Selin Irmak Kaçmaz

Kirpik liftingi hakkında mutlaka bilmeniz gerekenler

15 Mart 2024
Kirpiklerin kıvrılması ve boyanması işlemi olan kirpik liftingi, uygulama sırasında kullanılan kimyasal maddenin gözle temas etmesi halinde bir güzellik uygulaması olmaktan çıkıp risk faktörü hâkline gelebiliyor.

Kirpik liftingi uygulamasına talep oldukça fazla ve her geçen gün artıyor. Göz hastalıkları uzmanları, kirpik uygulamaları sırasında kullanılan kimyasal maddelerin göze temas etmesi sonucu kendilerine başvuran hasta sayısının sanılandan çok daha fazla olduğunu söylüyorlar. Eğer dikkat edilmez ise kalıcı hasara dahi sebep olabilecek kirpik liftinginin tüm risklerini Göz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Nesrin Tutaş Günaydın’a sordum.

1- Kirpik işlemlerinde kullanılan malzemelerin gözle teması nasıl riskler içeriyor?

Kirpik liftingi ve benzeri kozmetik uygulamaların popülerliği günümüzde gittikçe artıyor. Ancak bu işlemlerde kullanılan malzemelerin gözle teması ya da işlemin kendisi, cilt üzerindeki diğer bölgelere nazaran daha hassas olan göz dokusuna zarar verebiliyor ve gözde başta alerji olmak üzere, enfeksiyona, gözün saydam dokusu olan korneada çizilmeye ya da yara oluşmasına, kılcal damar çatlaması gibi durumlara yol açabiliyor.

2- Bu maddelerin göze teması sonrası gözde meydana gelebilecek semptomlar neler?

Kızarıklık ve tahriş: Göze temas eden kimyasallar, gözde kızarıklık, tahriş ve yanma hissine neden olabilir.

Gözde kaşıntı ve hassasiyet: Malzemelerin alerjik reaksiyonlara veya tahrişe yol açması sonucu gözde kaşıntı ve hassasiyet oluşabilir.

Gözde şişlik: Göz kapağı veya göz çevresindeki deri, alerjik reaksiyonlar veya tahriş nedeniyle şişebilir.

Bulanık görme:

Yazının Devamını Oku

‘Silah haline getirilmiş beceriksizlik’ terimini daha önce duydunuz mu? Çok sayıda çifti yakından ilgilendiriyor...

12 Mart 2024
Hemen herkes muhtemelen sosyal medyada silah haline getirilmiş beceriksizliği gösteren paylaşımlar görmüştür; bir kadın, kocası markette yanlış ürünleri almasın diye resimli bir alışveriş listesi yapıyor, başka bir kadın, kocası yürümeye yeni başlamış bebeklerine baktıktan sonra birbirine girmiş evine bakıyor, bir diğer kadın ise eşinden yemek masasını toplamasını istiyor ve adam boş bir tencereyi içine bile bakmadan buzdolabına koyuyor. Silah haline getirilmiş beceriksizlik, temel ev işleri, çocuk bakımı ve hatta yemek hazırlama söz konusu olduğunda kullanılabiliyor. Peki silah haline getirilmiş beceriksizlik tam olarak nedir?

Silah haline getirilmiş beceriksizlik, bir kişinin kasıtlı olarak görevleri kötü bir şekilde yerine getirdiği veya belirli görevleri tamamlamaktan acizmiş gibi davrandığı bir pasif-agresif davranış biçimidir. Bu manipülasyon taktiği genellikle sorumluluktan kaçınmak için kullanılıyor ve başkalarını görevi devralmaya ve yerine getirmeye zorluyor.

SENİN GİBİ YAPAMIYORUM AŞKIM!

