Ali Atıf Bir

Cargill, Reina, Mehmet Ali Erbil

18 Haziran 2006
CARGILL... Dünyanın en büyük üreticilerinden biri... Yıllar önce Türkiye’de tarım arazisine (gerekli toprak analizlerini yaptırıp, izin almadan) kaçak fabrika kurmuş göz yumulmuş, fabrika çalışmış herkes sus pus olmuş, hükümet Cargill’i kayıran yasalar çıkarmış medya dışında kimse sesini çıkarmamış, şimdi Meclis’te Cargill’e özel, fabrikayı temize çıkaran yasa çıkarılıyor. Herkes ayakta... Cargill en verimli şirketlerden biri... Söyler misiniz böyle bir fabrika kapatılabilir mi?

Reina... Türkiye’nin en önemli turistik markalarından biri. Yıllardır "izinsiz" eklemelere göz yumulmuş. Tur operatörlerinin Türkiye’yi pazarlarken kullandıkları en önemli avantaj halini almış, kimse sesini çıkarmamış. Çok üzücü ölümlü bir kaza meydana gelmiş. Cargill’e gücü yetiremeyen devlet, elde balta Reina’ya dalıp ortalıkta taş üstünde taş bırakmamış. Reina baştan aşağı yenilenmiş. Herkes "nasıl olur da yeniden yaparlar" diye ayakta... Baskı üstüne baskı. Reina yine Sting’in, yine Roger Waters’ın, yine Paris Hilton’un gözdesi. Söyler misiniz artık böyle bir eğlence merkezi yok edilebilir mi?

Mehmet Ali Erbil... Türkiye’nin en başarılı şovmeni. Yıllarca ekranda yaptığı sıra dışı, "kaçak " gösterilerle herkesin sevgilisi olmuş, kimse ses çıkarmamış. Her gece ekrana gelmiş, reyting rekorları kırıp ününe ün katmış engelleyen çıkmamış. Bir gece her zaman yaptığı şakalardan biri "k.ka" olunca herkes ayakta... Bazıları Mehmet Ali Erbil’i defterden silmeye kararlı. Söyler misiniz böyle bir şovmen defterden silinebilir mi?

Ne yapacağız peki diyorsunuz değil mi? Çok basit. Sistemleri baştan doğru kuralım, doğru yürütelim. Yanlış sistemin öcünü tesadüfler sonucu ortaya çıkan kurbanlardan almak hiç ahlaki değil!

Şiddetin resmini yap Abidin

"Şiddet içeren televizyon programlarına reklam vermeyin kampanyası başlattık. Katılır mısınız?"
dediğinizde hangi reklamveren "hayır" diyebilir.

Reklamveren "Hangi şiddet içeren programlar? Bir liste yapıp verin" derse ne diyeceğiz. Kim yapacak bu listeyi? Şiddeti hangi anlamda kullanıyoruz? Görüntü, dil, hareket... Ekranda çok fazla kan görünürse bu şiddet mi? Ya da şiddet denen şey her neyse kötü karaktere uygulanıyorsa bu şiddet mi?

ABD’de yapılan iki araştırma gösteriyor ki (*) şiddet farklı şekillerde algılanabiliyor. Örneğin ekrandaki karakterin silahını ateşleyip diğer karakteri öldürmesini izleyiciler şiddet olarak algılamıyor. Ancak bir çocuk ailesinin yanından kaçırılıp, yalnız başına bırakılıp ve gece sürekli ağlatılması on kat daha fazla şiddet olarak algılanıyor.

Diğer araştırma ise mizahın şiddeti perdelediğini gösteriyor. Mizah varsa şiddet öğesi algılanmıyor.

Bu sonuçlara göre Aliye, Kurtlar Vadisi’ne göre on kat daha fazla şiddet içeren bir dizi öyle değil mi?

Gördüğünüz gibi mutlak şiddet yok, şiddetin algısı var. Şiddetin dereceleri var. O halde günlük yayın akışı düşünüldüğünde "biri" ne kadar şiddete yer verileceğine de karar veriyor değil mi? Yani "biri" o kanalın "şiddet politikasını" belirliyor.

Ve biz o biri "reklamveren" olsun diyoruz. Niye? Niye "şiddet politikasını belirleyen" diğer yayın politikalarını da belirlemesin... En iyisi bırakalım bütün medyayı reklamveren yönetsin... Nasıl olsa para onda. Var mısınız?

(*) Diener/DE Four,1978, Dinere&Woody, 1981

Arçelik’ten Vestel’e Anjelik davası

LUNA
’nın reklam tarihimize geçen "Siz hálá annenizin margarinini mi kullanıyorsunuz?" reklam kampanyasını anımsarsınız. Bu kampanya ile Luna doğrudan pazar lideri Sana’yı hedef almış, kendini "yeni neslin" margarini, Sana’yı "demode" annelerin margarini olarak konumlandırmıştı.

Yeni başlayan Sumru Yavrucuk’lu, Janset’li Vestel kampanyası da Luna’nın stratejik yoluna benzeyen bir şekilde Arçelik’i demode, Vestel’i ise "yeni neslin" beyaz-kahverengi eşya markası yapmaya hazırlanıyor.

Vestel’in stratejisini de, ilk iki filmi de çok beğendim. Amerikan "romantik aşk" filmlerini andıran prodüksiyonlar ev sahibi Sumru Yavrucuk’un köpeğinin ismine dikkat etmişsinizdir: Anjelik...

İkinci filmde "Anjelik-Arçelik" çağrışımı hoş bir şekilde ortaya çıkıp, belirlenen stratejiyi tam derinden destekliyor.

Gelin görün ki, Arçelikçiler Vestel reklamına oldukça bozulmuşlar. Anjelik isimli köpek figürü ile imada bulunulduğu, Arçelik markasının bu suretle aşağılandığı, marka haklarına tecavüz edildiğini düşünüyorlar.

Hatta daha da ileri gidip "Anjelik figürünün kullanıldığı mevcut ve yayına girmemiş Vestel televizyon reklam filmleri ile yazılı ve sözlü medyada yayımlanan veya yayımlanabilecek bütün reklamların yayımının tedbiren durdurulması" için mahkemeye gitmişler, RÖK’e de şikayette bulunmuşlar.

Vestel’de henüz mahkeme kararını beklemeden "centilmenlik" yapıp Vestel reklamlarından Anjelik isimli köpeği çıkarmış. Artık Vestel reklamları Anjeliksiz yayınlanıyor.

Yazık olmuş. İki reklamı da defalarca izledim. Reklamlarda Arçelik’e köpek denmediğini düşünüyorum. Reklamdaki köpek bir mesaj transfer nesnesi değil. Öyle olsa Başbakan’ın da Musa Kart davasını kaybetmemesi gerekirdi. Köpek sadece Sumru Yavrucuk’un evindeki buzdolabının "eski nesil" olduğunu vurgulamak için kullanılıyor. Burada da pazar liderine gönderme yapılıyor. Eğer böyle bir konumlandırma suçsa, gelmiş geçmiş gelecek tüm konumlandırma reklamlarının "marka haklarına tecavüz" açısından gözden geçirilmesi gerekir.

