GeriSeyahat Vahşi fiyortta mavi buzulların arasında
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Vahşi fiyortta mavi buzulların arasında

Vahşi fiyortta mavi buzulların arasında

Şili Patagonyası’ndaki yolculuğumda bu hafta daha da güneye indim. Aysen Fiyordu’nda kıyı kıyı gidip, insanlardan uzakta, vahşi doğanın tadını çıkartan fok balıklarıyla tanıştım. Dev buzulun nasıl yok olmaya başladığını izledim. Gölleri, dağları aşıp Şili Patagonyası’na veda ettim. Bu hafta vahşi doğanın içinde yaptığım bu büyüleyici yolculuğu sizinle paylaşacağım.

Bir sabah, Türkiye’den çok uzakta, Şili Patagonyası’nın güneyinde, bir fiyordun kenarındaki otel odasında uyanacağımı hiç aklıma getirmemiştim. Perdeyi açtığımda zirvesi karla kaplı dağları gördüm. Her yerden bir dağ yükseliyordu. Zirveler sanki yükseklik yarışındaydı. Yattığım yerden dağ görmeyeli uzun yıllar olmuştu. Heyecanlandım. Aslında bugün heyecanlı bir gün olacaktı. Bir katamarana binip daha güneye gidecek, asırlar öncesinden kalma buzulla tanışacaktım.

Kıyıya indiğimde, buzul yolcuları etrafı daha iyi seyredebilmek için pencere kıyısında yer kapma telaşındaydı. Dağlara daldığım için kuyruğun en sonuna kalmıştım. Bulduğum yere razı olacaktım...

Aysen Fiyordu, Şili’nin en önemli su yollarından biriydi. Bir çok kenti Büyük Okyanus’a bağlayan bu labirent ve değişken formlu fiyortta, yolu bulmak için usta bir kaptan olmak gerekiyordu. Kataraman hareket ettiğinde, üst kattan her yeri rahatlıkla görebiliyordum. Fiyordun solunda And Dağları yükseliyordu. Sağda ise irili ufaklı volkanlar sıralanmıştı. 18 bin yıl önce oluşumunu tamamlayan bölgenin vahşi doğası görkemini koruyor, keşfedilmeye izin vermiyor, gizlerini hálá saklıyordu. Aslında 19. yüzyıla kadar insanoğlunun gözünden uzakta kalmıştı. 1831’de Charles Darwin, yörenin ilk haritasını çıkarmıştı. Kaptan FitzRoy’la birlikte tepelere çıkmayı denemiş, ormanın içlerine girememişti. Ellerini yüzlerini yırtan keskin dallar, bambu sarmaşıkları ilerlemelerini engellemişti. Bölgenin haritasını böylesine zorluklara katlanarak çıkarabilmişti.

DARWİN’IN FOKLARIYLA KARŞILAŞTIK

Bir süre gittikten sonra, sağımızda Maca Yanardağı göründü. Zirvesini karlarla örtmüş, mışıl mışıl uyuyordu. Kıyıları ve dağları kaplayan ağaçlar, sarmaşıklar, bambular öylesine vahşi bir görünüm sunuyordu ki, Darwin’in anlattıklarının bugün için de geçerli olduğuna inanıyordum. O günden beri değişen bir şey olmamıştı anlaşılan. Katamaran bir süre sonra yavaşlayıp, kıyıya yanaştı. Taşların üstünde bir sürü fok balığı, birbirine yaslanmış uyuyordu. Bazıları ürküp kendini denize attı. Darwin fokları, aynı kıyıda görmüş, defterine şu notu düşmüştü: "Domuzlar gibi birbirlerine sokulmuş uyuyorlardı. Ancak pisliklerinden ve yaydıkları korkunç kokudan domuzlar bile utanç duyardı." Ünlü araştırmacıyla gördüklerimiz tıpatıp aynıydı ama arada tam 180 yıl vardı. Aysen Fiyordu’nda zaman çok yavaş ilerliyordu anlaşılan.

