Hülya Avşar

Cinsel kimlikle değil bu toplumla yaşam zor

3 Mayıs 2004
Eşcinseller, ‘Biz de çocuğumuz eşcinsel olursa üzülürüz. Ama cinsel kimliğinden dolayı değil, bu toplumla yaşamak zorunda oldukları için’ diyorlar.Hülya AVŞAR: Kendi hemcinslerinize eğilim duyduğunuzu ilk ne zaman fark ettiniz? Neden eşcinsel oldunuz sizce, aileleriniz sizi nasıl yetiştirdi?

n S.- 20 yaşındayım. Kafeterya işletiyorum. Ailem bilmiyor, hiç de bilmeyecek. Gizlemek zorundayım, yoksa ailemle yaşayamam. Adımın S. olduğunu anladığımdan beri ben böyleyim, erkeklerden hoşlanıyorum. Lise hayatıma kadar çıktığım kızlar da oldu ama hep okulda adım çıkmasın diyeydi. Kendimi kamufle etmek için kızlarla çıktım. Üç ablam var, en küçük ve tek erkek çocuğum ben. Top, oğlan gibi lafları kabul etmiyorum, ben gay’liği kabul ediyorum. Ben erkeğim ve erkek arzuluyorum sadece. Eşcinsellik feminen olmak değildir bence. Çocukluğuma gelirsek, benim anneci bir tarafım vardı hep. El bebek gül bebek büyüttü annem beni. Aşırı korumacıydı. Babamla arasında 17 yaş fark vardı ve o da ondan göremediği ilgiyi, sevgiyi sanırım hep bana yöneltti. Beni kız gibi yetiştirmedi ama çok üstüme düşerdi. Babamla benim aramda da 40 yaş fark vardı. Hiç baba sevgisi görmedim. Hep kavga içinde büyüdüm, aynı yatakta bile yatmayan bir ailem vardı benim. Üç abla ve anneydi beni büyüten. Babam beni bir kere bile maça götürmedi.

n R.- 22 yaşındayım. Tiyatro oyuncusuyum. 1 kız, 4 erkek kardeştik biz. En küçük bendim. Babam ben bildim bileli hastaydı, onu hiç göremedim, hep hastanedeydi diyebilirim. Annem de onun peşinde. Babamla aramda zaten bayağı yaş farkı vardı. Ailedeki tek gay ben değilim. En büyük ağabeyim biseksüel (Hem kadınlarla, hem de erkeklerle birlikte oluyor). Zaten ben küçük yaşta olan bazı şeyler yüzünden gay oldum. Yaşımı hatırlamıyorum ama yakınlardan birinin bana olan yakınlığından, yani şeyinden dolayı böyle oldum. Yani ilişkiye girdi benimle. Tecavüze uğradım. O bana.. 9- 10 yaşına kadar sürdü bu durum. İlkokul bittikten sonra erkeğin erkek olduğunu anladım, kadının kadın olduğunu anladım. Bir erkeğin kadınla ilişkiye girmesi gerektiğini anladım, ama iş işten geçmişti. Kadını, erkeği tanımadan büyürken yaşadım ben bu durumu. Ailem hálá kesinlikle bilmiyor. İstemiyorum da bilmelerini. Ben cahillik değil, karaktersizlik olarak değerlendiriyorum tacizi, tecavüzü. O olay olmasa ben eşcinsel olmazdım diye düşünüyorum. Ama şimdi bu kimlikten şikayetçi değilim.

n A.- Ben 35 yaşındayım. Halkla ilişkiler sektöründe çalışıyorum. Kendimi bildim bileli eşcinsel olduğumun farkındayım. İki ablam var, bir de ben. Ben babamla maça da gittim, sağlam fırçasını da yedim. Annem öğretmen, babam üst düzey yöneticiydi. Ne çok korumacı, ne de fazla serbest yetiştirildim. Üç-dört yaşlarından beri erkeklere ilgim olduğunun farkındayım. Bir yüzme havuzuna gidiyordum çocukken, 6-7 yaşındaydım ve diğer hemcinslerim gibi yaşıtımız küçük kızları gözlemiyordum, birlikte soyunduğum erkek arkadaşlarımı gözlüyordum. Yakın çevrem benim eşcinsel olduğumu biliyor. Önce iki ablama, ardından ailemde bilmesini istediğim kimselere söyledim. Bir şekilde zaten kulaklarına gidecekti ve ben kendim anlatmak istedim. Bana ‘İsmine ve sağlığına dikkat ettiğin müddetçe bizi ilgilendirmez’ dediler ki hala bu söylediklerine uyarım. Kontrollü yaşarım. Ben eşcinselliğin bir yaradılış olduğuna inanıyorum, tercih değil bu!

n Ö.- 25 yaşındayım. Ne bir cinsel tacize uğradım, ne de ailem öyle yetiştirdi. Hatta çok düzenli saatlerde yemeklerin yendiği bir aile ortamım oldu. 11 yaşından itibaren biliyorum farklı olduğumu. Hani erkek çocuklar küçükken toplanır, pornogrofik dergiler alırlar, birlikte bakarlar, ya da porno filmler seyrederler birlikte ya. Ben oralardaki kadınlara değil, çıplak erkeklere bakıyordum. Ama paranoyalar da yaşıyordum, niye ben kızları düşünmüyorum diye. Eşcinsel tanımını bilene kadar -gerçek anlamıyla- kendimi suçluyor ve anlamaya çalışıyordum. Kendime konduramadığım için bir ara kendimi sağcı- solcu- ülkücü- rockçı gibi binbir çeşit grubun içine attım, yine olmadı. Üç tane lise değiştirdim yine olmadı. Kabullendiğim an kendimi, bu kez evden uzaklaştım. Onlar da ‘Neden bu çocuk bizden uzaklaştı’ diye hep merak ederdi. Onlara bu durumu anlatamazdım ki! Annem çok yakın bir zamanda öğrendi. Kötü bir şey olduğunu düşünmemesi için rahat davranarak ‘Evet ben eşcinselim’ dedim. Onun kafasındaki eşcinsel tanım transeksüel portresi. Bu yüzden korkuyor. Hayır böyle bir şey olmayacak diye açıkladım ona. Gelecekte de olmayacak. Bu benim zaten cinsel tercihim değil, bu benim cinsel kimliğim. Ailemden bu kadar korkmak, bu ülkede yaşamak bizim için çok zor. Çok çok zor. Bunu yaşamayana anlatmak imkansız.


n Hülya AVŞAR: Eşcinsellik hiçbir ailenin istediği bir şey değil ama, acaba biz bu durumu çok mu büyütüyoruz, neden bu kadar korkuyoruz?

n Uzm. Dr. Ahmet ÇEVİKASLAN: Aslında aileler üzülmekte, kabullenmemekte haklılar. Çünkü onları en çok rahatsız eden, çocuğunun bu kültür içinde yaşayacak olması. Eşcinsel olarak, prototip olarak magazin basınındaki kimseleri görüyor ve algısı onu rahatsız ediyor. Onları soğukkanlılığa davet ediyoruz biz de. Bu dünyanın sonu değil diyoruz.

n Hülya AVŞAR: Hiç eşcinsel eğiliminden döndürdüğünüz oluyor mu, mümkün mü böyle bir şey?

n Uzm. Dr. Ahmet ÇEVİKASLAN: Zaman ister, olmaz değil, olur. Ama çocuk yardım isteyecek, anne-baba da, çevre de destek olacak. O zaman değişebilir. Anne-baba ya yardımcı olamıyor, ya da çocuk istemiyor! Türkiye toplumu da çok örseleyici olabiliyor. Bizim toplumumuzda maçlardaki küfürlerimiz, günlük ilişkilerimiz, gerçekten tüm örnekler bu çocukların çok örseleyici şeyler yaşamalarına neden oluyor. Kişi kendini, eşcinselliğini dışarı ifade etmese de tacizlere maruz kalabiliyor.

