GeriSeyahat Torosların ardında, bir göl kıyısında...
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Torosların ardında, bir göl kıyısında...

Torosların ardında, bir göl kıyısında...

Yazın bu son sıcak günlerinde Ankara’dan güneye inmek güzeldir; güzeldir de, güneye giden yol boyları sıkıcıdır. Doğa kavrulmuş, renkler solmuş, ortalık sarı sıcaktır. Göz alabildiğince uzanan bozkır, -yer yer ekin tarlaları da olsa- “ağaçsız/ kuşsuz/ gölgesiz”dir. Bu sıkıcı, uzayıp giden yol boylarında, arada mola vermek, bazen vaha gibi bir su başında, bir çay ocağında yahut -çevrede varsa- bir ören yerinde duraklamak iyi gelir. Daha da iyisi, yolu biraz uzatarak yeni güzergahlar keşfetmek, yeni yerler görmektir.

ıllar önce Burdur civarında 20 km’lik bir kaçışla Sagalassos’u görme şansına kavuşmuştum. Nasıl mutlu olduğumu anlatamam. Sonra tümüyle başka bir hat seçerek Antalya’ya, Akşehir üstünden gitmeye başladım. Böylece hem geçerken Nasreddin Hoca’yı selamlıyor, hem de Eğirdir’in tadına doyulmaz manzarasını yeniden görmenin keyfini yaşıyordum. Bu küçük arayışlarla yolum başka bir kez Beyşehir’e düştü. Beyşehir, yol üstü görülüp geçilecek bir kasaba değil; Ankara ile Antalya arasında, her ikisine de üç, Konya’ya bir saat uzaklıkta, Anadolu bozkırında saklı bir cennet. Yamaçlarında Torosların kuzeye bakan çam ormanları, önünde Türkiye’nin üçüncü ve en büyük tatlı su gölünün maviliği ve ardında uzanan bereketli bir ova.

Torosların ardında, bir göl kıyısında...

Tarihi bir söylenceye göre Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat, bölgeyi görünce “cennet dedikleri” demiş, “ya burasıdır, ya da buranın altında bir yerdedir!” Gerçekten de Sultan, Konya’nın sıcağından ve Alaiye’nin (Alanya’nın) neminden kaçıp yaz aylarını, göl kıyısında yaptırdığı sarayında geçirmeye başlamış. 13. Yüzyılın ilk yarısında yapılan Kubadabad, bugün Anadolu’da ayakta kalan tek Selçuklu Sarayı; hem mimarisi ve hem de Asya özelliklerini büyük ölçüde koruyan çini süslemeleri ile sanat tarihçilerinin ve turistlerin önemli bir ilgi merkezi.

Ancak Beyşehir’de görülebilecek olan sadece doğa güzellikleri ile Gölyaka köyü kıyısındaki saray kalıntılarından ibaret değil. Daha bir çok yer ve Selçukilerden Hititlere uzanan görkemli anıtsal yapı/ yapıt var. Bunların başında Eşrefoğlu Camii geliyor. Osmanlı’nın kuruluş yıllarıyla yaşıt olan cami, 1299’da Eşrefoğlu Süleyman Bey tarafından yaptırılmış; Anadolu’nun en büyük Selçuklu Camisi. Ortasındaki kar kuyusu sayesinde sürekli nemli olması sağlanan ahşap direkleri, kündekari minberi ve çini süslemeli mihrabı ile insanı tarihin derinlerine, manevi duyguların yoğunlaştığı bir ortama taşıyor.

Torosların ardında, bir göl kıyısında...

Ankara’da Anadolu Medeniyetler Müzesi’nin bahçesinde kopyası bulunan 70 tonluk, üzerinde dev insan ve aslan kabartmaları olan 3 bin yıllık Hitit Anıtı, Beyşehir yakınında Fasıllar Köyünde boylu boyunca toprakta yatıyor. Anıtın karşısındaki kaya bloklarında genç yaşta ölen Romalı Lukuyanus’un atı, 2 bin yıl öncesinden zamana meydan okuyor. At kayası denilen bu kabartmanın altında, 2 bin yıl önce, İklim-i Rum’da uygulanan at yarışı kurallarının yazılı olduğu bir kitabe var. Fasıllar Köyünü ve anıtın durumunu çok geç görmüş olmak içimde gerçek bir hüzün nedenidir. Çünkü, anıtla ilgili karar ve koruma önermelerimin sonucunu izleme ve görme imkanım olamadı.

Beyşehir, Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden biri; çevrede höyükler ve mağaralar var. Buralarda yapılan bilimsel çalışmalar Toroslar’ın arka yüzündeki insan izlerinin beş bin yıldan öncelere uzandığını kanıtlıyor. Bu köklü tarih içinde yakın sayılabilecek -3 bin yıllık- bir başka önemli Hitit yapıtı, Eflatun Pınarındaki su anıtı. Romanın anıtsal çeşmelerine esin kaynağı oluşturduğunu düşündüğüm bu mekan, suyun kaynağında kaya bloklarına işlenmiş insan ve doğa tasvirleri, önündeki düzenli havuz ve çevreye serpilmiş diğer heykellerle gerçekten çok etkileyici. Kaya blokları üzerindeki figürleri dikkatle inceleyince, bütün inanç ve yönetim farklılıklarına karşın, bu topraklarda -birbirinin içinde süregelen- derin kültür izleri olduğunu daha iyi anlamaya başlıyorsunuz.
Bütün bu tarih yolculuğunun sonunda, yola devam etmek, bir an önce Antalya sahillerine kavuşmak için acele etmeyin. Beyşehir gölü kıyısındaki yeme-içme mekanları ya da tüm panoramayı görebileceğiniz -Milli Park içindeki- Manastır Yaka tepeleri, üstelik unutulmaz lezzetlerle ziyaretçilerini ağırlamayı bekliyor. Hele antika ve eski eşya ile ilgileniyorsanız, Beyşehir’de mutlaka konaklamalısınız. Çarşı büyüklüğünde bir eski eşya deposu, büyük şehirlerde bulmakta, bulsanız almakta zorlanacağınız Anadolu’nun bin bir renkli güzelliği -kapılar, tavan süslemeleri, kilimler, kaplar, seramikler, çiniler- ile dolu. Biraz meraklı iseniz saatlerce gezebilirsiniz ve akşam şehirde yürürken, bir kanalın üstünde, özenle aydınlatılmış eski bir su bendi ve köprü, sizi günün keşmekeşinden uzak bambaşka bir hayal alemine götürebilir.

False