Ruh sağlığı uzmanı ve psikoterapist Emily Mendez, silahlandırılmış beceriksizliğin çeşitli bağlamlarda ortaya çıkabildiğini söyledi ve ekledi:

“Örneğin, bir iş gezisinden eve yeni geldiğinizi ve evin darmadağın olduğunu düşünün. Eşinize dağınıklığın sebebini sorduğunuzda ise 'Temizlik konusunda iyi değilim, o yüzden senin yapabileceğini düşündüm' cevabı alırsınız. Ya da 'Bulaşık makinesini senin yaptığın gibi yerleştirmeyi bilmiyorum, o yüzden bulaşıkları lavaboda bıraktım' diyerek sizi pohpohlamaya çalışırlar."

İşte tüm bunların silah haline getirilmiş becerisizlik olduğunun altını çizen Mendez, “Bu, bir kişinin basit bir eylemi yapamıyormuş gibi davranması ve böylece birilerinin bunu onun yerine yapmasıdır” dedi.

'SİLAHLANDIRILMIŞ BECERİKSİZLİK' TERİMİ NEREDEN ÇIKTI?

Bu terim son yıllarda sosyal medyada viral hale gelmiş olsa da aslında onlarca yıldır var. Gazeteci Jared Sandberg 2007 yılında Wall Street Journal'da yayınlanan bir makalesinde bu olguyu ‘stratejik beceriksizlik’ olarak tanımlamıştı. 1986 yılında ise iş teorisyeni Chris Argyris, Harvard Business Review'da bunu ‘yetenekli beceriksizlik’ olarak tanımladığı bir makale yayınladı.

Bu terimler başlangıçta kurumsal dünyada işi geçiştirmek için beceriksizmiş gibi davranma eylemini tanımlıyordu. Ancak 2008 yılına gelindiğinde, stratejik beceriksizlik evdeki ve çocuk bakımındaki adil olmayan iş bölümlerini tanımlamak için de kullanılmaya başlandı. Terimler psikoloji ve sosyoloji alanlarında gelişmeye devam etti. 2021 yılında ise sosyal medyadaki popüler videolar sayesinde ‘silah haline getirilmiş beceriksizlik’ olarak viral hale geldi.

Yazının Devamını Oku

Kanser belirtilerini görmezden geldi, şimdi ise tedavi için çok geç... 'Önümüzdeki yıl öleceğim, bu benim suçum'

9 Mart 2024
ABD, Washington’da yaşayan 31 yaşındaki bir kadın, korktuğu için üç yıl boyunca semptomları görmezden geldi. Üç senenin sonunda son evre kolon kanseri konan kadın, “Üç yıldır kan kusuyorum. Kolonoskopi yaptırmaktan çok korktum ve şimdi son evre kolon kanseriyim. Önümüzdeki yıl içinde öleceğim. Bu benim suçum” dedi.

 

Teşhisini ailesi ile paylaşmayacağından bahseden genç kadın “Her şeyi berbat ettim ama şimdi bir karar vermem gerekiyor. Herhangi bir tedavi arayışına girmeyeceğim. Herhangi bir tedavi hayatımı kurtarmak yerine sadece uzatıyor. Ölümümle aileme yük olamam ve son yılımın olumlu geçmesini istiyorum. Son günlerimde bakımevinde olmak istemiyorum. Aileme teşhisten bahsetmeyeceğim çünkü acılarının uzamasını istemiyorum. Onların iyiliği için merhametli davranıyorum. Bana yardım edemezler, neden onlara acı çektireyim?” ifadelerine yer verdi ve ekledi:

Sadece 31 yaşındayım ve hayatımda daha fazlasını yapamadığım için üzgünüm. Hayallerimin peşinden hiç gitmedim, bu hayatta başarısız oldum. Umarım bundan sonra kendimi affettirebileceğim başka bir yaşam vardır.”

