Gamze Cizreli

Heryerde çeşit çeşit aşk var

13 Şubat 2011
YARIN 14 Şubat, Sevgililer Günü. İşte o büyük gün geldi çattı. “Eyvah sevgilim yok” diyenlerden de olabilirsiniz ya da yarını sabırsızlıkla bekleyenlerden...

Duygularınız ne olursa olsun her yerde aşk var bugünlerde. Aslında asırlardır öyle değil mi? Yaradan aşkı ile başlayan hayat, anne-baba aşkı ile devam ediyor, sonra arkadaş aşkı, sevgili aşkı, karı-koca aşkı, evlat aşkı diye de sürüp gitmiyor mu? Peki ya aşkın türleri yok mu sizce? En ihtiraslısı ya da en korkutucusu, en mutlusu ya da en mutsuzu? Şöyle bir düşündüm de... Aşkın ne çok yüzü varmış, ne çok şekli meğer... Üstelik hepsi ile birarada yaşıyoruz, hepsi içimizde, etrafımızda...
En fedakar aşk: Kesinlikle Kral 8.Edward ve Wallis Simpson’ın aşkları. İngiltere Kralı Edward, halktan biri olan, iki kere evlenip ayrılmış Madam Simpson ile evlenebilmek için Kraliyet ailesinin onayını almaya çalışmış. Alamayınca hayatının kararını vermiş, tahttan çekilerek aşkını tercih etmiş.
20. yüzyılın en fedakar aşığı olarak da kitaplara ve filmlere konu olmuş.
En hastalıklı aşk: Menekşe gözlü Elizabeth Taylor ve aktör Richard Burton’ın birliktelikleri bana göre en hastalıklı aşklardan biri. Defalarca  boşanıp tekrar evlenen çiftin kavgaları da aşkları da uzun süre Hollywood gündeminden düşmemiş.
Buna benzer bir hikaye de taş bebek Gönül Yazar’a ait. Onunki de az biraz hastalıklı bir aşk! Düşünsenize, 14 yaşında Necdet Yazar’a olan aşkı uğruna evlenebilmek için mahkeme kararı ile yaşını 18’e yükseltmiş. Bir süre sonra boşanmışlar ama çift dayanamayıp, ardarda iki kez daha evlenmiş. Hastalıklı derken, kastettiğim aşırı tutkulu, ne seninle ne sensiz olunan türden aşk!
En şaşırtan aşk: Cem Uzan’ın sosyetenin gözde bekarlarından olan Derin Mermerci ile yaşadığı aşk hangimizi şaşırtmadı ki? Paris’te 50. yaşını Derin ile kutlayan Cem Uzan herkes için en şaşırtıcı aşklar sıralamasında birinci sıraya oturdu bu sene! Bu hafta magazin gündeminin  ilk sıralarına oturan Nurgül Yeşilçay, Mithatcan Özer çiftinin aşkı da en az Uzan, Mermerci aşkı kadar şaşırtıcıydı.
En şık aşk: Bence David- Victoria Beckham çifti son derece şık! Hem birbirlerine yakışıyorlar, hem de giydiklerini kendilerine! Bir içim su tabii ikisi de. Yalnız burada bahsetmeden edemeyeceğim, Ankara’mızın da en şık çifti Ebru-Deniz Demiryürek. Her daim şıklar, birbirlerine de çok yakışıyorlar.

Yazının Devamını Oku

Frida ve yenilenmeyle geçen sömestr tatili

6 Şubat 2011
SÖMESTRE tatili başladı. Somestre çocuklar için dinlenme ve eğlenceyken anne-babalar için bir koşuşturma ki sormayın. Havaalanları dolu, otobüs terminallerine girmek ne mümkün! Ben de aldım oğlanları yanıma, düştüm yollara ! Maksat hem çocuklarla vakit geçirmek hem de dinlenmek... İlk önce kısa bir İstanbul seyahati yaptık. Oradan da gittik kışın bir başka güzel Bodrum’a!
İstanbul’da ilk gün aldık soluğu Frida Kahlo ve Diego Rivera Sergisi’nde. Frida, öyle bir kadın ki, 47 yıllık hayatında çok sevmiş, çok sevilmiş, aldatmış, aldatılmış... Çok cesur ve olağanüstü yetenekli bu kadın, büyük aşkı, hocası ve iki kez evlendiği Diego Rivera ile Pera Müzesi’ne konuk oldu.

