İstanbul'u dinliyorum gözlerim tamamen açık!

Güncelleme Tarihi:

İstanbulu dinliyorum gözlerim tamamen açık
Oluşturulma Tarihi: Nisan 01, 2022 12:51

Tate Modern’den Venedik Bienali’ne prestijli yerlerdeki ses heykelleriyle yer alan sanatçı Bill Fontana, İstanbul’un sesine kulak verdiği eseri ‘İo’nun Yeni Sesi’nin dünya prömiyeriyle Melih Fereli küratörlüğündeki 'Sesli Dizi' kapsamında Arter’e konuk oluyor. Boğaz’ın çeşitli noktalarından, Yerebatan ve Şerefiye Sarnıcı’ndan video ve ses kayıtları alan Fontana, “Sarnıçların ne kadar tınısal özellikleri olduğunu, adeta bir tapınak görevi gördüğünü anladım” diyor. 'Sesli Dizi'yi Arter'in kurucu direktörü MeliH Fereli'yle konuştuk...

Haberin Devamı

2012 yılında, Melih Fereli küratörlüğünde ‘Erdem Helvacıoğlu: Siyaha Özgürlük’ sergisiyle Arter’de başlayan ‘Sesli Dizi’nin beşincisi, ses heykelleriyle tanınan Bill Fontana’nın İstanbul’dan ilham aldığı projesi ‘İo’nun Yeni Sesi’yle devam ediyor.
‘Sesli Dizi’ kapsamında yer alan sergilerin ortak özelliği ‘sound art’ alanındaki üretimi desteklemesi... Malzeme olarak odak noktasına sesi yerleştiren ‘sound art’, disiplinlerarası olabildiği gibi melez bir biçimde de karşımıza çıkabiliyor. ‘Sesli Dizi’; bir ‘ses sanatı’ yapıtı ile bir müzik parçası arasındaki ayrımı, izleyiciye beyaz bir küpün içinde, tarihsel bir akışta anlatıyor.
Bir müzik parçası yapıtı ritim, melodi, armoni, tını, doku, form üzerine kurulu bir yapıdır. Buna karşın bir ‘ses sanatı’ yapıtı bir heykel, bir resim ya da bir yerleştirme olarak üretilebilir. Bir ‘ses sanatı’ yapıtını bir besteden ayrıştıran diğer unsurlar, uzun süreli kayıtlardan oluşması, doğanın ya da mekanik seslerin mekânla kurduğu biricik ilişkiden beslenmesidir. Ses sanatı kavramsal sanat, minimalizm, elektro-akustik müzik, avangart şiir ve deneysel tiyatro gibi geleneksel anlayışın sınırlarını zorlayan özgün sanat akımlarında kendine yer bulur. 1960’lardan itibaren dönemin avangart bestecileri John Cage, Edgard Varése ve Pierre Schaeffer müziği plastik bir öğe olarak yeniden yorumlayıp ses sanatının gelip geçici bir modadan ibaret olmadığını göstererek günümüze kadar taşır.

