GeriSeyahat Kunta Kinte’nin limanında bir pazar ikindisi
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Kunta Kinte’nin limanında bir pazar ikindisi

Kunta Kinte’nin limanında bir pazar ikindisi

Tuğla cepheli evleri, bakır rengi kaldırımları, parke taş kaplı sokaklarıyla 18’inci yüzyıl İngiltere’sini çağrıştıran Annapolis, Sultan 1. Abdülhamit’in çağında, ABD’nin başkentiydi. Bugün sadece Maryland Eyaleti’nin merkezi. Şehir, servetini köle ticaretine borçlu. Utanç verici geçmişini saklamak yerine, bununla yüzleşmeyi tercih etmiş. Anıtları, müzeleriyle kölelerin anısını yaşatıyor. Martın ikinci pazarında, beş çayı için şehre uğradım, geçmişin dünyasına uzandım.

Church Meydanı, güneşli bir pazar ikindisinde sükûneti yaşıyor. Meydanın ortasındaki 1692’den kalma St Anne Kilisesi’nin kapısı kapalı. Çevresindeki yoldan geçen taşıtlar, geçitlerde yeşil ışığı bekleyen yayalar telaşsız. Sahile inen Main Street’ten limandaki yelkenliler, uzaktan geçen gemiler görülüyor. Meydana bakır kırmızısı hakim. Kilise, kaldırımlar, çevredeki binaların yüzeyleri, kısacası otoyol ve gökyüzü hariç her yer tuğla kaplı. St. Anne’in bahçesinde, algerdan (robin) kuşları, sonbahardan kalma yaprakların arasında solucan avlıyor. İstanbul’da nadiren rastladığım algerdanlara oranla çok büyükler, sesleri bülbüle hiç benzemiyor. Kuşları izlerken bir mezarın üstündeki yazı dikkatimi çekiyor: “Londralı Bayan Ann Dullany’nin tahrip olan mezarı 1826’da restore edilmiştir.” Bayan Dullany’nin doğduğu çağdaki Londra’yı, öldüğündeki Annapolis’i hayal ediyorum... Gözümden 1980’lerde TRT’de yayımlanan TV dizisi Kunta Kinte’den siyah beyaz kareler geçiyor...

REYNOLDS’DA ZAMAN DURMUŞ

Meydanın güneyindeki Reynolds Tavern’in kapısından girdiğimde, basık tavanlı küçük holün loş atmosferine gözlerimin alışması zaman alıyor. Üç yıl önce geldiğimde teker teker incelediğim, müzeyi andıran vitrinler yerli yerinde: Asırlık porselen çay takımları, demlikler, gümüş çatal bıçak setleri, 250 yıl önce binanın temeli kazılırken bulunan objeler, karabüyüde kullanıldığı sanılan hayvan kemikleri...
Tek yenilik duvardaki çerçevelenmiş, The Washington Times kupürü. Garsonun masa göstermesini beklerken, hızla okuyorum gazete kupürünü. Dining Out adlı köşesinde Scott Haring övgülere boğmuş Reynolds’u. Bu arada binanın öyküsünü de anlatmış. Şapkacı Reynolds 1747’de binayı inşa ettirip, pansiyon ve
/images/100/0x0/55eaff1cf018fbb8f8a43aa2
restoran olarak hizmete açmış. 19’uncu yüzyıl sonunda banka, kütüphane olarak kullanılan yapı 1984’te tescil edilip, “Annapolis’in Tarihi Hanları” arasına katılmış ve bugünkü işletmecisi tarafından tekrar restorana dönüştürülmüş...
Güler yüzlü garsonun peşinden, oturma odasından hallice büyüklükteki şömineli salona yöneldiğimde şen kahkahalar çarpıyor kulağıma önce. Üç büyük masanın etrafında, şık giyimli, orta yaşlı üç kadın grubu beş çayı eşliğinde hararetli bir sohbete dalmış. Küçük masalarda genç çiftler Cornwall usulü reçelli, kaymaklı kurabiye tabakları eşliğinde çaylarını yudumluyor. Masalarda bembeyaz kolalı örtüler, küçük cam vazolarda eflatun renkleriyle göz alan Peru zambakları, duvarlarda 19’uncu yüzyıl sonundan Annapolis fotoğrafları, İngiliz kraliyet ailesinin soy ağacı, Kraliçe Elizabeth’in gülümseyen portresi, hatta Prens William’ın gelecek ay düzenlenecek nikahını müjdeleyen bir flama... Yerde basılmaktan boyaları çıkmış tahta döşemeler...
Yanıbaşında hayat tüm hızıyla akarken Annapolis’in en eski tavernasında hayat durmuş gibi. Washington ve Baltimore’a 40, dev alışveriş merkezlerine 5 kilometre uzaklıkta, bambaşka bir zaman diliminde, farklı bir hayatın içindeyim. Bu binanın her ayrıntısında bir öykü, yaşanmışlık var. Herhalde 200 yıl öncesinin gezginleri de yanıbaşımdaki küçük pencereden baktığında aynı manzarayı görüyordu: St. Anne’in kapısı, çan kulesi, caddeden usulca geçen fayton, silindir şapkalı sürücü... Bunları düşünürken çayım gümüş tepside seremoniyle geliyor. Tombul demlikte Assam, yanındaki tabakta ahududu reçeli, kaymak ve beş çeşit mini pasta dilimi... Tıpkı Güney İngiltere’de, Cornwall’daki gibi...

