Umut Fırat Eroğlu

Gözleri konuşan iletişimde kazanıyor!

3 Aralık 2023
Dilimizde belirli bir duygu anını ifade etmek için kullanılan ‘göz göze gelmek’ deyimi kavramsal olarak hepimizin içinde gizemli bir his yaratıyor. Kanadalı McGill Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre göz teması çok nadiren gerçekleşmesine rağmen sosyal dinamikler içindeki en belirgin unsur oluyor.

Aslında iki insanın gözlerinin karşılaşması, düşünüldüğünde olağan gelir. Ancak olay anında, pek alışık hissettirmeyen tuhaf bir yanı vardır. Bir insanın gözünün içine bakması kadar gözlerini kaçırması da bir o kadar gizemlidir. Üstelik birinin gözünün içine baktığımızda karşılaşacağımız şey, daha büyük bir gizemi beraberinde getirebilir. Görüntülü konuşma teknolojisinin yaygınlaşmasıyla içine yeni bir katman daha eklenen göz teması fenomeni hakkında ilginçtir ki bugüne kadar çok az araştırma yapılmış. Öyle olduğunu, Science Alert blog’unun konu hakkında yeni bir çalışma yürüten akademisyenlerle yaptığı söyleşiden öğreniyorum. Kanadalı McGill Üniversitesi’nden akademisyenlerin gerçekleştirdiği araştırma, göz temasının insan iletişimi ve davranışlarına etkisine odaklanıyor. Deneysel psikolog Florence Mayran bu araştırmanın gerçek yaşamda göz temasının konumunu inceleyen ilk çalışmalardan biri olduğunu ifade ediyor. Göz temasının iletişimde ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliriz, hissederiz. Araştırmaysa bu noktada ilginç bir ayrıntıyı ortaya çıkarmış: “Şaşırtıcı bir şekilde keşfettik ki göz teması çok nadiren gerçekleşmesine rağmen sosyal dinamikler içindeki en belirgin unsur oluyor. Birkaç saniyeliğine bile olsa göz göze geldiğimiz anlar, sosyal davranışların nasıl gelişeceğini belirleyen önemli bir faktör olarak ortaya çıkıyor.” 

 

AĞZA BAKMAK NORMAL

McGill Üniversitesi’nde yürütülen araştırma, yaşları 18-24 arası 25 kadın ve 5 erkek denekle gerçekleştirilmiş. Sensörler ve kameralarla deneklerin bire bir iletişim sırasındaki göz hareketleri takip edilmiş. Elde edilen ilginç bulgulara göre insanların iletişim kurarken birbirlerinin suratlarında en çok baktığı nokta ağız bölgesi. Hemen ardından göz çevresi geliyor. İletişim sırasında karşıdakinin suratına toplam bakma süresiyse yalnızca yüzde 12 seviyelerinde. Yeni tanışanlar, konuşurken başka yerlere çok daha fazla bakıyor. Araştırmaların henüz başlangıç aşamasında olduğunu ve burada yalnızca yeni tanışanların incelendiğini belirtmekte fayda var. Önceden tanışmış olanlar, arkadaşlar, aile bireyleri, romantik partnerler gibi farklı etkileşimlerde sonuçların çok daha değişken ve karmaşık yapıda olacağı -doğal olarak- öngörülüyor. “Daha da şaşırtıcı olanı, katılımcılar iletişimde oldukları sürenin yalnızca yüzde 3,5’inde birbirleriyle göz teması kurdular” diye belirtiyor psikolog Mayran. Neyse ki “Konuşurken bana bakmıyor, gözlerini kaçırıyor” gibi durumları fazlaca dert etmeye, alınmaya gerek yokmuş. Belli ki insanın doğal etkileşimi bu. Doğrudan göz temasının iletişimde özel ve dolayısıyla tasarruf edilen ya da belirgin anlarda kullanmayı gerektiren bir konumu var.

Karşımızdakiyle kurduğumuz göz teması beyindeki ödül mekanizmalarını da harekete geçirebiliyor.

 

EMPATİYİ KOLAYLAŞTIRIYOR

Yazının Devamını Oku

Yapay zekânın kaderi belli oldu

26 Kasım 2023
Birçok insanı işinden, koltuğundan etmeye başladığı ve gelecekte bunun daha da artacağı sık sık dile getiriliyordu. Ancak dünyanın önde gelen yapay zekâ şirketinin kendi yöneticisini ansızın işten kovmasını kimse beklemiyordu. Son bir haftadır teknoloji dünyasının gündemindeki en hararetli olay ChatGPT’yi geliştiren OpenAI’ın CEO’su Sam Altman’ın görevinden uzaklaştırılması ve dönüşüydü.