Mutlu olabilirsin

Sevgi her zaman olduğu gibi yine huzurlarımızda! Şu bir gerçek ki, değiştiremeyeceğimiz gerçeklerle birlikte hayatı kendimize çekilmez hale getirmemek lazım. Onunla birlikte mutlu olmanın yollarını bulmak ve ne zaman ne olacağımızı bilmediğimiz şu hayatı, sevdiklerimizi olduğu gibi kabul ederek yaşamalıyız. Kısacası hayatı daima kendin için yaşa, çünkü kimse hayatını sizin için yaşamaz.

Meliha KARAYAY

(Uzman Psikolog )


(Hattat Hastanesi, Cinsel fonksiyon bozuklukları)

Her çocuk için rol model şart

- Çocuklarda erken gelişen kayıplar, ciddi duygusal travmalar, tacizler, ağır cezalandırmaların çocuğun cinsel gelişiminde zorlayıcı etkenler oluşturabileceğini bilmemiz gerekir.

- Ayrıca annenin kendi cinsiyetini kabullenişi veya reddetmesi, babanın eşine ilişkin arzusunun annenin arzusundaki yerinin önemli olduğunu çocuk gelişiminde görmekteyiz.

- Annenin kız çocuğuyla, babanın da erkek çocukla özeşleşim yapması gerekir. Bu baba olmasa da bir baba yedeğiyle halledilebilir. Dayı, ağabey... Eğer bunlar da yoksa, evde kim dominant; eğer anneyse erkek çocuk kendini onunla özeşleştirir. Biz çocuğun gelişimini tamamlaması için bir baba ve anne yedeği bulmalıyız.

- Çocuk yetiştirirken aile bireylerinin daha uyanık davranmaları, çocuklarda, genç ergenlerde oluşan değişimlere hassas bir ebeveyn olarak onlara her konuda yardımcı ve bilgilendirici destek olmaları gerekmektedir.

- Aile içi ilişkilerin ve dinamiklerin çocuğun ileriki yaşantısında önemli rolleri olduğunu bilerek, çocuk yetiştirmede bu noktalara dikkat edilmesi gerekmektedir.

- Sonuçta toplum olarak eşcinsellik gerçeğini görerek bu kişilere bir yaşam alanı ortaya konmalı ve sahiplenilmeli.

- Kız ve erkek çocukların ayrı okutulduğu okullar ve yapılanmalar yerine çocukluk ve ergenlik çağında karma okullar içinde kişinin idealizasyonlarını rahat yerleştirmesine fırsat verilmelidir.Cinsel tercihlerin kişinin nitelenmesinde temel nokta olmaması ve karşımızdakileri birer insan olarak değerlendirip, onu sadece cinsel tercih kapsamında ele almamalıyız.

Ahmet ÇEVİKASLAN

(Uzman doktor )


(Memory Center- Çocuk ve ergen psikiyatristi)

OKUL ÖNCESİ DÖNEM

Kimlik farklıdır, yönelim farklıdır. Okul öncesi yaşlarda çocuk için cinsel tercihten söz etmek doğru değil, yönelimden bahsetmek doğru olur. Okul öncesi yaşlarda çocuklara ‘eşcinsel kimliği’ yakıştırmak yanlış. Hafiyelik yapmak, odasını karıştırmak, sert davranmak çok yanlıştır. Her çocuk 3-4 yaşından itibaren hangi cinse ait olduğunu fark eder. Cinsel organını görür, denemeleri olur, okul öncesi yaşlarda bazı tutumları olur. Önce cinsiyeti ayırt eder, sonra erkek rengi, kız rengini, erkek oyuncağı, kız oyuncağını fark eder. Ailelerin kız bebeklere pembe tulumlar giydirmesi yanlış değil, tam tersine çok doğru bir tutumdur. Beyne verilen mesaj da doğrudur. Okul öncesi yaşlarda cinsel kimlikten korkmak için çok erken ve doğru da değil. Bu sınamadır onun için, meraktır. Belki dürtü kontrol problemi vardır ama bu asla cinsel tercih değildir. Yine de ailenin dikkatli olması gerek. Bir rol model çok önemli. Erkek çocuk erkeğe ait davranışları babadan, kız çocuk da anneden öğrenir. Ölçüyü de kaçırmamak gerekir. Bu noktada bizim ülkemizde babalarda biraz kendini çekme eğilimi var. Okul öncesi yaşlarda çocuklarda zaman zaman kendi cinsine öykünme gördüğümüzde ya da karşı cinse öykündüğünde (kızların erkek gibi davranması, erkek çocuğun kız gibi davranması görüldüğünde) anne-babalara soğukkanlılık tavsiye ediyoruz. Mesela erkek çocuk ısrarla barbie bebekle oynuyorsa, artık uyarı gelmiştir ve klinik vaka olarak bize gelirler.

ERGENLİK DÖNEMİ

Cinsel kimlik arayışı ergenlik döneminde başlar. Cinsel kimlikten söz etmek için ergenliği beklemek lazım. Hatta bir ergen için bile oturmuş bir cinsel kimlik yakıştırması doğru değildir, kişi kendi ağzıyla bunu söylemediği müddetçe! Bir kavramı ayırt etmek lazım. Eğer kişi kendisiyle barışık yaşıyorsa klinik bir vaka değildir. Eğer böyle bir cinsel eğilim görülüyorsa da, tek bir şeye fatura çıkarmak da bu dönemde doğru değil. Babalara fatura çıkarmak, tacizler, cinsel travmalar, erkek figürü eksikliği, dominant anne, her şey etkili olabilir. Kız çocukları için de geçerli. Anne-babadan gördüğü çok önemli. Bu noktada anne- babalara iletilmesi gereken noktalar var. Klinik yardım yaklaşımı koşullara bağlı. Önce ilişkiler düzenlenmeli. Ardından birtakım sorunlar saptanırsa bunlara yönelik önlemleri alırız. Bazen sorun sadece anne-babanın kabullenememesi ile ilgili olabiliyor, çocuk aslında çok mutlu olabiliyor. Bazen de yaşadıklarımı unutmak istiyorum diyen çocuk geliyor. Bu artık bana yük geliyor diyen çocuk da oluyor. Ergenlik dönemi zaten kimlik karmaşası geçirilen dönemdir.
Yazının Devamını Oku

Sporun da azı karar çoğu zarar

26 Nisan 2004
Sporu hayat biçimi olarak seçmiş bir grup ‘sporkolik’ bir araya gelirse ne olur? Hülya Avşar, bu hafta spor eğitmenlerini sıkıştırdı, onlara spor hakkındaki doğruları-yanlışları sordu. Hülya AVŞAR: Ben bu işe yalan söyleyerek başladım. Yönetmenime, müzik direktörüme, bazen kocama! Düşünün ki, bir film setindeyiz. Adam mekana para yatırmış. O yüzden herkesi 24 saat çalıştırıp, bir an önce oradaki tüm işleri bitirmeye çalışıyor. Ben o durumda, yalan üstüne yalanla film setlerinden sırf ‘spor yapabilmek için’ çok kaçtım. Sanki çok acil, çok önemli, asla ihmal etmemem gereken bir işim varmış gibi! Sonra dedim ki ‘Sen bir insansan, insanlarda böyle bir kültür yoksa, bu senin sorunun değil! Ondan sonra da aleni yüzlerine söylemeye başladım. Önce kaprisli dediler, arkamdan konuştular, ama sonunda ne zaman ki ‘8 saat çalışma’ sınırını koydum, artık her şeye vakit bulabiliyorum. Ben spor yapamayınca sinirli oluyorum. Aslında ben de bir hafta tatil yapıp, ayağımı uzatıp dinlenmek istiyorum ama olmuyor, spor yapamayınca mutsuz oluyorum.