DERİN BİR İÇ YOLCULUK

Sanatının temelinde aşk ve acı var Frida’nın. Çocukken geçirdiği felç, ardından talihsiz kaza... Hayatı korseler, hastaneler ve doktorlar arasında geçen, vücudunda dinmeyen bir acıyla yaşayan ve 32 kez ameliyat olan bu aykırı kişilik, yalnızca kendi ülkesi Meksika’nın değil, dünyanın en önemli ikonlarından biri! Göz alıcı renkler, uçsuz bucaksız bir hayalgücü, derin bir iç yolculuk...
Selma Hayek’in Frida’yı canlandırdığı filmden de çok etkilenmiştim ama tabloları yakından görmek, beni bir kez daha resim, sanat, felsefe üzerine düşünmeye itti! 20 Mart’a kadar İstanbul’dalar. Sanat dünyasına esin kaynağı olmuş bu iki figürü daha da yakından tanımak için kaçırılmayacak bir fırsat!

KEYİF Mİ EZİYET Mİ SİZ KARAR VERİN!

İstanbul’dan sonraki durağımız Bodrum’du. Bir haftalık hem dinlenme hem de sağlık ve yenilenme kürü de diyebileceğimiz, ama keyif miydi, eziyet miydi hala karar veremediğim bir hafta geçirdik... Anlatayım da siz karar verin!
Şimdi efendim, Bodrum Yalıkavak’ta Azeri işadamı Mübariz Mansimov’un sahibi olduğu Palmalife’a gittik. Bir rivayete göre, her giden, fıstık gibi olup çıkıyormuş. Ayşe Özyılmazel, İclal Aydın, Revna Demirören... Son olarak da Seren Serengil, yıllardır birlikte yaşadığı kilolarından, Palmalife’ın içinde hizmet veren Yaşasın Hayat Kliniği ve Osman Müftüoğlu ekibi sayesinde kurulmuş!
Biz de geri kalmayalım dedik. Ali, Oğul ve ben otelin yolunu tuttuk. Otel personeli, başta Genel Müdür Gülderen Hanım olmak üzere bizi bir karşıladılar ki sormayın. Adeta biz size unutmayacağınız bir hafta geçirteceğiz der gibi...

ÖZEL BESLENME PROGRAMI

İlk gün, Oğul’un ve benim beden ölçümlerimiz yapıldı. Yağ-kas-su oranlarımız çıktı ki, eyvah eyvah! Sevgili Melek, adı gibi huyu da melek olan diyetisyenimiz, özel bir beslenme programı hazırladı. Yemeklerimiz kalorisi az ama son derece lezzetliydi. Hatta pizza bile yedik. Ama sebzeli ve incecik kepekli hamurdan. Sabah kahvaltıdan sonra hep birlikte yürüyüşlere çıktık. Sonra ara öğün, elma, ananas, armut gibi meyvelerin yanında tarçın çayı! Meğer ne faydalıymış bu tarçın çayı! Kandaki şeker düzeyini dengeliyor, dinçlik kazandırıyormuş...
Ve ara öğünden sonra sırada Aqua-Gym var! Buhar banyosu ve saunayı da mutlaka hergün ziyaret ettik, toksinlerden kurtulmak için. Kavitasyon, slim-up ve lenf drenaj gibi bazı aletlerle bölgesel yağ kırma ve ödem atma seanslarını unutmamak lazım. Dünya tatlısı, işinin ehli Sevim Hanım’ın eline düştük ki, ne düşüş! Ne ödem varmış vücudumda meğer...
Sizin anlayacağınız, keyif dolu mu eziyet dolu mu bir hafta geçirdim bilemiyorum! Ama bugün itibari ile bir haftamız dolmuş bir şekilde geri dönüyoruz Ankara’mıza. Bana mı öyle geliyor bilmiyorum ama cildim bir güzelleşti gibi. Gelirken sıkı sıkıya üzerime oturan jean pantolonum da bol geliyor. Bu da bütün eziyetlere değdi doğrusu.

Sömestre önerileri...

BU hafta Ankara’da iik işim, sinemaya koşup “Aşk Tesadüfleri Sever” filmini seyretmek olacak. Film Ankara’da geçiyor, başrollerde Mehmet Günsür ve Belçim Bilgin! Fragmanına bayıldım.
Özlediğimiz aşk hikayelerinden biri olacağı kesin! Bir yandan da gazeteleri açıyorum boy boy Disney müzikalleri, Cirque de Soleil ilanları. Ama hepsi de İstanbul’da maalesef.
Buradan da yetkililere seslenmenin tam zamanıdır, İstanbul gibi biz de büyük bütçeli prodüksiyonları izlemek, çoluk çoçuk toplanıp da, her güne bir sosyal aktivite sığdırmak istiyoruz efendim!
Yazının Devamını Oku