Haberin Devamı

KENTSEL ÇEVRE, MÜZİKAL BİLGİ KAYNAĞI
Besteci Erdem Helvacıoğlu’nun Fluxus akımının öncülerinden George Maciunas’ın ‘Piyano Parçası’ adlı eserinden hareketle yeni bir ses yerleştirmesi oluşturmasıyla başlayan; John Cage ve Sarkis’i derinden etkileyen Japonya’daki Ryoanji Zen Bahçesi’nden hareketle üretilen çalışmalarla devam eden ve ardından duyu sistemimizi yeniden keşfetmemiz çalışmalarla tanışmamızı sağlayan ‘Sesli Dizi’ projesinin beşinci sergisi ‘İo’nun Yeni Sesi’, İstanbul’a kulak veriyor. Melih Fereli küratörlüğündeki sergi, Arter’in Bill Fontana’ya özel sipariş ettiği ‘İo’nun Yeni Sesi’ adlı ses/video yerleştirmesinin dünya prömiyerine ev sahipliği yapmasıyla ayrı bir önem taşıyor. Bill Fontana, ürettiği ses heykelleriyle kentsel çevreyi canlı bir müzikal bilgi kaynağı olarak kullanıyor ve dinleyicinin zihninde çağrışım alanları açarak görsel imgelere dönüştürüyor.
‘İo’nun Yeni Sesi’ özünde mitolojik bir hikâyeyi saklıyor. Fontana’nın bu mitolojik hikâyeyi seçme ve hatta sergiye bu başlığı taşıma serüvenini küratör Melih Fereli şöyle anlatıyor: “Fontana’nın işlerine verdiği pek çok ad, daha ziyade teknik tanımlamalar şeklinde olur. Esere ve sergiye isim arayışlarımıza odaklandığımız bir sohbetimizde Fontana suyun hafızası olduğuna inandığını belirtti ve bu bağlamda Boğaz’ın insanlığın sevinçlerine olduğu kadar acılarına da tanıklık etmenin ötesinde, birçok öyküyü de tetiklemiş olabileceğine işaret etti. Ben de bunun üzerine bu çok önemli su geçidine verilen ‘Bosphorus’ adının nereden geldiğini anlatmak ihtiyacını hissettim. Pek etkilendiğini görünce, galiba bu defa farklı bir yola yöneliyoruz ve işin içine mitolojiyi de katabileceğiz diye düşünmekten kendimi alamadım.”

Haberin Devamı

SES DÖNGÜSÜNDEKİ ZAMANSIZLIK

İstanbulu dinliyorum gözlerim tamamen açık

Her şehrin kendine özgü bir sesi vardır. İstanbul hiç durmadan martılarla, sokak satıcılarıyla, vapur düdüğüyle, sirenlerle, adım sesiyle, yağmurla, ‘Akbil’le, mitinglerde atılan bir sloganla, rüzgârla hikâyeler anlatan bir şehirdir. İstanbul’un bu çoksesli yapısını Bill Fontana, ‘İo’nun Yeni Sesi’ adlı sergide yeniden yorumluyor. 2017 yılından beri bu proje üstünde çalışan Fontana, ses bağlamındaki çalışmaları zaman ve mekândan bağımsız olarak değerlendiriyor. Çalışma disiplinini ‘başlangıcı ve sonu olmayan bir süreç’ olarak tanımlayan Fontana, “Ses döngülerindeki zamansızlığı Avusturalya’da yaşadığım ve çalıştığım dönemlerde deneyimledim. Avustralya’da Güneş tutulması anında kuşların hep birlikte hareket edip aynı sesleri çıkardıklarını gördüm. Yağmur ormanlarındaki bu tutulmada bütün bu kuşların söylemek istediği bir şeyler vardı. Aniden karanlık çöktüğündeyse yağmur ormanı tamamen sessizleşti. Bu tutulmadan sonra bir bilim insanına, ‘Tutulma tekrar ne zaman olur?’ diye sordum. 5 bin yılda bir olduğunu öğrendiğim o an sanki kâinatta her şeyin birbirini tekrar ettiğine ve aslında zamansız olduğuna tanıklık ettim. Bu bağlamda da her şeyin zamansız olduğu inancına vardım” diyor.