Üstelik Arçelik de her reklamında "Arçelik demek yenilik demek" diyor. Çelik’le teknolojiye sahip çıkıyor. "Yenilik"çi yapısını yeni ürünleriyle vurguluyor. Yeni bir reklamla Vestel’in mesajına karşı "örtülü" bir şekilde parazit yapmak için elini kimse tutmuyor.

Arçelik’in gittiği yol bir tercih. Mahkemeyi kazanırsa tabii ki fark yaratma potansiyeli olan bir konumlandırma çalışmasının önünü kökten kesmiş olur. Benim tercihim yeni bir Çelik reklamıyla Vestel’i doğrudan hedef almadan vurmak olurdu...

Vestel’in de Arçelik’in köklü ve yıllanmış bir marka olması gibi yumuşak karnı çok... Örneğin Vestel de ürün markası mı, yoksa perakende markası mı bir karar verse iyi olur diyorum!

Çekirgelik

Thomas Edison işletme fakültesinde okusaydı, şu anda hepimiz daha büyük mum ışıkları altında okuyor olurduk. (M.McCormack)
Yazının Devamını Oku

Kadınlar neden rahatsız ayakkabılar giyer

16 Haziran 2006
Aklın, ilginin ve bilginin sınırlarını zorlayan kitaplar okumayı sevdiğimi sanırım anlamışsınızdır. Bu tür kitaplardan biri Türkçe’ye çevrildi. İsmi Kediler Neden Yüzmeyi Sevmez. David Feldman, yaygın olarak kullanılan başvuru kaynaklarında bulunmayan bir sürü ilginç soruya yanıt vermiş. Kendi adıma söyleyeyim, ne zamandır merak ettiğim bir konunun yanıtını Feldman’ın kitabında buldum. Kadınlar kendilerine eziyet edercesine o ince topluklu, yüksek ayakkabılarla niye gezerler ki diye içime dert olmuştu. Etmeme gerek yokmuş, çünkü kadınlar bu eziyete gönüllü olarak katlanıyorlarmış. Bakın Feldman ne diyor:

"Kadınlar sivri burunlu ve yüksek topuklu ayakkabılarla ayaklarına eziyet etmeye neden gönüllü oluyorlar? Yanıt kibir.

Ünlü bir psikolog olan Lawrence Langner, The Importance of Wearing Clothes (Giyinmenin Önemi) adlı kitabında tam da bu soru üstünde durmuştur. Basitçe belirtmek gerekirse, Langner ilkel kültürün, üreme organlarını sergilemekle kafayı bozduğu savını ileri sürer. Giysiler daha ’uygar’ bir kültürde bu ilkel güdünün yüceltilmesinin başlıca yollarından biri olmuş, üreme organlarının simgelerine dönüşmüştür. Giysiler üreme organlarından ne kadar uzak olursa, simgeleştirme de o kadar bilinçsizce olacaktır. Sözgelimi, eskiden erkeklerin pantolonlarının önüne konulan cepler her ne kadar üreme organını gizlemek amacıyla yapılmış olsa da, tam tersine bütün dikkati onun üstüne çekerdi. Langner’a göre, ayaklar üreme organlarının çok uzağında olduğundan onların yerine geçecek en kusursuz uzuvdur.

Langner ayakkabı tasarımlarının süregelen mantıksızlığını sergilemek için birçok örnek verir. Ortaçağda pontaine adı verilen uzun burunlu bir ayakkabı ya da çizme çok moda olmuş. Hortumsu burnuyla penise benzeyen bu ayakkabı, kimi kez ayaktan 30 santimetre daha uzun bile olurmuş. Dindar kimselerin öfkesini kabartsa da, modanın tepesine oturmuş. 14. yüzyılda pontaine’ler daha da çeşitlendirilmiş; kuş pençesi ya da kartal gagası biçimlerinde uzatıldıkça uzatılmış. Hatta kimisi penis biçiminde bile yapılmış. Papa V. Urban ve Fransa Kralı V. Charles, ayakkabıları kötüleyen bildiriler yayımlamışlarsa da, bu hevesin önüne geçmek mümkün olmamış.

Günümüzde, kimi kadınların büyük ayakları olduğu için duydukları güvensizliğe karşın parlak, uzun ve sivri uçlu yüksek topuklu ayakkabılar seksi, utanmaz, saldırgan ve kışkırtıcı olarak değerlendiriliyor. Langner’ın düşüncesine göre, yüksek topuklu bir ayakkabı ’... bir kadının boyunun uzamasına olanak veriyor ve onun kendini cinsel açıdan daha seksi ve çekici hissetmesine neden oluyor.’ Pornografik filmlerde kadın karakterlerin üstlerindeki her şeyi canları istediğinde çıkarmaları alışılmadık bir şey değildir- ama yüksek sivri topuklu ayakkabılarından bir manivela yardımıyla bile kurtulamazsınız. Ayak fetişisti olan küçük bir izleyici grubu olmasına rağmen, özellikle şehvet simgesi sayıldığından, bu ayakkabılar porno kraliçelerinin ayaklarından çıkmaz."

Bundan sonra yüksek topuk giyip etrafa tepeden bakan kadın gördüğümde acırsam ne olsun. İşkenceye gönüllü katlanıyorlarsa beter olsunlar.

Feldman’ın kitabında yine çok merak ettiğim bir konuya daha yanıt buldum. Söyleyin bakalım "Siyah üzümden beyaz şarap nasıl yapılır?" Yanıt basitmiş, doğruluğunu siz de test edebilirmişsiniz. Buzdolabına gidin ve bulduğunuz en koyu renk üzümü çıkarın. Ya da eğer çok istekliyseniz, hemen dost canlısı manavınıza koşun ve en koyu renk üzümlerinden birini işaret parmağınız arasında tutun. Ezin. Gömleğinizdeki yapışkan tortuyu temizledikten sonra dışarı çıkan sıvıya bakın. Ne kadar kolay, değil mi?

Neredeyse tüm üzüm sularının beyaz ya da sarımsı bir rengi varmış. Kırmızı şarabınızın bu kadar canlı ve koyu renkte olmasının tek nedeni rengini üzümün suyundan değil, meyvenin mayalanmış derisinden almasıymış. Deri kullanılmazsa beyaz şarap her renk üzümden yapılabilirmiş. Şampanya bile kısmen siyah üzümden yapılırmış.

Ve son konu... İnsan düşünürken niye yukarıya bakar? Yanıtı Felman’da. Feldman’ı okuyun, yıllardır içinize çöreklenmiş meraklarınızdan kurtulun!

