Bu selfie net değil!

Güncelleme Tarihi:

Bu selfie net değil
Oluşturulma Tarihi: Nisan 28, 2018 13:01

Bugün artık alıştığımız, ‘Batı tarzı ünlü’ hallerini ilk onda gördük. ‘Sosyal medya’ kavramını daha ortada fikri bile yokken, o yarattı. Hülya Avşar’ın özçekimi, bugün dudak büktüğümüz ya da takdir ettiğimiz ne varsa köklerine inebilmek için en isabetli proje olabilirdi. Fakat heyhat, hayatını anlattığı filmde, başlıktaki iddialı cümleleri kuran o cesur kadını görmek ne mümkün! ‘Selfi’nin adı ‘Belki’ olsaydı keşke...

Haberin Devamı

Kabul edelim, bunu ondan başkası yapamazdı. Çünkü daha ortada bırakın Instagram’ı, Twitter’ı, internet bile yokken, ‘sosyal medya’nın emrettiği ne varsa hepsini, bu ülkede tek tek o yarattı.

Biz uzun düşünüp yuvarladığımız lafları hikmetli söz sayıp yukarı ‘sabitlemeyi’ Twitter’dan öğrendik; o ise daha ‘mavi kuş’un esamisi okunmazken, “Ben birinci olmaya alışmışım. Okuldayken sınıfımın birincisiydim. Yüzme sporu yaparken en iyi dereceleri ben alırdım. Güzellik yarışmasında da birinci oldum. Şimdi sıra sinemada birinci olmama geldi” (6 Ağustos 1983, Güneş) diyecek kadar özgüven sahibiydi.

Biz onlarcasını denedikten sonra Instagram’da #filtresiz noktasına gelmeyi doğallık sandık; o filtreleri dize getirecek güzellikte gözlerine, ellenmemiş kaşlarına güvenmeyi, 35 sene önce biliyordu.

Haberin Devamı

Biz suratlarımızı Snapchat’te eğip bükerek şirinlik peşinde koşmayı, kendimizden emojiler, gif’ler yaratmayı yenilik zannettik; o buz pembe rujlu dudaklarını büzüp şımarıkça omuz silkerken de, klibinde kalçasını Boomerang’la yapılmış gibi sallarken de hepimizden 30 sene ilerideydi.

Biz fitness app’leriyle “Spor yaşam tarzı olmalı bence” gibi zorlama cümleler kurmaya yeni yeni başladık; o havuzdan korta koşmanın kendisini yarışa metrelerce önden başlatacağını 10’lu yaşlarında biliyordu.

Kabul edelim; hayatımıza sosyal medyanın soktuğu bir kavramı kullanarak, kendini sosyal medyanın emrettiği şekilde sergileme işini, ondan başkası yapamazdı...

Bu selfie net değil

Hafif megaloman bir durum var ortada ama...

Cuma günü vizyona giren ‘Selfi’ filminden bahsediyorum. Hadi o klişeyi bir kere olmak kaydıyla kullanayım da bitsin; ‘Avşar kızı’nın ilk kez Ekim 2014’te ‘Şamdan Plus’ dergisine açıkladığı projesinden:

“Aklımda gerçek hikâye var. Hatta yazdım bile! Ben çekeceğim ve ben oynayacağım. Hafif megaloman bir durum var ortada ama Türkiye’de hayatım boyunca iyi bir biyografi izlemek istemişimdir çünkü birçok insanın hayatını merak ediyorum. Şimdi seri şekilde kendi hayatımdan kesitler yazıyorum; kimseyi zedelemeden. Çünkü mesele insanların zedelenmesi değil, duyguların anlatılması.”

Haberin Devamı

Fikir şahaneydi! Herkes onun hayatının gizli koridorlarında dolaşmak isterdi. Çünkü Türkiye, ‘Batı tarzı ünlü’ hallerini ilk onda görmüştü.

Bu selfie net değil

Krizi fırsata, sansasyonu başarıya çevirmeyi mesela...