Haberin Devamı

BOĞAZ, İSTANBUL’UN RUHUNU TEMSİL EDİYOR

İstanbulu dinliyorum gözlerim tamamen açık

İo’nun Yeni Sesi’ sergisini, Fontana, sekiz kanallı dijital kayıt cihazı, akustik mikrofonlar, hidrofonlar ve ivmeölçerlerden oluşan taşınabilir kayıt stüdyosu aracılığıyla İstanbul Boğazı, Yerebatan ve Şerefiye Sarnıcı’nın çeşitli noktalarından topladığı ses ve video verilerinin ‘yeniden konumlandırılması’, bu seslerin gece hoparlörlerle Yerebatan Sarnıcı’nda yayımlanması yoluyla gerçekleştiriyor. Sarnıcın devasa kubbelerinden yayılan çok karışık ve çok çeşitli yankılar İstanbul’un adeta bir temsili niteliği taşıyor. Bill Fontana devam ediyor: “İstanbul’daki bu çalışmaya da beni nehirlerin, denizlerin, okyanusların zamansızlığı itti. İstanbul’da denizin altında ivmeölçerler, ses sensörleri kullanarak bu çalışmayı yaptım. İstanbul Boğazı’nın, İstanbul’un ruhunu temsil ettiğini düşünüyorum. Özellikle Boğaz’ın haricindeki sarnıçların da bu bağlamda çalışmamda önemli bir yer tuttuğuna inanıyorum. 2019 baharında İstanbul’a geldiğimde taşınabilir stüdyomla yaptığım kayıtlar sonrasında, sarnıçların ne kadar tınısal özellikleri olduğunu, adeta bir tapınak görevi gördüğünü anladım.”
Fontana’nın, suyun insan üstünde bıraktığı hafifletici duyguyu, ambisonik ses kayıtlarıyla harmanladığı ‘İo’nun Yeni Sesi’ sergisi Arter’in performans salonlarından biri olan Karbon’da izlenebilir.
Bill Fontana’nın ‘İo’nun Yeni Sesi’ başlıklı sergisi 4 Aralık’a kadar Arter’de.

 

Haberin Devamı

ARTER’İN KURUCU DİREKTÖRÜ MELİH FERELİ İLE “SESLİ DİZİ” ÜZERİNE SÖYLEŞİ...
Arter, İstanbul’a kulak vermeye devam ediyor. 2012 yılında küratörlüğünü üstlendiğiniz Erdem Helvacıoğlu’nun “Siyaha Özgürlük” sergisiyle başlayan “Sesli Dizi” başlıklı proje 2013 yılında “Sarkis: Cage / Ryoanji Yorumu” ile devam etmişti. Ardından “Dinleyen Gözler İçin” ve akabinde “Yağmur Ormanı V” izleyici ile buluştu. “Sesli Dizi”nin çıkış hikayesini, nasıl bir yol izlediğini ve nereye varmak istediğini sizden dinleyebilir miyiz?

İstanbulu dinliyorum gözlerim tamamen açık

Sanat her zaman sesi içermiştir; ancak bugünkü farkındalığı ve bu bağlamdaki zengin üretkenliği tetikleyen süreç Marcel Duchamp’la başlamıştır. Onu takip eden sanatçılar arasında özellikle John Cage’in öne çıktığını gözlemliyoruz. Sanatı hayatın ayrılmaz bir parçası olarak niteleyen Cage’in özellikle gürültü, sessizlik ve müzik bağlamındaki söylemleri çığır açıcı olmuştur. Kendisiyle tanışmamış olsam da, hayatım boyunca beni en etkileyen kişiler arasında öne çıktığını vurgulamak isterim.
Bildiğiniz üzere ben temel formasyonu mühendislik olan ve sanatsal kariyerini klâsik müzik dünyasında yapmış bir kültür-sanat yöneticisiyim. Matematikle klasik müziğin kesişimindeki soyut kapsayıcılık bence eşsizdir; bu olgu gerek eğitimim gerekse kariyerim boyunca sanatın tüm disiplinleriyle ilişki kurma çabalarımın temelini oluşturmuş, ve sanatsal üretime bakışım tüm disiplinlerin ses ve müzikle aralarındaki bağ üzerinden şekillenmiştir.
Arter’in kuruluş ve program felsefinde bu yaklaşımımın etkisinin olduğunu söyleyebilirim; bunun kanıtını hem koleksiyonumuzda hem de “sesli dizi” adını verdiğimiz sergilerimizde görmektesiniz.
John Cage’in az önce değindiğim sözünden hareketle, Arter’in misyonunda herkesin sanata erişme hakkına saygının çok önemli bir yeri olduğunu vurgulamak isterim. Ayrıca düşüncenin özgürce ifade edilebilmesi, analitik düşüncenin içselleştirilmesi, hayatımızda estetiğe ve insana odaklanmanın özendirilmesi çağdaşlaşmanın gereği olarak genel anlamda programımızın yapılandırılmasına ışık tutar.
Hal böyle olunca, “sesli dizi”yi başlatmak ve bu bağlamdaki sanatsal üretimin ülkemizde teşvik edilmesini sağlamak benim açımdan önemli bir öncelik oldu; bu bağlamda başlattığımız uluslararası işbirlikleri, öncü sanatçı ve kurumların yanı sıra akademik kuruluşları da içermektedir. Bu kapsamda Arter’le İTÜ-MİAM arasındaki işbirliğinin kazanımlarına özellikle işaret etmek isterim. Arter gibi nispeten genç bir sanat kurumunun bu konuya yaklaşımındaki güçlü angajmanın ülkemiz açısından çok önemli bir kazanım olacağından kuşkum yok.