(*) Kediler Neden Yüzmeyi Sevmez? Üçmaymun Yayınevi, David Feldman, 2006

Omen ’Şeytan ABD’nin içinde’ diyor

Üç film izledim geçen hafta. İlki romantik komedi. Düş Yakamızdan. Tam bir çerezlik. Matthew McConaughey ve Sarah Jessica Parker hayranları zaten kaçırmayacaklardır. Parker hemen hemen "Sex and The City"deki rolüne benzer bir rolde zaten. O yüzden meraklılarının sevecekleri kesin. Romantik komedi hayranları da klişe mlişe dinlemeyip bu filmi kaçırmayacaklardır. Ama diğerleri biraz düşünsünler . Filmin içinde (ilginç konusu hariç!) ne romantiklik var ne de komedi. Konu iyi işlenmemiş, çok sıradan, bir sabun kapuğu olarak arada derede kalmış. Konu mu? Tripp 35 yaşında, ailesi artık yakamızdan düş diyor. Ailesi Tripp’ten umut kesince onu ilişki uzmanı Paula’nın ellerine bırakıyor.

İkinci film gerilim. Firewall. Harrison Ford’u severim. Filmin ilk kırk dakikası da, dar bir mekanda geçmesine rağmen gerçekten iyi geriyor. Harrison Ford yaşlanmış ama hálá izleyiciyi alıp parmağının ucunda sürüklüyor. Filmin ikinci yarında konusuna hakim oluyorsunuz ama gördüklerinizden değil dinlediklerinizden. Öykü güzel ama filmde ciddi bir sinematografi sorunu var. Ayrıca filmin sonu da tam bir facia. Hatta tam bir komedi. Harrison Ford için üzüldüm. Bu saaten sonra başı sonu, ortası her şeyiyle mükemmel bir filmde oynamalıydı. Gidelim mi? Yine de başlardaki gerilim ve öykü için gidilebilir.

Son film Omen. 1976’daki orijinal Omen’in yeni versiyonu. 1976’dakini görmedim. Birlikte gittiğim arakadaşım izlemişti. Çıkınca dedi ki "Niye yenisini yapmışlar ki?" Onu bilemem ama Omen neredeyse Da Vinci’nin Şifresi kıvamında bir film olmuş. Çok sürükleyici, çok etkileyici, üstelik politik mesajı da çok güçlü bir film. Korku filmi sevmeseniz de mutlaka izlemelisiniz. Özellikle son sahneye dikkat! Bush’a her şeyi şeytan yaptırıyor olabilir mi? Omen’i hoşgören Amerikan yönetimi Kurtlar Vadisi’ne niye kızsın ki?

CUMA İTİRAFI

USLANMAZYUMURCAK; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 40; İl: İzmir

Karşı apartmandaki bir daire sakini, bugün balkonuna şıkır şıkır kristal avize taktı. Akşam da ışığı yakıp altında bir güzel akşam yemeği yediler. Türklere özgü davranışlarda yeni bir çığır açıldığının müjdesidir!

Yorum: Bu itirafın çığır neresinde anlamadım. Bizim karşı komşunun balkonunda kristal avize yirmi yıldır durup duruyor. Her gece de altında mangal yakıyorlar. İtiraf seçerken biraz daha dikkatli ol Ersan ya.

CUMA ALINTISI

"Hayat bisiklet sürmek gibidir. Pedalları çevirmeyi sürdürdüğünüz sürece düşmezsiniz". (Claude Pepper).
Yazının Devamını Oku

Daha çok organ lazım

15 Haziran 2006
Mehmet Ali Erbil’in ATV ekranında yaptığı "iş kazası" nedeniyle "yüksek kültürlüler", "seviyeli program" miladı yaratmaya çalışıyorlar. Hatta işi reyting ölçümlerini kaldırmaya kadar vardıranlar var.

Hani utanmasalar "Türkiye, Mehmet Ali Erbil’den kurtuldu mu ’sınıfsız, tabakasız’ kaynaşmış bir kitle haline gelecek" diyecekler ama dilleri varmıyor.

Mehmet Ali Erbil "tövbe" edecek, Türkiye kurtulacak.

Ama daha sonra Mehmet Ali Erbil’den ya da diğer "seviyesiz, aşağılık" programlardan yakınanlar, televizyonun karşısına geçip "zevkten dört köşe" tuttukları takımın maçını izliyorlar, işler istedikleri gibi gitmeyince de ekran karşısında ana avrat düz gidiyorlar.

Bazen barbarlığın en üst seviyesinin yaşandığı futbolu, "seviyesiz" programlardan daha "seviyeli" kılan nedir? Dünyanın en estetik sanat eseri olması mı?

Her kanalda aynı anda maç yayını olunca niye kimsenin gıkı çıkmıyor?

Gelin en iyisi hangi program seviyeli, hangisi seviyesiz bu tartışmayı Mehmet Ali Erbil’in bir hatası üzerinden yapmayalım...

Komik oluyor.

"Kiminin teröristi, kiminin devrim şehidi" örneğinde olduğu gibi televizyon işinde de kiminin seviyesizi, kiminin top 10’u...

Bu kadar çok ulusal kanalın, bu kadar az reklamın olduğu bir televizyon sisteminde, Erbil’i durdursanız da Lerzan Mutlu duracak mı? Kadın medyanın nasıl çalıştığını keşfetti, mahkeme kapatana kadar önüne gelene saldırıyor.

Lerzan Mutlu’nun Mehmet Ali Erbil gibi kazayla bir cinsel organı açıkta bırakması mümkün olmadığına göre (ki dün gece rüyamda Lerzan Mutlu’yu televizyonda izledim. Ünüme ün katacağım diye bu olayı bile tezgahladı) ondan nasıl kurtulmayı düşünüyorsunuz?

Ya da Huysuz Virjin’i küvetin içine dansçılarla girip yıkanmaktan nasıl vazgeçireceksiniz?

Kabul edin artık, daha frekans tahsisi bile yapılmayan televizyon sistemimiz yanlış kuruldu... Yanlış da devam ediyor.

Erbil’i "uslu çocuk ol" deyip terbiye etmeye kalkanlar, önce yarattıkları sisteme baksınlar.

Bu sistemden sorumlu yayıncılık çıkarmak için her programda şöyle bir cinsel organ sallamak şart!

RTÜK, reyting ve şeffaflık

Mehmet Ali Erbil’in iş kazası nedeniyle yapılan saldırılar gösteriyor ki, AGB’nin yöntemi, örnekleme mantığı, kurulum değişkenleri ve gerçekleşen değerleri artık şeffaflaşmalı.

Tabii ki denetim raporları da. Sürekli aynı şeyi yineliyorum ama dinletemiyorum. RTÜK’ün devreye girmesi gereken nokta bu.

RTÜK, "reyting ölçümünü ben yapacağım" gibi imkansız bir amacın peşinde koşacağı yerde, AGB’yi, TİAK’ı ve denetimi daha şeffaf bir hale getirmeye çalışmalı...

ABD’de ve birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi TİAK’ı yasal çerçeve içine almalı, resmi platformda paydaş olarak görünmesini sağlamalı. Ama özerk yapısını koruyarak, TİAK’ı emir eri yapmaya çalışmadan...

Eğer şeffaflık sağlanırsa niye bir an önce 5 bin hanede ölçüme başlanması gerektiği de kolayca ortaya çıkar.

