İnsan, karakter ve irade -2  

Güncelleme Tarihi:

İnsan, karakter ve irade -2
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 19, 2021 09:27

Bilgiye ulaşmanın her geçen gün biraz daha kolaylaştığı çağımızda insanlar arasındaki farkın bilgileri ile iradeleri arasındaki bağlantıdan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Çünkü sınırsız bilgi ve iletişim olanakları bireyi çıkmaza sürükler, birey doğru olanı seçmek konusunda da çoğu zaman kişilerin yahut grupların etkisi altında kalır.      

Haberin Devamı

“İnsanı büyük veya küçük yapan kendi iradesidir.”Fiedrich von Schiller

İrade kavramı, bireyi seçimleriyle baş başa bırakan ve “Birtakım motiflere göre eylemi belirleme gücü. Eyleme ilişkin ruhsal güçlerin tamamı, yapabilme gücü; özgürlüğü ihtiva eden istek.” (Bolay 1997, 229) olarak tanımlanır. Nitekim, kendi zaaflarını keşfetmiş, bilgiyi hayatın zorluklarına karşı kalkan edinmiş bireyler başarıyı yakalamada hep önde gitmişlerdir.

Geçmişten günümüze kadar eğitimin başlıca amaçlarından biri, iyi karaktere sahip bireyler yetiştirmek oldu. Bu nedenle eğitim ile karakter geliştirme arasında sıkı bir bağ vardır ve birçok eğitimci de bu görüşte birleşti. Karakter terimi biyoloji, matematik gibi fen bilimlerinden felsefe, psikoloji, eğitim, güzel sanatlar ve edebiyat gibi sosyal bilimlere kadar birçok disiplinin konu alanına giriyor. Bundan dolayı karakter terimini, her disiplin kendi çalışma alanına göre farklı tanımlandı. Genel anlamda karakter, bir şeyi başka şeyden ayıran temel özellik, ana niteliktir (Türkçe Sözlük, 1998) ve Yunanca kökenli olan bu sözcük -oyulmuş, çizilmiş, kalıpla basılmış- anlamlarına gelir. Ahlak felsefesinde karakter, -kişinin kendi kendisine egemen olmasını, kendi kendisiyle uyum içinde bulunmasını, düşünüş ve eylemlerinde tutarlı, sağlam kalabilmesini sağlayan özellikler bütünüdür. Edebiyat bilimi açısından karakter, edebî eserlerde geçen bir kişiyi benzerlerinden ayıran temel özelliklerin tümü, olaylarda kişinin davranışlarına yol gösteren ve onda hak edileni belirleyen davranış ve tutum biçimidir. Eğitim bilimcilere göre karakter, belli ahlak ölçütlerine göre değerlendirilen kişilik, alışkanlık, güç ve beceriler; değer ve düşünce tarzı türünden temel ögelerden meydana gelen özelliklerinin, onu başka insanlardan farklılaştıran bütünüdür. (Cevizci 2003) Amacı iyi karaktere sahip bireyler yetiştirmek olan karakter eğitimi en geniş anlamıyla örtük veya açık programlar aracılığıyla yetişen yeni nesillere, temel insani değerleri kazandırma, bunlara karşı duyarlılık oluşturma ve onları davranışa dönüştürme konusunda yardımcı olmayı hedef edinir. (Karatay 2011, 1441)

Haberin Devamı

MÜCADELE YETİSİ KATAR

Haberin Devamı

İnsan üzerine yapılan araştırmalar insanın hayatında arzu ettiği şeyleri elde edebilmesi için en önemli iki etkenin zeka ve irade olduğunu göstermiştir ve kişinin maddi-manevi kazanımları için temelde bireysel olarak zeka ve iradeye ihtiyaç duyduğu gerçeği ortadadır. Edebiyatın irade eğitimine katkısı; bireye hem dış dünya ve onun zorluklarıyla mücadele etme, hem de kendi iç dünyasıyla duyguları, düşünceleri, kararlarıyla mücadele etme yeteneği verilmesi şeklinde ortaya çıkabilir. Eserlerde tanıdığı, karşılaştığı ve içselleştirdiği kişilerin karşılaştığı olay, durum ve zorluklar karşısında verdiği tepkiler metin-altı sorularla; “Siz olsaydınız, bu durumda ne yapardınız?” gibi yaklaşımlarla bakış açısı ve eyilimler öğrenilmeye ve belirlenmeye çalışılırken, romanların içeriğindeki iradeli kişilerle, güdülere boyun eğen silik kişilikler yoluyla pedagojik fayda açısından insanın kendi hayatında da arzu ve isteme dayalı davranış değişiklikleri yapmaları beklentisi önemli kazanımlardır. Karakterin, sosyal bir kavram olduğunun altını çizer Adler; “Karakter ruhsal bir tavırdır; bir insanın içerisinde yaşadığı çevreye yaklaşımının özelliğini ve ayırt edici niteliğini oluşturmaktadır; bir insanın önemli kişi olmak için göstermiş olduğu çabaların o insanın sosyal duygusu yönünde gelişmesini mümkün kılan davranış kalıbıdır.” (Adler 1994, 291).

Haberin Devamı

Aristo‘ya göre, -karakter ve ahlak, insanın eylemlerini tesadüfî olmaktan çıkarıp bireyin eylemlerinin bilişsel ve duyuşsal açıdan istemli alışkanlıklar olarak gerçekleşmesine yön vererek bireyin düşünsel, duyuşsal, sosyal ve ahlaki alanlarda olumlu gelişim özelliklerinin bütününü kapsar.