n Levent ADIGÜZEL: (Polat Renaissance Otel Sağlık Kulübü Müdürü): Spor yapan insanlar enerjilerinin en üst seviyesine çıkar, kendilerini mutlu hissederler. Güne farklı bir özgüvenle başlarlar. Bir alışkanlık haline geldiği için yapmadıklarında kendilerini suçlu hissederler. Spor mutluluk hormonu salgılanmasını sağlar. Şoförlü araba, asansörlü işyeri mutluluk verici gözükse de, insanlar hareket etmedikleri zaman mutsuz olurlar.

n Ergin BAĞCIVAN: (Coliseum Yaşam Merkezi Spor Şefi): Egzersiz esnasında salgılanan hormonlar, kişinin kendini çok iyi hissetmesini sağlar. Konuyla alakalı herkes egzersiz sonrası kendini iyi hisseder. Bir ortaklık olarak da bakıldığında, hormonları bir kenara bırakın, spor bir sorumluluksa, bu sorumluluğu ertelemek insanı kendini kötü hissettirir zaten.

n Filiz LİMON (Hillside): Özellikle de açık havanın mutlulukla doğrudan ilgisi vardır. Vücuttan toksinleri atmak da çok önemli. Maç yapmak, mücadele etmek de, kazansanız da kaybetseniz de hepsi mutluluk sağlar.

n Hülya AVŞAR: Çok fazla spor yapmanın yaşlandırdığına ilişkin bir yazı okumuştum. Bundaki doğruluk payı nedir?

n Ergin BAĞCIVAN: Fiziki kapasiteyi çok zorladığınız durumlarda, eğer vücudu yeterince dinlendirmezseniz, kişi ileriye dönük problemler yaşayabilir. Sistemi dinlendirmezsek hastalıklara müsait bünyeye sahip olunur. Aşırı efor harcanan durumlarda laktik asit ortaya çıkar. Laktik asitin adelelerde birikiminin ise antrenman esnasında vücuttan uzaklaştırılması gerekir. Egzersiz sonunda streching yapmanın nedeni de budur. Ama insanlar bunu genelde ihmal ederler. Aslında en önemli en bilinçli kısmı budur. Streching yapmıyorsa insan, toparlanma ve yenilenme durumunu daha uzun sürede yaşar. Vücudu 48 saat sonra bile dinlenmeyebilir. Aşırı oksidizasyon sonucu iyi uyuyumamıştır, dinlenemez, hasta bile olabilir.

n Hülya AVŞAR: Peki haftada kaç gün egzersiz yapmak gerekir?

Ergin BAĞCIVAN:
Eğer yürünüyorsa bu her gün yapılabilir. Bunun dışında salonlarda yapılan egzersiz için haftada iki gün yapılan egzersiz koruma egzersizidir. Sağlık amaçlı olduğu durumlarda, en ideali, haftada 3 gün yapmaktır. Haftada 4-5 gün yapılan egzersizlerde ise o kişi artık sporcudur, sistemleri de o kadar egzersizi kaldırır zaten.

n Levent ADIGÜZEL: Spor her gün de yapılabilir ama belli saatleri geçirmemek lazım. Bazı kimseler bunun sınırını bilemeyebiliyor. Bir süre sonra 2 saat de yetmeyebiliyor o zaman metabolizmaya. Egzersiz şiddeti ve zamanı iyi ayarlandığı sürece günde 45 dakika yeterli.

Spor kötü alışkanlıkların birçoğuna izin vermez

n Hülya AVŞAR: Spor aç karnına mı yapılmalı, tok karnına mı? Bir de bazı insanların spor yapıp da kilo aldıklarını duyuyoruz.

n Filiz LİMON: Spor yapmadan 45 dakika önce yenilmeli hafif şeyler. Sporun iştah açtığı doğrudur ama kilo alma durumu tamamen u beslenme sistemiyle ilgili. Aynı sporu yapıp kilo alan da var, veren de var. Süre ve kardiyovasküler sistemi ne kadar yükselttiğinizle ilgili bu.

n Ergin BAĞCIVAN: Aşırı egzersiz, kardiyovasküler çalışmalarda ensülin hormonu tetiklenir ve vücut yağ bağlar. Yağları yakan oksijendir. Bu nedenle doğru-nefes alıp vermek de çok önemlidir. Temelde metabolizmayı tetikleyen, artıran şey bizim kaslarımız. Kas yoğunluğu ne kadar fazlaysa metabolizma o kadar hızlıdır. Kaslar fabrikadaki işçiler gibidir. Ne kadar çok işçi varsa, fabrikanın üretimi o kadar fazladır. İçeri ne girerse girsin! Oturduğumuz vaziyette harcadığımız kalori bile artar.

n Hülya AVŞAR: Ben uyuşturucu konusuyla, bu zehirle çok ilgiliyim. Gençlerimizi uzak tutmak için onları küçük yaşta spora yönlendirmek gerektiğine inanıyorum. Sizce, sporla küçük yaşta tanışan insanların uyuşturucuyla tanışma olasılığı nedir?

n Ergin BAĞCIVAN: Kendi görüşüm % 0. Ama çevresel faktörler de önemli tabii. Spor yapan genç vücuduna zarar vermez, kötü alışkanlıklardan uzak durur. Benm arkadaş çevremdeki sporcu bir insanın çevresindeki arkadaşları alkol alıyordu hemen her gece. O sporu tercih ettiği için eski ve de çok sevdiği arkadaş çevresinden uzaklaştı. Yani spor daha önde bir bağımlılık. Gerçi bağımlılık kötü bir kelime olabilir, spor tutkusu alkol bağımlılığından çok daha önde demeliyim.

n Filiz LİMON: Zaten sporun kazandırdığı özgüven çocuğu kötü alışkanlıklara yöneltmeyecektir.

n Hülya AVŞAR: 30 yaşından sonra metabolizma yavaşlıyor. 30’dan önce ve sonra yapılması gereken sporlar ne olmalıdır?

n Filiz LİMON: 30-35 yaş sonrası yavaşlamaya başlamak gerekiyor, çünkü artık metabolizma da yavaşlıyor. Kaplumbağalar yavaş hareket ettikleri için çok yaşarlar. Ama sürekli de hareket ederler. Sağlıklı yaşamak için koşmak yerine yürümeyi tercih etmek gerekli. Hiç spor yapmamış insanla, yapanı ayırmak lazım. Ben hafif yürüyüşleri tavsiye ediyorm. Herkes spor salonuna gidecek diye bir şey yok.

n Ergin BAĞCIVAN: Geç spor yapmaya başlayanlar için performans isteyen spor dalları seçilmemeli. Squash gibi sporlar performanslı sporlardır.

n Hülya AVŞAR: Çocuklar kaç yaşında başlamalı spora?

n Ergin BAĞCIVAN: 4 ile 6 yaş arasında yapılacak tüm sporlar, eğitici ve eğlendirici amaçlıdır. 6 yaşından sonra yüzme başlayabilir. Ailenin yol göstericiliğiyle, çocuğun kapasitesiyle branşlaşmaya gidilebilir. Vücut yapısıyla da ilgilidir. Tenis ise 9 yaşından sonra başlayabilir.

n Hülya AVŞAR: Peki, sporun bir saati var mıdır?

n Filiz LİMON: Gece uyuyan metabolizmayı uyandırmak için sabah sporu yapmak şart. Kulüpler artık daha erken açılıyor. Akşam sporu günün yorgunluğunu atmak için olabilir.

