Hülya Avşar'la sohbet

Ben, sen, o!
Hayatımın en zevkli işini yapıyorum galiba. Kendimi, herkesi yeniden keşfediyor gibiyim ve dinlediklerim, hatta yazarken karşıma çıkan acı gerçek aslında kişilik sorunu!

Bizler önce kendimizi önemsemiyoruz. Doğal olarak saygı duymuyoruz. Dolayısıyla bu durum yaptığımız işe, arkadaşlıklara, evliliğe, her şeye yansıyor ve yine karşımıza yüzeysellik çıkıyor.

Yüzeysel yaşıyoruz, yüzeysel yapıyoruz, yüzeysel gülüyoruz. Hatta yüzeysel nefes alıyoruz. Çünkü sanırım beynimize oksijen tam olarak gitmiyor. Her neyse, sözü şuraya getirmek istiyorum. Uyuşturucu bağımlısı olan hastaların temizlendikten sonra her şey tamammış gibi hastaneden çıkarılmaları anlaşılıyor ki daha kötü sonuçlar doğuruyor. Çünkü takip edilmiyorlar, çünkü temizlenmeyi tedaviden sayıyorlar.

Tabii ki o da bir tedavi, ama geçici.

Gerçek insanı oluşturan ruhumuz, hislerimiz, duygularımız. Ne olacak peki?

İşte onu düzeltmek yine, anladığım kadarıyla tedavi sırasında hastayla ilgilenen doktorlarımızın görevi. Çok merak ediyorum, hastanelerde psikiyatristler bir hastayla ne kadar ilgileniyorlar? Gerçekten hastaneden çıkabilmeleri için onay verirken, onların ruhsal sağlıklarının düzeldiğine inanıyorlar mı? Bir daha hastaneye geri dönmeyeceklerine emin olabiliyorlar mı? Hiç sanmıyorum. Çünkü yine her şey yüzeysel.

Zaten doktoru ne ilgilendirir ki, belki de artık onlar da sadece zaman dolduruyor ya da kazandıkları paranın yetersizliğinin acısını her şeyi yüzeysel yaparak çıkarıyorlar.

Bir kişinin iyileşmesi neyi halleder ki, onunla mı uğraşacaklar veya memleketi kurtarmak ona mı düştü, nasıl olsa hasta! Gider, bir daha gelir. O gelmezse başkası gelecek. Boşver biz işimizi yapmayalım, yapmaya çalışalım. Neden mi böyle oluyor?

Çünkü olayları, bıktınız ama, yüzeysel ve genel anlamda alıyoruz. Hiçbir şeyi bireysel düşünemiyoruz. Hep birilerinin bizi takdir etmesini bekliyoruz. Kendi kendimizi takdir etmek gibi bir alışkanlığımız yok. Sanki tek bir kişi olarak önemsizmişiz sanıyoruz. Oysa şu karman çormanlık içinde her birey kendini sevse, saysa her şey çözülür.

İşler artık toplumsal olmaktan çıktı, kendimizi özelleştirmenin zamanı geldi. Unutmayın ki biz insanız ve çok özeliz. Kısacası, bir kişinin ruhsal sağlığını önemseyerek başlarsak işe, zamanla çığ gibi büyür, bir hastaya ayrılan kaliteli zaman, sizin kendinize olan saygınızı gösterir. Kaybetmek kolay, kazanmak zordur.

İşte yine eğitim çıktı karşımıza. Aslında eğitim denince aklımıza ilk gelen matematik, fizik mi bilemiyorum ama, bildiğim şu ki eğitimin yolu önce sevgi, saygı, özgüvenden geçer.

Çocuğunuz güzel yüzlüyse daha çok tehdit altında

Oğlu Can’ı, henüz 16 yaşındayken uyuşturucuya kurban veren Egemen Akalın aileleri uyarıyor: ‘İstanbul’da uyuşturucu bulmak için uğraşmanız gerekmez. Hele çocuklarınız yakışıklı, parlak çocuklarsa daha çok tehdit altındasınız. Bu çocuklar satıcılar için iyi tipler.’