Başarıya giden yolda özgür iradeyi, çalışmayı ve düşünmeyi vurgulamak, mücadeleye hazırlıklı olmayı bilmek gerekir. Bu anlamda her yaşta düzeylerine uygun ve iyi seçilmiş edebî metinlerle karşılaşan gençlerde estetik zevk, ahlâkî duyarlılık, kişilik gelişimi, sağlıklı sosyal ilişkiler ve dil becerisi gibi kazançlar elde edilebilir bilgisi, üzerinde önemle durulması gereken bir husustur.

Haberin Devamı

ROMAN İNCELEME

OĞUZ ATAY - BİR BİLİM ADAMININ ROMANI

Çağdaş dönem Türk edebiyatının postmodern eserleri arasında sayılan Oğuz Atay’ın Bir Bilim Adamının Romanı anlatım, teknik ve kurmaca özellikleri yanında içerik, mesaj, duygu-düşünce değeri bakımından da özgün biyografik bir anlatı-romandır. Oğuz Atay, İTÜ’de hocası ve bir deha olan Prof. Dr. Mustafa İnan’ın hayatını anlatırken; büyüdüğü şehir, aldığı eğitim, özel hayatı, alışkanlıkları, üniversitede yükselişi, zekası, özel bir öğretiyle matematik üzerinde kurduğu hakimiyet, parasız yaşamı, yurt dışında çalışmayı reddetmesi, hastalığı ve ölümü eserin içeriğini oluşturur. Mustafa İnan, bir arkadaşının yönlendirmesiyle Fen Fakültesi’ni bırakarak mühendis mektebine girecektir. Tanımlama, iç monolog ve bilinç akışı tekniğine kadar zengin bir anlatımın sergilendiği eserde, Anadolu’nun küçük bir şehrinden kopup gelen Mustafa, tüm zorluklara göğüs geren başarılı bir öğrenci olarak yurt dışında doktora yapan ilk bilim adamı olur. Alanında ekol yaratmış pek çok mühendis yetiştirmiş olan İnan’ın hayat hikayesinde Tübitak’ın Bilim Adamı Yetiştirme Grubu’na ait bir proje kapsamında yaşama geçirilen ödül töreninden başlatılan anlatımla gençlerin bilimsel araştırmalara özendirilmesi amaçlandı. Oğuz Atay, hocası, mekanik bilgini Prof.  Dr. Mustafa İnan’ın (1911-1967) yaşamını konu edinen romanını tanımlama, iç monolog ve bilinç akışı, alıntılama ve mektup teknikleriyle zengin bir anlatımın sergilendiği romanını çerçeve anlatım ve oluşum romanına yaklaşan bir teknikle yazarken, romanda “insana değer vermeyen toplumun her kesimine” yönelmiş ağır bir eleştiri söz konusu. Biyografik olduğu kadar bir kişilik gelişim eseri olarak da okunabilecek Bir Bilim Adamının Romanı üzerinde durulması gereken, “roman-gerçek ilişkisi” bağlamındaki değeridir. Romanın konusu olmasını sağlayan temel özellik, baş kişinin ve ele alınan esas konunun “bilim” olmasıdır: Bilimin mahiyeti, bilimin insan ve toplum hayatındaki yeri ve önemi, bilim ahlâkı, gerçek bilim insanı, bilim insanının sorumlulukları, değerler, toplumun bilim adamına bakışı, üniversite, beyin göçü gibi izleklerle, içeriği ‘bilim’ üzerine inşa edilen romandaki diğer konular Prof. Dr. Mustafa İnan’ın hayat hikayesinden kesitlerle ele alınıyor ve işleniyor.

Haberin Devamı

Bir Bilim Adamının Romanı, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırmalar Kurumu’nun, Bilim Adamı Yetiştirme Grubu’na ait bir proje kapsamında yaşama geçirilen ısmarlama bir kitaptır. Bu konuda bir bilim adamının nasıl yetiştiğini anlatan bir roman yazılması istenir. Böylelikle, çelik sandıklar içinde arşiv ve belgeler, tanıklıklar, değerlendirmeler eşliğinde, yaşamıyla romana konu olacak bilim adamının seçimini, o sırada TÜBİTAK Bilim Kurulu Başkanlığı görevini yürütmekte olan Cahit Arf’a verir. Cahit Arf, istenilen roman için en uygun kişinin, 1967’de aramızdan ayrılan çok sevdiği arkadaşı, İstanbul Teknik Üniversitesi, inşaat Bölümü öğretim üyelerinden Mustafa inan olduğunu düşünür. Yazar olarak belirlenen Haldun Taner zamanı olmadığını söyleyerek teklifi kabul etmez ve aralarında Orhan Hançerlioğlu’nun da geçtiği bazı isimlerden sonra Mustafa İnan’ın oğlu Hüseyin İnan, Oğuz Atay’da karar kılar.