Öncelikle beş günlük hadiseyi özetleyelim... 16 Kasım Cuma günü Sam Altman görevinden uzaklaştırıldığını öğrendi. Şirkete 13 milyar dolar yatıran Microsoft gelişmeyi neredeyse tüm dünyayla aynı anda 17 Kasım’da haber aldı. Altman’ın görevden uzaklaştırılma sebebi ‘yönetim kuruluyla iletişiminde tutarlı bir samimiyet göstermemesi’ şeklinde ifade ediliyordu. Aynı günün akşamı OpenAI Yönetim Kurulu Başkanı Greg Brockman dayanışma amacıyla görevinden ayrıldı. 19 Kasım’da Microsoft sürpriz bir açıklamayla Altman ve Brockman’ın başına geçeceği yeni bir AI araştırma birimi kurulacağını duyurdu. 20 Kasım’da 800’e yakın personeli olan OpenAI şirketinden tam 702 çalışan geçici CEO Mira Murati ile birlikte açık bir mektup yayımlayarak Sam Altman görevine geri getirilmediği takdirde işi bırakıp Microsoft’a geçeceklerini duyurdular. Aynı gün Altman’ın kovulmasına önayak olan yönetim kurulu üyesi Ilya Sutskever durumdan derin pişmanlık duyduğunu açıkladı. Nihayet 21 Kasım gecesi, Sam Altman ile yeniden prensip anlaşmasına varıldığı ve CEO’luk görevine geri döneceği OpenAI’ın X hesabından duyuruldu. Olaya sebep olan 3 yönetim kurulu üyesi gönderildi ve yerlerine sermaye dünyasının yakından tanıdığı isimler getirildi.

İdealist amaçlarla şirketi kuranlar son çare olarak ‘kendini imha et düğmesi’ne basmak istemiş olabilir.

 

KİM BU ÜYELER?

Peki, Altman’ın gitmesini isteyen yönetim kurulu üyeleri kimlerdi ve amaçları neydi? OpenAI başmühendisi Ilya Sutskever şirketin ürettiği teknolojinin giderek riskli hale gelmesinden dolayı endişe duyuyor ve bir süredir Altman’ın potansiyel tehlikelere karşı yeterince duyarlı davranmamasından yakınıyordu. Girişimci Tasha McCaulay ‘Rationalist and Effective Altruist’ (REA) adıyla bilinen, yapay zekânın insanlığı yok edebileceği konusunda derin endişeler taşıyan ve toplumu bilinçlendirmeyi amaçlayan bir topluluğa dahildi. Helen Toner Georgetown Üniversitesi’ndeki Gelişen Teknolojiler ve Güvenlik biriminin direktörü olmakla birlikte REA topluluğuyla yakın bağlantılar içindeydi. 

Anlaşılacağı üzere şirket içindeki mesele, yapay zekânın kaderine dair bir yol ayrımıyla ilgili. OpenAI, bu yılın başında ChatGPT ile yapay zekâyı insanlığa sunduktan sonra giderek daha da gelişmiş özelliklerini ücretli kullanıma açtılar. Talep o kadar fazla oldu ki üyelik başvurularını durdurmak zorunda kaldılar. Teknoloji artık sadece onların elinde değildi, insanlığa karşı sorumlu davranmak zorundaydılar. İdealist amaçlarla şirketi kuranlar, olası risklere karşı son çare olarak ‘kendini imha et düğmesi’ne basmak istemiş olabilir. Kimi kaynaklarda, OpenAI laboratuvarlarında teknolojinin çok ilerlediği ve belki de önüne geçilemez bir hal almış olabileceği tartışılıyor. Şimdilik komplo teorisi diyelim ancak olmayacak iş değil.

Gelinen noktada, yapay zekânın gidişatından kaygılı biliminsanları kaybedenler safında. Belki koltuklarını kaybettiler ama bence büyük bir farkındalık yarattılar. Kazananlarsa yapay zekânın iş dünyasına iyi geleceğinden emin olanlar. Örneğin The New York Times yazarı Kevin Roose, sonucu “Yapay zekâ artık kapitalizmin malı oldu” cümlesiyle ifade ediyor.

Yazının Devamını Oku

Giyilebilir cihazlar ‘akıllanıyor’

19 Kasım 2023
Bu hafta ABD’de satışa sunulacak olan Ai Pin bir tekno-broş. Kendisi küçük ama marifetleri büyük. Göğse takıldıktan sonra kamera, hoparlör, telefon, ajanda, not tutucu olarak işlev görmenin yanı sıra ChatGPT destekli bir akıllı asistan olarak da hizmet veriyor.


Giyilebilir teknoloji kavramı popüler kültüre ‘Geleceğe Dönüş II’ filmiyle girdiğinde, uçan kaykayıyla hızını alamayıp havuza düşen Marty McFly’ın kendi kendini kurutan, gerektiğinde beden boyunu ayarlayabilen montuna çok şaşırmış, otomatik bağlanan ayakkabı bağcıklarına hayran kalmıştık.

O yıllarda benim asıl favori cihazım, yeraltı dünyasına ait bir kültür ikonu olan Dick Tracey karakterinin kol saatinden yaptığı konuşmalardı.

O marifetli saatin çok işe yarayacağını düşünür, gerçeğinin hayalini kurardım... Şimdi çok daha fazlasını yapan akıllı saatleri her gün kullanıyoruz. Giyilebilir teknoloji denince akla ilk gelen akıllı saatlerin bugün dünya çapında 230 milyon civarında kullanıcısı var. Apple, Samsung, FitBit, Garmin gibi sektör lideri markaların yanı sıra ikinci sınıf modellerle birlikte bu sayının 300 milyona ulaşabileceği raporlanıyor. Öte yandan Silikon Vadisi şirketleri, teknolojiyi bedenin farklı noktalarına taşımak için Ar-Ge çalışmalarını aralıksız sürdürüyor.