İnsana kendini önemli hissettirmek gerek. Sorumluluk vermek gerek. Yine de ben en çok aileleri düşünüyorum. Onları ne kadar da üzmüş olmalısınız! Ben de bu konuda direkt uyuşturucu konusu olmasa da gençliği ilgilendiren bir konuda film çalışması yapıyorum. Perihan Mağden’in filmi olacak bu. Peki size sormak istiyorum. Şimdi geriye dönüp baktığınızda ‘Bugünkü aklım olsaydı’ diye başlayan cümleler kuruyor musunuz? Ya da bana anlatabilir misiniz, nasıl oldu da tedavi olmayı seçtiniz? Nasıl oldu da sizin çocuğunuz kurtulamadı Egemen Hanım? Anlatın bana. Tedavi sürecini de merak ediyorum, ailelerin hayatının nasıl etkilendiğini de.

Açlıktan mide kanaması geçirdiğini öğrendim

Abdullah Şen: Ben Esrahan’ın ve annesinin kitabını yazarken onlarla birlikte çok vakit geçirdim. Bir gün Nahide Hanım bana kahve yapmak için mutfağa gittiğinde, anı defterini okudum. Şöyle yazmıştı: ‘Bugün Esrahan’ın cezaevine girişinin 14’üncü günü. O günden beri boğazımdan haşlanmış patatesten başka bir şey geçmedi. Üç gün önce o da bitti. Dün akşam mide kanaması geçirdim.’ Bir baktım tarih o gün. Hemen buzdolabına koştum, bomboş. Soğan bile yoktu mutfakta. İşte ben o anı defterinin sayfalarında kendimi buldum. Hepimiz o sayfalardayız.

Neden başladılar diye soruyoruz, ama soralım kendi kendimize... Biz çocuklarımızın veli toplantılarını bile, günlük koşuşturmacadan dolayı kaçırıyoruz. Kendi hayatımızı kazanmak uğruna, onlara gelecek hazırlarken onları ihmal ettiğimiz çok oluyor. Benimle, çocuğu uyuşturucu bağımlısı olmuş aile arasında aslında hiçbir fark yok.

Geceleri taksiyle oğlumu takip ediyordum

Egemen Akalın: 24 saat boyunca bağımlı çocuğunuza kilitleniyorsunuz. Meslek hayatında başarılı bir kadındım. Her gün gazete ve dergi okuyan bir insanken, evraklara tarih atmayı bile unutur hale gelmiştim. Gece çocuğu takip etmeye çıkıyordum. Üç saat taksiyle, dolmuşla onun peşinden koşturuyordum. Bütün hayatınız onun üzerine dönüyor. Tedavi masrafları var, zaten evden çalar çalar götürürler.

Sezai Biberoğulları: Çarkıfelek’te, Show TV’de program yardımcısıydım. Oysa bu çocuk, akşamları karton peşinde koşturuyordu. Hava soğuk, otele gidecek para biriktirmişsin ama akşama kadar eroine vermek zorunda kalmışsın. Sonra bir de idrarını yapmak için elinde pet şişeyle, kartonla apartman boşluğuna giriyorsun. Kapıyı açık bulman yetiyor. Mumu yakıyordum, hemen onun ateşinde eroini kaynatıp yapıyordum. Farelerle birlikteydim. Ölmek istemedim değil ama eve gittiğimde annem ve ağabeyimin bana bakarak eriyişini gördüm. Hayatta 24 saat beni düşünüyorlardı. Artık bunu görüyordum. Bundan sonra dönmek zorundaydım. Şunları da yaşadım. Jilet çalıp, Kadıköy’de satıp hemen eroin alıyordum, cami tuvaletinde eroin kullanabiliyordum. Şu anda annem de, ağabeylerim de mutluluktan uçuyorlar. Tedavi olduğum hastanedeyse bana güvendiler ve beni tinerci sokak çocuklarına örnek olmam, ağabeylik yapmam için işe aldılar.

Umut: Maddi olarak tükendiğim durumlarda annem çaresizlikten dolayı ağlayarak başucuma para bırakıyordu. Yaşadığım izolasyonun aynısını yaşadı. Arkadaşları davet ettiğinde ‘Kusura bakmayın... Çocuğum hasta gelemeyeceğim’ diyordu. Çevresinden uzaklaşmıştı.