Böyle bir çıkış hikayesinden sonra Oğuz Atay, aynı zamanda üniversitede hocası olan Mustafa İnan’ın hayat hikayesini kronolojik bir sıra izleyerek aktarmamış, genç bilim heveslisine Mustafa İnan’ı anlatan yaşlı profesörün ve diğer yaşam tanıklarının değişik zaman dilimlerine ait hatırladıkları, tanıklıkları ile verildi ve birbirinden bağımsız olarak düzenlendi. Genel itibarıyla bir hayat ve başarı hikayesi eşliğinde Mustafa İnan portresi ve bir bilim adamı profili altında bilimin ve bilim insanının değeri anlatırken onun başarılı ve ünlü bir bilim adamı ve örnek bir insan olmasını sağlayan yetişme şartları, prensipleri ve hayat felsefesi üzerinde duruluyor. İçimizdeki Şeytan’daki Ömer’in bu portresi ile Mustafa İnan’ın çalışkan, azimli ve yılmaz tavrı tezat bir tablo ortaya çıkarılıyor.

GÜÇLÜKLERE RAĞMEN SAĞLAM KARAKTER

Biyografik bir eser olan Bir Bilim Adamının Romanı, fakir bir halk insanı olan Mustafa İnan’ın dünyaca tanınan bir araştırmacı/bilim adamı olma sürecinde yaşadığı güçlükler ve bu güçlüklere rağmen ahlak ve kişiliğinden hiçbir şey kaybetmemiş olması ele alınıyorr. Oğuz Atay, ‘Kınca Mustafa’, ‘Mustâfendi’, ‘Dâhi Mustafa’, ‘Riyaziyeci Mustafa’ süreçlerinde bir ruh büyümesiyle gelişen hocasının hayat hikayesini fotoğraflar da ekleyerek daha ilgi çekici bir hale getiriyor.

Oğuz Atay, Mustafa İnan gibi ideal bir bilim adamı karakteri çizerken, bu karaktere ters düşen ferdî ve sosyal yanlışlıklar, çarpıklıklar ve yozlaşmalar karşısında sıklıkla açık bir eleştirel tavır takınır. Daha çok orta yaşlı profesörün ağzından gerçekleştirilen bu eleştiriler, çoğu zaman ironik bir mahiyet arz eder. Bu durum romanın mesajını belirginleştirmenin yanı sıra yazarın da tavrını daha somut hâle getirmeye hizmet edecektir. Romanın isminde ve muhtevasında Prof. Dr. Mustafa İnan’ın, daha çok “bilim adamlığı” öne çıkarılmak ve vurgulanmak istense de o, her şeyden önce çok iyi bir hocadır.  Bununla birlikte bilim adamlığı ile hocalığının, birbirini tamamlayan değerler olduğu dikkatlerden kaçmaz. Kahramanımız daha ortaokul yıllarında hoca olmaya karar vermiştir. Bildiğini, her fırsatta çevresindekilere anlatmaktan büyük zevk duyar. Karşısına çıkan çok cazip imkânlara rağmen (serbest çalışmak, yurt dışında kalmak), bu idealinden vazgeçmez. Zira onun için “öğretmek”, “vazgeçilmez bir tutku”dur.  Romanda yazar, genç kahramanda olduğu kadar okuyucuda da “bilime karşı bir ilgi uyandırmak” yönünde oldukça başarılıdır. Bu bağlamda insan/birey ve bilim adamı olarak bir kimliği anlatan eser, örnek-rol model insan işlevleriyle paralel bir şekilde tanımak sosyal fayda sağlayabilecek bu roman aynı zamanda bir kişilik gelişim eseri olarak da okunabilir kıymettedir.

ÖĞRETME ÖRNEKLERİ YER ALIYOR

Bir Bilim Adamının Romanı’nda, matematik ve teknik bilimler üzerine öğrenim yapan bir bilim insanının şiire, felsefeye, mistisizme, ahlaka dair fikirlerini de öğreniriz. Mustafa İnan’ın yaşamında sentez düşüncesinin büyük bir yeri vardır; matematik dilini ve yöntemini kullanarak ahlaka, felsefeye, mistisizme dair soyut düşüncelerini tarife çalışır. “Mukavemet” hocası Mustafa İnan’ın “kâmil insan, nefs muhasebesi, tolerans” gibi kavramları bir matematikçi gözüyle nasıl izah ettiği anlatılır. Romanda öğrenme ve öğretme ile ilgili hayli örnek vardır. Mustafa İnan’ın arkadaşlarına daha okul sıralarında iken verdiği dersler, hocalığının ilk işaretleridir. Romanı bu bakımdan değerlendirdiğimizde eğitimle ilgili sorunların ağır bastığını görürüz. Bilim insanlığılığı ile hocalığının, birbirini tamamlayan değerler olduğu dikkatlerden kaçmaz. Karşısına çıkan çok cazip imkânlara rağmen (serbest çalışmak, yurt dışında kalmak), bu idealinden vazgeçmez. Zira onun için “öğretmek”, “vazgeçilmez bir tutku”dur.  “Ben hoca olmak için yaratılmışım. Ben kendime söz verdim daha ortaokulda okurken. Böyle yetiştirdim kendimi.” (Atay, 62)

