Bir sanatçının yaşlı bir adam olarak portresi

Güncelleme Tarihi:

Bir sanatçının yaşlı bir adam olarak portresi
Oluşturulma Tarihi: Aralık 08, 2022 23:37

İsveçli yönetmen Ingmar Bergman ve Norveçli oyuncu Liv Ullmann’ın kızı Linn Ullmann, ‘Huzursuzlar’ romanında bu iki ünlü sinema insanının ve kendisinin hayatından kesitler sergiliyor. Biyografi, otobiyografi ve kurmaca arasında gidip gelen zarif bir anlatı. Yazar, kendine doğru yapılan yolculuğu etkileyici cümlelerle aydınlatıyor.

Haberin Devamı

Linn Ullmann, New York Üniversitesi’nde İngiliz edebiyatı eğitimi aldıktan sonra 1996-97 arasında Norveç’in önde gelen gazetelerinden Dagbladet’te ve 2006-2007 yılları arasında Aftenposten’da köşe yazarı ve eleştirmen olarak çalıştı. ‘Merhamet’ (Nade, 2002) romanıyla Norveç Okur Ödülü’ne değer görüldü. ‘Kıymetli Çocuk’ (Det dyrebare, 2011) romanı Norveç’te ‘yılın en iyileri’ listesinin yanı sıra New York Times Book Review ve Kirkus Reviews’in listelerine de girdi. İskandinavya’da en çok satan kitaplar arasında yer alan ‘Huzursuzlar’ romanı Ulusal Eleştirmenler Ödülü’ne aday gösterildi. Sanatla yoğrulmuş bir ailede yetişmesinin hakkını veren Linn Ullmann, bugün yazar ve eleştirmen olarak Norveç edebiyatının önemli isimleri arasında sayılıyor.

AİLE ÖZLEMİ
‘Huzursuzlar’, Linn Ullmann’ın babası Ingmar Bergman ile birlikte bir kitap yazma planının ürünü. Aslında baba-kız yaşlanmakla, yaşlanmanın getirdiği sorunlarla, hatırlananlar ve unutulanlarla ilgili bir kitap hazırlamaya niyetlenmişlerdi. Belirlenen günlerde, belirlenen zamanlarda buluşacak, sanat ve yaşam hakkındaki ortak anılarını ve itiraflarını tartışacaklardı. Her şey kasetlere kaydedilecek ve oradan yazıya dökülecekti. Ama babanın son yıllarda başlayan demans hastalığı nedeniyle işler planlandığı gibi gitmedi. Bergman, 2007 yılında öldüğünde sadece altı kaset kalmıştı geriye.
Linn Ullmann, babasının Fårö Adası’ndaki evinde kaydedilen kasetleri tavan arasından indirecek gücü Bergman’ın ölümünden yedi yıl sonra bulabildiğini söylüyor. Ne var ki sesler cızırtılı, üstelik konuştuklarını kendisi bile tam hatırlamıyor. İşte tam bu noktada başlıyor yazmaya; söz konusu bulanıklık hali ‘Huzursuzluk’un kurgusunun temelini oluşturuyor. Babasının ölümü, çocukluğunun ve ebeveyninin anısını tetikliyor; babasını, annesini, onların ilişkisini, bu ilişkideki kendi yerini, çocukluk ve yetişkinlik arasındaki, yaşam ile ölüm arasındaki geçişleri araştıran bir metin çıkıyor ortaya.
Bergman’ın ünlü filmi ‘Persona’nın gösterime girdiği yılda -1966- doğmuştur anlatıcı kız. Annesi Liv Ullmann hem o filmin yıldızlarından hem de Bergman’ın gözde kadın oyuncularından biridir. Aslında isimleri vermek yazara ve metne haksızlık olur. Ullmann’ın seçtiği yolu izleyerek bundan böyle biz de Baba, Anne ve Kız olarak adlandıralım onları.
Aralarında tutkulu bir aşk başladığında Baba 47 yaşında, dört evlilik geçirip sekiz çocuk sahibi olmuş bir adam, Anne ise ondan 20 yaş küçük, üstelik evli bir kadın... Kısacası Kız evlilik dışı bir çocuk olarak gelmiştir dünyaya. Üç sene sonra Baba ve Anne arasındaki ilişki sonlanır. Kız hayatını annesiyle birlikte Oslo ve ABD’de geçirir, dadıların elinde büyür ancak yaz aylarında Baba’nın Hammers’teki evine gitmeyi hiç aksatmaz. Hangi eve giderse gitsin diğerini özleyecektir. Özlem duygusu ve sevdiklerini kaybetme korkusu büyür içinde. Asıl özlediği hiç sahip olamadığı ‘aile’dir:
“Ben babamın çocuğu ve annemin çocuğuydum, ama onların çocuğu değildim, asla üçümüz olamadık; önümde dağ gibi yığılı fotoğrafları karıştırdığımda üçümüzün de olduğu tek bir fotoğraf bile bulamıyorum. Annem, babam ve ben. Bu takımyıldızı hiç var olmadı.”