Body yaparken ilaç alan erkeklerin cinsel gücü azalıyor

n Hülya AVŞAR: Spor yapan bir erkekle, hiç spor yapmayan bir erkeğin cinsel gücü arasında fark var mıdır?

n Ergin BAĞCIVAN: Psikolojik etkileri sonucu cinselliği etkileyen, artı tarafı vardır. Sonuçta bunun özgüvenle çok ilgisi var.

n Hülya AVŞAR: Body yapan erkeklerin cinsel güçlerinin azaldığı söylenir, doğru mu? Oysa bir kadın olarak aşırı olanı, özel gömlek diktirmek zorunda kalanları filan iğrenç buluyorum, bunu da söyleyelim!

n Ergin BAĞCIVAN: Ben kendimden örnek verebilirim. Vücut geliştirme sporuyla 10 senedir uğraşıyorum. Eğer ilaç alımı söz konusuysa haklısınız cinsel güç etkilenir. Bilinçsiz, aşırı dozaj kullanımlarında ileriye dönük kaçınılmaz gerçektir ‘söylediğiniz.’ Sonuçta kimyasal bir olay. Ben kendim uzun yıllar kullandım, çok iyi bilirim negatif etkilerini de, pozitif etkilerini de! Yaklaşık 5 senedir de gayet temizim, hiçbir olumsuz etkisi yok. Ama bilinçsiz ve uzun süreli kullanım sonrası geriye dönüş mümkün olmaz! Merkezi sinir sistemi üzerinde de tahribat yarattığını söylemeliyiz, sadece cinsel yönden bir zaafiyet söz konusu değil.

n Hülya AVŞAR: Spor yapmayan insanlar bana hep kokuyorlar gibi geliyor, çok özür dileyerek söylüyorum. Yani bu insanlar yiyorlar içiyorlar ama hiçbir şekilde toksin atmıyorlar. Kirli gibi geliyorlar bana. Ben etrafımda hep spor yapan insanlarla görüşürüm. Çok da egoist olarak düşünüyor olabilirim!

Mutluluk= Spor+Sevgi

Canım aileme her şey için çok teşekkür ederim. Anneme, canım babama, sevgili kardeşlerim Leyla ve Helin’e. Dünyanın en iyi ailesine sahibim ve şimdi anlıyorum ki ailemin bana ve diğer kardeşlerime verdikleri en güzel şey sevgi, saygı, bağlılık olmuş. İşte bu yüzden, kendime olan güvenim ve saygım. Güvenimi, aldığım sevgiye; saygımı ise canım babamın beni ve kardeşimi altı yaşındayken elimizden tutup götürdüğü Ankara 19 Mayıs Spor Salonu’ndaki yüzme okulunda başlayan günlerime borçluyum. Ve bütün bu duyguları içinde hisseden biri olarak para, pul geçici. Dünyanın malı dünyada kalır. En büyük yatırım çocuklarınıza sporu aşılamak, sevgiyi aşılamak. Dolayısıyla onların mutluluğunu, sevgi dolu hayatlarını garantilemektir. Spor sevgiyi daima yanında getirir.

Sevgilerimle

Premenstruel beyin ödemini dağıtmak için spor yapmalı

Sivas Lisesi mezunuyum. Spor yaparken gökyüzünü gördüğümüz bir 4 Eylül lisemiz vardı. Ben oralarda alıştım spor yapmaya. Kadınlar için spor yapmak özellikle önemli ve gereklidir. Premenstruel dönemde oluşan beyin ödemi ancak egzersizle gider. Baş ağrısı yapar bu ödem. Hiç kavga etmeyen kadın bile kırıcı, dökücü olur, eşiyle birlikte olmak istemez. 30’lardan sonra, kandaki östrojen seviyesinin azalmasıyla başlıyor bu durum. Menstruasyondan bir hafta önce ve o devrede hastamıza tavsiye ediyoruz. Hiçbir zaman gitmiyorsanız bile o dönemde spora gitmeniz, yapmanız şart. Spor yaparak premenstürel beyin ödemi dağıtılır.‘


n Nezih TÖRELİ (Mimar)

Ben 11 yıl profesyonel olarak basketbol oynadım. Kayak, squash, açıkçası yapmadığım spor yok. Bazen günde 4 saat spor yapmış buluyorum kendimi! Spor yapmadığım zaman kendimi çok kötü hissediyorum, boşluk hissediyorum. Akşam bir yere gidince içki içtiğimde kendimi suçlu hissediyorum. İçemiyorum bile. Bu arada geç kalmayalım, kalkın artık spora gidelim!

n Özden Duran

(Marka yöneticisi)

Ben Amerika’da bulunduğum dönemde alıştım spor yapmaya. Buraya gelince evden önce kendime spor salonu aradım. Coliseum’u beğenince, Acarkent’te ev tuttum. Haftada beş gün, günde 3- 4 saat spor yapıyorum. Hatta hocalarım beni bazen kulübe sokmak istemezler. Biz burada yolda birbirimizi görünce hal hatır sormadan ‘Yağ oranımızı’ sorarız. Tek eleştirim işverenlere! Çalışanları spora gitme konusunda teşvik etmeliler.

n Sühendan VURAL (Müzik öğretmeni)

Haftada 6 gün, günde iki saat yapıyorum. Koşu bandına çıktığım anda günün tüm stresinin üstümden gittiğini hissediyorum. Hem evdeki biri 4, diğeri 6 yaşındaki iki küçük oğluma, hem de okuldaki çocuklara şarkılar öğretirken onlara ritmik hareketler de yaptırıyorum. Örnek olmaya çalışıyorum.

n Nilgün ÖZDEMİR

(Ev kadını)

Bankacılık mesleğimden kriz yüzünden ayrılmak zorunda kaldığımda dedim ki kendime ‘Ya günlere katılmaya başlayacaksın, ya da spor yapacaksın!’ Artık yemek yapmak, ortalığı toplamak gibi, spor da benim için bir görev. Eşim yapmaz ama beni çok motive eder. Arkadaş çevrem de hep spor salonuna gelenlerden oluştu.
Yazının Devamını Oku

Ölçüler iyi çıksa da çikolataya izin yok

5 Nisan 2004
Hülya Avşar’ın bu haftaki konusu obezite! O da eli mahkum, kendini Türk Diabet ve Obezite Cemiyeti Başkanı Prof.Dr. Nazif Bağrıaçık’ın mezurasına teslim etti. Avşar’ın ölçüleri Türkiye Güzeli seçildiği dönemden ince çıktı ama ikinci paket çikolata için izin çıkmadı.

Ye... ye... ye... ye... me!

Bende mi bir gariplik var bilemiyorum ama OBEZ dediğimiz tombişler ne de şirin oluyorlar ve de neşeli, bir söyleyip on gülüyorlar.

Aslında sağlık söz konusu olmasa ben olsam, çok da umursamam vallahi! Kim ne derse desin..

Ama asıl bizim konumuza gelirsek obezite= tembellik.

Çünkü çaresi var, sizin de okuduğunuz gibi madem ki yiyerek zayıflanıyor, madem ki bir sürü de imkan var ve buna rağmen OBEZ olmayı seçiyorsak, bu tembelliktir.

Senelerce annemden de duyduğum şey ‘Su içsem yarıyor..’ Vah vah vah, okuyacağınız gibi bu mümkün değil. Desenize ‘İrade sorunumuz var. Hatta ‘Yemeyi seviyoruz.’

Tamam, ben de sizinle aynı fikirdeyim. Ama sağlıklı yemek denilen bir şey var. Üstelik abur- cubur yemenize de izin var. Peki neden bunlara uyulmuyor? Çünkü tembeliz. İşaret edilen hiçbir şeyi sevmeyiz. Seçim tabii ki sizin! Fakat bence en tehlikelisi kilo alıp vermek, şişman kalın daha iyi ya da sağlıklı yiyin. Yavaş yavaş acele etmeden kilo verin. Sağlıklı ve zayıf olun ve bunu kendiniz için yapın.

Hoşgeldiniz... Hocam özellikle genetik şişmanlık meselesi beni çok etkiliyor. Annesi çok şişmansa, çocuk da olabiliyor. Bu nereden geliyor; aileden mi, dedelerden, ninelerden mi, yoksa beslenme tarzından mı kaynaklanıyor? Belki de hamilelikteki yanlış beslenmeden dolayı çocuklar şişmanlıyor.