Çok yönlü bir insan olan Mustafa İnan, geniş bir yelpazedeki konulara da ilgi duyar. Bilimsel makalelerinin ve seminerlerinin dışında Kızılderililerden Hint felsefesi Arya-Daharma’ya, Numeroloji’den Düşünme Sanatı’na kadar birçok konuyla ilgilenmiş, bunlar hakkında yazılar yazmış, seminerler vermiştir. O’nun, çeşitli alanlardaki görüşleri, merak ilgi ve uğraşları özgün-ilginç kişiliğini ve bilim adamı formasyonunu ortaya koymaktadır: Dil, Türkçe, divan edebiyatı, divan, gazel, kaside, beyit, mülemma, iştikak, nazire, Mevlevilik, Büyük Arya-Dharma, Hinduizm, Fi Lakşminareyn Tapınağı, tasavvuf, ekol, masonluk... gibi pek çok konu onun ilgi dünyasının içinde yer aldı. Daha ilkokul sıralarından başlayarak edebiyatla yakından ilgilenen, divan edebiyatı şairlerinin şiirlerini ezberleyen Mustafa İnan’ın, başta Türkçe olmak üzere Farsça, İbranice, Yunanca, Arapça kelimeler ve anlamları üzerine çalışmalar yaptığından ve ne yazık ki bu çalışmaların bir kitap haline getiremediğinden ve sadece “Dil ve Matematik” isimli bir makalesinin varlığından söz edilir. Mustafa İnan’ın bilime, bilmek ve öğrenmeğe karşı tükenmeyen bir iştahı vardır. Dil, edebiyat, felsefe, tarih, matematik, sanat gibi her dalla ilgilenir. Öğrencilerini de kendisi gibi çok yönlü yetiştirmeye çalışan, yayınlar yapan, ülkesine, milletine çok bağlı olan Mustafa, beyin göçünden dolayı çok üzülmektedir.

Her zaman insanların sevdiği biri olarak yaşamış olan Mustafa İnan; zeki, dürüst, yardımsever ve aynı zamanda çok ilginç bir kişiliğe sahiptir. Dünyaca tanınmış çok önemli bir bilim insan olmasına rağmen hayatı boyunca hep geçim sıkıntısı çekmiş, yaptığı önemli buluşlara, oluşturduğu ekole rağmen başını sokacak bir evi bile olmayan, hayat hikayesiyle duygu yüklü ve aynı zamanda düşündürücü bir portredir. Sadece Mustafa İnan’ın unutulmaması için bir armağan projesinin sonucu olmakla birlikte pek çok yönden okurun ilgisini çekebilecek nitelikteki bu roman ülkemizde Mustafa inan gibi imkânsızlıklar, yokluklar içinde yetişen, ekilmeden kendiliğinden biten insanların da ortak hayat hikâyesidir.

Bir başarı hikayesi olan Bir Bilim Adamının Romanı, kişilik gelişimi, sosyal ilişkiler, ahlaki duyarlılıklar bakımından Mustafa İnan’ın yetiştiği dönem, çevre, eğitim gibi sosyal şartlar ve sosyal, kültürel, siyasal farklılıkların gerçekliği kaçınılmaz oldur. Modern insanın çıkmazları ve yabancılaşması konusunda iradî unsurlarla ilgili çıkarımlarda bulunmak, pedagojik faydanın niteliğini vurgulamak noktasında metinden hareketle, iradî unsurlara bakış ve eğitimde bunun nasıl kullanılabileceği doğrultusunda edebiyattan yararlanmanın örneği olarak seçildi.

İrade eğitimi ışığında; özgür irade-güdülere boyun eğiş, çalışmak-tembellik, düşünmek-merak-tesadüf-zekâ başlıkları altında örneklenen iki eserde temel karakterleri inceleyerek pedagojik çıkarımlarda bulunmaya çalışırsak; Bir Bilim Adamının Romanı’nda (Oğuz Atay) Mustafa İnan’ın karşılaştığı zorluklara verdiği tepki, toplumsal yapının ve gündemin kişilik üzerinde kurduğu baskının analizini yapmak bizi önemli değerlere götürür.

İRADESİZLİK, TESLİMİYET, GÜDÜLERE BOYUN EĞİŞ

Bir Bilim Adamının Romanı’ndaki Mustafa İnan’a çalışma mücadele azmi, istek ve güç veriyor: “Özellikle babasının, ‘Bu çocuk ne zaman ders çalışıyor?’ diye yakınmasından uzaktı. Bir gün dayanamamış, ‘Geceleri şeytanlar çalıştırıyor beni.’ diye karşılık vermişti Hüseyin Avni Bey’e.”

Zor şartlara ve imkansızlıklara rağmen okumaya devam eden, iradesinden ve doğru düşünmekten aldığı güçle başarıya ulaşan İnan için hayat; çalışmak, düşünmek, okumak ve paylaşmak üzerine kuruludur. Bunlar dışında hiçbir unsur onu değiştiremez, caydıramaz ve iradesini hep bu yönde kullanır; ilkesi “aklın ve ilmin rehberliğinden ayrılmamak”tır. (Atay, 225)   

Prof. Mustafa İnan; iradesi, azim ve başarısının sonucu olan güç ve hayatın sundukları TÜBİTAK bilim ödülüne lâyık görülür. O, kişilerin olduğu kadar toplumların da kendi kabiliyetlerini kaybetmelerine dayanamaz. Yazar Oğuz Atay hocası olan Mustafa İnan’ın hayat hikayesinde birey olarak ortaya çıkabilmenin, toplumsal baskıları yıkabilmenin önemini vurgulamaktadır: “Birey olarak ortaya çıkmadıkça, uyuşuk felsefemizden vazgeçmedikçe ve tek tek katkılarımızı insanlarımızdan esirgedikçe bizi kim değiştirebilir? Belki de sen de Dünya Bankası’ ından kredi almamızı bekliyorsundur.” (Atay, 67)