Örneğin TİAK şu anda aile seçiminde sosyo-ekonomik statü hesabını değiştirmeye hazırlanıyor. RTÜK hiç merak etmez mi böyle bir değişimin reyting sonuçlarına nasıl yansıyacağını?

Merak etmiyorsa niye sürekli reytinglerden yakınıyor?

Tırtıl

Herkes televizyondaki şiddetin sokaktaki şiddeti doğurduğunu söylüyor. Televizyonda çok sayıda komik program var. Onların da sokakta komiklik doğurması beklenmez mi? (G. Carlin)
Yazının Devamını Oku

M. Ali’nin programına giden artık don giyer

13 Haziran 2006
Mehmet Ali Erbil’in ekranda bir katılımcının pantalonunu indirip, (kazara) cinsel organını açıkta bırakması karşısında fırsatçı koro birleşti: Mehmet Ali haddini aştı, haddini bildirelim. Neden?

Erbil "sulu" program yapıyor olabilir, biz hoşlanmıyor olabiliriz. Ama onun başına gelen gerçekten bir iş kazası değil mi?

Bile bile ne Erbil bir adamın cinsel organını televizyonda gösterir ne de ATV yönetimi böyle bir şeye izin verir.

Böyle iş kazası da televizyonlarda yüz yılda bir meydana gelir. O halde RTÜK üyesi Vahap Darendeli’nin gereksik "asarız keseriz" faşizan çıkışı niye? Demek yüz bulsa televizyonları tamamen haritadan silecek?

Biraz sağduyu, biraz mantık lütfen.

"Elime geçirmişken ezeyim, nasıl olsa kamuoyunun da böyle bir hataya ceza verirsem gıkı çıkmaz" kolaycılığından biraz uzaklaşın.

Olayın bu kadar iş kazası olduğu belliyken "üç ay bile kapatırız" diye gürlemenin alemi var mı? Birçok "canlı" gösteride "istem dışı sonuçlar" ortaya çıkabiliyor. Kaza eseri yanlış bir hareketiyle bir futbolcu arkadaşının ayağını kırabiliyor, defilede arkadaşının eteğine basan başka biri onu ortada çırılçıplak bırakabiliyor, gögüs dekoltesini fazla kaçıran bir sunucunun göğüs uçları yanlış bir hareketle ekrandan "ceeee" diyebiliyor. Bunların hepsi kaza...

ATV zaten gerekli dersi almıştır. Erbil de, "ekranda yapılacaklarla yapılmayacaklar" konusunu bu kazadan sonra iyice öğrenmiştir. Durum böyleyken ceza ya da baskıyla yayın durdurma RTÜK’e zarar verir ki bu riske girmeye hiç gerek yok.

Umarım RTÜK böyle bir riski göze almaz.

Bu yazıyı RTÜK’ün kararından önce yazdım. Perşembeye de kararı yorumlarım. ATV’nin programa bir süre ara vermesi doğru ama asla bu nedenle yayına son verilmemeli... Tekrar olursa mı? Bundan sonra hiç kimsenin Erbil’in yanında "don" giymeden ekrana çıkacağını sanmam.

Cenk ve Erdem’den Kristal Elma esprileri

Cenk ve Erdem "Cenk ve Erdem Pazarlama A.Ş" adı altında şirket kurmuşlar. Satışa sundukları komik ürünler hoşuma gitti paylaşayım dedim.

 Ana kucağına iliştirilmiş, şiddeti birden on ikiye kadar ayarlı baba kolu. (Ağlayan bebekleri susturmak için)

 Kendinden prensli beyaz at. 

Su geçirmeyen at (Suyun kenarına gelince karşıya geçmeyip duran at)

 Atlıkarınca (Daha önce atlıkarıncalarda hep at olduğu için sadece karınca resmi)

 Ufak At (Bir avuca 10 tane sığacak şekilde yapılıyor. Ve civcivlerin önüne atılıyor).

Kadınlar Oscar’a erkekler dürümcüye

Geçen yıl, Kristal Elma’da ödül alan reklamcıların giysilerine takmıştım.

Şöyle demişim: "Abi reklamcıların hepsi takım elbiseli, hepsi şık. Ama ya gençler. Özellikle de erkekler. Onların özensiz kıyafetleri oldukça canımı sıktı. Kot pantolon, yaka bağır açık, saç sakal birbirine karışmış. Giyim kuşam bir kendini ifade etme biçimi. Kimse giyiminden kuşamından taviz versin demiyorum. ’İmaj her şeydir’ diyenlerin önce kendi imajlarına dikkat etmelerini öneriyorum..."

Bu yıl, geçtiğimiz cuma Maslak TİM’de yapılan törende durum biraz daha iyiydi. Kadınlarda zaten sorun yok. Onlar hep "Oscar" törenine gelirmiş gibi süslenmişler.

Özensiz giyinen erkek reklamcı sayısı ise bu yıl azalmıştı. Yine de çoğunluk, ödül törenine değil de dürümcüye gelmiş gibi bir izlenim veriyordu...

Reklamcıların en önemli ödül töreni bu arkadaşlar ya... Ne olur bir pantolon, bir ceket giysek... Saçımıza, sakalımıza biraz dikkat etsek.
Yazının Devamını Oku

Reklamcılar tehlikenin farkında değil

12 Haziran 2006
KRİSTAL Elma ödül töreninde cuma gecesi salondan gelen alkışlara bakarsak büyük ödülün hakkı üç reklamındı.. İlki Cumhuriyet Gazetesi için Concept’in yaptığı "Tehlike’nin Farkında mısınız?" reklamı, diğeri Rafineri’nin Profilo Küçük Ev Aletleri için yaptığı, diğer reklamları "ti"ye alan mizahi ürün reklamları ve sonuncusu RPM Radar’ın Detan için yaptığı "iskambil kağıdı" basın reklamı.

Televizyonda büyük ödülü alan McDonald’s "Tavuk Kanatlı Promosyon" reklamı iyi fikir içeriyor, Kristal Elma hakkı ama fikrin uygulamasında yönetmenin katkısını unutmayalım. Zaten Ali Tara En İyi Yönetmen Ödülü dalında da ödül McDonald’s filminin yönetmeni Özer Feyzioğlu’na verildi. Büyük ödül ise yönetmenin eli değmeden önce bile yaratıcı duran Cumhuriyet ya Profilo reklamlarından birine verilmeliydi. (Tercihim Profilo)

Basın dalında ise ödül alan Cafe Del Mondo kampanyasının Kristal Elma’yı almasında bir anormallik yok. Ancak Detan reklamı Cafe Del Mondo reklamından çok daha basit ve yaratıcı bir fikirdi.

Özeti salondan gelen alkışlar doğruydu... Yoksa Jüri sistemini tamamen değiştirip tüm salona mı oy verdirsek? Neden olmasın?

Birkaç sorum daha var. Jüri henüz yeni başlayan Ala Turca Keyf televizyon reklamına Kristal Elma verdi. Bir, bu kadar yeni başlayan bir reklam nasıl ödül alıyor? İki, bu reklamdaki yaratıcı fikri jüri nasıl anladı? Üç, birlikte mi anladılar, yoksa herkes tek başına mı anladı?

