 28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçimi oylamasının ardından  yapılan kutlamalarda, birçok kişi havaya ateş açtı. Bu esnada başından tabanca kurşunu ile yaralanan 14 yaşında bir çocuk, kaldırıldığı hastanedeki yaşam mücadelesini 1 Haziran’da kaybetti.  

Geçtiğimiz yıl Amasya’ da maganda kurşunu kalbine isabet eden 19 yaşında üniversiteli genç bir kız hayatını kaybetti. Yine geçen yıl Karaman' da, evinin bahçesindeki salıncakta sallanan 4 yaşında bir çocuk, komşularının kendi bahçesine giren köpeği korkutmak için pompalı tüfekle açtığı ateş sonucunda başından ve bacağından yaralandı. Yılın sonlarında da, Diyarbakır' da düğün sonrası yeni evli çifti evlerine götürmek için yapılan konvoyda açılan ateş sonucunda, gelinin 18 yaşındaki kardeşi kalbinden vurularak yaşamını yitirdi.

Eşine şiddet uygulayan, hatta canını alan erkeklerden söz etmek istemiyorum bu yazıda. Zira öyle çok şey var ki söylemek istediğim bu konuda, bunları bir başka gün paylaşmak istiyorum Sizler’ le. 

Umut Vakfı bireysel silahlanmaya ve silahlı şiddetteki artışa dikkat çekmek amacıyla çalışıyor. Hepimiz gibi, bu vakfın da amacı; ülkemizde insanların huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşayabilmeleri, bir maganda kurşunu sonucu yaralanıp ölmemeleri. Nereden geldiği belli olmayan bir kör kurşunla sevdiklerini kaybetmemeleri, bir sinir anında ya da mutlu bir olay sırasında silaha sarılıp masum insanların ölümüne neden olmamaları.  

Yazının Devamını Oku

Tuvalleri söylemek istedikleriyle donatan bir Ressam…

11 Haziran 2023
Merhabalar sevgili okurlar.

1975 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Dinçer Eğilmez Atölyesi’nden mezun olan Ekin Nayır bir süre grafiker ve resim öğretmeni olarak çalıştıktan sonra Varlık Yayınevi’ nde sanat yönetmenliği yaptı. Hatta o dönemde, benim de aynı yayınevi için tercüme ettiğim “Korksan da Vazgeçme” (Feel the Fear and Do It Anyway) adlı kitabın kapak tasarımını da O’ nün eseriydi.
Nayır, halen,  bu dönemde başlattığı ressamlık kariyerini sürdürüyor. O günden  bu güne 20’den fazla kişisel sergi açmış; birçok karma sergi ve fuara katılmış bulunuyor. Ve bu yetenekli ressam benim çocukluk arkadaşım…
Ekin’i tanıdığımda, ilkokulu henüz bitirmiş ve ikimiz de Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’ ne girmeye hak kazanmıştık. Bu mavi gözlü, ufak tefek, dünyalar güzeli kızı görür görmez çok sevmiştim. Ben, o zamanlar boyum oldukça uzun olduğundan, diğer arkadaşlarıma göre daha büyük görünüyordum. Erken okula başladığı için bizlerden daha küçük olan Ekin’in arkadaşı değil de ablası gibi hissediyordum kendimi. Sanki onu koruyup kollamak benim görevimdi… 
Bu abla-kardeş ilişkisi zaman içinde güçlü bir arkadaşlığa dönüştü. Yedi yıl birlikte çalıştık, yorulduk ve zaman zaman da gülüp eğlendik. Acı-tatlı pek çok anı biriktirdik. Üniversitede yollarımız ayrılmış olsa da görüşmeyi hep sürdürdük. Yirmili yaşlarımda bir doğum gününde bana hediye etmiş olduğu ilk tabloda, beyaz perdeli bir pencere önünde duran beyaz bir vazodaki mor çiçekler resmediliyordu. Bu tablo hâlâ benim her gün görebileceğim bir yerde evimi süslemeye devam ediyor…
Kuşlar ve çiçeklerle başlayan rengârenk resimlerinin giderek renklerini yitirmesi; deniz temalı resimlerinin bazen parlak bazen de donuk renklerle bezeli oluşu Nayır’ın ruh halini yansıtıyor. Zira O, resimlerindeki renklerle duyurmak istiyor sesini. Ekin Nayır, şimdilerde olgunluğunu yaşıyor ressamlık kariyerinde. Daha çok “Kızçe” ismini verdiği seri üzerinde çalışıyor.
Geçtiğimiz hafta Sevgili Arkadaşım Ekin’in adeta bir resim galerisini andıran evine misafir oldum. Doya doya sohbet ederken, altmış yıllık beraberliğimiz süresince biriktirdiğimiz anıları yâd ettik. Birlikte büyümenin ve bu süreçte birbirini hep sevmenin ve saymanın güzelliğini yaşayabilmenin eşsiz mutluluğunu paylaştık.
Bugün sizlerle de bazı eserlerinin fotoğraflarını paylaşmış olduğum, halen İstanbul'daki atölyesinde resim çalışmalarına devam eden Nayır; ''Bizi biz yapan hep seçimlerimiz değil mi? Seçtiklerim için kendime teşekkür borçlu olduğumu biliyorum. Korkuyu içimde hissetsem de yeniyi denedim her zaman. Bu yolda yorulmuş olsam da coşkuyla istediğim her şey gerçekleşti.