Yapay zekâ destekli

AR (arttırılmış gerçeklik) gözlükler ve kontak lensler, sağlık durumunu takip eden yüzük, küpe gibi mücevher ve takılar, beyin dalgalarıyla çalışan saç bantları, iklime duyarlı montlar ve dahası şimdiden teknolojinin deneyim alanına giren ürünler. Giyilebilir teknoloji ürünlerinin verimliliği, sunduğu dijital özelliklerin ergonomik kullanım kolaylığı ya da zorluğuyla nasıl bir dengede olduğuna bağlı. Gözünüz bozuk değilse sırf akıllı diye gözlük takmazsınız örneğin. Yürüdükçe pil şarj eden, sağlık ve performans verisi geliştiren akıllı ayakkabılar iyi fikir ama her gün aynı ayakkabıyı giymeniz olası değil. Giyilebilir teknolojiler aynı zamanda modern çizgideki giyim markaları için vizyoner bir pazarlama malzemesi olarak da işe yarayabiliyor.
İnsanlara gerçek anlamda fayda sunması için giyilebilir teknoloji ürününün ya boyundan büyük fayda sunması ya da küçücük bir çip kadar hissedilmez boyutlara ufalması gerekiyor. Şimdiyse, giyilebilirlerin önünü açacak önemli bir yenilik gündemde: Yapay zekâ. Silikon Vadisi’nin dikkat çekici girişimlerinden Humane, Ai Pin adlı ürünüyle başlı başına kendi kategorisini oluşturmaya hazırlanıyor. ‘Yapay zekâlı rozet’ anlamına gelen Ai Pin, şık bir tekno-broş formunda. Kıyafetlerin göğsüne takarak kullanılan ürün kamera, hoparlör, telefon, kişisel ajanda, not kaydedici gibi kullanışlı özelliklere sahip. En önemli marifetiyse yapay zekâ arama motoru ChatGPT destekli yeni nesil bir akıllı asistan olması. Yatırımcıları arasında OpenAI’ın kurucusu Sam Altman olduğu için sistemle doğrudan bağlantılı. Kimi uzmanlar cihazın yeni bir kişisel teknoloji normu oluşturma potansiyeline şüpheyle baksa da Wired dergisinin görüştüğü Humane CEO’su Bethany Bongiorno ürünün kitleler tarafından benimseneceğinden şüphe duymuyor. Ürün için dünyanın ilk ‘bağlamsal bilgisayarı’ (içerik ve ergonomi arasında direkt bağlantı kuran) tanımını yapan Bongiorno “Yapay zekâ herkesin merak duyduğu ve hayatını nasıl değiştireceğini öğrenmek istediği bir şey haline geldi” diyerek ürünün en önemli farklılık noktasına işaret ediyor: “Yapay zekâyı beraberinizde her yere taşıyabilmeniz için ilk olanağı sunuyoruz. Aldığımız küresel geri bildirimlerden ürünün her kesimden, her yaş grubundan insana dokunduğunu hissediyor ve görebiliyoruz.”

AI Pin, akıllı telefonun en sık kullanılan özellikleriyle akıllı saatin pratikliğini birleştiren ve ChatGPT’nin insansı zekâsıyla güçlenen çekici bir cihaz haline gelmiş. Öne çıkan özelliklerinden biri de projektör ekranı. Sesli komutla sorduğunuz soruların yanıtını avuç içine yansıtılan ekranda göstererek gerçekten geleceğe göz kırpan bir hali var. Dahili kamerasıyla eller serbest biçimde video ve fotoğraf çekebiliyor. Ayrıca etrafta gördüğü objeleri de tanıyabiliyor, seyahatte karşınıza çıkan tarihi bir eser hakkında bilgi bulabiliyor örneğin. Gelecek yıl, kadrajına alınan besinlerin kaç gram olduğunu ve günlük enerji ihtiyacınızın ne kadarını karşılayacağını söyleyebilir hale gelecekmiş. Yazılım geliştiriciler için bir API modülü de kullanıma sunulacak ve dışarıdan çok sayıda yeni özellik eklenebilecek. Kendi telefon numarasıyla kullanılabilen Ai Pin, sadece kullanıcısının duyacağı miktarda bir ses balonu içinde görüşme yapmaya imkân veriyor. Ai Pin’in gün boyu topladığı verileri, notları, görüntüleri, kayıtları ve dahasını bir araya getirdiği, kullanışlı görünen masaüstü arayüzü de beraberinde sunuluyor. 699 dolar fiyatıyla bu hafta ABD’de satışa sunulacak Humane Ai Pin’in özelliklerini hu.ma.ne/aipin internet adresinden inceleyebilirsiniz.

Yazının Devamını Oku

Sosyal medyanın antikahramanları: Deinfluencer’lar

12 Kasım 2023
Andy Warhol “Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak” demişti ama çağın en ileri görüşlü sanatçıları bile bir gün herkesin ‘influencer’ olabileceğini öngöremedi. Şimdi bu dinamikler de tersine dönüyor. Yeni trend ‘deinfluencer’ olmak.