Prof.Dr. Nazif Bağrıaçık: Şişmanlığa neden olan genetik faktör bazı hormonlardır. İştah merkezini açan ve frenleyen bazı hormonlar vardır. Beyindeki yağ dokusundan salgılanıyorlar. Bu salgılanan hormonları kodlayan genetik formüller var. Anneden, babadan ya da dededen gelebiliyor çocuklara. Ama eğer o çocuk çevre faktörlerin etkisinden kendilerini koruyabiliyorlarsa, o genetik faktörler obeziteyi doğurmuyor. Yani obeziteyi doğuran faktör çevre faktörü. Hareketsizlik, dengesiz tek taraflı beslenme.

Hülya Avşar: Zehra dededen gelme sanırım, peynir yemiyor. Rahmetli Kaya Bey de yemezdi. Tost içinde uzuyor ya, ‘sakız’ diye kandırıyoruz şimdilik. Bakalım nereye kadar!

Prof.Dr. Nazif Bağrıaçık: Gıda seçiminde genetik faktör etkili değildir. Anneler babalar etkiler, çocuk duymaya başlar, bebeklikten itibaren gözlemler, öyle alışır.

Hülya Avşar: Hep merak ederim. Hani bir söz vardır, ‘Su içsem yarıyor’ bu doğru olabilir mi?

Prof.Dr. Nazif Bağrıaçık: Bir insanın su içmesi için tatlı ya da tuzlu bir şey yemesi lazım. Ha, suyu o yediklerinin üzerine içiyorsan tamam, o zaman su yarar.

Ama o tabir, belki hareketi azalmış, hep yerinde oturan kimseler için geçerli olabilir.

Hülya Avşar: Diyetisyenlerle kilo vermek kolay oluyor. Ama diyetisyene gitmeyi bırakınca iştahını terbiye etmekte zorlanıyorsun. Verdiğin kiloyu da geri alıyorsun. Bu nasıl oluyor?

Diyetisyen Ceren Yolaçan: Bu durum diyetisyenin size uyguladığı programa çok bağlı. Eğer çok sıkı bir program verdiyse, o zaman bu programı ömür boyu sürdüremezsiniz ve diyetisyeni bıraktığınız zaman kilolarınızı geri alırsınız. Ama, daha serbest, alışkanlıklarınıza uygun bir beslenme programı uygulanırsa size o zaman kiloları geri almazsınız.

Hülya Avşar: Mesela ben çikolata yemeyi çok seviyorsam? Ama bana diyetisyenim diyor ki, ‘Ancak iki parça yiyebilirsin.’ Bunu tüm hayatım için söylüyor, öyle geçici olarak da değil. Hayır efendim, bense bir oturuşta kocaman bir paket çikolatayı yiyorum ve gözüm ikincisine gidiyor. Şimdi ben bu zevki tatmayacak mıyım yani?

Diyetisyen Ceren Yolaçan: Hayır, bunu çözebilen bir diyetisyen yok, üzgünüm. Miktarı küçültmedikçe mümkün değil.

Hülya Avşar: Ya aralıklarla yemeye kalksam?

Prof.Dr. Nazif Bağrıaçık: Damak tadınızı gidermeniz gerek. Bütün püf noktası şudur: Açlık, damaktan ve mideden kalkan refleksle doğar. İnsanın midesi boşsa açlık refleksi doğar. Damağında alışılmış bir tad noksansa, açlık refleksi dolar. Ama mideyi suyla doldur, ger. Gergin mide hemen açlık merkezine mesaj gönderir.

Zeytinyağı da margarin de bir

Diyetisyen Ceren Yolaçan:
Haftada 1-1,5 kilo vermek idealdir. 20 kilo verdiren şok diyetler, bir sürü ünlü diyetlere karşıyım. Mesela karbonhidratı sınırlayan diyetler var. Oysa bir insanın aldığı gıdaların yüzde 60’ında karbonhidrat yoksa vücudu aseton yapar. Nefesleri konuşurken çürük elma, sarmısak kokar. Hasta zayıflar ama aseton çıkarır idrarında. Onun için dengeli beslenmeli. Her gıda unsurundan yeterli miktarda alacak. Yağı çok kısıtlayacak sadece. Çocuklarda biraz daha fazla verilebilir. Yağda eriyen vitaminleri alabilmeleri için.

Hülya Avşar: Zeytinyağını anlatır mısınız? Şimdi sağlıklı mı, değil mi?

Prof.Dr. Nazif Bağrıaçık: Sağlık bakımından çok faydalıdır. Damar sertliği için çok faydalıdır. Ama diyet yapmak isteyenler için bir gram zeytinyağının da bir gram margarinin de kalorisi aynıdır 9 kaloridir. Bu nedenle rejim için salata yiyip, üzerine zeytinyağı gezdirirseniz olmaz. Bazı obez hastalarımız gibi, ‘Hocam sabah kalkıyorum kızarttığım ekmekleri zeytinyağına batırıp batırıp yiyorum. Ben niye kilo veremiyorum’ dememeniz gerekiyor. Bir porsiyon salataya bir tatlı kaşığı kadar zeytinyağı konulmalı en fazla. Sabah kahvaltısında yediğiniz 5 zeytin de günlük ihtiyacınızı karşılar.

Hülya Avşar: Öyle mi, sadece 5 mi? Bütün ihtiyacımız o kadar mı? Zeytin ve domates, hiç dayanamam biliyor musunuz? Peki, meyve sınırlamanız var mı?

Prof.Dr. Nazif Bağrıaçık: Hasta yalnız şişmansa diyabeti yoksa serbest bırakıyoruz. Üzüm, muz, kavun, kayısı, muz gibi kalorisi yüksek şekerli meyve vermiyoruz. Ama diğer meyveleri veriyoruz. Elma, armut, portakal, ayva...

Hülya Avşar: Hocam ayvayı yemişiz zaten hayat boyunca, ne diyorsunuz! Ya, sigarayı bırakanlar niye kilo alıyorlar?

Diyetisyen Ceren Yolaçan: Sigarayı bırakınca el alışkanlığıyla kuruyemişe yemeğe gidiyor eller. Bir diğer faktör de nikotin, katekolamin denilen bir hormonu salgılatır. Böylece bu salgılanma NPY ve leptin hormonlarının salgısını bastırır. Nikotin kesilir kesilmez katekolamin salgısı kesilir.

Hülya Avşar: Bana tatlı deyin başka bir şey demeyin. Allahtan iradeliyim yani.

Prof.Dr. Nazif Bağrıaçık: Gel kızım beden kitle indeksini bulayım. Belinizi ölçeceğim.

Hülya Avşar: Bel değil orası, kalçaya girdiniz! Hay Bismillah.

Prof.Dr. Nazif Bağrıaçık: Hanımlarda bel genişliği 82 üstünde olursa toplu, 88’i geçerse şişman. Erkeklerde 118 üstü toplu, 125 üstü şişman. Beden kitle indeksiniz de çok iyi çıktı. Kilonun boyun metrekaresine oranıdır. 25’e kadar normal. Sonrası aşırı. Siz sınıfı geçtiniz. Bel kalça oranı da gayet güzel çıktı.

Hülya Avşar: Kaç çıktı hocam.. Hocam valla, ben Türkiye Güzeli olduğumda anormaldi ölçülerim. 89’a yakındı belim. Ama dağılımım iyiydi, gören beni zayıf sanıyordu. O yüzden ben o hallerdeyken güzel seçildiysem...

Prof.Dr. Nazif Bağrıaçık: Şimdi bu ölçülerle dünya güzeli seçilirsiniz efendim.

Yemek sonrası beyaz leblebi

Günde 6 öğün yemek şart.

8 bardak su içmek yeterli.

Ekmek olarak kepekli ekmeği günde 3-4 dilim yiyebilirler.

Akşam 17.00’de bir ara öğün şart.

Diyet yapan kişilerin koyu nescafe ve koyu çay içmeleri durumunda kafein ve tein, midedeki asit salgısını arttırır ve açlık hissi doğurur.

Hareketsiz diyet de işe yarar ama verilen kiloların kalıcı olması için, kilo vermeyi çabuklaştırmak için, kilo verdikten sonra kol, göbekteki sarkmaları önlemek için egzersizin büyük yararı vardır.