KOLON KANSERİ 2030 YILINA KADAR 20-34 YAŞ ARASINDA YÜZDE 90 ARTACAK

31 yaşındaki genç kadın her yıl kolon kanseri teşhisi konulan binlerce gençten biri. Gençler arasında kolon kanserleri gizemli bir şekilde artıyor. Son yıllarda genel anlamda hastalık riski düşük olan genç yetişkinlerde kolon kanseri vakalarının artması doktorları da şaşırtıyor.

Uzmanlar bu artışın arkasında ne olduğundan emin değiller ve modern diyetlerin, antibiyotiklerin ya da mantar enfeksiyonlarının rol oynayıp oynamadığını araştırıyorlar. Buna ek olarak, genç insanların hastalığa yakalandığından genellikle şüphelenilmediği için gecikmiş teşhis ve tedavinin de ölümlere katkıda bulunuyor olabileceği düşünülüyor.

1990'larda kolorektal kanser vakalarının sadece yüzde 11'i 55 yaşından genç insanlar arasındaydı. Ancak 2021'deki son verilere göre, vakalar iki kattan fazla arttı ve bu yaş grubundaki insanlar artık tüm teşhislerin beşte birini oluşturuyor. JAMA Surgery dergisinde yer alan bir araştırmanın rakamları, kolon kanserinin 2030 yılına kadar 20 ila 34 yaş arasındaki kişilerde yüzde 90 oranında artmasının beklendiğini gösteriyor.

                                                                       

Yazının Devamını Oku

Ebeveynler çocukları ile arkadaş olmalı mı?

6 Mart 2024
Kimi aileler çocukları ile arkadaş olmayı tercih ederken kimileri daha mesafeli bir iletişimi benimsiyor. Peki hangisi doğru ya da bu konuda tek bir doğru var mı?

ARKADAŞ ARKADAŞTIR, EBEVEYN DE EBEVEYN Aynur T. (51)

Ben çocuğumla arkadaş olmayı hiç tercih etmedim. Çünkü bunun doğru olmadığını düşünüyorum. Ben onun annesiyim, eşim ise babası. Hayatta pek çok arkadaşları olacak, onlarla dertleşecek, eğlenecekler. Ama sadece bir tane anne ve babası olacak. Nasıl ki arkadaşıyla anne ya da babası gibi iletişim kuramaz, ebeveynleriyle de arkadaş ilişkisi olmamalı. Bu elbette bizden bir şeyler saklaması gerektiği anlamına gelmiyor. Sadece arkadaşları ile paylaşabildiği detayları bizimle paylaşmasını doğru bulmuyorum. Arada bir sınır olmalı. Bana göre arkadaş arkadaştır, ebeveyn de ebeveyn. İki kavram birbirine karıştırılmamalı.

ARKADAŞ OLMAK DEMEK SINIRLARI KALDIRMAK DEMEK DEĞİL Kİ… Oğuz F. (43)

Benim beş yaşında bir oğlum var. Ben baba olduğumda 38 yaşındaydım. Eşim ise doğum yaptığında 33 yaşındaydı. Evleneli dört sene olmuştu ve çocuk fikrine ancak dört yılda tam anlamıyla ikna olmuştuk. Çünkü çocuk yetiştirmenin ne kadar hassas bir süreç olduğunun farkındaydık. İkimizin de bu konudaki fikri aynıydı; çocuğumuz bizden korkmamalı, hiçbir şeyi saklama gereği duymamalıydı. Onun hayatında önemli ne varsa bilmeli, yanında olmalıydık. Çünkü öbür türlüsü ebeveynlik değil, anne baba ile iletişim kuramamaktı bize göre. Ben çocukluğumda da gençliğimde de ne annemle ne de babamla bir şey paylaşamadım. Evlendim, 43 yaşıma geldim durum değişmedi. Onlara göre anne babadan arkadaş olmazdı, çocuklar biraz korkmalı, çekinmeliydi ki saygısızlık etmesin. Ama saygının korkuyla bir ilgisi yok ki.