Günümüzde havalı söylemiyle mikro marka temsilciliğine ya da amiyane tabiriyle sosyal medya tezgâhtarlığına dönüşen influencer’lık, internetin en popüler işlerinden biri haline geldi. Hatta güncel bir araştırmaya göre ABD’li gençler arasında gözde meslek olarak görülmeye başlamış. Meslek demek biraz tuhaf ve iddialı gelse bile çoğu gencin ideal bir yaşam biçimi olarak gördüğünü inkâr edemeyiz. Bedava gelen ürünler, kârlı anlaşmalar, beğenisi bol takipçiler ve dışarıdan bakınca harika görünen bir yaşam tarzı… Önceki nesillere kıyasla, kendi tabirleriyle ‘hiçbir şeyi olmayan’ bir jenerasyon için influencer’lık, kestirmeden ulaşılabilecek bir başarı ve tatmin yolu…
Ancak hızlı tüketim kültürünün süratle dönüşen doğası buradaki dinamikleri de tersine çevirmeye başladı. Bahar aylarında TikTok’ta ortaya çıkan ve son günlerde sosyal medyada yeniden yükselen ‘deinfluencer’ trendi diğerinin aksine tüketicileri kalitesiz, gereksiz veya parasını hak etmeyen ürünler konusunda uyarıyor. Onları satın almamaya teşvik ediyor. Fortune, CNN, BBC, Huffington Post ve The Guardian’daki haberlerle dünya basınının ilgisini çeken ‘deinfluencing’ kavramı Türkçeye ‘etkisizleştirme’ kelimesiyle girdi. Tabii Z Kuşağı bu kelimeyi pek kullanmıyor ve sosyal paylaşımlar #deinfluence etiketiyle yapılıyor. #deinfluencetürkiye etiketiyle TikTok’ta karşıma çıkan videolardaki söylemler “Sizi diinfluuns etmeye geldim” şeklini almış. İngilizce paylaşımlarsa “Allow me to deinfluence you/Sizi deinfluence etmeme izin verin” lafını kullanıyor.

Influencer’lık doğru yapıldığında emeğin ve zamanın karşılığını verdiği için bir iş modeline dönüşebiliyor ve markaların dolgun pazarlama bütçelerinden payını alıyor. Ancak deinfluencing yapanlar, bunu sürekli bir unvan olarak taşımaktan ziyade paylaşım biçimi olarak benimsiyorlar. Ayrıca tanıtım yaptığı ürünlerin yanı sıra beğenmediği ürünlere karşı uyaran influencer’larla da karşılaşıyoruz. Bunlar biraz şüphe uyandırıyorlar. En çok etkisizleştirilenlerin başında güzellik ürünleri var. Ömür boyu kozmetik videosu izleme kotamı doldururken fark ettiğim üzere, deinfluencer’ları motive eden iki ana unsur var: İlki, dünyanın geçirdiği ekonomik buhran. İkincisiyse influencer’ların giderek samimiyetten uzaklaşmaları. Yaratımları takipçilere fayda sunmaktan çok markaya hizmet etmeye döndükçe tepki çekmeye başlıyorlar. Bir noktada tüketim kültürünün kendini besleyenleri de tüketmeye başladığını söyleyebiliriz.

TikTok Türkiye’deki genç kadın deinfluencer’lardan biri, lüks tüketime özendirmekle eleştirdiği influencer’lardan yakınırken bu işe başlama sebebini iki cümlede özetliyor: “Pahalı ürün gösterdikleri zaman zaten alamıyoruz, imkânsız… Uygun fiyatlı markaları gösterdikleri zaman da inanamıyoruz, samimi gelmiyor.” Mağazalardaki fiyatların absürt-astronomik seviyelere ulaştığı Türkiye, deinfluence paylaşımları için doğal olarak biçilmiş kaftan. Tam hayata atılacakları dönemde zorlayıcı ekonomi ve yaşam koşullarına boğulan Z Kuşağı içinse deinfluencing sadece bir trend değil, tüketim odaklı düzene karşı bir hayatta kalma refleksi aynı zamanda.

Deinfluencer’lar yalnızca gereğinden pahalı ya da kalitesiz ürünleri paylaşmıyorlar, nadir kullanılan ya da fazla işe yaramayan ev aletleriyle benzeri kişisel ürünler konusunda da farkındalık uyandırıyorlar. Influencer’ların genel olarak bakımlı ve şık imajının aksine, birçok deinfluencer sade hatta sakil görünümlü, samimi profilleriyle öne çıkıyor. Markalardan veya takipçi kaybetmekten pek çekinmiyorlar; “Bunu deinfluence ettiğim için nefret eden çok olacak ama yine de…” diyerek paylaşmaya devam ediyorlar. Tüketim çağının antikahramanlarına dönüşen deinfluencer’lar bir yandan farkındalık yaratırken diğer yandan geri dönüşümü, ikinci el kullanımını destekliyor ve bozulan ürünleri onarmak veya alternatif tasarımlar geliştirmek gibi çevre bilincine faydalı mesajlar paylaşıyorlar. Belki maddi dünyada sahip oldukları çok şey yok ama Z Kuşağı’ndaki gençler internette kimin söz sahibi olduğunu çok iyi gösteriyorlar!
Hayırlı bir iş yapıyorlar