Haberin Devamı

Sizce doğayı, kendimizi, çevremizi ne kadar dinliyoruz? Duymakla dinlemek arasında nasıl bir fark var?
Çok az, hattâ belki de hiç! Hayatımızın aşırı hızlanan temposu, hızlı tüketim anlayışı eskilerin şahane deyişiyle ehemle mühimin iyice karışmasına yol açtı; acile öncelik verirken yaşamın anlamını kaçıran insanların çok olduğuna eminim.
Duymak süreklidir, kapatamadığımız bir duyumuzdur; dinlemek ise bir kararlılık ister, odaklanmayı gerektirir. Duyduğumuz her şeyi gürültü olarak kabullenme kolaylığına kaçarız genelde; oysa odaklandığımız zaman, gürültü ve sessizliğin içinde de bambaşka zenginlikler hattâ armoniler keşfedebileceğimize yine John Cage’in dikkat çekiyor.
David Tudor’ın tasarımından hareketle Composers Inside Electronics tarafından gerçekleştirilen ve bir yılı aşkın bir süre boyunca Arter’de sergilenen “Yağmur Ormanı V var. 3” adlı yapıt duyamadığımız seslerin zengin dünyasının en güzel örneklerinden birini oluşturuyor; aynı şu anda sergilediğimiz Fontana’nın “Resounding Io” adlı yapıtı gibi…

Bill Fontana ile nasıl bir araya geldiniz? Birlikte çalışma serüveninizden bahsetmek ister misiniz? Fontana “özel sipariş”iniz ile bir yapıt ortaya çıkarttı. Birlikte nasıl bir fikir üretim süreci geçirdiniz?

İstanbulu dinliyorum gözlerim tamamen açık

Bill Fontana’yı uzun yıllardır hayranlıkla izlerdim ve tanışmamızdan önceki dönemde Arter’in Dolapdere’de inşa halinde olan binasında kendisinin İstanbul’a özgü üreteceği bir işini sergileyebilmeyi düşlerdim. 2017 yazında Lisbon’daki MATT müzesinde yer alan sergisi vesilesiyle ortak dostumuz René Block aracılığıyla tanıştık; kısa zamanda çevre/tarih/insan/ses bileşkesine odaklanan bir ortak dilimiz olduğunu keşfetmenin heyecanıyla sohbeti koyulttuk.
İstanbul’u odağına alan bir eser üretmesine ilişkin önerimizi kendisiyle paylaştığımda aldığım net cevap Arter için ödül gibiydi: “İstanbul’u bana bir altın tepside sunmaktasınız, seve seve!”
Lisbon’daki buluşmamızın ardından yaptığımız yazışma ve sohbetlerde yeni yapıtın temel unsurları üzerine düşündük; tüm işlerinde çevreci bir bakış açısından hareket eden Fontana, bu defa kentimizin su ihtiyacının karşılanması amacıyla tarih boyunca sürdürülebilirlik arayışına dikkat kesildi. Artan nüfus ve değişmekte olan iklim koşulları nedeniyle bu bağlamda tüm dünyada farkındalığın artırılması gerektiği düşüncesiyle suyu temel alan bir yaklaşımı benimsedik. Suyun döngüsel ve formdan uzak yapısıyla “ses”e benzerliği, bu iki olgunun yaratıcı bir şekilde buluşturulabileceğine işaret ediyordu.
Fontana Boğaz’ı “İstanbul’un ruhu” diye tanımlayınca, İstanbul Boğazı’nı temel bir simge olarak ele almak ve ifade ettiği yaşamsallığı suyun sürdürülebilirliğine odaklı insan yapısı mekânlarla buluşturmak fikri, bizi Bizans sarnıçlarına yöneltti. Boğaz’ın sularını Yerebatan ve Şerefiye sarnıçlarına taşımak “ses” üzerinden olacaktı. Sürecin bundan sonrasının ayrıntıları zaten sergimizde mevcut…