“Kendi kabiliyetlerini durmadan kaybeden milletlerin, seviye farkını kapatmaları hiçbir zaman beklenemez, dolayısıyla da dünya barışına hizmet edilmiş olamaz.” (Atay, 93)

Oğuz Atay, sonradan bulunmuş ve yayınlanmış olan “Günlük”ünde de irade konusuna değinecek: “Halit Ziya’da bana yakın gelen bir yön de, kahramanlarının sürekli olarak kendileriyle hesaplaşmaları. Evet, zayıf iradeleri ve önleyemedikleri kaderleri sonucu bu hesaplaşmadan yenik çıkıyorlar ama, onlar için tesadüflerin oyuncağı denilemez, bilinçsizce kaderlerine kapılıp gitmezler bu insanlar. Olayların akışı içinde ve sonunda içinde bulundukları durumları kendilerine açıklayarak suçlu olduklarını ve sonuçtan sorumlu olduklarını hissederler.”  (Atay 1990,188-190) diyecektir.

CESARET, ÇALIŞKANLIK, TEMBELLİK

“Tembellik, ölümün küçük kardeşi; sefalet, hayatın büyük düşmanıdır.”

Namık Kemal

Özellikle bir bilim insanının hayatında tembelliğin bir yeri olamayacağı durumu, Mustafa İnan örneğinde billurlaşmıştır. Mustafa İnan, hayatın hangi alanında olursa olsun tembelliğe asla tahammül edemeyen ve sadece bu konuda toleranslı davranmayan bir kişiliğin örneğini de sergilmektedir: “Dertli bir gününde gene, ‘Şu bahiste takıldım Mustafa’ diye bir arkadaşı yakasına yapıştı. ‘Ulan,’ dedi Mustafa, ‘Şunu bir kere okusan anlarsın ya, tembellikten okumuyorsun.” (Atay, 78). İnan’ın ‘Düşünme tembelliği’ olarak formüle ettiği mevcut ve yaygın durum, bireysel olduğu kadar toplumsal handikapların başında gelen bir olumsuzluktur. (Atay, 6)

“Mustafa İnan çevresine baktıkça, sonraları kendisini çok düşündüren ‘düşünme tembelliği’ meselesinin farkına varıyordu. Düşünmek zordu, düşünmek büyük bir enerji istiyordu. Hele yaratıcı düşünce için çok yorulmak gerekiyordu; belki sağlam kafa sağlam vücutta bulunuyordu ama galiba sağlam vücutlar, Mustafa Bey’in nahif bedeni kadar yorulmak istemiyordu, ya da bu sözde bir eksiklik vardı; belki de bu söz, daha uzun bir cümlenin parçasıydı.” (Atay, 88)

Oğuz Atay’ın eserinde Prof. Cahit Arf, gence, Mustafa İnan’ı anlatırken; bu hayat hikayesinden karşılıklı dersler çıkaran bir söylemi de paylaşır: “İşte delikanlı, ilkokul sıralarından başlayarak ‘kendi bacağından asılan koyun’ felsefesiyle yetiştirilenlere asla itibar etmeyeceksin. Onların arasından ülkeye yararlı birinin çıktığı görülmedi. Çıkarcıların sana hiçbir zaman engel olamayacağını bileceksin. İşte bu durumlar ve şartlar altında endişelere kapılmadan önce ne yapabileceğini düşüneceksin. Ve hiçbir zaman düzen bozukluğunu mazeret göstermeyeceksin. Başarısızlıklarını bozuk düzenin sırtına yüklemen belki seni ferahlatır, fakat kurtarmaz.” (Atay, 263) derken değer telkin etme işlevini de yerine getirir.

DÜŞÜNMEK, MERAK, TESADÜF ZEKA

“Düşünmek, ruhun kendi kendisine konuşmasıdır.”  Eflatun

“Zekâ, tıpkı bir tarla gibi ekilmeye ve bakılmaya muhtaçtır.” Çiçero

İnsana mahsus ve insan çabasını belirli bir amaca ya da sonuca yönlendirmenin dinamiği olan düşünmek, güçlükleri ve problemleri önceden kestirebilmeyi ve bütün bunlara hazırlıklı olmayı sağlar. Kavramların oluşumu, gelişimi, kavram zenginliği ve sağlamlığında son derece önemli olan “eleştirel düşünme”, “yaratıcı düşünme”, “bilimsel düşünme”, “mantıklı düşünme”, “ıraksak düşünme”, “yansıtıcı düşünme”, “üretici düşünme” gibi (Doğan 2005, 167) terimlere psikoloji alanında sık sık rastlamakla birlikte, düşünmenin farklı boyutlarının da eğitim alanında deneysel çalışmalarla yansıtılması gerekir.