#Deinfluence etiketli paylaşımların yarısından fazlası kozmetik ve kişisel bakım ürünlerini içeriyor. Şimdilerdeyse giderek her şeyin etkisizleştirildiğini görebiliyoruz. Popüler sosyal medya trendleri de bundan nasibini alıyor. Akıl ve ruh sağlığına yönelik paylaşımların, spiritüel ve kişisel gelişim içeriklerinin aşırı tüketildiğinde insana yetersiz veya sorunlu hissettirebileceğini söyleyen deinfluencer’lar hayırlı bir iş yapıyor. Ayrıca mekânlar, restoranlar, hatta şehirler bile deinfluence edilebiliyor. Örneğin sosyal medyada çok fazla tanıtıldığı için turistlerden adım atılacak yeri kalmayan, her köşesinde upuzun kuyruklar oluşan Floransa kentinin yerel sakinleri, şehir merkezinden dışarıya sürüldükleri için kendi şehirlerini etkisizleştirmeye çalışıyorlar (Biz de Kadıköy ve Moda’yı #deinfluence edebilsek hiç fena olmayacak). Bazen akla gelmeyecek şeyleri deinfluence edenler de var… TikTok Türkiye’deki genç bir kadın kullanıcının “Ben de deinfluencer olmaya karar verdim. İlk tanıtım yapacağım ürün erkekler, erkeklerden uzak durun arkadaşlar, hepsinden!” mesajını #erkolaryeto etiketiyle paylaştığı görülüyor.

Yazının Devamını Oku

Milletler anlaştı: Yapay zekâ felakete dönüşebilir

5 Kasım 2023
Son birkaç yıldır gündemi ciddi şekilde meşgul eden yapay zekâ teknolojilerinin potansiyel riskleri hakkında birçok uyarı yapıldı. Son olarak Britanya Yapay Zekâ Güvenlik Zirvesi’nde aralarında Çin ve ABD’nin de olduğu 28 ülke deklarasyon imzaladı. Bu metin yapay zekâ teknolojilerinin yarattığı risklerin, doğası gereği uluslararası nitelikte olduğunu vurguluyor.

Yapay zekâdan gezegenimiz için tehdit oluşturan unsurları teker teker ortadan kaldırması istenseydi önünde sonunda sıra insanlara gelecekti. Mavi gezegene en fazla zarar veren, en çok kirleten ve haddinden fazla kaynak tüketen canlıyı tespit etmesi uzun sürmezdi. Tam anlamıyla bir paradoks, değil mi?

Yapay zekânın bize nasıl bir gelecek hazırladığı konusunda Silikon Vadisi’nin dâhi çocuğu Sam Altman’ın da ciddi endişeleri var. Altman, OpenAI şirketinin CEO’su ve ünlü ChatGPT’nin yaratıcısı. Birkaç ay önce “Yapay zekâ hepimizi yok edebilir, medeniyetimizin sonunu getirebilir” şeklindeki açıklamalarıyla gündeme oturmuştu. Mayıs ayında Amerikan Ulusal Kongresi’ne beyanatta bulunan Altman bir yol ayrımında olduğumuza işaret ederek “Yapay zekâ geçmişte matbaanın bilgi ve öğrenim imkânlarını geniş bir alana yayıp sıradan insanları güçlendirdiği nitelikte mi olacak yoksa atom bombası gibi teknolojide çığır açtığı halde korkunç sonuçları halen peşimizi bırakmayan bir soruna mı dönüşecek” diye sormuştu. 

LiveScience.com internet sitesindeki bir makaleye göre insanların yapay zekâya dair taşıdığı olumsuz duygular ve endişeler genel olarak iki kategoriye ayrılıyor: Yapay zekânın bilinçli hale gelip bizi yok etmeye kalkacağı fikri ve kötü niyetli kişilerin elinde şeytani amaçlara alet olacağı fikri. İnsanların korktuğu şeylerden biri de yapay zekânın süper akıllı hale gelmesi ve kendisini bizden üstün görüp hepimize ‘maymun muamelesi’ yapması. Ancak kimi uzmanlar kıyamet senaryolarının odak dağıttığını ve kamuoyu algısını gerçek tehlikelerden uzaklaştırdığını savunuyor. Zira insanları ve toplumu etkileyecek faktörlerin başında işgücü kaybı geliyor. Nisan ayında küresel araştırma şirketi Goldman Sachs’ın güncel bir raporuna yer vermiştim. Yakın gelecekte 300 milyona yakın tam zamanlı işin yapay zekâ marifetiyle otomasyona dönüştürüleceği bildiriliyordu.

"Ne bir melek ne de bir canavar; onu yaratan biziz ve sadece kendimizi dizginlememiz gerekiyor."