Mayıs 1983’te, tacı sadece bir gece taşıyabilen Türkiye güzeli olarak girdi hayatımıza Hülya Avşar. Kurala göre evlenmemiş olması gerekiyordu; oysa o, 10 Mart 1980’de, 16 yaşındayken, ziraat fakültesinde okuyan Mehmet Tecirli’yle evlenip bir buçuk yıl sonra boşanmıştı. Sırrı ertesi gün ortaya çıktı, unvanı ikinci güzele devredildi. Ama tacı alan Üsküdar’ı geçmişti...

Bu selfie net değil

Erken evliliğin büyük hata olduğunu mesela...

Haberin Devamı

Neden erken evlendiğini 2003’te Milliyet’te Can Dündar’a anlatmıştı: “Kırmızı bir BMW’si vardı da ondan...” Düğünden sonra kocasının memleketi Antakya’ya yerleşmişlerdi: “Orada ev kızı oldum. Kapalı muhit... Bakkala bile göndermiyorlardı beni. Blucin giymek yasak. Tek eğlence; güne gitmek... Yanımda eltim ve görümcemle ev gezmesi... Müthiş sıkıldım, yüzümü sivilceler bastı.”

17 yaşında hamile kaldığını da okumuştuk bu söyleşide. Karnında bebeğiyle eşinin bitirme sınavları için Ankara’ya gelişini, babasının mutsuz olduğunu anladığı kızını geri göndermeyişini... Hikâyenin burasındaki zafer çığlıklarını, babasına baktığında içi titreyen kız çocukları duyabilir. Hülya Avşar onlardandı.

Bu selfie net değil

Anne desteğiyle kariyer tırmandırmayı mesela...

Haberin Devamı

Beyoncé’nin her şeyi annesine borçlu olduğu söylenir. Oysa o daha emeklerken, bu modeli başarıyla uygulayan biri vardı: Emral Avşar. Hülya Avşar’ın ‘amiralim’ dediği muktedir kadın. Güzellik yarışması havada uçuşan bir teklifken formları doldurup hikâyeyi başlatan da o, her adımda kızına yön vermeye çalışan da...

Ortada güç odağı olmak isteyen iki kadın varsa, anne-kız olsalar bile çekişme kaçınılmazdır. Hülya Avşar’ın ‘Selfi’de “Her zaman öngörüsüne hayran olduğum, mesleki anlamda da her şeyimi borçlu olduğum” diyerek andığı annesine sevgisi büyüktü kuşkusuz ama fırtınalı, bazen de tarafların yer değiştirdiği bir ilişkiydi bu.

Bir kupleyle analım ‘amiral’i: “Eşim çapkınlıkta Kaya’yı üçe katlardı. Mutsuz kadın kumar oynar. Hülya kumarhanelere alınmamam için kâğıt çıkarmıştı. Ama Fahrettin Aslan beni alıyordu. 1 trilyon kaybettim. Şimdi iskambil bile görmek istemiyorum.”

Bu selfie net değil

Herkesi karşısına alma pahasına alev alev aşk yaşamayı mesela...

Haberin Devamı

Galatasaray’ın o yıllardaki golcü futbolcusu Tanju Çolak’la... Evet, Türkan Şoray ve Fatma Girik de tabuları yıkıp evli adamlarla sevgili olmuşlardı ama onlar bu konularda pek çekingendi. Bu aşk öyle miydi ya?

Tanju, 8 Mayıs 1988’de Duygu Asena’ya (Sabah) “Hülya Avşar’dan çok hoşlanıyorum. Belki üstüne düşseydim bir şeyler olurdu” derken de evliydi. İki gün sonra Avşar’ın cevabı geldi: “Bu Tanju Bey herhalde aç tavuk gibi kendini arpa ambarında sanıyor. Üstüme düşseymiş ne olurmuş acaba? Beni bakkaldan peynir-ekmek ister gibi mi isteyecekmiş? Şunu iyi bilsin ki, ben gönlümün çektiği erkekle birlikte olurum, işte o kadar!”

Her şeyin böyle açık açık başlaması da ilkti, genç ve güzel bir kadının “Ben seçilmem, seçerim” çıkışı da... Olan oldu, ilişki o yıl başladı; Tanju’nun ikinci çocuğunun doğumundan Emral-Celal Avşar çiftinin açıklamalarına, taraftar lincinden zina davasına kadar onlarca badire atlattı. Nihayetinde gene Avşar’ın literatüre geçmesi gereken “Duyguların zinası olmaz. Utanacak kişiler kendilerini bilir” (31 Mart 1991, Hürriyet) sözüyle üç yılda son buldu.