Zayıflamak için greyfurt suyu içmek yanlış. 100 gram greyfurtta 7 gram şeker var. Bir büyük bardak greyfurt 400 gramdan çıkacak olsa, 28 gram şeker demek oluyor bu. Oysa greyfurtu soyup, beyaz yeriyle dilimlemeniz lazım. Böylece kabuk ve selüloz dolayısıyla midede daha uzun kalır, mideyi terketmez. Hem de şeker aniden mideye gelip ince bağırsaktan kana karışmadığı için kan şekeri oynamasını önlemiş oluyorsunuz.

Sebze hem mideye çok yararlı. Doldurur hacmiyle, hem de bünyeye çok faydalı.

Akşamları yemekten sonra beyaz leblebi, sarı leblebi, mısır patlağı (bir kase) tavsiye ediyorum.

Alkol olarak da sek içkiler, rakı, votka ve viski tavsiye ediyorum. O da, miktarı bir dubleyi geçmemek üzere. Kırmızı şarabın şekere dönüşü hızlıdır, dikkat.

İp atlamak etkili egzersizlerden biridir.

Obezite Okulu telefonları:

0212 230 64 92, 0216 463 44 63


Gözüm doyuyor artık

Yiyerek aldım kiloları. Ben 28 yaşındayım. 3 yıldır kilo problemim var. Daha önce hep balık etliydim ama obezite bazında 3 yıldır. Ben sigarayı bıraktıktan sonra 93 kiloya kadar çıktım. 5 sene önce 67 kiloydum. Sık alıp veriyorum. Ama bu sefer umutluyum. Çünkü obezite okuluna gittim. Bana verilen diyetle ciddi çok iyi besleniyorum. Gözüm doyuyor. Hatta ilk başta ben bu programla kilo alırım demiştim ama ayda dört kilo verdim.

Çikolatalar kovalıyor

Açlığa dayanamıyordum. 95 kilolara çıktım. Babamın tavsiyesiyle başvurdum Nazif hocaya. Diyete daha doğrusu yemek yemeye başladım. 74 kiloyum şimdi. 20’den fazla verip, geri aldığım olmuştu. Şimdiyse 1 kilo veriyorsam, almıyorum. Yine de pastanelerin önünden geçerken o kokular üstüme üstüme yürüyor, o paket paket çikolatalar beni kovalıyorlar sanki. İştahım geçmedi yani.

Yemeyen şişmanım

Ben 30 yıldır şişmanım. 20-30 kilo verip verip alan, arada küsüp küsüp her şeyi bırakan biriyim. Ama benim sıkıntım ben yemeyi çok seven biri değilim. Daha az yiyerek kiloyu taşıyan, bu kiloyu hak etmeyen bir insanım. Bu da ileri tetkiklerle ortaya çıktı. Leptin hormonum fazla çıktı. Benim elimde olan bir şey değil. Yağ bezinin salgıladığı hormon 6 kat fazla çıktı. Verebilirim yine de tabii ama ciddi aç kalıyorum ben.
Yazının Devamını Oku

Şüphe duyuyorsanız idrar testine götürün

24 Mart 2004
Üç önemli şey...

Çocuk anneyle babayla büyür. Onların ilgisiyle büyür. Çocuğunuzun yanlışını söylemeniz bile bir ilgidir. İlgisiz büyüyen, kötü her şeye açık olan her çocuk, iki ilgiyle büyüyen çocuk için tehlikedir. Yani bir kötü iki iyiyi yok eder. Uyuşturucuya alışan çocuklarımızın potansiyeli bu kadar çoksa, diğer çocuklar da her an tehlikede demektir. Tabii ki durum böyleyken anne babaya düşen görev, hepimizin az çok bildiği gibidir ve ayrı bir eğitim konusudur.

- En kısa zamanda tüm gençliğin enerjisini doğru yere yönlendirmek amacıyla spor salonları açılmalı ve burada profesyonel sporcular yetiştirilmeli. Çünkü okullarda sporun yeterli olmadığı bir gerçek.

Bu salonlar gençliğe bedava hizmet verecek.

- Ailelerin, çocuklarının arkadaşlarını hatta ailelerini tanıması ne kadar zorunluysa, okullarda ve spor salonlarında da çocukları takip etmek mecburi görev olmalıdır.

- Okullarda muhakkak uyuşturucuyla ilgili bilgi verilmelidir. Bu seminerler şeklinde de olabilir. Yanlış anlaşılmasını istemem. Anlaşılırsam da önemli değil. Ben, Spor Bakanı olsaydım ya da bir gün olursam tüm okullarda günde iki saat grup sporlarını şart koşardım.

Kısacası 3 önemli şey.

- Başını okşa.

- Spora teşvik et.

- Onunla kaliteli vakit geçir. Süre önemli değil.

Sonra eğitim de gelir, huzur da mutluluk da. Sağlıklı toplum olmak için, en, en, en önemlisi çocuklarımıza inanmayı öğretmeliyiz. Kendi başına kaldığında içindeki inancın kuvvetini hissetmelidir. Hayata güzel bakmasına sebep olacak inançları olmalı. Bu da en yakın önce Allah sonra anne-baba-kardeştir diye düşünüyorum. Çünkü, hayattaki en büyük tehlike insanın iç dünyasındaki karışıklık ve ona dur diyecek bir inancın olmayışıdır.

Sevgilerimle Hülya

UMUT: Benim yeğenlerim var. Ben bu acı tecrübeyi yaşadım, üstelik yeğenlerimden biri de yaşadı. Kendimi suçlu hissediyorum. Ailemin tek eksikliği bağımlılığımı öğrendikten sonra bu konuyu benimle hiç konuşmamaları oldu.

Ben yeğenlerime soruyorum, konuşuyorum. Arkadaşlarıyla tanıştım, gittikleri çevreleri dolaştım. Önce çocuklara açık olacak, sonra da güven ve sevgi vereceksiniz. Yeri geldiğinde onun rencide olmasını da bir yana koyarak, şüphe duyduğunuz an idrar tahlili yaptıracaksınız.

SEZAİ BİBEROĞULLARI: İnşallah bir süre sonra evleneceğim ve çocuğum olacak. Ama dünyanın gidişatı beni korkutuyor. Ne yapabilirim çocuğumu uyuşturucudan korumak için? Arkadaş olabilirim. Ne yaparlarsa yapsınlar evin iktidarı anne-babada. Arkadaş olmak demek her türlü etkinlik demek, kafeye giderim onunla.

Bu yaklaşımım olursa oğluma ya da kızıma karşı, içinde bulunduğu ortamda kimlerle arkadaşlık ettiğini bilirim. Hepsini tanıyıp, arkadaşlarıyla da arkadaş olurum. Ona güven de veririm.

Ben 2,5 yıldır temizim ama ilk günlerde annemle ağabeyim gözümün içine bakıyorlardı eve gidince ‘Acaba’ diye. Ama yıllar geçtikçe şimdi çok daha yakın olup bana güveniyorlar. Yine de hala ben Taksim’e gitmeye korkuyorum. Belli rahatlıktan sonra kullanmaya başlarım sanıyorum.

EGEMEN AKALIN: İnsan sosyal bir varlık. Başka arkadaşları da olacak. İlkokul çağına gelince anne babanın arkadaşlığı yetmez. Ben çok ilgiliydim. Ama bugünkü aklım olsa, bu maddelerle ilgili bu tehditle ilgili bilgi sahibi olmaya çalışırdım. Ben bu tehlikeden habersizdim. Mesela çocuğumun esrar içmeye başladığını anlamadım. Ama kıkırdamalar, kızılderili yürüyüşü yapmalar, tavla oynamak, satranç oynamak... Bizim ailede her şey vardı. Çocukları, gençleri nasıl koruyacağız? Spora yönlendirsek, imkanları olmayanlar ne yapsın? Okuldaki beden dersleri yeterli değil.