En yakın arkadaşa mektup

30 Ocak 2011
DÜN akşam en yakın arkadaşım evlendi. O’na hitaben, dostluk üzerine kaleme alınmış bir mektuptur. Sevgili Betül,
Can arkadaşım, yol arkadaşım...
Ne çok şey var aslında sana söylemek istediğim, ne çok şey var teşekkür borçlu olduğum... En zor zamanlarımda elini sen uzattın bana, karanlıktan aydınlığa ilk adımlarımı seninle attım. Ne çok yaşanmış anılarımız var. Bazen pijamalar üzerimizde, film seyrederken elimizde kabak çekirdekleri gözyaşlarımız sel oldu, bazen kızlarla Heybeliada’da mimozalar arasında bulduk kendimizi... Tezpişti’ye hala gülüyoruz. Ağaçları giydirdik birlikte! Mevlana ziyaretlerimiz, Eymir’de karlar üzerindeki danslarımız, Dubai maceralarımız, Ağva’daki hayal kırıklığımız? Yıllar yıllara eklendi, çok değiştik, çok yollardan geçtik. Ama dostluğumuz da bizimle büyüdü, bizi biz yaptı. Ali bir gün dönüp, “Sen benim ikinci annemsin” dediğinde, yüreğinden hissederek söylediği bu söz ile durdum düşündüm, dosttan ötesin sen, öteki bensin...

SAKINDIĞIN SEVGİ

Sen dün akşam evlendin. Üstelik çok sevdiğim, kalbi yumuşacık, seni yıllarca sevmiş Bülent Ağabey ile... Peki ya bendeki bu hüzün neden? Hep düşünürüm evlenin arkasından neden gözyaşı döker insanlar diye. Gidenin gittiği yerde mutlu olacağına duyulan inanç mı yaşartır gözleri yoksa artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı düşüncesi mi? Artık sabahın 7’sinde evine telefon açabilecek miyim? Ya da gece içim sıkıldığında kalk gel diyebilecek miyim diye endişeleniyorum.
Öte yandan da incinmenden, o fedakar yüreğine zerre hüzün düşmesinden korkuyorum. 27 yıldır sahip çıktığın, koruduğun, sakındığın sevgi dolu birlikteliğinin altına imza attığında birşeylerin dengesinin bozulacağından korkuyorum.
Ama sonra diyorum ki... Betül Ilgar bu! Yıllarca Ankara’nın en çalışkan, en üretken kadınlarından biri olmuş, her ortamda kendini ispat etmiş, sıkı bir sivil toplumcu, dirayetli bir kişilik ve en önemlisi ne istediğini ne yapması gerektiğini çok iyi bilen sapasağlam bir kadın! O bilir ne yapacağını.

DOSTUMU RUHUMLA SEVERİM

Canım Betül’üm,
Sana yüreğin kadar aydınlık, kalbin kadar temiz bir ‘yeni’ hayat diliyorum. Yılların alıp götürdüğü ne varsa hepsini katmer katmer geri alacağın, gözlerinin keyiften, neşeden parlayacağı bir ömür diliyorum sana...
Son yıllarda hayat beni türlü sınavlardan geçirirken öğrendiğim en önemli ders şu oldu: Dost biriktirmek...
Benim birikimim sağlam! Hep yanımda olan dostlarım, her an varlıkları ile beni güçlü kılan kardeşlerim, yoldaşlarım var. Böyle değil midir dostluk dediğin, gözünün dilini bilen, söylemeden anlayabilen, en derin yaralarını açıp gösterebildiğin, merdivenlerden çıkarken ve alkışlandığında değil, tökezlerken ve yuhalanırken de koluna girebildiğin...
Mevlana’nın dediği gibi,
Ben dostumu ne aklımla ne kalbimle severim,
Olur ya kalp durur...
Akıl unutur...
Ben dostumu ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur...
Yolun açık olsun yol arkadaşım.
Yazının Devamını Oku