Doğru düşünme, düşünmenin arka plânındaki gerçek ve düşünmenin önemini kavramak açısından öğretilebilir bir değer ve süreç olarak değerlendirilebilir. Nitekim, Bir Bilim Adamının Romanı’nda, Mustafa İnan, düşünmenin tüm zorluğuna rağmen sonunda spekülasyondan ve dogmalardan uzaklaşmak için tek çare olarak görür: “Düşünmek çok enerji isteyen bir iştir. Düşünmek çok zor bir spordur. Futbolcuların ‘kondüsyon’u için bu kadar para harcanırken, bizleri neden kötü kondüsyona mahkûm ediyorsunuz?” (Atay, 238) Mustafa İnan bu sporu çok yapmış ve bütün çevresine yaptırmaya çalışmıştı. ‘İnsanları kendi hallerine bırakmaya hiç gelmez.’ diye düşünüyordu.” (Atay, 143) Mustafa İnan, “Metodlu düşünmeyi alışkanlık haline getirmeyi öğrenmedikçe tahsilin hiçbir kıymeti yoktur” diyen Dimnet gibi metodlu düşünce üzerinde durmuş ve toplumsal baskılara, hayatı kısıtlayan anlamsız kurallara karşı çıkarken; “Düşünmek genellikle uzun ve yorucu bir ‘vetire’ idi; insan da bu uzun zinciri bir yerinden koparınca spekülasyona sapar ve dogmatik prensiplere sığınırdı.” (Atay, 157) diyen İnan, hayatı boyunca tüm kararlarını düşünerek almıştı. O, hayal kırıklığına uğramamak, yanlış yollara sapmamak için uzun uzun düşünüyordu. “Düşünmek, ruhun kendi kendisine konuşmasıdır.” diyen Eflâtun gibi Mustafa İnan’a göre da düşünme bir tür konuşmaydı: Düşünmek Mustafa Hoca’ya göre ‘derunî bir konuşma’ idi.” (Atay, 154) belirlemesi, toplumsal dinamiklerin ve insanımızın en temel eksikliğinin az ve yanlış düşünmek olduğunu söylerken sorunu çözmek için çareler arıyor, her yerde her fırsatta doğru düşünmenin gerekliğini anlatıyordu: “İnsanlarımızı önce düşünmeye, doğru düşünmeye sevk etmek lâzım. Konuştukları dili düşünsünler, kullandıkları kelimeleri düşünsünler ve her şeyden önce de bir bilimsel araştırma yaparken ne yaptıklarını, ne yapmak istediklerini, nereye varmak istediklerini düşünsünler.” (Atay, 176) “Yani sözün kısası kendi istediğiniz bir şeyi yapmaya, insanlara örnek olmaya çok vaktiniz vardır. Söylemeyi zait addediyorum ama esaslı düşünmeye çok vaktiniz vardır, her şeyden çok bunu yapmaya gücünüz vardır.” (Atay, 218) “Düşünmek sanatı da ‘mükteseptir’, yani sonradan öğrenilir. Çocuklarımıza durmadan tekrarlıyoruz: Muhakkak yabancı dil öğren! ‘Düşünmeyi öğren!’ derseniz bir hakaret oluyor. Düşünmeyi öğrenmek de, herhalde yalnız düşünmenin kanunlarını bilmek değildir. Belirli problemleri kurmaktır. Çoğumuz, problemleri yanlış kurduğumuz için, daha baştan çözümsüzlükle karşılaşırız. “Mustafa Hoca, hayal kırıklığına uğramamak için insanlara doğru düşünmenin öğretilmesini istiyor. Okullarda matematik, fizik, kimya uygulamalarının yanı sıra ‘düşünme egzersizleri’nin de yaptırılmasını öğütlüyor.” (Atay, 158)

ELEŞTİREL DÜŞÜNCEYE SAHİP

Verilen mesaj açısından bakıldığında; olayları, durumları merak eden, sebep-sonuç ilişkisini sorgulayan, soru soran, iddialarının peşinden giden bireyler yetiştirmek isteyen eğitim sistemi içinde öncelikle bilimsel araştırmalara ve üreticiliğe karşı öğrenci merakını tetikleyen, merkezde öğrencinin olduğu yaklaşımla hareket eden eleştirel düşünme becerisine sahip, eğitici-öğretici kadro Mustafa İnan’ın gençlik-öğrencilik sürecindeki profili yakalamaya çalışmalıdır. Bildiği her şeyi etrafındakilerle paylaşmaktan büyük zevk duyan öğrenci Mustafa, sonrasında iyi bir öğretmen profilinin de sahibidir.  Sadece alan bilgisinde uzmanlaştığı konularda değil hayata, kültür ve sanata dair tüm bildiklerinden faydalanılmasını da önemseyen çok yönlü bir öğretmendir. Merak konusunda da öğrencilerini teşvik ediyor: “Bakın binlerce yıl önce bu topraklarda yaşayan Eski Yunan gibi meraklı olmalısınız, her şey neden öyle oluyor diye.” (Atay, 53) Mustafa İnan, hayatının yorgun ve hasta olduğu dönmlerinde bilimsel çalışmalardan uzak kalmış olmasına rağmen hayat, sanat, dil, edebiyat, felsefe ve bilimle ilgili meraklarının peşini bırakmamış, dikkatini ve enerjisini bu yönde kullandı: “Çevresindeki her şeye ciddi bir merakla eğildi ve belki de bu yüzden biraz dağıldı.” (Atay, 187)

O’na göre; hiçbir başarı tesadüflere bağlı değildir. Çocukların başarıya giden yolun çalışmaktan, düşünmekten, sorgulamaktan, merak etmekten geçtiğini erken yaşta öğrenmeleri beraberinde savaşçı bir ruhu da getirir. İlk başarısızlığında suçu başkalarında yahut sistemde aramak yerine kendini sorgulayarak başlayan birey, düğümleri tek tek çözecektir: Bu bağlamda, diğer taraftan hayatında tesadüflere yeri olmayan Mustafa İnan, sınavlara hazırlanır, elinden geleni yapar ve hepsine zekâsını, başarısını ölçmek amacıyla girer: “Mustafa İnan millî maç yapmak için girmemişti imtihana. Deneyip başarısını göstermek istemişti.” (Atay, 65) “Zeka” olgusu, üzerinde çalışılması, emek sarf edilmesi gereken bir değerdir ve bu bağlamda dil, matematik veya mekanik gibi alanlarda başarılı olan çocuğun üstün zekalı olarak adlandırılması eğitim sisteminin büyük yanlışlarındandır.