Profil olarak genç nüfus oranı bu kadar yüksekse, büyükşehirlerde yerel seçimler sonrası adaylar en azından genç nüfusa eğilmeli. Bakıyorum da seçim propagandasında yerleri yok gibi bir şey. Oysa bu bir devlet politikası olmalı. Çocukları meşgul etmek lazım. Nasıl bir toprak kaybı varsa ülkemizde, bir de gençlik kaybı var. TEMA nasıl ‘Kıbrıs adası kadar toprağımızı bir yıl içinde kaybettiğimizi’ söylüyorsa, bu da gençlerimizin erozyonudur.

Evde ortalarda ilaç bırakmayın

UMUT: Evde ilaçlar ortada gezmemeli. İlaç suistimali yüzünden çocuklar haplardan korkmuyor. Biz antibiyotikleri fütursuzca kullanıyoruz.

EGEMEN AKALIN: Haklısın. Şimdi kızım da ağabeyinden sonra başı ağrısa da aspirin bile içmiyor. Ben, çocuğumun başına gelenleri paylaştığımda, diğer aileler ‘Benim çocuğumdan uzak tutun’ dediler. Oysa bu çocuklara destek olmadığımız zaman, onlar da sokaktaki kullanmayan insanlar için tehdit!

NAHİDE KOÇYİĞİT: Son çıkışında ‘Anne ben de üretken olmak istiyorum. Takı yapıp satacağım’ dedi. Abdullah Şen de ona bir radyo programı ayarladı. Ama tüm esnaf onu tanıdı. Kim olduğunu biliyorlardı. İşi zorlaştı. Torbacılar geldi ve onu yine kandırdılar.

Apartmanın elektrik saatlerinin oraya eroin bırakıyorlardı. Kızım elinde sigarayla uyuyakalıp bizi yakacak diye sabahlara kadar başında bekliyordum. Mat mat bakıyor, korkuyorsun. Bulamadığında da, bulduğunda da agresifleşiyor.

ABDULLAH ŞEN: Avrupa’ya gönderilemeyen uyuşturucular iç piyasaya sürülecek. Bağımlı zaten ellerinde mevcut. Onların kullandığı miktar belli. Ne yapılacak, yeni bağımlılar yaratılacak! Uyuşturucuyla mücadele bir devlet politikası olmalı. Kitaplar bilgilendirecektir çocukları.

Filmler de çok önemli. Gençleri uyuşturucudan koruma derneğimiz var. Aileler ya da gençler www.gukod.org sayfasına girerlerse, buradan narkotik sayfasına da ulaşabilirler. Bir zamanlar Radyo Barış’ta bir program yapmıştım.

Bu programda uyuşturucu bağımlılığından kurtulmuş gençlere spikerlik şansı verip, onlara güvendiğimizi hissettiriyorduk. Sponsorluk yüzünden program bitti. Çok güzel dönüşler oluyordu o programa. Böyle yayınları daha büyük radyo kanallarında yapmak gerek. Çocukların deneyimlerinden yararlanmak lazım. Tabii hiç bulaşmamış çocuklar ve başlayıp bırakanlar farklı ele alınmalı. Şunu unutmayalım; Anne-baba da, doktor da her zaman başta kalamaz. Yapılabilecek en doğru şey, hiç başlamamak, hiç elini sürmemek. Çocuk en önemli kararı kendi verecek. Nedir o karar: ‘Kullanmamak!’
Yazının Devamını Oku

Hülya Avşar'la sohbet

23 Mart 2004
Ben, sen, o!<br>Hayatımın en zevkli işini yapıyorum galiba. Kendimi, herkesi yeniden keşfediyor gibiyim ve dinlediklerim, hatta yazarken karşıma çıkan acı gerçek aslında kişilik sorunu! Bizler önce kendimizi önemsemiyoruz. Doğal olarak saygı duymuyoruz. Dolayısıyla bu durum yaptığımız işe, arkadaşlıklara, evliliğe, her şeye yansıyor ve yine karşımıza yüzeysellik çıkıyor.

Yüzeysel yaşıyoruz, yüzeysel yapıyoruz, yüzeysel gülüyoruz. Hatta yüzeysel nefes alıyoruz. Çünkü sanırım beynimize oksijen tam olarak gitmiyor. Her neyse, sözü şuraya getirmek istiyorum. Uyuşturucu bağımlısı olan hastaların temizlendikten sonra her şey tamammış gibi hastaneden çıkarılmaları anlaşılıyor ki daha kötü sonuçlar doğuruyor. Çünkü takip edilmiyorlar, çünkü temizlenmeyi tedaviden sayıyorlar.

Tabii ki o da bir tedavi, ama geçici.

Gerçek insanı oluşturan ruhumuz, hislerimiz, duygularımız. Ne olacak peki?

İşte onu düzeltmek yine, anladığım kadarıyla tedavi sırasında hastayla ilgilenen doktorlarımızın görevi. Çok merak ediyorum, hastanelerde psikiyatristler bir hastayla ne kadar ilgileniyorlar? Gerçekten hastaneden çıkabilmeleri için onay verirken, onların ruhsal sağlıklarının düzeldiğine inanıyorlar mı? Bir daha hastaneye geri dönmeyeceklerine emin olabiliyorlar mı? Hiç sanmıyorum. Çünkü yine her şey yüzeysel.

Zaten doktoru ne ilgilendirir ki, belki de artık onlar da sadece zaman dolduruyor ya da kazandıkları paranın yetersizliğinin acısını her şeyi yüzeysel yaparak çıkarıyorlar.

Bir kişinin iyileşmesi neyi halleder ki, onunla mı uğraşacaklar veya memleketi kurtarmak ona mı düştü, nasıl olsa hasta! Gider, bir daha gelir. O gelmezse başkası gelecek. Boşver biz işimizi yapmayalım, yapmaya çalışalım. Neden mi böyle oluyor?

Çünkü olayları, bıktınız ama, yüzeysel ve genel anlamda alıyoruz. Hiçbir şeyi bireysel düşünemiyoruz. Hep birilerinin bizi takdir etmesini bekliyoruz. Kendi kendimizi takdir etmek gibi bir alışkanlığımız yok. Sanki tek bir kişi olarak önemsizmişiz sanıyoruz. Oysa şu karman çormanlık içinde her birey kendini sevse, saysa her şey çözülür.

İşler artık toplumsal olmaktan çıktı, kendimizi özelleştirmenin zamanı geldi. Unutmayın ki biz insanız ve çok özeliz. Kısacası, bir kişinin ruhsal sağlığını önemseyerek başlarsak işe, zamanla çığ gibi büyür, bir hastaya ayrılan kaliteli zaman, sizin kendinize olan saygınızı gösterir. Kaybetmek kolay, kazanmak zordur.

İşte yine eğitim çıktı karşımıza. Aslında eğitim denince aklımıza ilk gelen matematik, fizik mi bilemiyorum ama, bildiğim şu ki eğitimin yolu önce sevgi, saygı, özgüvenden geçer.

Çocuğunuz güzel yüzlüyse daha çok tehdit altında

Oğlu Can’ı, henüz 16 yaşındayken uyuşturucuya kurban veren Egemen Akalın aileleri uyarıyor: ‘İstanbul’da uyuşturucu bulmak için uğraşmanız gerekmez. Hele çocuklarınız yakışıklı, parlak çocuklarsa daha çok tehdit altındasınız. Bu çocuklar satıcılar için iyi tipler.’

İnsana kendini önemli hissettirmek gerek. Sorumluluk vermek gerek. Yine de ben en çok aileleri düşünüyorum. Onları ne kadar da üzmüş olmalısınız! Ben de bu konuda direkt uyuşturucu konusu olmasa da gençliği ilgilendiren bir konuda film çalışması yapıyorum. Perihan Mağden’in filmi olacak bu. Peki size sormak istiyorum. Şimdi geriye dönüp baktığınızda ‘Bugünkü aklım olsaydı’ diye başlayan cümleler kuruyor musunuz? Ya da bana anlatabilir misiniz, nasıl oldu da tedavi olmayı seçtiniz? Nasıl oldu da sizin çocuğunuz kurtulamadı Egemen Hanım? Anlatın bana. Tedavi sürecini de merak ediyorum, ailelerin hayatının nasıl etkilendiğini de.