 

SUÇLULARA İMKÂN VEREBİLİR

İki hafta önce sektörün önde gelenleri tarafından yayımlanan açık mektup durumun ciddiyetine vurgu yapıyor. Cambridge, Toronto, Oxford, Berkeley, Tsinghua gibi üniversitelerden 24 üst düzey akademisyenin imzası var mektupta. Turing ödüllü Yoshua Bengio, Geoffrey Hinton ve Andrew Yao’nun en başta olduğu listede Yuval Noah Harari, David Krueger, Stuart Russel gibi tanınmış isimlerin yanı sıra Oxford Üniversitesi’nden Türk akademisyen Atılım Güneş Baydın da var. Mektupta yapay zekâ geliştiren sektörlerin kontrol mekanizmalarını arttırmaları gerektiği yönündeki uyarıların yanı sıra hükümetlere eylem çağrısında bulunuluyor…

Yazının Devamını Oku

Eyvah! Herkes dedektif olabilir

22 Ekim 2023
Haberiniz olmadan çekilen bir fotoğrafınızla en son ne zaman karşılaştınız? Hiç farkında olmadan görüntülenme hissi, derinlerdeki ilkel dürtüleri tetikleyen rahatsız edici bir durum. Kendini bir an için tehdit altında sanmak avcı bir hayvanın yakında olduğu zamanlardan kalan, yaşama içgüdüsüyle ilgili bir evham yaratıyor. Ortada bir tehdit olmadığı halde bile mahremiyetin incinme duygusu hoş gelmiyor.

Silikon Vadisi’nin en hassas mevzularından biri olan yüz tanıma ve aratma teknolojisi, PimEyes adlı yeni bir imaj arama motoruyla gündeme geldi. PimEyes’ın özelliği, tartışmalı yapay zekâlardan biri olan yüz eşleştirme teknolojisini genel kullanıma sunması. Başta Google olmak üzere Microsoft, Apple gibi devlerin teknolojiye temkinli yaklaştığını biliyoruz. Daha doğrusu büyük teknoloji devleri, yüz tanıma mekanizmasını kendi sistemleri ve ürünleri için yoğun biçimde kullanıyorlar ama bunu son kullanıcıya sunma konusunda haklı olarak geri duruyorlar. Hatta arama motoru devi Google’ın eski CEO’su Eric Schmidt zamanında geliştirildiği halde hiçbir zaman halka sunmadığı yegâne teknolojinin ‘yüz bulma’ olduğu biliniyor. Schmidt teknolojinin yanlış ellerde çok tehlikeli olabileceğini ilk ifade ettiğinde, yüz bulma konusuyla ilgili etik tartışmalar da başlamıştı ve 2010’ların ilk yıllarıydı.

‘Tehlikeli süper güç’

Dünyada her şeyin çığırından çıkmaya başladığı bir döngüde olduğumuz için şimdi, büyük şirketlerin yapmadığını girişimci teknoloji şirketleri yapmaya başlıyor. BBC’den Huffpost’a, CNN’den Wired’a, Newsweek’e kadar tüm büyük yayınlar PimEyes hakkındaki yorumlara vitrinde gururla yer veriyor. Naif bir illüstrasyon stili kullanan sayfanın, arkasındaki tartışmalı teknolojiyi yumuşattığı izlenimine kapılıyorum. Yorumlar arasında BBC, şimdilerde klişeye dönüşmeye başlayan ‘steroid almış yüz motoru’ tabiriyle ilk sırada. En çok ilgimi çekense The New York Times’a ait: “PimEyes ayda 29,99 dolara bilimkurgu filmlerinden gelen, potansiyel olarak tehlikeli bir süper güç sunuyor.”

PimEyes’ın CEO’su Giorgi Gobronidze, Doğu Avrupa’da yapay zekâ araştırmaları yürüten bir akademisyen. NPR ile yaptığı röportajda sistemin insanları belirlemek için olmadığını vurguluyor: “Biz aranan materyale benzer imajların yer aldığı internet sitelerini buluyoruz.” İmajdan kastettiğiyse insanı tanımlayan en belirgin şey; suratı. PimEyes, kimlik bilgisi sunmuyor, bulduğu fotoğrafın içinden aranan yüz kadarını gösteriyor. Orijinal fotoğrafa veya bulunduğu siteye gitmek, kısaca iz sürmek 7,99 dolardan başlıyor. 

Çevrimiçi yüz tanıma teknolojisini kurcalamak, internetin aslında nasıl bir yer olduğunu kavramak adına faydalı. Kişisel yönden işlevsel yanları mutlaka var. Kendi retrospektifinize sahip olmak isterseniz ilham verici, kullanışlı olabilir. Veyahut geçmişten kayıp bir yakını bulmak gerektiğinde... Görme engelli bireyler için kolaylıklar sunabileceği gibi özel güvenlik meselelerinde, sahte hesaplarla mücadele ederken yararlı olacağı muhakkak. Ancak mahremiyet söz konusu olunca madalyonun öteki yanı, gözü kamaştırır derecede yansıma yapmaya başlıyor. Yüz tanıma motoru demek, parkta yürürken karşılaştığınız bir yabancı yanınızdaki ağacın fotoğrafını çekerken sizi de kadraja alırsa, sizin kim olduğunuzu aramaya kalkışabilir demek. Özeti bu şekilde. Meseleyi herkes dert etmeyebilir. Tanınmış insanlar için sanki çok sorun değil. Ancak hepimiz bir yerlerde anonim olmak, tanınmayacağımız ortamlara gitmek isteyebiliriz. PimEyes’a geçmişten iki hazır fotoğrafımı yükledim, bir de kameradan çekip güncel görüntümü -haber aşkına- paylaştım. Ve işte o an... Daha önce hiç görmediğim bir görüntüm orada, karşımda duruyordu. Bağlantı adresi yarı maskeli, tanımadığım yerli bir sayfa. Geçmiş etkinliklerden bir kare, konuya arka plandan dahil olduğum bir an... Etraftakiler blurlanmış, görüntüm iyi, bir sorun yok gibi. Fakat bu durumlarda kâbus görenlerin hissiyatını bir zerre de olsa anlamama yetiyor. Kısa dönem kullanıp varlığını bile unuttuğum bir klişe fotoğrafım da var yıllar öncesinden. Bu da bana arama kabiliyetinin derinliği hakkında fikir veriyor.