Yazının Devamını Oku

“Hukuk ve İklim Değişikliği Perspektifinden Ormansızlaşmanın Önlenmesi” Makale Yarışması

8 Haziran 2023
Merhabalar sevgili okurlar.

Kadir Has Vakfı (HASVAK) 1991 yılında Kadir Has ve eşi Rezan Has tarafından kuruldu. Vakfın kuruluşu Kadir Has’ın babası Nuri Has’ın “Bir okul yaptırmak bin kişiyi hapishaneye düşmekten kurtarır.” düşüncesine dayanıyor.  

HASVAK, Kadir Has öncülüğünde, 1992 yılında bir üniversite kurmak üzere çalışmalara başladı. Üniversitenin resmi kuruluşu 28 Mayıs 1997 tarih ve 4263 sayılı yasayla gerçekleştirildi. Kadir Has Üniversitesi temelleri varlığını eğitime adamış kurucusu Kadir Has Beyefendi’ nin “Vatan borcu ödüyorum” felsefesi üzerine inşa edildi. Üniversite, bu ifadeden hareketle; ülkemizin eğitimine, gelişimine ve ilerlemesine yenilikçi, demokratik düşünce ve eylemin önünü açan araştırmalarla ve evrensel kalitede akademik çalışmalarla katkıda bulunmayı ana hedef olarak belirledi.  

Kadir Has Üniversitesi’nin felsefesinin özü; kendine güvenen, sorgulayan, tüm görüşleri önemseyip hoşgörü ile değerlendirebilen, ulusal ve uluslararası iş birliklerine açık öğrencilerinin her düzeyde başarılı ve mutlu bireyler olarak toplumda öncü olmaları. 

Akademik kadrosu ve öğrencileri için eğitim ve araştırma altyapısını en yüksek standartlarda sağlayarak, uluslararası nitelikte yüksek etki sahibi araştırma çıktıları üretmeyi misyon edinmiş bulunan Üniversite, bu misyona hizmet edecek çok sayıda laboratuvarı bünyesinde barındırıyor. Bunlardan biri olan Kadir Has Üniversitesi İklim Değişikliği ve Hukuk Laboratuvarı (CCLLAB- Climate Change and Law Laboratory), WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) iş birliğiyle, bir makale yarışması düzenlemiş bulunuyor. Yarışma için kaleme alınacak makalelerde; Avrupa Yeşil Mutabakatı (Green Deal) ve Avrupa İklim Yasası kapsamında, Avrupa’da yaşanan hukuki gelişmeler de göz önüne alınmak suretiyle mukayeseli incelemeler yapılması ve Türkiye özelinde uygulama sahası bulacak hukuki düzenlemelerin ve çözüm önerilerinin ortaya konulması bekleniyor. 

Dünyanın en önemli ekosistemlerinden olan ormanlar yaşamın temel kaynağı olmasının yanı sıra özellikle iklim değişikliği, sürdürülebilirlik ve biyoçeşitliliğin korunması gibi pek çok alanda da özel öneme sahip. Ormansızlaşma canlıların yaşam alanlarının yok olmasına ve biyoçeşitliliğin azalmasına neden oluyor. Bu durum özellikle son çeyrek yüzyılda Kyoto Protokolü, Paris Sözleşmesi, Avrupa Yeşil Mutabakatı ve Avrupa İklim Yasası ile hukuki düzlemde farklı bir boyuta taşınmış bulunuyor. Zira ormanlar karbon tutma kapasitesi oldukça yüksek doğal alanlar. İklim değişikliği gerçeği karşısında ormansızlaşmanın büyük bir tehdit olmasına karşıt olarak orman alanlarının korunması ve artırılması bir fırsat olarak değerlendiriliyor. Ve doğru uygulamalarla ve doğru araçlarla bu fırsatın kullanılmasının zorunlu olduğu görülüyor. Hukuk da bu araçların en güçlülerinden birisi…  

Kadir Has Üniversitesi İklim Değişikliği ve Hukuk Laboratuvarı (CCLLAB) ile WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) iş birliğiyle düzenlenen bu makale yarışmasının konusu; temel olarak, hukuk ve iklim değişikliği perspektifinden ormanların korunması ve geliştirilmesi. Bu çerçevede sunulacak makalelerde mukayeseli incelemeler yapılması ve bu doğrultuda, iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında ormansızlaşmanın önlenmesi konusunda; orman mevzuatı, ceza hukuku, idare hukuku, eşya hukuku ve borçlar hukuku ile hukukun diğer alanlarıyla ilgili olarak kaleme alınmış makalelerin yarışmaya katılması bekleniyor.  

Makale yarışması; avukatların, Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yer alan üniversitelerden lisans derecesiyle mezun olanların, yüksek lisans ya da doktora eğitimi görmekte olan öğrencilerin, bu programlardan mezun olanların ve bu üniversitelerde öğretim üyesi ya da öğretim görevlisi olarak görev yapan akademisyenlerin katılımına açık. Yarışmaya son başvuru tarihi 30 Eylül 2023. Yarışmanın sonuçları 2023 yılının Aralık ayında ilan edilecek. Ödül töreni ise Ocak 2024’te gerçekleşecek.

Yarışmaya Türkçe dilinde yazılmış olan, en fazla 3 yazarlı makaleler kabul edilecek. Makalelerin seçimi, CCLLAB ve WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) iş birliği ile belirlenmiş, bağımsız akademik jüri tarafından gerçekleştirilecek. Yarışmanın birincisi

Yazının Devamını Oku