Bendeki mutluluk sırrının nedeni

23 Ocak 2011
EVDEKİ film arşivimi düzenlerken bir baktım ‘Çikolata’. Seneler önce seyrettiğim ve hayal meyal hatırladığım bu filmi tekrar karşımda görünce pek keyiflendim. Hemen gömüldüm koltuğa, bastım play tuşuna! Fransa’nın minicik bir kasabasında açtığı çikolata dükkanı ile kasaba halkının hayatını değiştiren Juliette Binoche’un çikolatayla dolu hayatını anlatan iştah açıcı bu filme bir kez daha bayıldım.
Çikolata tutkumu beni tanıyanlar çok iyi bilir. Öyle ki “Hiçbir şey yemeden yaşarım ama çikolatasız asla” diyecek kadar...
Tüm samimiyetimle söylüyorum, bütün kilolarımın sebebi bu çikolata tutkusu! Oğlanlar resmen evdeki çikolataları benden saklıyorlar. Ama ben kendimi bildim bileli böyleyim. Bitter, sütlü, fındıklı hiç fark etmez. Kalorisi yüksek belki ama bir yandan da anti-oksidan etkisi var, önemli bir enerji kaynağı ve en önemlisi mutluluk hormonu endorfini harekete geçiriyor.
Bendeki mutluluk sırrı da çikolata sanırım! Tabii bu kadar çikolata düşkünü olunca ve biraz da işim gereği markalar konusunda da bir hayli fikir sahibi oluyorum.
Paketli ürünlerde favorilerim; Lindt’in portakallı çikolatası, çocukluğumdan beri bayılarak yediğim Antep fıstıklı Damak ve ballı Toblerone.
El yapımı çikolatada da favorim tartışmasız Godiva. Belçika’da doğan, dünyanın en prestijli çikolatacısı olarak tanınan Godiva, 2007 yılında Ülker tarafından satın alındı ve nihayet İstanbul Nişantaşı ve Akmerkez’de açtığı butik mağazalar ile çikolataseverler ile buluştu! Yakında Ankara’ya da açılacakmış diye bazı dedikodular geliyor kulağıma. Hoş, bu habere sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim! Geçen hafta, bir arkadaşım Gold Box’lardan getirmiş bir tane, başladım yemeğe, kavrulmuş fındıklısından bir tane, karamelini ağzımda erite erite yediğim trüften iki tane, hindistan cevizli, kahveli bitter pralinden de alayım biraz derken, Osman’ın denize düşme sahnesinde kutunun hepsi bitmişti!

Ankara’nın yeni çikolata tutkusu

Belçika’nın çikolata markalarıyla yarışacak Ankara markaları da var tabii ki, bayılarak yediğim. Patiswiss’in portakallı çikolatası bir şehir efsanesi haline geldi. Bal bademli Bitter’ine de bayılıyorum.
Bu arada geçen gün, genç bir girişimci ile tanıştım. Karum’da açılan bir çikolatacının methini duyuyordum... Gencecik, dünya tatlısı, güler yüzlü bir kız karşıladı beni, sohbet sohbeti açtı ve Larina’nın hikayesinden bahsetti biraz.
ODTÜ’de gıda mühendisliği okumuş, ardından yurtdışında gıda pazarlaması üzerine yüksek lisans yapmış. Tabii bu yurtdışı tecrübesi, ona çok şey kazandırmış, oradaki pasta ustalarından, tatlı şeflerinden çok etkilenmiş. Dönmüş gelmiş Türkiye’ye, bunu İstanbul da yapabilecekken, “Yok” demiş, “Ben yaparsam Ankara’da yaparım.” Sıvamış kolları, mis gibi çikolata kokuları arasında Larina Chocolate’ı kurmuş. Belçika’dan gelen hammaddeyi kullanarak el yapımı nefis çikolatalar yapıyor. Ben içi badem ezmeli olana bayıldım.
Doğma büyüme Ankaralı Deniz Akyıldız. “Benim bu şehirle ilginç bir bağım var. Ankara’yı nereye gidersem gideyim özlüyorum. Burada yaşayanlar da Belçika’daki o mis gibi, taze, özenle hazırlanmış çikolatalardan yeme şansına sahip olsunlar istiyorum” diyor. Belçika’dan Ankara’ya uzanan bu tatlı yolculuk beni çok etkiledi. Merkezi Çetin Emeç’te, yok orası bana uzak derseniz, Karum’da da şubesi var! Birazcık damak zevkime güveniyorsanız, gidin bir tadına bakın, pişman olmayacaksınız.

Soğuk hava sıcak çikolata

İSTANBUL’a yonulunuz düşerse, mutlaka Kanyon alışveriş merkezinin önündeki, içinde farklı markaların yer aldığı konteyner mağaza Kanyon Box’a da uğrayın!
Her ay farklı markalar ürünlerini sergiliyor! Şubat ayının markası MUJI! İstanbul’da en beğendiğim mağazalardan biri. Ev ve ofis için gerekli pek çok ürünü Muji’den alıyorum. Yalın, gerektiği kadar işlevsel, ham maddeden üretim sürecine çevre dostu ve kaliteli ürünler satan Muji, Kanyonbox’ta misafirlerine bir ay boyunca sıcak çikolata ikram edecekmiş, sloganına da bayıldım:
“Soğuk Hava, sıcak çikolata.”
Çikolata kadar lezzetli, sıcacık bir hafta geçirmeniz dileği ile...
Yazının Devamını Oku