 

Yazının Devamını Oku

‘Bilgi’ evrenin temel taşı mı?

15 Ekim 2023
Fizik uzmanı Dr. Melvin Vopson kaleme aldığı makalede ve yayımladığı YouTube videosunda katı, sıvı ve gaz halleriyle bildiğimiz, dördüncü halini plazma olarak öğrendiğimiz maddenin beşinci halinin ‘bilgi’ olabileceğini anlatıyor. Vopson’un teorisi kanıtlanabilirse, fiziğin biyoloji, atomik fizik ve kozmoloji gibi dallarında yeni ve önemli açılımlar gerçekleşebilir.


Hayatın öğrettiği ilk şeylerden biridir; sobaya değince canın yanar. Ne kadar uyarılsa da çocuğun kavraması anlatmayla olmaz ve hepimizin bildiği gibi eliyle dokunmadan sıcaklığın ve yakıcılığın tam idrakini yaşayamaz. Her insanın bilinçaltında kodlu olan bu deneyim, bizi pek çok felsefik düşünceye ulaştırabileceği gibi son derece somut bir gerçeği de içinde barındırır: Fizik yasaları. Fiziğin enerjiyle ilgilenen dalı termodinamik, evrendeki tüm hareketliliği özetleyen dört yasasıyla varoluşun mekaniğini bir çırpıda anlatabilir bize. Çocuğun eline transfer olan ısının hikâyesini de barındırır, maddenin halden hale geçiş meselesini de... Fiziğin yasalarını yasa yapansa evrenin hiçbir yerinde değişmeyen tutarlılığa sahip olmaları. Ancak bu, bizim kesin bildiğimiz yasalara yenilerinin eklenmeyeceği anlamına gelmiyor. İngiltere’deki Portsmouth Üniversitesi tarafından yayımlanan ve bilim dünyasının gündemine oturan yeni bir makalede, maddenin bilinen dört haline beşinci ve yeni bir ‘hal’ eklenebileceği ve fizik biliminde yepyeni bir alanın açılabileceğine dair bulgular var.

Fizik uzmanı Dr. Melvin Vopson kaleme aldığı makalede ve yayımladığı YouTube videosunda katı, sıvı ve gaz halleriyle bildiğimiz, dördüncü haliniyse plazma olarak öğrendiğimiz maddenin beşinci halinin ‘bilgi’ olabileceğini anlatıyor. Bilginin kütleli bir madde olabileceği ve yalnızca kendisini taşıyan, ışık fotonundan bile hafif bir parçacık şeklinde ölçümlenebileceği teorisini paylaşıyor. Vopson’un teorisi kanıtlanabilirse, fiziğin biyoloji, atomik fizik ve kozmoloji gibi dallarında yeni ve önemli açılımlar gerçekleşebilir.

Evren simülasyonu

Bu teorinin aynı zamanda dijital teknolojiyle ortaya çıkan sıradışı kavram ve teorileri destekleyen bir yönü bulunuyor. Bunlardan en ilginç olanı, evren simülasyonu. Şayet madde bilgi halinde var olabiliyorsa veya bilgi de bir maddeyse, kozmik bir bilgisayarın içinde yaşama ihtimalimiz güçleniyor demektir.

Simülasyon evren teorisi fazlasıyla soyut duyulsa da rasyonel bir yanı var. Üstelik teorinin Oxford Üniversitesi’nde ilk ortaya atıldığı 2003 yılından beri bu ihtimali kuvvetlendiren araştırmalar yapılıyor. Son olarak 2020 yılında Columbia Üniversitesi’nden astronom David Kipping’in araştırmasıyla bu ihtimalin 50-50 oranında yüksek olduğu ortaya çıkmıştı. Portsmouth akademisyeni Dr. Vopson ise sunduğu formüllerle her maddenin içinde kendisiyle ilgili bilgi parçacığı olduğunu kanıtlama yolunda. Madde diye tanımladığımız alanın en alt basamağında atomik düzeydeki elementleri ifade ediyoruz. Yani söz konusu bilgi, atom parçacığına dahil olmalı. Tıpkı insan ve hayvan hücrelerinin içinde DNA kodu olduğu gibi. Vopson, üniversite haber blog’una verdiği röportajda “Eğer bilginin de fiziksel olduğunu ve kütlesi bulunduğunu, yani element parçacıklarının da kendileri hakkında bir DNA taşıdığını farz edersek, bunu nasıl ispatlarız? Ortaya koyduğum çalışmanın amacı, bununla ilgili teorileri test ederek bilim toplumu tarafından ciddiye alınmalarını sağlamak” diyor.