Deneyimlerini pratik zekâsıyla birleştirerek bilimin hizmetine sunan İnan, zekânın sosyal ve öze dönük yönünü hatırlatır. Bütün imkansızlıklarına rağmen; müzikle olduğu kadar sporla da ilgilidir. Okul bahçesinin duvarından atlayıp tiyatroya kaçar; şiir, dost sohbetleri ve içki sofraları vazgeçilmezleridir. Kuyumcu çıraklığı, eczacı çıraklığı, leylî meccanî günleri (yatılı okul) Mustafa İnan için yaratıcı düşünmeyi tetikleyen birer pratik zekâ ürünleri olarak hayatının akışında hep önüne gelen imkanları oluşturdu.

SONUÇ

Cemil Meriç, “Kültür, insanoğlunun fiziksel dünyaya, fizik çevreye söz geçirmek için sahip olduğu kolektif araçlar bütünüdür” der. (Meriç, 2013, 65). Burada ‘söz geçirmek’ ifadesi insanın doğayı, coğrafyayı, tarihi ve geleceğini, kültürel değerler üzerinden değiştirebilmesi gücünü ifade eder. Eğitsel değerler bağlamında düşünüldüğünde ise, ‘söz geçirmek’ ifadesiyle sözün merkezinde var olan yazılı ve sözlü ürünlerin kastedildiği de varsayılabilir. Kültür, bir toplumun maddi ve manevi değerler sistemi ve aynı zamanda bir milletin karakteristik özelliğidir. Onu, diğer millet ve topluluklardan ayıran temel vasıftır. Kültürün gelişim sürecinde sanat eserlerinin önemli bir rolü olduğu gerçektir. Milletler, kültürlerini geliştirip inşa ettikçe, sanat eserlerine de evrensel nitelik kazandırırlar. Kültürün, gelecek nesillere aktarımında dil ve edebiyat önemli bir görev üstlenir. Farklı insanlık maceralarıyla, insanı insana anlatan bir sanat olan edebiyat; edebî eserler yoluyla insanın, özellikle gençlerin yaşantılarını da zenginleştirir. Bir öyküde, romanda, biyografide, seyahat eserinde, anı yazısında varoluşun tanıklığını yapan bir bakışla karşılaşırız. Bu, edebiyat eserlerini aynı zamanda, tarihsel ve toplumsal belgeler haline getiren bir özelliktir. Çağdaş eğitimin önemli merkez noktalarından biri olan edebiyattan yararlanma, bireyin kendisini geliştirme, iyi ilişkiler kurabilme, kendisini iyi ifade edebilme, dil becerilerini geliştirme, kendisi ve çevresiyle barışık yaşamayı sağlama gibi özellikler bakımından bireysel gelişime katkıda bulunan önemli bir eğitim alanıdır. Dünyayı farklı şekillerde değerlendirebilecek pencereler açmak ve kazanımlar ortaya koymada edebiyat, varolması gereken aynı zamanda binlerce hayatı aksettirebilen sonsuz bir hazinedir. Edebiyatın getirisi bağlamında, empatik süreçler sonunda duygu, düşünce hayal dünyalarını zenginleştirme, hayatı anlama ve anlamlandırma, hayata dair olgulara yardımcı olma, eserlerdeki yaşamlarla kendi gündelik yaşamlarını ilişkilendirmenin yararları göz ardı edilmemelidir.

Bir roman okumak, bir resme bakmak, bir film izlemek, başka varoluşlara ilgi duymak ve onlara doğru gitmek demektir. İnsana, insan dünyasına duyulan empatik tavır, edebiyatta hem eseri anlamak, hem de üretmek açısından yaratıcı bir nitelik taşır ve yeniden inşa ve empati yöntemiyle, metindeki yaşantı dünyasına girmek anlamına gelir. Kişi, bir yandan edebiyat eserlerinde insanlığın yeryüzündeki varoluşuna tanıklık edip bu varoluşun içsel gerçekliğini anlama imkânı bulurken, öte yandan da bu anlamanın yaratıcı bir etkinliğe dönüşerek yeni anlamalara ve üretimlere kapı araladığını hisseder. Bunun için öncelikle orijinal eserlerle karşılaşmak, tanışmak ve onlardaki dünyayı anlamak gerekir.

MİLLİ DEĞERLER AKTARILIR

Edebî eserlere dayalı karakter eğitimi, eserlerde geçen çelişkili/ikilemli durumlardan ahlaki muhakeme yaparak bir yargı ve/veya yargılar çıkarmaya dayanır. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de milli ve evrensel değerlerin aktarımı, başka bir deyişle karakter eğitimi; adalet, aile birliği, bağımsızlık, barış, bilimsellik, çalışkanlık, dayanışma, duyarlılık, dürüstlük, estetik, hoşgörü, misafirperverlik, özgürlük, sağlıklı olma, saygı, sevgi, sorumluluk, temizlik, vatanseverlik, yardımseverlik gibi evrensel ve beşeri değerler edinimi ve aktarımı milli ve evrensel değerler üzerinden gerçekleşir.