Başka kadının başarısıyla mutlu olmak

16 Ocak 2011
“KENDİMİZE sormamız lazım: Bir başka kadının başarısı ile mutlu oluyor muyuz?
Bir hemcinsinizin hayatında daha mutlu, işinde daha başarılı olması için ona açıktan destek oluyor muyuz? En azından bunu bir iyi niyet temennisi olarak içimizden geçiriyor muyuz? Cevaplarınız hep ‘Hayır’ ise, biz kız kardeşlik falan bilmiyoruz demektir!”
Sevgili Leyla Alaton’un Konya’da bir panelde söylediği bu sözleri unutmam mümkün değil...
Bir kız kardeş olarak, hep hayranlıkla seyrettiğim iki kadından bahsedeceğim bu hafta size. İlki, Gülseren Onanç...
Bilenler onu çok iyi bilir, Türkiye Kadın Girişimcileri Derneği, KAGİDER’in kurucu üyesi ve başkanı! Bu dernek, Türkiye’deki kadınların var olması, kendini geliştirmesi, sosyal ve kişisel olarak “ben de varım” diyebilmesi için etkin bir sivil toplum örgütü olarak çalışıyor. Gülseren Hanım’ın emeği ve derneğe desteği büyük. Amerika ve Avrupa’ya nazaran oranı Türkiye’de oldukça düşük olan kadınların iş dünyasında var olmaları için yıllardır büyük savaş veriyor. Böyle destekler kadını daha da güçlü kılıyor tabii. Son dönemde siyasete de girdi, çok da iyi etti. Siyasi arenada, girişimciliğin gelişmesi için güçlü bir kadının sesi daha var artık!

TEK PROFESYONEL KADIN SENDİKACI

Geçen hafta Rafine’de Yaşar Seyman’a rastladım. O, “Bir kelebek kadar ömrüm olsa, örgütlü yapılarda tüketirim” diyecek kadar kendini topluma adamış bir kadın. Bir banka çalışanı olarak başladığı yaşam mücadelesini Banka ve Sigorta İşçileri Sendikası Ankara ve İç Anadolu Başkanı olarak sürdürüyor. Ve sendikal hayatı ona yetmiyor, bir de siyasete atılıyor...
Yani şimdi bir durup düşünün, bir kadın tek başına, işçi temsilcisi olarak sendikaya giriyor. Hiç korkmadan, çekinmeden. Üstüne politik tavrını ortaya koyuyor. Ha bir de, bütün bunlar bir kenara, kitap yazıyor, ödüller alıyor, kitabı oyunlaştırılıyor, müzikal olarak yıllarca Anadolu’nun çeşitli illerinde sergileniyor.
Yayınlanmış yedi kitabından bir tanesi var ki beni çok etkiledi: Anne Yaşar Seyman’ın askerdeki oğluna yazdığı gönderilmemiş mektuplardan oluşan kitabı “Fırat’a Mektuplar.” Senelerini toplumsal mücadeleye adamış bir annenin oğluna duyduğu hasrete eşlik eden şiirler, hikayeler, gazete haberleri... Bu duygu yüklü kitabı mutlaka okuyun derim.
Bu arada geçtiğimiz hafta yapılan Genel Kurulda 21 yıldır başkanı olarak sürdürdüğü sendikada rakipsiz olarak tekrar başkan seçilmiş. Canım Ankara’mda 21 yıldır tek profesyonel kadın sendikacı olarak görev yapmak da öyle her yiğidin harcı değil. Şimdi bu örnekleri görünce biz kadınlar, kadınlığımızla övünmeyelim de ne yapalım?

Seyranbağları’nda kadın el emeği pazarı

VE evlerinde kendi emekleri ile üretkenliğini sürdüren kadınların, topluma kazandırılması için şehrimizde harika bir işe imza atıldı! 150’den falza kadının El emeği göznuru ürünlerinin sergilendiği Kadın El Emeği Pazarı Seyranbağları Lisesi’nin karşısında açıldı!
Güzel Ankaram’ın güzel kadınlarının işledikleri ürünler, artık her Cuma ve Cumartesi Esat Pazarı’nda! Ev turşusu, mantı, reçel, su böreği, gözleme, baklavadan tutun da, şapkalar, takılar, hatta boncuktan yapılmış tablolara kadar çok çeşitli ürünler var!
Ben açıldığını duyar duymaz soluğu pazarda aldım. Mis gibi tarhanalar, biber salçası, ev eriştesi... Hepsinden aldım, geldim eve. Hemen kaynattığım sıcak bir tarhana çorbasıyla içimiz ısındı. Tabii, hazır aldıklarımız gibi olur mu, evde yapılmış nefis tarhana? Yolunuz düşerse demiyorum, ne yapın edin bir haftasonu rotanızı Esat’a döndürün ve üreten kadınları ekonomik açıdan güçlendirmeyi amaçlayan bu pazardan mutlaka birşeyler alın!
Yazının Devamını Oku

