GeriSeyahat Hayat dolu Göksu Deltası’ndan çıktık yola...
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Hayat dolu Göksu Deltası’ndan çıktık yola...

Hayat dolu Göksu Deltası’ndan çıktık yola...

Güneşin yıl boyu sıcak yüzünü esirgemediği Taşeli Yarımadası’nın yaşam kaynağı Göksu Deltası... Akdeniz’in Anadolu bozkırlarına açılan kapısı Ermenek’e uzanan, sürprizlerle dolu bir yolculuğa çıkıyoruz Göksu Nehri’nin peşinden. Dev testere dişlerini andıran yamaçlar, heykeltıraş titizliğiyle oyulmuş kaya mezarları, derin kanyonlar ve göz alabildiğine kayalıklar... Bol bol manzara fotoğrafı çekebilirsiniz.

Toros Dağları’nın eteklerinden Akdeniz’e meraklı bir insan başı gibi uzanan Taşeli Yarımadası’nın 8 bin yıllık kültür birikimiyle yoğrulmuş toprakları, her adımda sürprizli bir yolculuk vaat ediyor. Toroslar’da seksek oynayan çocuklar gibi Göksu Nehri’nin peşi sıra bir yükselip bir alçalarak ilerleyen Mersin’in Silifke-Mut yolunda her açı değişimi, yeni bir fotoğraf karesi ortaya çıkarıyor. Dev bir testerenin dişlerini andıran yamaçlar, heykeltıraş titizliğiyle oyulmuş kaya mezarları, derin kanyonlar, sivri tepeler ve göz alabildiğine kayalıklar, içinde olduğum panoramayı özetliyor. Göksu Nehri’nin sürüklediği kumulların milyonlarca yıldır denizi doldurmasıyla oluşan Göksu Deltası’nın kıyılarındaki iki büyük lagün, balık ve pavurya yengeci deposu. Akdeniz’in en önemli doğal alanlarından biri olan deltada, 330 farklı kuş türünün gözlemlenebildiği tespit edilmiş. Ayrıca 440’tan fazla bitki türüne ev sahipliği yapan delta, Caretta caretta denizkaplumbağaları, Akdeniz fokları, tepeli pelikan, dikkuyruk, şahkartalı, küçük kerkenez ve sazhorozu gibi nadide türlerin yaşam alanı olarak da biliniyor.

Hayat dolu Göksu Deltası’ndan çıktık yola...

Karacaoğlan’ın memleketi

Mersin’in denize en uzak ilçesi Mut, Orta Toroslar’ın doğusundaki en yüksek zirvelerden biri olan 2 bin 260 metrelik Kızıldağ’ın eteklerine kurulmuş. Taşucu, Silifke’nin iskelesi, Mut ise yaylası olmuş asırlar boyu. Eski bir Hitit yerleşimi olan ilçe, ünlü halk ozanı Karacaoğlan’ın da memleketi olarak tanınıyor. Bizans döneminde İsauryalıların vatanı olan Mut Dağları, sırasıyla Selçuklu, Karamanoğlu ve Osmanlı devletlerinin egemenliğine girmiş. Dört yanı sarp dağlarla çevrelenen ilçedeki Mut Kalesi, La’al Paşa Camisi ve Davut Paşa Kervansarayı, Karamanoğulları Beyliği’nden miras. Karacaoğlan ve Karacakız anıtmezarlarıyla Karaekşi Mesire Alanı, yöre insanının ziyaret etmeyi sevdiği yerlerden.

Hayat dolu Göksu Deltası’ndan çıktık yola...
Alahan Manastırı

Mut’un asıl hazinesiyse kuşkusuz Alahan Manastırı. Mut-Karaman yolu üzerinde bir kartal yuvasını andıran yapı 1.000 metrelik bir tepeden Göksu Vadisi’ne bakıyor. 5’inci yüzyılda sırtını yasladığı dağın sarp yamacına oyularak inşa edilen manastır, çeşitli yapılardan oluşan dini bir kompleks. Arka arkaya sıralanan münzevi mağaraları, bazilika, vaftiz binası, kaya mezarları ve kubbeli kilise, sütunlu bir tören yoluyla birbirine bağlanmış. İlk Hıristiyanların yayılma güzergâhı üzerinde olan manastır, Erken Bizans dönemi taş işçiliğinin zengin detaylarına sahip. Evliya Çelebi’nin “Ustasının elinden yeni çıkmış gibi” sözleriyle anlattığı Alahan Manastırı’nın girişindeki Mağara Kilise’yi ziyaret ediyorum. Manastırın inşasından çok daha eskilere tarihlenen bu kaya kovuğu, iç içe geçmiş pek çok odacıktan oluşuyor. Manastırla ilgili ilk araştırmaları 1890 yılında İngiliz ilahiyatçı Arthur C. Headlam yapmış. Uzun bir aradan sonra 1952’de İngiliz Arkeoloji Enstitüsü ve İstanbul Teknik Üniversitesi manastırın mimari yapısını incelemek üzere çalışma başlatmış.