Fen ve teknoloji şart

DÜN yaklaşık 800 bin öğrenci OKS sınavına girdi... Bu öğrencilerden başarılı olanlar Anadolu liselerine, fen liselerine, diğer adı büyük liselere girecekler. Sonra ne olacak. Orayı bitirecekler. Sonra? ÖSS’ye girip üniversiteyi kazanacaklar. Sonra? Mezun olup sürüye dahil olacaklar ya da en parlakları kaybolup gidecek. Sonra? Bir şey yok. Eski tas eski hamam. Türkiye öyle yerinde sayacak... Aynı şeyleri aynı şekilde yaparak nasıl değişim yaratabiliriz ki!

Bahçeşehir-Uğur Eğitim Kurumları Başkanı Enver Yücel ve ekibi ABD’ye yaptıkları ziyaretten sonra, değişim yaratmanın fark yaratmaktan geçtiğini bir kez daha görüp Bahçeşehir Fen ve Teknoloji Lisesi’ni kurmuşlar. Geçen hafta içlerinde benim de dahil olduğum bir grup köşe yazarına yeni liseyi anlatılar.

Amaç bilim adamı yetiştirmek (ÖSS’ye hazırlığı da asla ihmal etmeyeceğiz diyorlar). Model ABD’deki ünlü Thomas Jefferson lisesi. Yeni lise için sadece 3 trilyon laboratuar yatırımı yapılıyor. 800 bin öğrenci arasından 48 öğrenci seçilecek ve geleceğin bilim adamı yetiştirilecek.

Derslere aynı ABD’de olduğu gibi Bahçeşehir Üniversitesi Fen-Edebiyat ve Mühendislik Fakültesi öğretim üyeleri girecekler. Fark bilim ve teknolojiye yönelik laboratuar eğitimlerinde. Ve de en önemlisi bilim felsefesinin öğrencilere bir düşünce biçimi olarak öğretilmesinde.

Değişimi körüklemek işte bu. İhtiyacımız olan vizyon bu. Lise’de eğitimin maliyeti öğrenci başına yılda 25.000 YTL olacakmış. Enver Yücel "% 50 öğrenciyi Vakfı’mız burslu okutacak" diyor. "Bir öğrenci de sen okut!" çağrısını yaptığı iş adamlarından 20’si şimdiden "Evet" demiş. Geleceğe sahip çıkmak işte bu... Gerçek sosyal sorumluluk projesi işte bu...

Eğitim alanında sosyal sorumluluk projesi yapacağız diye şirket paralarını har vurup harman savuranlar Bahçeşehir Fen ve Teknoloji Lisesi’ni bir inceleseler iyi olur...

Dinci gazetelere reklam vermeyin

VATAN’da Yavuz Semerci reklamverenlere yönelik olarak "Şiddet içeren yayınlara reklam vermeyin" dediğinde bu görüşe karşı çıktım.

"Bugün televizyonlara reklamla çekidüzen vermeye kalkan işadamı yarın reklamla gazetelere, radyoya, internete de çekidüzen vermeye kalkarsa ne yapacağız?" diye sordum.

Çok geçmeden dinci gazetelerden biri fırsatı kaçırmadı. RTÜK’le ilgili bir toplantıyı bahane ederek başlığı çaktı: Müstehcen Yayınlara da Reklam Verilmesin!

O zaman ben de diyorum ki dinci yayınlar da laik Türkiye Cumhuriyeti’nin altını oyuyor, onlara da reklam verilmesin!

Sanırım tehlikeyi daha iyi anladınız değil mi? Reklamlar "yayın politikasına" endekslenmeye başlarsa kimin nerede duracağını kimse bilemez?

(*) Dinci gazeteler kendilerine "dinci" deyince kızıyorlar (Burada islami propaganda amaçlı broşürleri kastetmiyorum. Onlar başka...) Niye anlamıyorum? Gazetelerinde "evrim kuramını" savunan bir yazıya ya da habere yer verebilirler mi? Hayır. Onların işi "yaradılış" kuramıyla. "Yaradılış" kuramının da dinden beslendiği biliyoruz. O halde bu kızgınlık niye?

Çekirgelik

Bir kişi onu kızdırabilecek şeyler kadar büyüktür

(Bits and Pieces)
Yazının Devamını Oku

Kristal statüko yıkılacak inşallah

11 Haziran 2006
CUMA gecesi 18’inci Kristal Elma’yı da devirdik. Bu kez Maslak TİM’de yapılan ödül töreni geçen seneye göre çok daha eğlenceli idi. Bir kere neredeyse Kristal Elma’nın resmi sunucusu haline gelen ve kendini tekrar eden Okan Bayülgen’den vazgeçmek oldukça yerinde bir karar olmuş. Cenk ve Erdem Bey’ler "seri" konuşmaları ve esprileri ile Kristal Elma’nın "sönük" geçmeye aday havasını dağıtıp ayrı bir canlılık kattılar.

"Sönük" geçmeye aday diyorum çünkü Kristal Elma’ya ilgi biraz düşüktü. Gözümüz medyanın ve reklam sektörünün birçok "ağır abisi"ni aradı ama bulmadı. Cenk ve Erdem bu "sönük" ortamı, ortama uygun tam kıvamında esprilerle aydınlattı.

Geçen yıl törenlerden sonra yazdığım "Kristal Elma’ya Zihniyet Devrimi Şart!" başlıklı yazıda "Ne olurdu /images/100/0x0/55ea2589f018fbb8f86e0e72Kristal Elmaları Vuslat Doğan Sabancı, Ertuğrul Özkök, Ergun Babahan, Zafer Mutlu, Sedat Ergin, Ayşe Sözeri Cemal, Orhan Girgiç, Viki Habif verseydi... Ya da büyük ödülleri Aydın Doğan, Turgay Ciner? Ne olurdu? Her ihtiyacın olduğunda medyaya koşacaksın, ama ödül törenine gelince burnunu zirvelere çevirip medyayı yok sayacaksın. Kristal Elma’ya ateş lazım, daha fazla katılım, daha fazla heyecan lazım. Kristal Elma’ya Serdar Erener, Ali Taran, Hulusi Derici lazım. Onlar olmadan Kristal Elma olmuyor. Turkcell, Bonus, Vestel olmadan Kristal Elma olmuyor. Reklamcılar statükoyu yıkamazsa kim statükoyu yıkacak bu ülkede?" diye yazmıştım.

Reklamcılar bu yıl statükonun önemli bir bölümünü yıkmışlar. Beyinlerine sağlık! Kristal Elma ana sponsorları arasına Doğan Yayın Holding ve Merkez Grubu’nun yanı sıra, Türk Medya (Çukurova Grubu) ve Zaman Gazetesi de dahil olmuş...

Kristal Elma dağıtımında da medya bu kez yok sayılmamış. Ama bu kez de medyadan katılan sayısı az. Mehmet Ali Yalçındağ, Ayşe Sözeri Cemal, Ergun Babahan dışında Kristal Elma’ya medyadan katılan üst düzey yönetici parmakla saysan sayılıyordu. Oysa medya da "mış gibi yapmamalı", tam kadro Kristal Elma’da olmalı, varlığıyla yaratıcılığa, reklam ajanslarına sahip çıktığını göstermeli.