Edebiyat ve irade eğitimi, edebî metinlerle eğitilme, güzellik duygusu kazanma, dili iyi kullanma, insan dünyasına karşı ilgi duyma, insanlığın acılarını ve sevinçlerini hissedebilme, bir edebî türde özgün ifadeler yakalayabilme ve böylece bir metin üretebilme yetkinliği kazanmayı ifade eder. Bu anlamda, hem okumayı ve hem de yazmayı içeren yaratıcı bir anlama sürecidir. Edebiyat eğitiminde, genç beyin ve ruhların estetik duygu ve duyarlılıklarının ortaya çıkarılması, geliştirilip zenginleştirilmesi; estetik çerçevede içinde millî ve evrensel değerlerin tanıtılması, dilin incelik ve zenginliklerinin fark ettirilmesi amaçlanmalıdır. Kültürel değerler, edebî ürünler aracılığıyla nesilden nesle aktarılırken edebiyat eğitimi de aynı zamanda kültürel değerlerin sürekliliğini sağlayacak ve kültür bilinci kazandıracaktır. Eğitimde edebiyattan yararlanma çağdaş eğitim yaklaşımlarını kendisine hareket noktası alarak bireylerin kendilerini gerçekleştirme, iradî güçlerini ortaya koyma ve geliştirme, kendisi ve içinde yaşadığı toplumla barışık olma, millî ve evrensel değerlerle donanma, dili doğru ve güzel kullanma, kendisini sözlü ve yazılı olarak ifade edebilme gibi görevleri yerine getirmekle yükümlüdür. Bu çerçevede edebiyatın kattığı eğitim; bilimsel, eleştirici, yaratıcı düşünme yollarını kazanmış, arayan, sorgulayan, eleştiren, karşılaştırmalar yapan, sebep-sonuç ilişkilerini bulan, çözümleyen, birleştiren, kazandığı davranışları ve birikimi gündelik hayata aktarabilen, milli değerlere saygılı, evrensel değerleri özümsemiş, yurttaşlık bilincine sahip kendisini rahatlıkla ifade edebilen özelliklerle donanmış bireyler yetişmesine hizmette bulunan bir kaynak olarak ele alınabilir. Oğuz Atay’ın Bir Bilim Adamının Romanı adlı eserinde kahramanların iç konuşmalarının, iç mücadelelerinin anlatılması gençler için başarıya giden yolda çekilen sıkıntılarda yalnız olmayacakları konusunda iyi birer örnektir. Edebi metinler, bir anlamda ruhumuzda meydana gelen yaraları tedavi etmek, iyileştirmek için vardır. Nitekim, İradeli olmanın ve bilgiyi zorluklara karşı kalkan edinmenin en zor şartlarda bile aydınlığa kavuşmaya yeteceğini, yoklukla ve zorlukla mücadeleden zaferle ayrılmış olan Mustafa İnan’da görüyoruz.

Bu bağlamda irade eğitimi ve pedagojik açıdan sadece Mustafa İnan’ın konu edildiği belgesel-biyografik romanda (Oğuz Atay; Bir Bilim Adamının Romanı) bile, onun gibi imkânsızlıklar içinde yetişen ve irade-karakter-değer örneği sergilemiş insanların -ki, Anadolu insanında bıunun görünüşleri oldukça zengindir- ortak hayat hikayesini bulabiliriz…

PROF. DR. NESRİN KARACA KİMDİR?
1959 yılında Sivas’ta doğdu. 1980 Yılında Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi T.D.E Bölümünden mezun olduğu yıl Hacettepe Üniversitesi MESEF’te (Mezuniyet sonrası Eğitim Fakültesi) yüksek lisans eğitimine başladı. 1982’de Abdülhak Şinasi Hisar’ın Eserlerinde Geçmiş Zaman ve İstanbul konulu çalışmasıyla bilim uzmanlığı, 1988’de H.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Celal Sahir Erozan Hayatı-Dönemi-Eserleri konulu çalışmasıyla doktora çalışmalarını tamamladı. 1980-1985 döneminde Hacettepe ve Cumhuriyet üniversitelerinde çalıştıktan sonra 1985-2001 yılları arasında Radyo ve Televizyon Üst Kurulu-İzleme Değerlendirme Dairesinde uzman olarak görev yaptı. Akademik eğitim ve çalışmalarını dışardan sürdürdü: 1990-1991 döneminde Ankara Üniversitesi ATAUM’da (Avrupa Topluluğu Araştırma ve Uygulama Merkezi) Temel ve Uzmanlık eğitimini tezli çalışmalarla tamamladı. 1998- 2001 yıllarında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yarı zamanlı dersler verdi. TRT’de ve bazı özel kanallarda program danışmanlığı ve metin yazarlığı yaptı. RTÜK ve TDK ortak projesi olarak gerçekleştirilen Medyada Türkçenin Kullanımı çalışmasında RTÜK’nu temsil etti.

2017 yılından beri Bursa Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi T.D.E Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Edebiyat, dil, kültür ve medya konuları ile ilgili çalışmaları bir çok dergide yayınlanan yazar Nesrin Tağızade Karaca, evli ve iki çocuk annesidir.

 

 

 

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!