Ne diyorsam o

Yıllar evvel bir televizyon dizisi üzerine dönen bir tartışma hatırlıyorum. Dizinin de tartışan tarafların da ismi hiç mühim değil. Çünkü mevzu o değil. Azıcık izin verirseniz oradan bir yere bağlayacağım.

Haberin Devamı

Taraflardan biri, bir dizi üzerine aşkın trajikliği ve komikliği üzerine psikanalitik saptamalar yapmış, yazıda dizi kahramanlarının kişiliklerini, birbirleriyle olan ilişkilerini Lacancı bir analize gidecek kadar derinleştirmişti. Yazı üzerine yazılan bir başka yazıda; dizilerin can sıkıntısını gidermek için yazıldığını, seyirciyi yormama ilkesine göre hareket edildiğini, dolayısıyla dizilerin yazıda yapılan türden bir analizin konusu ve anılan kavramların da muhatabı olamayacakları söylenmişti. Yazının bir noktasında “Bu bir televizyon dizisi, Flaubert romanı değil!” diye isyan edildiğini de hatırlıyorum.

Yazılardan birine taraf değilim. Her iki yazıda da mesleki açıdan dikkate aldığım noktalar vardı. Ama bazen spor programlarını izlerken ikinci yazıdaki isyana sonuna kadar ortak hissediyorum kendimi. Buraya bağlayacağım.

Haberin Devamı

Bazı spor programlarında sabahtan akşama kadar, günlerce ve saatlerce teknik direktörlerin yaptıkları açıklamaların altında örtük göstergeler, anlam yükleri, göndermeler arıyorlar. Temel argümanları  “Öyle dedi ama esasında bunu demek istedi” üzerine kuruluyor. Teknik direktörün konuşmasının, sözcükleri tonlamasının, o anki beden dilinin altından girip üstünden çıkıyorlar. Göstergebilimin gelmiş geçmiş bütün ustaları bizim bu spor programlarını görseler gözyaşları içinde kalırlar.

Evet, elbette teknik direktörler zaman zaman imalı cümleler kurabilirler, bunu yorumlamak, esasında söylemek istediğini bulmaya çalışmak spor yorumcusunun görevi olabilir. Ama bazen. Her zaman değil. Siz sürekli her lafın altında bir şey ararsanız, son derece net açıklamaları deşerseniz, ne dediği çok açık olan bir teknik direktörün konuşması üzerine üç saat konuşursanız işte o zaman delirtirsiniz insanı.

Bu noktada memleketteki teknik direktörleri çok sabırlı bulduğumu söylemek zorundayım. Bütün bir hafta çalışıyorsun, doksan dakika saha kenarında zaman zaman hakaret duyarak, zaman zaman küfür dinleyerek takımını izliyorsun. Üzerinde her türlü baskı var. Yönetimi var, taraftarı var, spor basını var. Yeniyorsun ya da yeniliyorsun sonra çıkıp mecburen açıklamanı yapıyorsun.

Haberin Devamı

Sonra birileri televizyonda saatlerce “Ben hocayı tanırım, öyle demek istemedi”, “Benim bildiğim hoca bunu demek istemiştir”, “Ben hocanın esasında öyle demediğini çok iyi biliyorum” diye konuşuyor. Ben olsam “Hayır onu dedim! Dediğimi dedim! Ne dediysem onu dedim!”, “Ne diyorsam o!” diye bağırarak koşardım sokaklarda.

Bilmeyin bir kere de. Bir kere de bilmeyin. Her şeyi siz bilmeyin. Hocaları en çok siz tanımayın. Kendilerini ifade edebiliyorlar, her laflarının altında gizli ajanda aramayın. Emin olmadığınız şeyleri öyleymiş gibi göstermenin kimseye faydası yok.

Ayrıca da futbol bu, yetmiş katmanlı Shakespeare oyunu değil!

           

 

Yazarın Tüm Yazıları