Zaman’dan Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın yerine ödülleri veren çalışma arkadaşının "Ekrem Bey’in küçük bir işi çıktı gelemedi" açıklamasıyla düştüğü komik durum bence tüm medyanın kulağına küpe olsun. Kusura bakmayın ama medyanın Kristal Elma’dan daha önemli bir işi yok. Reklamlar "yaratıcı" olmazsa, reklamcı güdülenmezse reklam işini zor yapar. Sonucunu da burada söylemeyeyim isterseniz...

Kristal Elma’da yeni kategoriler

KRİSTAL Elma’da bu yıl kategoriler yeniden düzenlenmiş... Uluslararası standartlara paralel Ortam Reklamı, Yaratıcı Medya Kullanımı gibi yeni kategorilere yer verilmiş. İnternet kategorisi de web sayfaları ve internet reklamları olarak iki bölüme ayrılmış.

Ancaaak... Her yıl olduğu gibi bu yıl da Kristal Elma’da basın ve televizyonun dayanılmaz ağırlığı olduğu bir gerçek. Açıkhava, radyo ve internet reklamcılığımızda da "yaratıcılığın" ne kadar zayıf olduğunu anlamak için Kristal Elma’ya katılmak yeterli. Destekleyici medyalara ayrılan bütçeler az olabilir ama yapılan işler bu kadar kötü mü olmak zorunda mı! Bu mecralar büyümek istiyorsa öncelikle yaratıcı işlerin sayısını nasıl artıracaklarını düşünseler iyi olur.

Reklamcılar ödül dağıtımında oldukça ustalaştılar. Çok sayıda ödülü çok kısa sürede hatasız bir şekilde vermek takdir edilecek bir şey. Özellikle Türkiye’de... Ödül dağıtan birçok kurumun ödül dağıtımı için Kristal Elma’nın yöntemini benimsemesinde fayda var. Tek sorun ödül dağıtımın biraz geç başlaması... Bitişin de biraz yalapşap olması.

Önerim seneye törenin cumartesi günü yapılması ve 20.00’de başlaması. Saat 22.00’de sahnede reklamcı zekasını öteleyen canlı performansla bitirilmesi. Sanki böyle yapılırsa Kristal Elma geçici olarak yaşadığı "durgunluk" dönemini atlatacak gibi...

Jüri dedikoduları

SONUÇLARA gelirsek... Her yıl en fazla dedikodu jüri üyelerinin, kendi ajanslarının işlerine oy verme hakları olmadığı halde, kendi ajanslarını kayırdıkları üzerinedir. Bu yıl da aynı dedikodular çoğunlukta.

Hatta jüride "Sen benim işime oy vermedin ben de senin işine vermeyeceğim" gerginliği yaşandığı bile söyleniyor...

Sonuçlara baktığımızda en fazla ödül alan Markom, TBWA, Medina Turgul, Rafineri, Alice BBDO, DDB&Co.’nun bir elemanlarının jüride temsil edildiğini görüyoruz. Ancak Lowe, 3. Kuşak, Manajas, Art Grup, Y&R, ve Ultra’nın da bir elemanları jüride olmasına rağmen onlar niye Kristal Elma’lara boğulmadılar acaba?

Ya da Ogilvy, Güzel Sanatlar’dan bir eleman jüride olsalardı onlar da en az bir Kristal Elma alırlar mıydı?

Tayfa’nın hiçbir elamanı jüride olmamasına rağmen Tayfa nasıl iki ödül aldı? 76 ajans yarışmaya katılmasına karşın, sadece 26 ajansın Kristal ya da Başarı Belgesi alması düşündürücü değil mi? Medina/Turgul’dan Jeffie Medina Jüri Başkanı olduğuna göre 17 Başarı Belgesi’nden daha fazla Kristal Elma çıkarması beklenmez miydi?

Krista Elma’nın geleceği için jüri ile ilgili bu tür sorgulamaların öncelikle bitirilmesi lazım.

Hemen bir Reklamcı Konseyi oluşturulsun ve Kristal Elma jürisi masaya yatırılsın. Aile içi evlilikten doğan çocuğun durumu ortada olduğuna göre gerekirse jüri dışarıya açılsın.

Konseye Serdar Erener, Hulusi Derici, Ali Taran gibi küskünler de gelsin. Herkes eteğindeki taşı döksün ve Kristal Elma "dedikodu" zulmünden kurtulsun. Yoksa bu "dedikodu" çamuru Kristal Elma’yı bitirecek ona göre... Kitle iletişimciler, dedikodu iletişimine yenilecekler!

Bence de bu sene jüri biraz "göreli olarak genç" reklamcılardan oluşmuştu. Jüride deneyimli deneyimsiz reklamcı karışımının daha iyi kurulması gerektiğini düşünüyorum. Jüri sorunu çözülürse, Kristal Oscar rahatlar. Şunu da söyleyeyim "göreli genç" jüri neredeyse tüm kategorilerde Kristal Elma vererek geceyi rahatlattı. Dediğim gibi karışım önemli.

Çekirgelik

İnsanlara hiçbir zaman tavsiye vermemelerini tavsiye ederim (P.G.Wodehouse)
Yazının Devamını Oku

Erkek arkadaşınız ne tür bir kuş

9 Haziran 2006
Hanımlar! (Ve de beyler!) İlginç bir kitapla karşı karşıyayız. Amy Helmes ve Meg Leder, erkekleri kuş türlerinden yararlanarak sınıflamışlar. Üç Maymun Yayınevi de kitabın Türkçesi’ne çok güzel bir isim bulmuş: Baykuşlar! Eğer bir erkek arayışı içindeyseniz, ya da erkeklerle hobi olarak ilgileniyorsanız, "Baykuşlar"daki sınıflamalar ve ipuçları çevrenizde uçuşan erkekleri anlayabilmenizi ve hatta onların belli davranışlarını önceden kestirebilmenizi kesinlikle kolaylaştırır. İşte kitaptan bazı türler:

Tavuskuşu Türü Erkek: Kuşlar dünyasında erkek tavuskuşları her çiftleşme mevsiminden sonra tüylerini döker. Tavuskuşu erkeği de bir kadını bir kez tavlayınca, ona olan ilgisini büyük ölçüde yitirir. Onunla bir süre görüştükten sonra kendinizi "Artık Bana Bir Çiçek Olsun Vermiyorsun" şarkısını söylerken buluverirsiniz.

Hindi Türü Erkek (Fenerlilere ithaf olunur): Vahşi hindiler yemek konusunda hiç de seçici değildir; bitkisel olsun, hayvansal olsun her tür besini -yeşillik, böcek, kurbağa, kertenkele- yiyebilecekleri her şeyi yerler. Benzer olarak hindi erkekleri de önlerine konan her şeyi gık demeden mideye indirir. Ofis kutlamalarında açık büfenin çevresinden ayrılmayanlar, aile yemeklerinde beşinci tabağa hayır demeyenler hep hindi erkekleridir.