Kutsal eşya odası

Alahan Manastırı’nın en dikkat çekici yapısı büyükçe bir bazilika. Kapısının üst kısmındaki insan heykelleri, İncil’in dört yazarı olarak yorumlandığı için buraya İnciller Bazilikası adı verilmiş. Bazilikada kutsal eşyanın saklandığı bir odayla ayin hazırlıklarının yapıldığı bir başka oda daha var. Kompleksin ucundaki Doğu Kilisesi’ne doğru ağır adımlarla yürüyorum. Yolda kayalara oyulmuş bazı mezarlar gözüme takılıyor. 135 metrelik bu sütunlu yolun ortalarındaki nişin işlemeleri gerçekten çok etkileyici. Buranın hemen karşısına konumlanan vaftizhanenin ortasındaki haç biçimli havuz, orijinal formunu büyük ölçüde korumuşa benziyor. Buhurdanlardan yayılan dumanlar arasında ayin seslerini hayal ederek Doğu Kilisesi’ne ulaşıyorum. Mabedin duvarları ve sütunları, hatta mimari detayları büyük ölçüde sağlam biçimde günümüze ulaşmış. Kapı alınlıklarına oyulmuş doğa ve hayvan motifleri, zamanın tahribatını yaşamış heykeller, farklı boyutlardaki sütunları ve onları birbirine bağlayan zarif kemerleri hayranlıkla izlerken kendimi zaman makinesiyle 1.500 yıl öncesine ışınlanmış gibi hissediyorum. Burada olduğum için mutlu oluyorum.

Hayat dolu Göksu Deltası’ndan çıktık yola...
Taşeli Platosu

‘Tekerleğin dönmediği yer’

Mut’tan itibaren kıvrıla kıvrıla ilerleyen yol, dağ köyleri, elma bahçeleri, metruk konaklar ve unutulmuş antik kentlerin kıyısından geçerek Toroslar’a tırmanıyor. Sonunda Karaman’ın en güneydeki ilçesi Ermenek’e ulaşıyorum. Antalya ile Mersin arasındaki Taşeli Platosu’nun tam ortasına kurulan ilçe, bir zamanlar doğal bir kale olarak kullanılan Yumrutepe adındaki bir vadi yamacının içinden selamlıyor beni. Coğrafyasının sarplığından ötürü yarım asır öncesine kadar ‘Tekerleğin dönmediği yer’ olarak nitelenen ilçedeki pek çok ev, ahşap direkler yardımıyla kayaların üzerine oturtulmuş. Günümüzde dört yanı asfaltlanıp otomobil trafiğine açılan bölgede 1950’li ve 1960’lı yıllardan kalma klasik Amerikan cipleri, dört çekerli arazi araçları ve yandan sepetli üç tekerlekli motosikletler görmek beni heyecanlandırıyor. Kadınların kapı eşiğinde kahve sohbeti yaptığı, çocukların top koşturduğu, akide şekeri satan mahalle bakkallarının yok olmadığı dar ve dik sokak aralarıysa gerçek bir nostalji adresi.

Hayat dolu Göksu Deltası’ndan çıktık yola...
Ermenek

Türkçeyi resmi dil ilan etmiş ilk devlet olan Karamanoğulları Beyliği’nin ilk başkentinin Ermenek olduğunu biliyor muydunuz? Rüstem Paşa, Sipas ve Ulu camiler ile Tol Medrese, Görmel Köprüsü ve Karamanoğlu Mehmet Bey Türbesi’ni görmenizi öneririm. 5 bin yıllık ilçe, ilk Hıristiyan kavimlerinin sığındığı sayısız münzevi mağarasıyla dolu. Bir gün Ermenek’e yolunuz düşerse yemyeşil bir vahayı andıran Tekeçatı Vadisi’nde uzun bir yürüyüş yapmadan ve Yumrutepe’den Taşeli Platosu’nun uçsuz bucaksız vadilerini izlemeden buralardan ayrılmayın.

False