İstanbul’un en önemli simgelerinden biri olan “Yerebatan Sarnıcı” akustiğinin dışında sizi nasıl etkiledi? Sergiye nasıl yön veriyor?
Yerebatan Sarnıcı’na aşinalığım aslında konum olarak ona çok yakın olan İstanbul Erkek Lisesi’nde okuduğum yıllara dayanır. Bu muhteşem yapının kültür-sanat bağlamında yoğun biçimde kullanılması ise İKSV genel müdürü olduğum yıllarda gerçekleştirdiğimiz Bienal ve Müzik Festivali projeleri vesilesiyle olmuştur.
Ana işlevi su depolamak olan bu yapının inşası sırasında akustik karakterinin bir öncelik olarak ele alındığını sanmıyorum; ancak dönemin zorlu koşullarında ihtiyaç duyulan - özellikle sütun ve başlık gibi - malzemenin başka tarihî yapılardan taşınmış olmasının yarattığı zengin çeşitlilik, yapının tüm mîmârî özellikleri arasında öne çıkıyor. Ses ve ışık odaklı işler için özellikle yaratılmış bir mekân olduğu hissine kapılmamak mümkün değil… Sergiye yön verişi de aslında ses üzerinden oldu; Boğaz’ın ses kayıtlarına bu sarnıcın vereceği cevabın çok heyecan verici olacağını tahmin edebildik ve yaptığımız deneyler sonucunda serginin ses katmanının önemli bir bölümü bu mekânda yaratıldı.

İo’nun mitolojik hikayesi ile sergi nasıl bir bağ kuruyor?
Fontana’nın işlerinin pek çoğuna verdiği adların daha ziyade teknik tanımlamalar şeklinde olduğunu bilirsiniz; esere ve sergiye isim arayışlarımıza odaklandığımız bir sohbetimizde Fontana suyun hafızası olduğuna inandığını belirtti ve bu bağlamda Boğaz’ın insanlığın sevinçlerine olduğu kadar acılarına da tanıklık etmenin ötesinde, birçok öyküyü de tetiklemiş olabileceğine işaret etti. Ben de bunun üzerine bu çok önemli su geçitine verilen “Bosphorus” adının nereden geldiğini anlatmak ihtiyacını hissettim. Pek etkilendiğini görünce, “galiba bu defa farklı bir yola yöneliyoruz ve işin içine mitolojiyi de katabileceğiz” diye düşünmekten kendimi alamadım.
Öyle ya, Argos prensesi Io hiç suçu yokken Zeus’un aşkı ve karısı Hera’nın kıskançlığı arasında sıkışıp kalmış; hiç haketmediği eziyetli bir süreçte de kim bilir ne ağıtlar yakmıştı… Boğaz’ı geçerken Promete’nin verdiği müjdeyle atmış olabileceği sevinç çığlıkları da Boğaz kıyılarında yankılanmıştı zahir… Biz de Boğaz’ın sularını kaydettiğimiz sesler üzerinden Yerebatan Sarnıcı’na taşırken, suyun belleğinde Io’dan kalan haykırışları da yeniden canlandırıyor olabilecektik; tam da Fontana’nın tüm işlerinin özündeki “sesleri bağlamlarından kopartıp yeni bir bağlama taşımak” eyleminin öngördüğü gibi!

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!