Çocuklara saygıyı, onlara saygı göstererek öğretebiliriz ancak. Saygı sadece yaşı büyüklere gösterilen bir şey değil, olamaz. Eğer bu çocukla arkadaş olmak ise evet biz oğlumuz ile arkadaşız. Ama aynı zamanda ebeveyniz de. Onun başına bir şey geldiğinde, üzüldüğünde, sevindiğinde, yardıma ihtiyaç duyduğunda, âşık olduğunda, kalbi kırıldığında geleceği ilk insanlar anne ve babası olarak bizler olmalıyız. Ebeveynlikte arkadaş olma kavramı demek sınırların ortadan kalkması anlamına gelmiyor. Elbette arkadaşlarıyla paylaşmak isteyip bize anlatmak istemeyeceği şeyler de olacak, olmalı. Bu da çok normal. Ama anlatmak istediğim şey şu; kendi istediği için anne-babasıyla paylaşmıyorsa sorun yok. Eğer bizden çekiniyor da paylaşmıyor ise orada bir sorun var demektir.

‘ARKADAŞ GİBİ’ DAVRANIYORMUŞ, SONRADAN ÖĞRENDİK Buse Ö. (31)

Annem ablam ve benimle hep arkadaş olduğunu, ona her şeyimizi anlatabileceğimizi söylerdi. Biz de aşık olduğumuzda, üzüldüğümüzde, bir arkadaşımızla tartıştığımızda ya da başımıza ne gelirse ilk anneme anlatırdık. Bir dönem ablamın sevgilisi oldu ve anneme söyledi. Annem her zamanki tavrı ile sakince dinledi. Birkaç ay böyle devam etti. Hiçbir şey sormuyor, ablamın anlatmasını bekliyordu. Ablam ise olağandışı bir şey olmadığı için anneme ilişkisiyle ilgili bir bilgi vermiyordu. Sonuçta adını sanını biliyordu. Eğer erkek arkadaşı ile görüşecekse onun da bilgisini verirdi. Ama sanırım annem daha fazlasını öğrenmek istiyordu çünkü bir gün onu ablamın çantasını kurcalarken buldum. Ne yaptığını sorduğumda yakalandığı için çok utandı ve beni geçiştirmek için ilaç aradığını söyledi.

Yazının Devamını Oku

Tam 34 yıl boyunca doktorlar bile ona inanmadı, en sonunda tedavisi olmayan bir hastalık teşhisi kondu

5 Mart 2024
Doktorları 34 yıldır kronik ağrı ve yorgunluğunun sebebinin ‘kafasının içinde’ olduğunu söylediler. Fakat gerçek bambaşkaydı: Phillippa Lee’yi tekerlekli sandalyeye mahkûm eden genetik bir rahatsızlığı olduğu ortaya çıktı.

“Otuz dört yıl. Bu süre boyunca çeşitli doktorlara gidip geldim ve uyluklarımdan geçen acı verici 'elektrik akımları', bacaklarımdaki kas güçsüzlüğü, işitme kaybı, sürekli yorgunluk ve ağrı dahil sayısız semptomlarım düzenli olarak önemsizleştirildi veya göz ardı edildi” diyen Lee’de zaman geçtikçe dışarı dahi çıkmak istemeyecek kadar kötüleşen irritabl bağırsak sendromu da gelişti.

Tüm bunlara rağmen doktorlar, Lee’nin yaşadığı gerçek dışı semptomların anksiyete ve depresyondan kaynaklandığını, hatta tüm bunları ‘hayal ettiği’ ya da abarttığını ima etti.