10 yıllık hayalim lavanta yetiştirmek

9 Ocak 2011
2000 yılından beri bir hayalim var: Çiftçi olmak!
Ama öyle buğday, domates, salatalık yetiştirmek değil. Lavanta yetiştirmeyi hayal ediyorum. 10 yıldır bu emeklilik hayaliyle yaşıyorum. Şaşırmayın hemen, anlatacağım!
Küçüklüğümden beri bayılırım lavanta kokusuna. Babacığım tıraş olduktan sonra sürerdi, Rebul’un meşhur lavanta kolonyasını. Eskiden minik keselerde, dolapların içine asar, çamaşırların arasında saklardık lavantayı. İlk, Fransa’nın Provans bölgesine gittiğimde tanıştım lavanta tarlalarıyla.
Sonra da bir arkadaşım beni İstanbul Kurtköy civarlarında uçsuz bucaksız bir lavanta tarlasına götürdü! Düşünebiliyor musunuz? İstanbul’un orta yerinde mor bir tarla, kokusunu siz tahmin edin. O gün, torba torba lavanta topladık. Aylarca ev lavanta koktu!
O günlerde lavantayı incelemeye başladım. Anladım ki, en sert rüzgarlara dayanan, salınsa da kırılmayan, susuzluğa aldırmayan, mis kokulu bu bitki bana huzur ve mutluluk veriyor. İşte o zaman ‘lavanta yetiştirme’ hayalim başladı. Zamanla, doğal ürünler satan dünya markaları Türkiye’ye geldi ve ambalajlarından dekoruna kadar hafif bir imrenme ile baktım durdum bu minik dükkanlara.

RENGİNİ KAYBEDEN CİLTLERE

Bilenler bilir, bahsettiğim bu mis kokulu mağazaların en ünlüleri L’occitane ve Durance...
Geçen hafta Nenehatun Caddesi’nden geçerken bir baktım Durance! İndim arabadan koştum içeriye. 1986 yılında Fransız çiftçi bir karı koca, doğanın getirdiği zenginliği keşfediyorlar ve yüzde 100 doğal ürünler kullanarak bu markayı yaratıyorlar. İsmini de bölgeye hayat veren Durance Irmağı’ndan alıyorlar.
İstanbul ve Ankara’da çeşitli noktalarda satılıyormuş. Bu güzelim ürünleri, Türkiye’ye taşıyan Ankaralı bir iş kadını: Özlem Oktar Varoğlu.
Lavanta özlü doğal ürünlerini biliyordum ama organik zeytin ağacından aydınlatıcı yüz serumunu çok methetmişlerdi, sordum varmış! Dış etkenler yüzünden rengini kaybeden ciltlerimize mucize etkisi yapıyormuş! İster misiniz, bu serumla pembe-beyaz, 18 yaşında genç bir kız cildine kavuşayım?

LAVANTA KOKULU KADINLAR

Bu arada 30’lu yıllarda İngiltere’de bir balıkçı kasabasında geçen “Lavanta Kokulu Kadınlar” filmi geldi aklıma. İsminden midir, iki kız kardeşin o sıcacık hikayesinden midir bilmem, beni çok etkilemiştir. İşin içine lavanta girince, her şey iyileşiyor sanki!
Yok yok koydum kafaya, yapacağım bu lavanta işini. Çıkaracağım lavantanın yağını artık kolonya mı olur, parfüm mü o zaman karar veririm. Türkiye’nin önemli hakla ilişkiler uzmanlarından Sibel Asna’nın İzmit yaylasındaki Akmeşe’de yetiştirdiği lavantaları da duyunca nasıl özendim anlatamam. Hem kendimizi rahatlatmak hem de bu yapay kent hayatından biraz olsun sıyrılmak için yapmak lazım böyle şeyler.
Haftaya görüşünceye kadar sağlıkla, doğallıkla kalın!

Detoksta yeni yöntem ayaktan yenilenme

BİR gün her şey “doğal”a dönecek bakın görün! Teknoloji de yardımcı olacak inşaallah...
Son yıllarda detoks pek moda, hani şu doğal gıdalarla belli bir süre beslenip, vücudumuzu yenileneme işlemi. Yeni bir detoks uygulaması çıkmış. Siz duydunuz mu bilmiyorum, ben duyunca çok şaşırdım. Ayaktan detoks!
Bir bandaj düşünün. Gece yatmadan önce, her iki ayağınıza enine olarak yapıştırıyorsunuz! Gece bembeyaz yapıştırdığınız bandaj sabah uyandığınızda eğer vücudunuzda toksin varsa simsiyah hale geliyor. Bu işlemi altı gece yaptıktan sonra ne mi oluyor? Yenileniyorsunuz! Stresinizden arınıyorsunuz. Bedensel ve ruhsal olarak kendinizi dinlenmiş hissediyorsunuz, daha zinde ve enerjik hissediyorsunuz!
Abarttın Gamze demeyin, denedim ve işe yaradı. Şimdi doğallık modasının son şekli, “detox patch” adını verdikleri bandajlar. İnanın bana, denemeye değer. İşe yaradığını görünce neymiş benim ayaklarım diyeceksiniz! Gönül ister ki, her gün doğal beslenelim, doğal yaşayalım ama ne mümkün! Bu durumda ne yapacağız, doğanın nimetlerinden yaralanacağız!
Yazının Devamını Oku