İnfodinamik yasaları

Vopson’un deneyleri element atomundaki bilgiyi tespit edip ölçmek için parçacık-antiparçacık çarpışması kullanılabileceğini öneriyor: “Çarpışmada birbirlerini imha ettiklerini biliyoruz. Parçacıklar imha olduğunda, bu bilgi parçacığı da bir yere gitmeli.” Deneyler atom altı ortamlardan, 1TB’lık özel harddisklerin veri dolu haliyle format atılmış halinin ölçümlenmesine kadar uzanıyor. Bilginin evrenin temel bileşenlerinden biri olduğuna inanan biliminsanı, teoriler ispatlandığında fizik araştırmalarında yeni bir sahanın açılabileceğini de öngörüyor. Dr. Vopson, maddenin halden hale geçişi sırasında gelişen termodinamik enerji yasalarından yola çıkarak, bilgi parçacıklarıyla ilgili yasalara ‘infodinamik’ adını vermiş. Termodinamiğin meşhur

Yazının Devamını Oku

Atatüre’nin başarısı, Satoshi’nin mesajı

8 Ekim 2023
Teknoloji ve bilim dünyası hareketli günleri geride bıraktı. Prof. Dr. Mete Atatüre, Cambridge Üniversitesi Fizik Bölümü Başkanı oldu. Bitcoin’in mucidi Satoshi uzun bir süre sonra tekrar ortaya çıktı. İnsanlığın yapay zekâyla sınavıysa sürüyor.

Saygın merkeze Türk profesör başkan oldu

Sıradışı başarıları kadar modern ve genç ruhlu üslubuyla sosyal medyada dikkat çeken Prof. Dr. Mete Atatüre, Cambridge Üniversitesi’nin fizik bölümü olarak bilinen Cavendish Laboratuvarı’nın 16’ncı başkanlığına atandı. Geçmişte ünlü astrofizikçi Stephen Hawking’in çalışmalarını yürüttüğü bölüm, kuantum başta olmak üzere fiziğin birçok dalında dünyanın en saygın ve köklü akademik merkezi olarak kabul ediliyor. Milli gururumuz Atatüre’nin devraldığı koltukta ilk oturan isim, elektromanyetizma teorisiyle ‘dünyayı değiştiren’ biliminsanı James Clerk Maxwell olmuştu. Prof. Dr. Mete Atatüre ise ışığın gürültü seviyesini ölçerek imkânsız denen bir başarı sergilemiş ve İngiltere’nin en prestijli bilim ödülü Thomas Young madalyasını kazanmıştı.
Bitcoin’in mucidinden merak uyandıran post

Bitcoin teknolojisinin mucidi olarak bilinen ancak kimliği halen sır gibi saklanan Satoshi Nakamoto, geçen günlerde X’te gizemli bir post (eski adıyla tweet) atarak ortaya çıktı. Nakamoto’nun hesabının hareketlenmesi, heyecan yarattı. Bitcoin’in yeni özelliklerinin ortaya çıkacağını hissettiren mesajda şöyle denildi: “Bitcoin bir önerim makinesidir. Önümüzdeki aylarda, tanıtım belgelerinde açıkça yer almayan farklı yönlerini keşfedeceğiz. Bunların hepsi Bitcoin’in parçalarıdır ve önemlidir. Bu fikirlerin bazılarına ilk yıllarda değinildi; şimdiyse bunları sonuca bağlama ve ne olduklarını açıklama zamanı.”
Kurşun geçirmez yeleğin kumaşından daha sağlam

Çinli biliminsanları, örümcek ve ipekböceği DNA’sını birleştirerek kurşun geçirmez yeleklerde kullanılan kevlardan daha sağlam bir kumaş elde etti. Doğada en sağlam iplik dokusunu ürettikleri halde, vahşi doğaları sebebiyle örümceklerle üretim yapmak mümkün olamıyor. İpekböceklerininse narin yapısı zorluk çıkarabiliyordu. Yürütülen genetik çalışmalar netice verdi ve Donghua Üniversitesi’nde CRISPR tekniği kullanılarak örümcek DNA’sıyla modifiye edilen ipekböcekleri son derece sağlam ipek ipliği üretmeye başladılar.
Bennu’dan NASA’ya sürpriz

NASA’nın yedi yıl önce Mars’la Jüpiter arasındaki asteroit kuşağına gönderdiği OSIRIS-REx inceleme aracı, beklenmedik sonuçlarla Dünya’ya döndü. Bennu isimli asteroide ‘dokunup’ uzaklaşması planlanan uzay aracı, arzu edilen toprak parçaları toplamanın yanı sıra planda olmayan materyaller toplayarak biliminsanlarını şaşırttı. OSIRIS-REx’in asteroid yüzeyine düştüğü anda örnekleri toplayıp geri sıçraması ve Dünya’ya dönmesi planlanıyordu. Uzay aracı yumuşak zemine beklenenden fazla saplanınca toplayıcı başlığın etrafında yüzeye ait farklı katmanlardan materyaller birikmiş oldu. NASA, Bennu’dan gelen materyalleri ellerindeki tüm imkânları kullanarak ve alanında en yetkin biliminsanlarıyla birlikte inceleyecek. Araştırma ekibi elektron mikroskopları, X ışınları ve kızılötesi araçlar kullanarak parçacıkları atomik düzeye kadar gözlemleyebilecek. NASA, proje sayesinde Dünya’ya suyun ve dolayısıyla yaşamın nereden geldiği sorusunun yanıtına ulaşmayı amaçlıyor.

Yazının Devamını Oku