DOĞUM YAPINCA SEMPTOMLAR KÖTÜLEŞTİ, 28 YAŞINA GELDİĞİNDE İŞİTME CİHAZI KULLANMAYA BAŞLADI

“Gittiğim doktorlar bana ihtiyacım olan tek şeyin başımın rahatlatıcı bir şekilde okşanması olduğunu ima ediyordu. Hatta 30'lu yaşlarımın başındayken bir kadın doktor ‘Hiç büyümeyi düşündünüz mü?’ bile dedi” diyen Phillippa Lee ilk belirtileri ergenlik döneminde yaşamaya başladığını anlattı:

“Gençlik yıllarımda bir şeylerin yolunda gitmediğini biliyordum, ancak 21 yaşında kızıma hamile kaldığımda belim, boynum ve bacaklarımda ciddi ağrılar olmaya başladı; bu ağrılar genellikle uykumu engelleyecek kadar kötüydü. Doğum yaptıktan sonra semptomlarım daha da kötüleşti. Ne zaman egzersiz yapsam şiddetli kas krampları geçiriyor, baygınlık hissediyor ya da grip benzeri semptomlar yaşıyordum.

Bir yazar olarak sürekli yorgun hissettiğim, kronik ağrılar ve beyin sisi yaşadığım için işim de kötü etkileniyordu. Henüz 30 yaşıma gelmemiş olmama rağmen işitme duyum zayıflıyordu. Bu da kendimi yalnız ve hüsrana uğramış hissetmeme neden oluyordu. 28 yaşıma geldiğimde işitme cihazına ihtiyacım vardı. Ama yine de her doktor randevusunda geçiştiriliyordum.”

'KENDİMİ SAHTEKÂR GİBİ HİSSETTİM, KEŞKE O DOKTORU İHBAR ETSEYDİM'

Lee, “2013 yılında, yağmur ormanlarında yapılacaklar listesinde yer alan bir yürüyüşe çıkmak üzere Hawaii'deydim. Orada çekilmiş bikinili bir fotoğrafımda sol baldırım sağ baldırıma kıyasla küçülmüş görünüyordu. Fotoğrafta fark ettikten sonra aile hekimim ile görüştüm. Bu kez o da endişeli görünüyordu. MR çektirmemi ve bir nöroloğa görünmemi istedi. Ben de dediklerini yaptım. Odasına girdiğimde nörolog masasının arkasında buyurgan bir şekilde oturuyordu, bir tıp öğrencisi de odanın arka tarafında geziniyordu” dedi ve ekledi:

Yazının Devamını Oku

Tek kullanımlık bardak krizi: Hem çevreye hem insan sağlığına büyük zarar veriyor

28 Şubat 2024
Her ne kadar pek çok kahve şirketi müşterilerini artık kendi bardağını getirmeye teşvik eden bir politika benimsemeye başlasa da itiraf etmek gerekiyor ki içeceği kâğıt bardakta alıp bitince çöpe atmak hala çoğumuzun kolayına geliyor. Peki tek kullanımlık bir bardağın çevreye etkisi nedir?

Kahve bardağı atıklarıyla ilgili 2022 tarihli bir raporun yazarlarından Kent Business School profesörleri Preetam Basu ile Thanos Papadopoulos bu soruya, "Tek kullanımlık fincanların hammadde çıkarımından üretim ve nakliyeye kadar tüm yaşam döngüsü önemli ölçüde enerji gerektiriyor ve çevresel bozulmaya katkıda bulunuyor. Tek kullanımlık bardakların, özellikle de plastik astarlı olanların yavaş ayrışması, mikroplastiklerin çevreye salınmasına yol açıyor. Tek kullanımlık bardağınızın yakılmak üzere atıklara karışması durumunda ise bu işlem havaya kirletici maddeler salabiliyor” cevabını verdi.

POLİSTİREN KÖPÜĞÜN PARÇALANMASI 500 YIL SÜRÜYOR

İlk tek kullanımlık bardak aslında kâğıttan yapılmıştı. 1918'deki grip salgını sırasında popüler olan ve "dixie kupası" olarak adlandırılan kağıt bardaklar, insanların ortak kuyulardan veya su çeşmelerinden su içmeleri için daha sağlıklı bir alternatif olarak icat edildi. Ancak 1960'larda kahve dükkanları ortaya çıktıktan sonra içeceklerin ısılarını daha uzun süre korumalarına yardımcı olduğu için polistiren köpüğe yönelme oldu.

