GeriSeyahat Kutsal Latmos’un eteklerindeki Bafa gölü
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Kutsal Latmos’un eteklerindeki Bafa gölü

Kutsal Latmos’un eteklerindeki Bafa gölü

Ege Bölgesi’nin en büyük gölü Bafa, öyle geçerken uğramak yerine enikonu zaman ayırıp unutulmaz anlar geçirebileceğiniz bir yer. Antik yerleşimleri, kuş gözlem alanları, salaş kır lokantalarıyla tarihe, doğaya ve lezzete çağıran bölgede gezerken Selene’nin hikâyesiyle hüzünlenecek, Latmos’un dansçılarıyla gülümseyeceksiniz. Tıpkı benim gibi…

Bodrum Milas Havalimanı’nı tercih edenler için Bafa’ya ulaşmak hiç zorlu değil. Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğun ardından Herakleia Antik Kenti tabelasını görüyorsunuz. Oradan sağa dönüp göle ve kıyısındaki Kapıkırı Köyü’ne ulaşıyorsunuz. Antik adıyla Latmos ya da günümüzdeki adıyla Beşparmak Dağları’nın testereyi andıran kıvrımları insanın hayal gücünü harekete geçirmekte gecikmiyor.

Medeniyetlerin izleri

Yüksek bir tepenin üzerinde duran Athena Tapınağı görüş sahama girdiğinde Herakleia’ya vardığımı anlıyorum. Karia medeniyetinin en önemli liman kentlerinden olan Herakleia Antik Kenti’nin kalıntıları, günümüzde Bafa Gölü’nün kuzeydoğusundaki Kapıkırı Köyü’yle iç içe geçmiş durumda. Civarda gezinirken önce dik bir yamaca kurulu Gölyaka Köyü çıkıyor karşıma. Sol yanımda durgun sularıyla Bafa Gölü, sağ yanımdaysa antikçağdaki adıyla Latmos ya da Beşparmak Dağları uzanıyor. Biraz ilerideki Athena Tapınağı, köy camisinin beyaz minaresiyle muazzam bir kültürel kombinasyon oluşturuyor. Herakleia, ilginç bir antik şehir. Bilinen tarihi MÖ 8’inci yüzyıla kadar uzanıyor. Herakleialılar, kentlerini kayalık bir yamaç üzerine kurmuş ve çevresini 5.5 metre yüksekliğinde, 6.5 kilometre uzunluğunda surlarla çevrelemiş. Surların belli bölümleri şaşırtıcı derecede sağlam kalmış. Öyle ki bazı kuleler günümüzde bile fark edilebiliyor.

Denizci bir uygarlığın temsilcileri olan Karialılar, antik dönemde deniz ticareti ve mermer madenleriyle zenginleşerek altın çağını yaşamış. Antik Milet şehri ve Didim Apollon Tapınağı, buradan gemilerle götürülen mermerlerle inşa edilmiş. Derken Büyük Menderes Nehri’nin yüzyıllar boyunca taşıdığı alüvyonlar körfezi doldurunca denizden kopmuş Herakleia. Günümüzde Bafa Gölü denizden yaklaşık 17 kilometre uzakta.

Kapıkırı Köyü’nün dört bir köşesine dağılmış antik kalıntıların izini sürmeye başlıyorum. Sarp kayalar üzerine kurulu köy evleri, sanki gökyüzüne asılmış gibi duruyor. MÖ 2’nci yüzyıla tarihlenen Athena Tapınağı, göle ve köye hâkim alçak bir tepe üzerinde kurulmuş. Hemen arkasındaki Kapıkırı İlkokulu’nun bahçesindeki antik Herakleia’nın çok katlı Helenistik agorasından (pazaryeri) geriye sadece tek kat kalmış. Agoranın doğusunda senato binası, yanı başında Roma hamamı, biraz daha yukarı yamaçlarda Roma dönemi yapılarından antik tiyatro kalıntıları var. Göl kıyısına inen patika üzerinde Endymion Sunağı’yla karşılaşıyorum. Bu alan hem Helenistik hem de Roma dönemlerinde kutsal kabul edilmiş. Köyün hemen girişindeki Bizans Kalesi, günbatımı seyri için harika bir yer. Güneş ağır ağır alçalırken Bafa Gölü’nün efsanevi sularını da kızıla boyuyor.

8 bin 500 yıllık resimler

Ertesi sabah doyurucu bir Ege kahvaltısının ardından küçük bir tekne kiralayıp motorumu Bafa’nın maviliklerine sürüyorum. Gölde beş adacık var. Adaların bazılarının üzerinde şapel, bazılarının üzerindeyse manastır ve sur kalıntıları göze çarpıyor. Bafa Gölü çevresinde yapılabilecek en iyi aktivitelerden biri de, Beşparmak Dağları’nda doğa yürüyüşüne çıkmak. Bu yürüyüşte Yediler Manastırı, erken dönem Hıristiyanlık çilehaneleri, asırlık şapeller ve eski çağlardan kalma mağara resimleri görülebilir. Karadere Mağarası’nda MÖ 6500’lü yıllarda yapılmış, ‘Latmos’un Dansçıları’ adı verilen kaya resimleri var. Gerçekten de muhteşemler.

Günümüzde Beşparmak Dağları’nda trekking yapılan 14 ana parkur var. Günde 8-10 saat yürüyüş gerektiren bazı parkurlara, eşya taşımak üzere eşekler eşlik ediyor.

Selene’nin gözyaşları suyun içinde parlıyor...

Ay ışığında Bafa Gölü kıyısında olmanın insanı hayatın tüm karmaşasından uzaklaştıran bir tarafı var. Gölün kıpırtısız yüzeyi iyiden iyiye yakamozlandığında, Bafa’yla özdeşleşen mitolojik hikâyeyi anımsıyorum: Ay tanrıçası Selene, iki beyaz atın çektiği gümüş tekerlekli arabasıyla Latmos Dağları’nın üzerinde gezinirken, kavalıyla hüzünlü ezgiler çalan yakışıklı keçi çobanı Endymion’u görür görmez ona âşık olur. Geceleri Bafa sularının kıyısında buluşurlar. Aşkları zamanla öylesine ünlenir ki tüm Karia ülkesinde onlar konuşulur. Ancak tanrılar tanrısı Zeus, bu büyük aşkı kıskanır ve zavallı çobanı sonsuz uykuya mahkûm eder. O gün bu gündür güzel Selene, gölün kıyılarında talihsiz sevgilisini arar. İşte o günlerden bu yana da dolunaylı gecelerde Bafa Gölü’nün bir başka güzel olduğu söylenir. Çünkü suyun üzerine vuran ay ışığının Selene’nin gözyaşlarının pırıltısını açığa çıkardığına inanılır. Gerçekten de ay ışığında Bafa Gölü’nün güzelliği söylendiği kadar var.

False