Beyaz Güvercin Türü Erkek: Kuşlar dünyasında erkek beyaz güvercinler, gün boyunca yumurtaların üstünde oturur ve geceleyin dişisi gelip görevi devralıncaya kadar yuvayı sıcak tutar. Benzer olarak, beyaz güvercin erkekleri de, "Bay Anne" rolünü üstlenmekten sonsuz zevk alır; "babalığın doğal ve inanılmaz zevkleri’ni ilk elden tatmak onlar için tadına doyulmaz bir deneyimdir. Kusmuk temizleyerek ve bez değiştirerek doğanın bir parçası olduklarını hissederler.

Kumru Türü Erkek: Evde kumru beslemek hoş bir deneyim olabilir. Yalnız onu kafese koyarken yanına koyduğunuz dişinin erkekten çok küçük olmamasına özen göstermek gerekir, çünkü kumrular yeminin dışındaki şeyleri de çiğneme alışkanlıklarından ötürü başka kuşlara zarar verebilir, hatta onları öldürebilirler. Hiç durmadan, aynı anda hem saçınızı okşayan hem de kulağınızı küçük küçük ısıran kumru erkeği de size benzer bir his yaşatabilir.

Baykuş Türü Erkek: Kuşlar dünyasının tuhaf ve yalnız kuşu baykuş sıklıkla kendinden çok daha küçük kuş sürülerinin saldırısına uğrar; bu küçük kuşlar baykuşu gagalar, ona işkence eder, çevreden uzaklaştırır. İnsanlar dünyasında da baykuş, genellikle çocukken buna benzer travmalar yaşamıştır. Belki bir bilim projesi için fazla hevesli göründüğü, belki de okuldaki zengin çocuğun kız arkadaşını öptüğü için tartaklanmış, hatta dövülmüştür.

Papağan Türü Erkek: Papağanlar yavrularını daha önce yediklerinden parçalar kusarak beslerler. Papağan erkeği de asla kendisine ait olmayan fikirler ve anekdotlar kusmakta, en azından kuşlar dünyasının papağanı kadar başarılıdır.

Muhabbet Kuşu Erkek: Muhabbet kuşları nasıl kafeslerine koyduğunuz ayna, renkli, plastik oyuncaklara sevinirse, muhabbet kuşu erkeği de maket gemiler, kendi kuracağı müzik sistemi, kendi yapacağı ayakkabılıklar vb. alınca çocuk gibi sevinecektir.

Akbaba Türü Erkek: Doğada, uçan akbabaların, büyüklükleri ve kanatları nedeniyle kartallarla karıştırıldığı olur. Benzer biçimde kadınlar da hayatları boyunca aradıkları kartalı akbabada buldukları sanısına kapılabilir. Ayrıca doğadaki akbabalar nasıl ses çıkarmazlarsa, akbaba erkeğiniz de arkadaşlarınızın bulunduğu bir ortamda bütün akşam boyunca surat asıp oturabilir. Elbette, onun bu asosyalliğini açıklamak da size düşer; "O akşam gerçekten çok yorgundu. Normalde çok tatlıdır aslında."

Komik değil mi? Okurken çok eğlendim. Hafta sonu için eğlenceli bir alternatif olabilir. Eğer sizin türünüz kitapta yoksa, hemen kalem kağıdı alıp başlayın yeni türler yazmaya. Karga türü erkekler, yengeç türü erkekler (pardon yengeç kuş değildi di mi?), atmaca türü erkekler (Türkiye’de bu türlere tacavüzcü de deniyor). Başka başka?

Kariyer yaparsan tek taşını alırsın

Nil, yazdığı şarkı sözleriyle Türkiye’deki kadın hareketini adım adım ileriye götürüyor. Önce kariyer de yaptırdı çocuk da. Şimdi de kariyer yapan kadına tek taşını aldırıyor. Müthiş albüm olmuş. Çok beğendim.

Nil’in yazdığı şarkı sözlerini çok dikkatli okuyun. Oya gibi işlenmiş sözler bunlar. Bu sözlerde bir alt kültür, bir "hareket" kendini buluyor. Nil çok iyi "yere" çalışıyor. Karşılığını da fazlasıyla alıyor.

Örneğin Pırlanta’nın sözlerinin tamamına dikkat ettiniz mi?

Ne diyor Nil: "Paran cebinde kalsın / bırak artık rahatsın / bu kız mal mülkü naapsın?/ çalışır yapar Tek taşını almış / tam turunu atmış / yüreğin kaç karatmış?/ bu kız onu sorar / Sağ eller havaya / pırlantalar buraya / tek taşımı kendim aldım / tek başıma kendim taktım / girmesinler havaya İyi kötü kazanırım para / ama kalptir asıl kumbara / bir sevgilim yoksa kollarımda / napiyim pırlantayı parmağımda? / Olur birgün şan şöhret ün para / ama aşk hergün karaborsada / bir sevgilim yoksa kollarımda/ napiyim pırlantayı parmağımda?/ Cebindeki kalsın sana / sol üst köşeden harca bana / pırlantamı aldım ama / pırlanta gibi kalp lazım bana"

Haksız mıyım? Nil’in "Tek Taşımı Kendim Aldım" albümündeki tüm sözler çok sığ gibi duruyor ama aslında çok derin anlamların paylaşımına hizmet ediyor. Albümdeki tüm parçalar keyifli. Nil & Ozan ikilisi mükemmel iş çıkarmış. Hafta sonu keyfine keyif katabilir. Albümün içinde Serdar Erener’e yazılan "ruh sanatçısı", "hayat dönüştürücüsü" ifadelerine de dikkat.

Golf öğrenmeye karar verdim

Baktım Kaya Çilingiroğlu’ndan sonra, golf oldukça "verimli" bir spor dalı olmaya başladı, golf öğrenmeye karar verdim. Geçtiğimiz cumartesi, Klasis Golf’te bir saat golf dersi aldım. Hocam Adnan milli golfçülerimizdenmiş. Hakikaten iyi çocuk. Yaptığı artistik golf hareketleri hálá hafızamda. Bir de hem sabırlı, hem de gazı iyi veriyor. Bir saat sonunda sandım ki, Türkiye’de sahalara yıllarca damgasını vuracak bir golfçü yetişiyor.

Golfle ilgili ilk önyargım, "güçlü" olanın daha iyi golfçü olduğu kanısı. Hiç de öyle bir şey yok. Tekniğini bilip, topa doğru vurdun mu top kendiliğinden kanatlanıp uçuyor.

İkinci önyargım, vücudun çok fazla hareket etmediği yönündeydi. Yani golfü fazla "enerji" harcanan spor saymıyordum. Ne demek! Golf ciddi vücut çalıştırıyormuş. Boyun, bel, kol, ayak hepsi işin içinde.

Üçüncü önyargım, golfün zor öğrenilen bir spor olduğu yolundaydı. Kolay değil, ama zor asla değil. Golf sopasını doğru tutacaksın (tabii tutabilirsen), bir de atış hareketini ve sonraki tamamlama hareketini doğru yapacaksın.