Bugün ABD'de her yıl yaklaşık 3 milyon ton polistiren üretiliyor. Ve bunun yüzde 80'i çöpe gidiyor (her yıl yaklaşık 25 milyar bardak dahil). Bu da malzemenin çöp sahalarının yaklaşık üçte birini kapladığı anlamına geliyor. Çöp olarak polistirenin parçalanması yaklaşık 500 yıl sürüyor.

Basu ve Papadopoulos, "Strafor bardaklar hafif ve ucuzdur, ancak biyolojik olarak parçalanamaz ve çevrede yüzlerce yıl kalabilir. Yanlış imha, yaban hayatına ve ekosistemlere zarar veren çöplerle sonuçlanabilir. Polistiren köpük küçük parçalara ayrılarak çöplere yol açabilir ve bunları yutabilecek yaban hayatı için tehdit oluşturabilir” dedi.

Polistiren köpük parçalandıkça çevresindeki ortama kimyasallar da sızdırabiliyor, üstelik aynı şey içinde kahve dolu olduğunda da geçerli.

ŞİMDİYE KADAR ÜRETİLEN 8,3 MİLYAR TON PLASTİĞİN ÇOĞU HALA VARLIĞINI SÜRDÜRÜYOR

Her ne kadar sıcak içeceklerin servisinde yaygın olarak kullanılmasa da tek kullanımlık bardaklar hakkında konuşurken plastikten bahsetmemek mümkün değil. Plastik bardaklar tipik olarak iki plastik türünden yapılıyor; polipropilen (PP) veya polietilen tereftalat (PET).

Yazının Devamını Oku

Kiracı taşınırken evi nasıl bırakmalı? Evi zarar gören ev sahibinin hakları neler?

24 Şubat 2024
Geçtiğimiz günlerde bir ev sahibinin sosyal medyada paylaştığı, “Evimden kiracının çıktığına sevindim, beş aylık kirayı da ödemeden anahtarı bırakıp kaçtı. Evde bomba patlamış gibi. Şu ana kadar tadilat masrafı 150.000 TL’yi geçti. Evi olan kiraya vermesin, bırakın boş dursun” sözleri gündem olmuştu. Bu paylaşım üzerine kiracının evi boşaltırken taşıdığı sorumlulukları ve evin zarar görmesi durumunda ev sahibinin haklarının neler olduğunu gayrimenkul hukukçusu Avukat Ümit Yasin Kısa ile konuştum

 

KİRACI EVİ NASIL BULDUYSA ÖYLE BIRAKMALI

1- Yasalarımıza göre, bir kiracı evden çıkarken evi nasıl bırakmalı?

Türk Borçlar Yasası’nın 334’üncü maddesi uyarınca “kiracı kiralananı ne durumda teslim almışsa, kira sözleşmesinin bitiminde o durumda geri vermekle yükümlüdür. Ancak, kiracı sözleşmeye uygun kullanma dolayısıyla kiralananda meydana gelen eskimelerden ve bozulmalardan sorumlu değildir”.

Dolayısıyla kiracı, olağan kullanımdan dolayı ortaya çıkan eskimeler dışında, kiralananı boşaltıp teslim ederken kira ilişkisinin başladığı dönemdeki haliyle geri vermelidir.

2- Kiracının evi nasıl bırakacağına dair bir başlık sözleşmelerde yer alıyor mu ya da almalı mı?

Uygulamada kiralananda bulunan demirbaşların bir listesi ile konutun tam ve sağlam şekilde teslim edildiği belirtilmektedir. Bunun dışında detaylı liste yapılan kira sözleşmeleri oldukça nadir olarak karşımıza çıkıyor.