Açlıktan mide kanaması geçirdiğini öğrendim

Abdullah Şen: Ben Esrahan’ın ve annesinin kitabını yazarken onlarla birlikte çok vakit geçirdim. Bir gün Nahide Hanım bana kahve yapmak için mutfağa gittiğinde, anı defterini okudum. Şöyle yazmıştı: ‘Bugün Esrahan’ın cezaevine girişinin 14’üncü günü. O günden beri boğazımdan haşlanmış patatesten başka bir şey geçmedi. Üç gün önce o da bitti. Dün akşam mide kanaması geçirdim.’ Bir baktım tarih o gün. Hemen buzdolabına koştum, bomboş. Soğan bile yoktu mutfakta. İşte ben o anı defterinin sayfalarında kendimi buldum. Hepimiz o sayfalardayız.

Neden başladılar diye soruyoruz, ama soralım kendi kendimize... Biz çocuklarımızın veli toplantılarını bile, günlük koşuşturmacadan dolayı kaçırıyoruz. Kendi hayatımızı kazanmak uğruna, onlara gelecek hazırlarken onları ihmal ettiğimiz çok oluyor. Benimle, çocuğu uyuşturucu bağımlısı olmuş aile arasında aslında hiçbir fark yok.

Geceleri taksiyle oğlumu takip ediyordum

Egemen Akalın: 24 saat boyunca bağımlı çocuğunuza kilitleniyorsunuz. Meslek hayatında başarılı bir kadındım. Her gün gazete ve dergi okuyan bir insanken, evraklara tarih atmayı bile unutur hale gelmiştim. Gece çocuğu takip etmeye çıkıyordum. Üç saat taksiyle, dolmuşla onun peşinden koşturuyordum. Bütün hayatınız onun üzerine dönüyor. Tedavi masrafları var, zaten evden çalar çalar götürürler.

Sezai Biberoğulları: Çarkıfelek’te, Show TV’de program yardımcısıydım. Oysa bu çocuk, akşamları karton peşinde koşturuyordu. Hava soğuk, otele gidecek para biriktirmişsin ama akşama kadar eroine vermek zorunda kalmışsın. Sonra bir de idrarını yapmak için elinde pet şişeyle, kartonla apartman boşluğuna giriyorsun. Kapıyı açık bulman yetiyor. Mumu yakıyordum, hemen onun ateşinde eroini kaynatıp yapıyordum. Farelerle birlikteydim. Ölmek istemedim değil ama eve gittiğimde annem ve ağabeyimin bana bakarak eriyişini gördüm. Hayatta 24 saat beni düşünüyorlardı. Artık bunu görüyordum. Bundan sonra dönmek zorundaydım. Şunları da yaşadım. Jilet çalıp, Kadıköy’de satıp hemen eroin alıyordum, cami tuvaletinde eroin kullanabiliyordum. Şu anda annem de, ağabeylerim de mutluluktan uçuyorlar. Tedavi olduğum hastanedeyse bana güvendiler ve beni tinerci sokak çocuklarına örnek olmam, ağabeylik yapmam için işe aldılar.

Umut: Maddi olarak tükendiğim durumlarda annem çaresizlikten dolayı ağlayarak başucuma para bırakıyordu. Yaşadığım izolasyonun aynısını yaşadı. Arkadaşları davet ettiğinde ‘Kusura bakmayın... Çocuğum hasta gelemeyeceğim’ diyordu. Çevresinden uzaklaşmıştı.

Nahide Koçyiğit: Esrahan okumak istememişti. Güzellik kursunu bitirdi. Çalıştığı müessesede fiziği çok güzel bir kızla arkadaş oluyor. ‘Ne kadar güzelsin’ diyor. Kızım da o dönem 140 kiloydu. Kız da ‘Nasıl verdim biliyor musun, eroinle’ diyor. Kız, ‘Ama ben alıştım bırakamıyorum’ diye uyarsa da Esrahan, ‘Ben iradesiz değilim, kilo verince bırakırım’ diyor. Kızım çaresizliğimi görüyor, ama boş ve donuk donuk bakmaktan başka bir şey yapamıyor. Çıkamıyor içinde bulunduğu durumdan. Artık hasta ve bağımlı. Onun beyni, hayatı, her şeyi ona bağlı. Zorla yatırıp da çıkınca ‘10 yıl da yatırsan, çıktığım gün alırım’ diyor. 1 sene kalıp çıktığında bile yine aldı. Evden televizyon götürdü. Cep telefonu götürdü, götürdü de götürdü.

CEZA PUANI 50 OLDU MU HASTANEDEN ATIYORLAR

Abdullah Şen: Tedaviyi istemek önemli. Esrahan isteksiz. İçeride tedaviye gidince bir puanlama sistemi vardır. Odada sigara mı içtin 5 puan, yatağı mı toplamadınız 10 puan, derken toplam 50 puanınız olursa tedavinin ikinci günü de olsa hastaneden atılıyorsunuz. Biz de bunu tartışıyoruz şimdilerde. Çocuğu sokağa atmak yeni hastalar yaratmak demek. Bu sadece uyuşturucu değil ki, Hepatit B, Hepatit C. Başka çocukları da riske atıyorsunuz.

ÇOCUĞU EVE KİTLEMEK BİLE ÇÖZÜM OLMUYOR

Egemen Akalın: Hastanelerde çocuğu tedavi için yatırıyorsunuz. Sonra ‘Al, oldu. Eve götür’ diyorlar. Oysa sadece o an vücudu temizlenmiş. Çocuk sadece ilk safhayı almış. Yani onu tedavi etmiyorlar, temizliyorlar. Bence tedavi safhası daha uzun tutulmalı. Hem tedavide bence kötü yaptıklarına, yapmadıklarına puan verip de cezalandırmak yerine, çocuğun artılarını öne çıkarmak gerek. Eve çocuğunu kilitleyen anneler oluyor. Yine de satıcılarla başedemiyorlar. İstanbul’da uyuşturucu bulmak için uğraşmanız gerekmez. Hele çocuklarınız yakışıklı, parlak çocuklarsa daha çok tehdit altındasınız demektir. Bu çocuklar satıcılar için iyi tipler. Çünkü herkes onlara özenip, onlar gibi olmak istiyor. Onları örnek alacak yeni insanlar daha çok olacaktır.

Sezai Biberoğulları: Ben Abdullah Bey’e katılmıyorum. Ben de çocuklarla çalışıyorum şimdi ve bizim de kurallarımız var. O kurallara uymakla tedavi sonrası da dışarı çıkınca kuralsız hayata değil, kurallı bir hayata geçiyorsunuz. Kusura bakmayın ama kurallar gerçekten tedavi olmak isteyenleri koruyor. Tedavi isteyen çocuklar için canla başla uğraş verilirken, kimse kimsenin tedavisine engel olamaz. İzin vermeyiz. Benim hayatımın içine edilmişse, ben ‘Sokağa atılacak olan atılsın’ diyorum. Neden diğer tedavi istemeyen yüzünden tedavim etkilensin. Ben kafayı yedim açıkçası bu tartışmalardan. Uyumsuzluk yapanı öyle 50 puan verip pat diye atan yok!

Nahide Koçyiğit: Ben 15 senedir oraya girip çıkıyorum oğlum bana mı anlatıyorsun?

Sezai Biberoğulları: Ben de iki yıldır hayatımın her gününü çocuklarla geçiriyorum ve orada o insanların, bizlerin mücadele verdiğini biliyorum. Her yerde de savunurum.

YARIN: AİLELERE VE GENÇLERE TAVSİYELER
Yazının Devamını Oku