SİMGESİ MAVİ YENGEÇ

Reynolds’dan çıktığımda güneş binaların arkasında kaybolmuş, kış güneşinin sarı huzmeleri sadece 300 yıllık belediye binasının en üst katındaki güzel armadan yansıyordu. Denize inen sokaklardan birine girip, sahile doğru yürüdüm. İki katlı binaların üstlerindeki plakalardan koruma altında oldukları anlaşılıyordu. Yolun karşısındaki bir binada, Burgess Evi plakasını görünce şaşırdım. Otomatik Portakal’ın İngiliz yazarı Anthony Burgess burada yaşamış olabilir miydi? Neyse ki, restorasyondaki binanın kapısındaki tabela beni aydınlattı. İlk sahibi John Maynard, 1811’de özgür bir zenci olarak Maryland’de doğmuş, ticarete atılıp para kazanmış. Pek çok köleyi satın alıp azat etmişti. İkinci sahibi Burgess ise evi zencilere yönelik pansiyon olarak kullanmıştı. Şimdi Afro Amerikalı zenci kültürü bu evde tanıtılıyordu.
Kölelerini unutmayan şehrin bakır renkli kaldırımlarında yürüyüp, ahşap evlerin, caddeye uzanan direklerde gururla dalgalanan bayrakların gölgesinden geçtim. Pekçok evin kapısında “Tarihi Miras” tabelası vardı. Sahile vardığımda bugünün dünyasına yaklaşmıştım. Yat limanının çevresindeki kafelerin, hediyelik eşya mağazalarının önündeki masalarda biralar içiliyor, yemekler yeniyor, dev külahlarda dondurmalar tadılıyordu. Annapolis’in deniz ürünleri, özellikle istakoz ve mavi yengeci ünlüydü. Seramik, resim, el işi takı galerinde şehrin simgesine dönüşen mavi yengeç tablolara, vazolara, kolyelere işlenmişti. Galerilere göz atıp sahile inerken kaldırımda çevirdiği bir gence nutuk atan, Vietnam gazisi kılıklı evsizin önünden geçtim. Elindeki bira tenekesini sallayıp, kıyıdakileri gösteriyor, bir yandan öfkeyle bağırıyordu: “Benimle şaka yapılmaz. Ayağıma bastıklarında (sinirimi bozduklarında) başlarına neler geleceğini bilmiyorlar...”

ÇOCUKLARI SEVEN HEYKEL

Kıyıdakilerin hiç umurunda değildi bu tehditler. Rengi kahverengiye çalan suda rengarenk yaban ördekleri yüzüyordu. Gözleri bariyerlerin ardından ekmek atan çocuklardaydı. Bir başka çocuk grubu, Alex Haley Anıtı’yla adeta bütünleşmişti. Kökler’in yazarı bankta oturmuş, çevresindeki çocuklarla sohbet ederken tasfir edilmişti. Bu heykel grubunun arasına sahilde pazar gezintisine çıkan çocuklar, anneler sıralanmış, muhtemelen yazar ve eseri üzerine konuşuyordu. Uzaktan bakıldığında yazarla sohbet ettiklerini sanabilirdiniz. Anıtın yanıbaşındaki yazıtta, Kökler romanının Afrika’da köleleştirilen kahramanı Kunta Kinte’nin bu limana zincire vurulu olarak getirildiği, anıtın aynı kaderi paylaşan ve Amerika’nın kurulmasında büyük emeği geçen tüm kölelere ithaf edildiği belirtiliyordu.
Koyun sol yakasından Deniz Harp Akademisi’ne doğru yürüdüm. Ülkenin iki önemli askeri denizcilik okulundan biriydi bu tarihi yapı. 1845’te inşa edilmiş ve hâlâ hizmetteydi. Halka açık müzesinde, uzaya giden ilk ABD’li Alan Shepard’ı taşıyan uzay kapsülü sergileniyordu. Ben ise günbatımının tadını çıkarmanın peşindeydim. Limandaki tabeladan öğrendiğime göre mayıs ayında, buradan Chesapeake Körfezi’ne tur düzenleyen tekneler kalkıyordu. Yemekli teknelerde gün boyu körfezi gezmek mümkündü. Haziranın ilk haftasında ise dev yelkenliler geçit yapıyordu.
Limanındaki, bakımlı yatları seyrederek tekrar Church Meydanı’na yürüdüm. Dönüş yolunda şehrin tarihi çikolatacısına girdim. Bana Atina’yı hatırlatan portakal kabuklu çikolatalardan aldım. Alacakaranlık çökmüş, şehrin sokakları akşam yemeği için çevre kentlerden gelenlerle dolmuştu...

İSMİ İNGİLTERE KRALİÇESİNDEN MİRAS

Annapolis, Severn Nehri’nin okyanusla buluştuğu Chesapeake Körfezi’nde. 1649’da Virginia’dan sürgüne gönderilen ve Puritenler adı verilen bir İngiliz protestan grubu tarafından kuruldu. İlk ismi Proctor Kasabası, sonra Lord Baltimore’un karısından ilhamla Anne Arundel’in Kasabası ismi verildi. 1708’de İngiltere, İskoçya, İrlanda ve Fransa kraliçeleri ünvanını taşıyan Kraliçe Anne’den esinlenerek adı Annapolis’e dönüştürüldü. İngilizler’e karşı yürütülen bağımsızlık savaşının ardından 1784’te ülkenin ilk başkenti oldu. Barış antlaşmasının onaylandığı Hükümet Konağı, ülkenin en eski parlamento binası. Köle ticaretinden sonra istakoz, istiridye ve diğer deniz ürünleri avcılığına yönelen şehir, “Amerika’nın Denizcilik Başkenti” olarak biliniyor. Her yıl yaklaşık 10 bin yat şehri ziyaret ediyor. 1900’lerin başında 8 bin olan nüfusu bugün 35 bin kişi. İlk gazetesi, tiyatroları 18’inci yüzyılda kurulan şehrin caz kulüplerinde, konser salonlarında bugün dünyanın önde gelen sanatçıları konser veriyor.
False