Sözleşmelerde ayrıca kiralananın tahliye esnasında kiracı tarafından yeniden boyatılacağı da belirtilmektedir. Sözleşmede böyle bir yükümlenme varsa kiracı sözleşmenin bu maddesine riayet ederek boya da yaptırmalıdır.

Yazının Devamını Oku

Yaşadığı sorunların sebebini çok kahve içmesi sanıyordu, tedavisi olmayan bir hastalık teşhisi kondu

21 Şubat 2024
İskoçya'nın Dunblane kentinde yaşayan 47 yaşındaki Nicola McFarlane, ilk olarak 2022 yılında vücudunda bir karıncalanma hissetti. Kısa süre önce yeni bir işe başlayan kadın bu durumu yaşadığı ekstra strese ve normalden daha fazla kahve içmesine bağladı.

Nicola geçtiğimiz yıl, soğukta ellerinde güç kaybı yaşadığını fark edince bir doktora göründü. Birkaç hafta içinde kendisine, motor nöron hastalığı (MND) olarak da bilinen amyotrofik lateral skleroz (ALS) teşhisi kondu.

UYUMAYA ÇALIŞIRKEN KARINCALANMA HİSSİ YAŞIYORDU

Teşhis öncesi yaşadıklarını anlatan Nicola McFarlane, “Doktora gittim çünkü ellerimde güç kaybı olduğunu fark etmeye başlamıştım ve tabii ki Google'da biraz araştırma yapmıştım” dedi ve ekledi:

“İnce motor becerilerimde sorun yaşıyordum. Ayrıca yataktayken ve uykuya dalmaya çalışırken vücudumun her yerinde karıncalanmalar olduğunu fark ettim. O zamanlar bunu yeni bir işe başlamama ve çok fazla kahve içmeme bağlıyordum. Ancak bir nöroloğa sevk edildim ve iki hafta içinde MND teşhisi kondu. Teşhisi duymak tam anlamıyla bir tren çarpması gibiydi. Sizi MND hastası olduğunuzun söylenmesine hazırlayabilecek hiçbir şey yok.”

‘TEŞHİSTEN SONRA ÇOK KARANLIK BİR YERDEYDİM’

Nicola McFarlane, MND teşhisiyle başa çıkmakta çok zorlandı, hastalığın hayatı üzerindeki etkisi konusunda endişeliydi. Destek ararken, İskoç ragbi oyuncusu ve MND hastası George 'Doddie' Weir tarafından kurulan My Name'5 Doddie Vakfı ile karşılaştı. 2017 yılında kendisine MND teşhisi konduğunu açıklayıp vakfı hayata geçiren Weir, 2022 yılında hayatını kaybetti. Kuruluş, bir tedavi bulmak amacıyla MND araştırmalarına yatırım yapıyor.

Weir’ın ve kurduğu vakfın, hastalığı ile mücadelesinde kendisine çok yardımcı olduğunu vurgulayan Nicola, “Teşhisten sonra çok karanlık bir yerdeydim ama Doddie'yi ve başardığı her şeyi düşünmek bu karanlıktan kurtulmama yardımcı oldu. Teşhis konduktan bir ay kadar sonra Doddie Weir'ın bir sözünü okudum: ‘Bana dağıtılan elde bu kartlar var ve bununla başa çıkmak zorundayım.’ Bu söz beni gerçekten etkiledi. Hastalığın zihinsel ve fiziksel etkilerine rağmen onun tutumu ve başarıları bana çok güç verdi. Doddie'den çok ilham aldım. Teşhis konduğunda Doddie, neden bir tedavi ya da çare olmadığını sorgulamıştı. MND hastası olduğunuzda, sadece bir tedavi umudu istiyorsunuz” dedi.

SADECE YAŞLI İNSANLARIN HASTALIĞA YAKALANDIĞINA DAİR BİR KANI VAR AMA YANLIŞ

Yazının Devamını Oku