Golf, antrenmanda bile zevkli. Ama ilk başlarda avuç içlerinize dikkat. Su toplarsa bir süre antrenmana ara verebilirsiniz.

Adnan hocam, kırk saat antrenmanla sahalara çıkabileceğimi söyledi. İkinci saat ders için hafta sonunu dört gözle bekliyorum. Kırk saat sonunda Kaya Çilingiroğlu benden korksun! Tabii korkacak başka birileri de olabilir. Heeeeyyy... Savulun. Türkiye’nin en iyi golfçüsü sahalara geliyor.

CUMA İTİRAFI

esef esef; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 28; İl: İzmir

Evi arayan 6 yaşındaki oğlumla aramızda geçen diyalog: "Anne ben Ahmetlerdeyim, doğum günü operasyonu tamam." "Oğlum Ahmet’in doğum günü mü varmış?" "Hayır anne Ozan’ı atlatıp buraya geldik, operasyonun adı da ’doğum günü’ydü. Niye anlamıyorsun anne?!" Bu yeni nesil tehlike çanları çalarak geliyor sayın itiraf.comcular.

Yorum: Korkacak bir şey yok. Yeni nesil Türkiye’de yaşamak için "çete" kurmak gerçeğini öğrendi, hepsi bu. Gelecekte aileler bile "hücre" şeklinde örgütlenecek, sorun kökten çözülecek, daha ne istiyorsunuz?

CUMA TAKINTISI

Bugün Eskişehir’den bir takıntı öneriyorum. Kızıkcıklı Mahmut Pehlivan Caddesi üzerindeki Çin Lokantası. Sevgili Firüzhan (Kanatlı) ne yaptı ne etti Çin Lokantası’nı tutundurttu. İddia ediyorum, Eşkişehir’deki Çin Lokantası Hilton’un Dragon’undan sonra Türkiye’deki en iyi Çin yemeğini yapıyor. Eğer yolunuz Eskişehir’e düşerse, mutlaka ve mutlaka Çin Lokantası’na uğrayın. Yıllar sonra, orada çalışan ve atmosfere Çinli diyarı havası veren kızımıza da "iyi akşanlar" yerine "iyi akşamlar" dedirtmeyi bile becerdim. Kıymetimi de bilin.

CUMA LAKIRDISI

"Dünyada başarı kazanmanın iki yolu vardır: Kendi aklından faydalanmak, başkalarının akılsızlığından faydalanmak." (LA BRUY)
Yazının Devamını Oku

Görmemişin alışveriş merkezi olmuş

8 Haziran 2006
En son Sabancı Grubu’nun "kurumsal itibar" artırıcı Picasso sergisini bu kadar abartmıştık. Şimdi de mimarisi, markaları, atmosferi biraz değişik bir alışveriş merkezini o kadar abarttık ki, neredeyse Türk sermayesinin, Arap mühendislerin, Amerikalı mimarların yaptığı Kanyon’un açılışı Türkiye’nin en önemli olayı haline geldi.

Diyeceksiniz ki önemlisi olmasa Başbakan açılış yapar mı?

Yapmayın Allahaşkına, "önemli" ölçütünüz bu mu? Bizde Başbakanlar nerede bir kalabalık görse ellerine makası alıp koşacak kıvamdalar. Onlar için ha mahalle bakkalı, ha nükleer santral, fark etmiyor. Siz hiç ABD Başkanını, İngiltere, Almanya, Fransa Başbakanlarını alışveriş merkezi açarken gördünüz mü?

Ben görmedim, duymadım.

Peki niye önemli bu kadar Kanyon?

Alt tarafı, üst tarafı, doğal tarafı her şeyiyle bir alışveriş merkezi değil mi?

Çokca gezilsin, trafik artsın, oradaki mağazalar iş yapsın, ortaklar da "kár" etsin.. diye yapılmadı mı?

Akmerkez’e, Nautilius’a, Capitol’e, Metrocity’e rakip değil mi?

Hadi farklı bir tasarım, format içerdiği için normalin biraz ötesinde bir "haber-magazin-halkla ilişkiler" vurgusunu kabul edelim.

Ama niye bu abartı? Reklamın işini niye haber yapıyor..

AB’ye sadece çevre, eğitim, iletişim yasalarını değiştirerek girebileceğimizi mi sanıyorsunuz.

Önce birinci elden tanık olduğunuz "şu gereksiz abartı" kültürümüzden bir vazgeçsek!

Muhalefete yuh, TRT’ye alkış

TRT çok sayıda çalışanı ve kuş kadar üretimi ile dünyanın en verimsiz kurumlarından biri haline geldi. Daha önce de belirttiğim gibi TRT’nin tek kurtuluşu acilen özelleşmesi!

AKP 2002’de daha iktidara gelir gelmez TRTnin sorunlarını çözeceği yerde işi daha da içinden çıkılmaz hale getirdi.

Her yerde yaptığı "badem bıyıklı-eşi türbanlı" atamalarını TRT’de yaptı. TRT’nin yetişmiş aydın kadrolarını saman gibi etrafa dağıtmaya çalıştı.

Çaktırmadan ve çaktırarak "ılımlı İslam devletine" uygun bir yayın politikası TRT’ye gün geçtikçe hakim olmaya başladı.

O kadar soruna rağmen AKP, TRT’yi vekille yönetmekte ısrarcı..

Vekil Ali Güney de "bal tutan parmağını" yalar hesabı yurt dışını mesken tutmuş durumda.

Nerede ABU, EBU, BİBİ, BUBU, ŞUBU toplantısı bulursa cumburlop vekil başkan heyette..

Ali Güney’in "tek sözcük" İngilizce bilmediği halde ülke ülke dolaşmasını eleştiriyorlar.

Benim takıldığım nokta orası değil. Başbakanımızın da Tarzancasıyla dolaşmadığı ülke kalmadı biliyorsunuz.

Takıldığım nokta.. Bu kadar sorun, tepki, şikayet arasında vekilin bu gezilere nasıl ve niye zaman ayırdığı...

Eğer işler içinden çıkılmaz hale geldiyse ve TRT’de artık vekil bile çareyi yurt dışına kaçmakta buluyorsa varın TRT’nin getirildiği noktayı siz düşünün!

Bir ülkenin kaynakları TRT gibi bir devlet kurumunda bu kadar açık çar çur edilirken, "ılımlı İslami" yayın politikası bu kadar gün ışığındayken muhalefet (CHP) mecliste hesap soramıyorsa, konuyu gündemde tutamıyorsa yaptıkları siyasete de muhalefete de yuh!

Başka bir ülkede bir devlet kanalına bu kadar eziyet edilse, hükümet tasını tarağını toplar evine dönmek zorunda kalırdı... Kalmaz mıydı? ("İktidar olunca nasıl olsa TRT’yi biz de arka bahçe olarak kullanacağız, aman şimdi susalım" diyorlarsa onu bilemem.)

Tırtıl

Evlilik modern dünyadaki en gelişmiş savaş biçimidir (M. Bradbory)
Yazının Devamını Oku