Önce sağlık ve mutluluk sonra da yenilikler

3 Ocak 2011
YEPYENİ bir yıla başladık. Kimimiz yeni sözler verdi kendine, kimimiz yeni planlar yaptı. Ben de yeni yıla girerken tüm sevdiklerimle birlikte önce sağlık, mutluluk sonra da yeniliklerle dolu bir yıl diledim. Yeni güzellikler, yeni tatlar, yeni heyecanlar... 2011’İN EN ‘YENİ’LERİ

Şimdi size, yıllardır her yeniliğini hayranlıkla seyrettiğim ve sıklıkla İstanbul ya da Ankara’daki mağazalarına giderek kimi zaman kocaman, kimi zaman minni minnacık şeyler alarak, kendimi şımarttığım Koleksiyon’dan bahsedeceğim. Maalesef kaçırdığıma üzüldüğüm davetlerden biri oldu ama gidenler anlattılar, Koleksiyon’un yeni yıl kutlaması tam bir alışveriş festivali havasında geçmiş. Geçtiğimiz Çarşamba Ankara’nın sanat ve cemiyet hayatının en bilinen simaları Turan Güneş’teki mağazadaymış. Bercis Açıkalın, Nihan Tangil ve Feza Sayer Koleksiyon Home’ un aksesuarlarını kullanarak kendi kutlama sofralarını yaratmışlar. Etkinlik 15:00’te başlamış ama havanın kararmasıyla, sıcak şarap ikramı ve Muradisco’ nun Dj performansı eşliğinde parti havasına dönüşmüş. Ne keyif düşünsenize, tasarımlar, tasarımcılar, yeni yıl atmosferi, nefis bir müzik, sıcak şarap ve siz! Harika. Ah unutmadan, bir de güzel haber: Ankara’dan çıkıp ünü tüm dünyaya yayılan Sevgili Gaye Çevikel’ in markası Gaia&Gino New York, Milano, İstanbul gibi tasarım başkentlerinden sonra sonra artık Ankara’da da satılmaya başlamış! Sadece Koleksiyon Home’da satılmaya başlayan aksesuarlarını en yakın zamanda gidip göreceğim. Kolleksiyon’un Ankara’daki tasarım kültürüne olan katkısı yadsınamaz. Başta Koleksiyon markasının yaratıcısı Faruk Malhan ardından da bu markayı Ankara’ya getirerek büyük emek sarfeden Sinem Özgümüş’ün ellerine, kollarına sağlık!

Nurettin Usta’sız Ankara olmaz!

ANKARALILAR çok iyi bilir, Nurus isminin aslında Nurettin Usta’dan geldiğini.
80’li yıllarda Nurus’tan mobilya almak başlı başına bir olaydı. O zamanlar şimdiki gibi fazla mobilya seçeneği de yok. Nurus’ta her şey hem evladiyelik hem de farklıydı. Nurettin Usta’dan sonra bayrağı kızı Birten Gökyay devraldı. Birten Hanım Ankara’nın en sıkı sivil toplumcularından biri, koyu bir kadın hakları savunucusu,ayrıca iyi de bir gazetecidir. Hatta 2001 krizinde ulusal gazetelerin Ankara eklerinin kapatılmasıyla bir süre Gazete Ankara’yı çıkartacak kadar da Ankara sevdalısı. O yılları iyi hatırlıyorum, tüm zorluklara rağmen gazeteyi ayakta tutabilmek için çok büyük çaba sarfetti. Şimdi de o dönemlerdeki yazılarını derleyerek harika bir kitap haline getirdi. Adı: ‘Bir Zamanlar’. Mutlaka okuyun derim. Rengarenk bir yaşamı anlatan kitapta yaşam üzerine alınacak çok ders var...
Yine Nurus’a dönersek; yıllar içinde değişen akımlar ve gelişen teknoloji ailenin daha çok ofis mobilyalarına yoğunlaşmalarına neden oldu. Birten hanım’ın oğulları Renan ve Güran’ın da işin başına geçmesi de markanın bugünkü yerini almasında büyük rol oynadı. Düşünseniz, 30 yılda 20 tasarım ödülü, sayısı günden güne artan mağazalar... Alanında usta isimler, onlarca tasarımcı bugün, Nurus’un Türkiye’de çok ciddi bir marka olmasını sağladılar. Ve hızla büyüyen bu marka, kendi doğduğu şehirde, Gaziosmanpaşa’daki 1500 metrekarelik yeni mağazasının kapılarını 21 Aralık’ta gerçekleşen özel bir davetle açtı. Salih Saka’nın müziği ile renklenen gece çok renkli geçmiş. Çok da kalabalıkmış...Şimdi bir düşünmek lazım, nasıl oluyor da marka olunuyor diye. Kurumsallık çok önemli, kurum kültürü çok önemli. Ankara’nın yüzünü ağırtan Nurus, Türkiye sınırlarını da aşıp, dünyada ses getiren bir marka olarak hepimizin gururu oldu. Farkında mısınız bilmiyorum ama İstanbul’un büyüklüğüne rağmen, sanırım Ankara’dan çıkan başarı öyküleri her geçen gün daha fazla artıyor.! Bu da beni ne kadar çok memnun ediyor anlatamam.
Bu yılın ilk yazısında bol bol mobilya ve tasarım üzerine yazdım, yazarken de pek bir keyif aldım. Yenilik dolu bir hafta olsun, haftaya görüşünceye kadar neşeniz yerinde olsun!
Yazının Devamını Oku