Bu selfie net değil

Gizemi korumayı mesela...

Her şeyi gözümüzün önünde yaşadı ya da bizi buna inandırdı. Ama hep bir gizemi de oldu. Zirvesi İbrahim Tatlıses olmalı. Birlikte filmler, sahne şovları, erkekten kişiye özel şarkılar ve “Kız, seni yandan çarklı!” cilveleşmeleri, kadından “İbrahim’in gözlerine baktığım zaman eli ayağı titrer. Bir kere darıldım, benimle barışmak için aylarca peşimden koştu” açıklamaları (14 Ağustos 1984, Tan)...

Yan yana geldiklerinde bir elektrik olduğu kesindi. ‘Mavi Mavi’ filmindeki öpüşmeleri, Avşar’ın Osman Hattat’la nişanının bozulmasına neden olmuştu. Avşar, “Senaryonun aslında bu yoktu, Osman’a ayıp ettim” demişti (3 Ağustos 1985, Hürriyet). Ama sorsan, aralarında sevgililik ilişkisi yoktu. Galiba ne var ne yoktu, hem var hem yoktu...

Bu selfie net değil

Evlilikten sonra dost kalıp aileyi büyütmeyi mesela...

Ağustos 1997’de Kaya Çilingiroğlu’yla Paris’te evlendi Avşar. Dört aylık hamileydi. Sosyal medya yoktu ama biz bu evliliğin her anını hep bildik. Avşar televizyon şovunda, magazin programlarında, her fırsatta esprilerle, kocasına evdeymiş gibi takılmalarla bize hep “Aslında onlar da bizim gibi” dedirtti.

Onların bizim gibi olmadığını Ferrari’yle Feraye karışınca anladık. Çilingiroğlu, magazincilerin “Ferrari’yi yeni mi aldınız?” sorusuna “Siz Feraye’yi nereden tanıyorsunuz?” dedi, 2002’de evliliğin sonu geldi. Avşar’ın kocasını defalarca affettiği biliniyordu. Belki durup durup yuvarladığı “Evli erkek arada bir aldatmalı” laflarıyla kendini temize çekiyordu.

Ama güzel toparladılar. Benzerini görmediğimiz şekilde, Batılı tarzda medeni ilişkiler kurdular. Filmde Avşar, hayatında en zorlandığı iki anın Zehra’ya babasının evleneceğini ve yeniden baba olacağını söylediği anlar  olduğunu anlatıyor. Ve biliyoruz ki bu tür mevzuları az hasarlı atlatmakta iş kadında bitiyor!

Birden çok işe el atmanın gerekliliğini mesela...

Güzellik yarışması sonrası podyuma geçip yavaşça unutulabilirdi. Sinemaya sarıldı. Orada başarılı olduğu için bir ömür kalabilirdi. Sahneye atladı. “Benim işim gösteri sanatları” deyip durabilirdi. Tasarıma el attı. “Ben ne anlarım” deyip eksik kalabilirdi. Adıyla dergi çıkardı. Paket tamam deyip oturabilirdi. Tiyatro yaptı... Hülya Avşar durmadı.

‘Selfi’de ilk sahne deneyimini anlatırken, “Bilirim 12 şarkı, 13’üncüyü isteseler yok” diyor Avşar. Kimse ondan 13’üncüyü istemedi. Çünkü aslında bu, bir sözsüz anlaşmaydı. İnsanlar onun el ayalarını bize çevirip yaptığı dansını, kalçasını dışarı itip “En güzel yerim” dediği sırtını öne çıkardığı postürünü görmeye gidiyordu. Bu işte de öncüydü; o paytak yürüyüşün de tuhaf dansın da taklitçisi bol oldu.

Şimdi her gün bir ünlünün ruj çıkarıp koleksiyon tasarladığına bakmayın. Tişörtlerini tanıtırken söylediği, son yılların modası “Giyeceğim gibisini bulamadım, kendim için yaptım” cümlesi de ilk onun ağzından çıktı.