‘KİŞİSEL BİR ROMAN’
‘Huzursuzlar’ (2016), temaları açısından zengin bir anlatı. Linn Ullmann hatırlama dinemiklerine, sanata, aileye, çocukluk ve yetişkinliğe, cinsiyet farklılıklarından doğan fırsat eşitsizliğine, yaşlılığa ve ölüme kadar pek çok meseleye el atmış. Zamanda ve mekânda ileri geri giderek anlattığı hikâyesinde tek bir anlatıcı kullanmış gibi görünmekle birlikte, yazar olarak Lin Ullmann ile bir karakter olarak çocuk Lin Ullmann arasındaki farka vurgu yapıyor ve bakış açısı ikisi arasında gidip geliyor.
Gençlik yıllarımda Ingmar Bergman sinemasına hayranlık duyduğumu ve çok sayıda filmini izlediğimi söyleyebilirim. ‘Huzursuzluk’u okurken onun filmlerinden birisini izliyormuşum duygusuna kapıldım. Sanıyorum hem babasının filmlerine derinlemesine nüfuz etmiş hem de sinema kültürünü babasından almış biri olarak Linn Ullmann da bu duyguyu vermeye çalışmış. Güçlü tutkulara rağmen sessiz, puslu ve belirsizliğin yoğun olduğu melankolik bir atmosfer. Hatta Bergman’ın hayranlık duyduğu ve filmlerinde kullandığı Bach ezgilerini bile katmaya çalışmış. Kendine doğru yapılan yolculuğu etkileyici cümlelerle aydınlatıyor.
Anlatının merkezinde hatırladıklarını anlatmaktan ziyade hatırlamanın doğasını kavrayabilme çabası var. Az önce de söylediğim gibi yetişkin anlatıcı ile o anlatıcının kız çocuğu versiyonu arasında gidip gelerek ‘kayıp zamanın izini’ sürüyor Ullmann. ‘Huzursuzluk’, Ingmar Bergman, Liv Ullmann ve Lin Ullmann’ın hayatlarına dair nesnel gerçeklerden çok algılanan ve hatırlanan duygularla ilgili. Romanın ilk cümlesini hatırlayalım: “Görmek, hatırlamak, kavramak. Hepsi nerede durduğunuza bakar.”
İşte bu nedenle durduğu yeri sürekli değiştiriyor ve karakterleri -Anne’yi, Baba’yı ve Kız’ı- isimsizleştiriyor. Ancak bu anlatının biyografik ve otobiyografik karakterini değiştirmiyor elbette. “Bu son derece kişisel bir roman” demiş bir söyleşisinde; “Kendimi aldım ve kendi hayatımın büyük bir bölümünü kullandım. Kitabı yazmak bir kurtuluş süreciydi. Bir şey açıldı. Kendi hayatımı daha önce yaşamadığım şekilde kapattım.”
Kısacası gerçekte kim olduğunu bulabilmek için ailesini kurmaca karakterler olarak yeniden bir araya getirmek istemiş. ‘Huzursuzlar’daki deyişiyle: “Anne baba, çocuklar, sevgililer, dostlar, düşmanlar, erkek kardeşler, amcalar ya da tesadüfen yoldan geçenler gibi gerçek insanlar hakkında yazmak için onları kurgusal karakterlere dönüştürmek gereklidir. Onlara can katmanın tek yolunun bu olduğuna inanıyorum. Hatırlamak tekrar tekrar gözden geçirmektir, her defasında da aynı şaşkınlıkla.”
Bu görüşlerinin babasından etkilendiğini söylemek mümkün. Zira Ingmar Bergman’ın kendi babası ve annesi hakkında yazarken şöyle bir not düştüğünü görüyoruz: “Hikâyelerimde gerçeğe her zaman sadık kalma konusunda çok titiz davrandığımı iddia edemem. Biraz lezzet katma adına bazı eklemeler ve eksiltmeler yaptım, bazı şeyleri çıkarıp attım ancak genellikle bu tür oyunlarda olduğu gibi, oyun büyük olasılıkla gerçekten daha netti.”
Kurmaca bir metin yaratma sanatı olan romana gerçek şahsiyetlerin birinci dereceden rollerle katılmasını benimsemediğimi sıklıkla ifade ediyorum. Ancak özellikle İskandinav ülkelerinde kurgu ve otobiyografi arasında sınır ihlalleri yapan romanlar son yıllarda çok revaçta. ‘Huzursuzluk’u biraz farklı kılan, Ullmann’ın kendisinin de otobiyografik romana eleştirel tarzla yaklaşması ve gerçek şahsiyetleri kurmaca karakterlere çevirmek konusundaki ısrarlı tavrı. Olayların değil hafızanın hikâyesini anlatırken kendisini, başkalarını ve hayatı edebiyat yoluyla keşfetmeye çalışan Ullmann, hayat hikâyelerinin nasıl anlatıldığı ve yeniden anlatıldığı üzerinde duruyor.
Kendisine kitapta yazdıklarının doğru olup olmadığını soranlara verdiği cevapla bitirelim:
“Hiçbir şey kesin değil. Her şey nerede durduğuna bağlı. Bir roman doğrulanabilir değildir. Bana güvenmek için hiçbir neden yok. Yaşamak için birbirimize hikâyeler anlatıyoruz.”

HUZURSUZLAR

Bir sanatçının yaşlı bir adam olarak portresi

Linn Ullmann
Çeviren: Dilek Başak
Yapı Kredi Yayınları, 2022
312 sayfa.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!