2010'un En'leri

26 Aralık 2010
YILIN son pazarı... 2010’un son günleri. Gelin bir hafızamızı tazeleyelim, ne dersiniz? Zaman akıp giderken, yaşadığımız olayları ertesi gün unutuyoruz. Geçen gün düşündüm bu yıl neler neler oldu diye. Ne çok şey seyrettik, duyduk, okuduk, yaşadık aslında. İşte Gamze’nin geride bıraktığımız yıl için ‘EN’leri...
En iyi şarkı: Tarkan’dan “Sevdanın Son Vuruşu.” Bütün yaz her yerde çaldı, her arabada Tarkan söylüyodu!
En iyi düet: Kesinlikle Zülfü Livaneli ve Bono! Ve size birşey söyleyeyim mi, bu ikili bir daha zor biraraya gelir!
En iyi parti: Vakko Kavaklıdere’nin açılış partisi.
En iyi film: Ferzan Özpetek’in Serseri Mayınlar’ı! Filmin son sahnesinde Sezen Aksu “Memleketime baharlar gelmiştir”i söylerken benim de gözyaşlarım sel olmuştu...
En Gündem yaratan dedikodu: Şahan Gökbakar ve Berrak Tüzünataç’ın balkon sefası! Dedikodu işte adı üzerinde, bir fotoğraf aldatmasın sizi!
En iyi kitap: Ece Temelkuran’dan Muz Sesleri. Aşkın aslında bir iç savaş olmasından dolayı Beyrut’ta geçen bir hikaye!
En yeni teknoloji: i-Pad ve beraberinde getirdiği yenilikler!
En şık kadın: Ankara’da gördüğüm her davette, her ortamda hep zarif, hep şık Düriye Arseven...
En özgüveni yüksek: Tartışmasız, “Yok Böyle Dans” yarışmasında kimseye aldırmadan dans eden Güneri Civaoğlu!
En romantik kaçamak: Kapadokya semalarında güneşin doğuşu ile birlikte balonla yükselmek! Ankara’dan yaklaşık üç saat uzaklıkta, daha ne olsun!
En kolay stres atma yöntemi: Ankara’da yenilenen Şengül Hamamı’na gitmek ve Rambo’nun yaptığı kese ile rahatlamak!
En lezzetli yemek: Mardin Cercis Murat Konağı’nda yediğim Alluciye yani, Ekşili Erik Yahnisi
En iyi sanat etkinliği: Ankara’mızın ilk Çağdaş Sanat Müzesi Cer Modern’e kavuşması ve Ebru Özdemir’e ait sanat koleksiyonu ile kapılarını açması!
En etkili panel: Konya’da düzenlenen İş Yaşamında Hoşgörü Buluşması. Her yıl, aralık ayının ikinci haftası düzenlenecekmiş. Derhal ajandama not ettim!
En etkileyici otel: Tartışmasız Midyat’daki Kasr-ı Nehroz. Kendinizi bir dizi ya da film kahramanğ gibi hissedeceğiniz kesin.
Ve yılın en büyük skandalı: Wikileaks!
2011’in hayatınızdaki EN güzel yılların başlangıcı olması dileği ile, yeni yılınızı kutluyor, kucak dolusu sevgilerimi gönderiyorum!
En iyi dizi: Yılın başında Aşk-ı Memnu rüzgarı sardı sarmaladı, yılın sonuna doğru da, Öyle Bir Geçer Zaman ki, beni benden aldı!
En eğlenceli konser: Ankara Arena’da Tarkan’ın verdiği konser Başkent’te heyecan yarattı. Tarkan’ın Başkent performansı kentte günlerce konuşuldu.
Yazının Devamını Oku