Nahide Koçyiğit: Esrahan okumak istememişti. Güzellik kursunu bitirdi. Çalıştığı müessesede fiziği çok güzel bir kızla arkadaş oluyor. ‘Ne kadar güzelsin’ diyor. Kızım da o dönem 140 kiloydu. Kız da ‘Nasıl verdim biliyor musun, eroinle’ diyor. Kız, ‘Ama ben alıştım bırakamıyorum’ diye uyarsa da Esrahan, ‘Ben iradesiz değilim, kilo verince bırakırım’ diyor. Kızım çaresizliğimi görüyor, ama boş ve donuk donuk bakmaktan başka bir şey yapamıyor. Çıkamıyor içinde bulunduğu durumdan. Artık hasta ve bağımlı. Onun beyni, hayatı, her şeyi ona bağlı. Zorla yatırıp da çıkınca ‘10 yıl da yatırsan, çıktığım gün alırım’ diyor. 1 sene kalıp çıktığında bile yine aldı. Evden televizyon götürdü. Cep telefonu götürdü, götürdü de götürdü.

CEZA PUANI 50 OLDU MU HASTANEDEN ATIYORLAR

Abdullah Şen: Tedaviyi istemek önemli. Esrahan isteksiz. İçeride tedaviye gidince bir puanlama sistemi vardır. Odada sigara mı içtin 5 puan, yatağı mı toplamadınız 10 puan, derken toplam 50 puanınız olursa tedavinin ikinci günü de olsa hastaneden atılıyorsunuz. Biz de bunu tartışıyoruz şimdilerde. Çocuğu sokağa atmak yeni hastalar yaratmak demek. Bu sadece uyuşturucu değil ki, Hepatit B, Hepatit C. Başka çocukları da riske atıyorsunuz.

ÇOCUĞU EVE KİTLEMEK BİLE ÇÖZÜM OLMUYOR

Egemen Akalın: Hastanelerde çocuğu tedavi için yatırıyorsunuz. Sonra ‘Al, oldu. Eve götür’ diyorlar. Oysa sadece o an vücudu temizlenmiş. Çocuk sadece ilk safhayı almış. Yani onu tedavi etmiyorlar, temizliyorlar. Bence tedavi safhası daha uzun tutulmalı. Hem tedavide bence kötü yaptıklarına, yapmadıklarına puan verip de cezalandırmak yerine, çocuğun artılarını öne çıkarmak gerek. Eve çocuğunu kilitleyen anneler oluyor. Yine de satıcılarla başedemiyorlar. İstanbul’da uyuşturucu bulmak için uğraşmanız gerekmez. Hele çocuklarınız yakışıklı, parlak çocuklarsa daha çok tehdit altındasınız demektir. Bu çocuklar satıcılar için iyi tipler. Çünkü herkes onlara özenip, onlar gibi olmak istiyor. Onları örnek alacak yeni insanlar daha çok olacaktır.

Sezai Biberoğulları: Ben Abdullah Bey’e katılmıyorum. Ben de çocuklarla çalışıyorum şimdi ve bizim de kurallarımız var. O kurallara uymakla tedavi sonrası da dışarı çıkınca kuralsız hayata değil, kurallı bir hayata geçiyorsunuz. Kusura bakmayın ama kurallar gerçekten tedavi olmak isteyenleri koruyor. Tedavi isteyen çocuklar için canla başla uğraş verilirken, kimse kimsenin tedavisine engel olamaz. İzin vermeyiz. Benim hayatımın içine edilmişse, ben ‘Sokağa atılacak olan atılsın’ diyorum. Neden diğer tedavi istemeyen yüzünden tedavim etkilensin. Ben kafayı yedim açıkçası bu tartışmalardan. Uyumsuzluk yapanı öyle 50 puan verip pat diye atan yok!

Nahide Koçyiğit: Ben 15 senedir oraya girip çıkıyorum oğlum bana mı anlatıyorsun?

Sezai Biberoğulları: Ben de iki yıldır hayatımın her gününü çocuklarla geçiriyorum ve orada o insanların, bizlerin mücadele verdiğini biliyorum. Her yerde de savunurum.

YARIN: AİLELERE VE GENÇLERE TAVSİYELER
Yazarın Tüm Yazıları