Bu selfie net değil

İdol olmanın önemini mesela...

2009’da bir internet sitesine konuştuğunda kendisi hakkında en doğru şeyleri söylüyordu: “Benim mesleğimi herkes doğru algılayamıyor. Bana sanatçı diyorlar ve bir köşeye bırakıyorlar. Hayır, kesinlikle bunu kabul etmiyorum. Ben idolüm. İdol demek, herkesin dinlediği, es geçemeyeceği biridir. Sanatçı ise zaman zaman güzel şeyler yapan, üreten, insanlara bir şeyler veren biridir. Türkiye’de işadamı var, işkadını var, star var, ağır işçi var, güzel kadın var, yakışıklı erkek var ama idol yok. Benim hedefim idol olmaktı, idol oldum ama bunu fark etmelerine sebep olacağım şimdi. Bu konuda bana yetişecek biri yok.”

Bu selfie net değil

“Bana sanatçı diyorlar ve bir köşeye bırakıyorlar. Hayır, kesinlikle bunu kabul etmiyorum. Ben idolüm.”

Ve sonuç...

Gelelim ‘Selfi’ye... Yukarıda saydığım başlıkların, öznesindeki gerçek karşılıklarını, hem de onun ağzından dinleyeceğim için heyecanlıydım. Filmin vizyona girdiği ilk gün, ilk seansa koşarak yetiştim. Salonda tektim...

Film, “Az sonra izleyecekleriniz tamamen gerçektir” yazısıyla açılınca koltuğuma iyice yerleştim. Babasının 12 kardeş olduğunu, kardeşlerin her birinin sekizer çocuğu olduğunu, bir tek Celal Avşar’ın üç çocukta durduğunu, kendisinin de sekiz aylık doğduğunu anlattığında, bilmediğim detaylarla başladığını görüp dikkat kesildim. Dedesinin Atatürk’ün yakın arkadaşı olduğunu da ilk kez duyuyordum.

Peki ya sonra? Ailede kendisine ‘Malakan’ dendiğini, babaannesi Daduk’un hiç Türkçe bilmediğini defalarca anlatmıştı. Çocukken yaşadığı hayatı derinlemesine açar sandım; Daduk ninenin öğrettiği Kürtçe şarkıyı mırıldanmak dışında bir şey gelmedi.

Birkaç özel video seyrettim ama mesela düğün görüntüleri seneler evvel Reha Muhtar’ın Show TV’de yayınladığı çekimden ibaretti. İlk evliliğinde yaşadıkları, annesiyle ilişkisine dair birkaç özel detay, eski aşklarına dair hissiyatı, aldatıldığını öğrendiğindeki gerçek tepkisi, bir arka plan, bir sır, bir tatlı dedikodu... Hiçbiri yoktu.

“Gücün sabırdan geldiğine inanıyorum”, “Hırslı olduğumu düşündüler, ben azimli olduğumu düşünüyorum”, “Mesleğimin esiri olmadığımı düşünüyorum”, “Sürekli gündemde olmak değil, işi pek şansa bırakmamışım” gibi sade suya tirit, bildik birkaç Hülya Avşar cümlesi...

Oysa ben ‘Hülya Avşar’ı tanımaya, o anlatırken karşısında oturup “Ama sen de orada yanlış yapmışsın bence” demeye kalkışacak kadar samimi anlar görmeye, klişe tabirle ‘bir döneme tanıklık etmeye’ heveslenmiştim.

Yukarıda alıntılamıştım; “Mesele insanların zedelenmesi değil, duyguların anlatılması” diyordu. Ama bu duygular, “Sana kızımın doğum videosunu izletmiş miydim?” diyen arkadaştan daha yoğun olur sanmıştım. Hülya Avşar maalesef ‘Selfi’yi net çekememişti.

Suratın yarım göründüğü selfie’lerin bir adı var mı bilmiyorum. Yenisi bulunana kadar ‘halfi’ demeyi öneriyorum. Galiba filmin adına da en çok bu yakışır...

 

 

 

 

BAKMADAN GEÇME!