Ertesi gün erkenden kendimi bir yağmur ormanında buldum. Özelleştirilmiş bir parktı. Ağaçların gölgelediği patikalardan yürürken, ilgimi en çok dev yapraklı bitkiler çekti. Yaprakları masa büyüklüğündeydi. Yağmurda altına sığınabilirdim. Şelaleler, delice akan ırmaklar, gövdesini tuttuğunuzda huzur bulduğunuz ağaçlar, dev defneler, ilginç çiçekler derken yürüyüşün sonunda, öğle yemeğini yiyeceğimiz mekana ulaştık. Ortadan ikiye ayrılarak şişlere geçirilen kuzular, ateşe yaslanmıştı. Acıkmıştım. Görüntü ve koku aklımı başımdan aldı. Patagonya müziği ve dansları eşliğinde kızarmış etlerin tadını çıkarttım.

Artık Arjantin Patagonyası’na doğru yola çıkmanın zamanı gelmişti. Balmaceda’dan uçakla Puerto Varas’a geçtim. Bundan sonraki yolculuk görsel şölendi. Gölleri tekneyle geçecek, otobüse binip diğer göle gidecektim. And Dağları’nı aşıp Arjantin’e varacaktım... Otobüs kimsesiz toprakları aşıp, Llanguihue Gölü’nde beni indirdi. Tekne hareket edince Şili Patagonyası’nın en görkemli volkanı Osorno göründü. Çocukların çizdiği dağları andırıyordu. Tam ve pürüzsüz bir koni. Tepesi kar kaplıydı. Tekne adeta Osorno’nun eteklerine sürünerek geçiyordu. Büyülenmiş gibiydim. Hiçbir şey düşünmeden sadece seyrediyordum.

GÖZÜM OSORNO’NUN ZİRVESİNDEYDİ

Şimdi mışıl mışıl uyuyan volkan, 174 yıl önce öfkesini kusmuş, Darwin buna şahit olmuştu. "Darwin ve Beagle Serüveni" adlı kitapta patlama şöyle anlatılmıştı: "Haftalarca uygarlıktan uzak, fırtınada geçen yolculuk sonunda tekrar Chiloe Adası’na vardılar. 18 Ocak 1835’te San Carlos Limanı’na ikinci kez demir attılar. Kıyıdan 150 kilometre içerideki Osorno Yanardağı’nın patlaması o geceye rastlar: Saat 12’de nöbetçi, büyük bir yıldıza benzeyen ve saat 03’e kadar yavaş yavaş büyüyen bir şey gördü. Çok görkemli bir manzaraydı. Dürbünle bakıldığında büyük bir kırmızı ışığın ortasında, art arda yukarıya fırlayıp sonra aşağı düşen siyah nesneler görülüyordu. Işık, deniz üzerinde uzun, parlak bir yansıma bırakacak kadar güçlüydü. Sabah volkan sakinleşmişti. Sonradan 770 kilometre kuzeydeki Aconcagua ve 4350 kilometre kuzeydeki Coseguina yanardağlarının da aynı zamanda patladığını duyduklarında çok şaşırdılar."

Dalgın dalgın Osorno’ya baktığımı gören yanımdaki İnka yüzlü Şilili, Darwin’i düşündüğümün, onun gördüğü püskürmeyi için için arzuladığımın farkında değildi. Sessizliği bozup, "sen çok cesur olmalısın" dedi. "Neden" diye sorduğumda şunları söyledi: "Ülkemizde tamı tamına 2900 volkan var. Bazılarının tepesinden hálá duman tüter. Bastığımız toprak rüzgardan bile kararsızdır. Ne zaman ne tarafa doğru kayacağı belli olmaz. Yani bir anda kıyamet kopabilir. Zamanı, saati yok. Biraz sonra bile olabilir. Bunları göze aldığına göre çok cesursun!" Cesur muydum acaba? Bana hiç de öyle gelmiyordu!..

ELVEDA ŞİLİ

Üç göl daha aştıktan sonra nihayet Şili’den çıkış kapısına geldim. Dağ yolunun başlangıcındaki kulübe benzeri binaya girince, örgü ören bir kadınla karşılaştım. Yanında ayakları çıplak küçük bir kız oynuyordu. Kadın pasaportumu inceledi, giriş damgalarına baktı, önündeki listedeki isimleri kontrol etti, sonra da çıkış damgasını vurdu. Otobüse binerken küçük kız bana el sallıyordu. Otobüs ormanın içinden geçen daracık yolları aştı. Üstünde, "Arjantin’e Hoşgeldiniz" yazan kütüklerden yapılma bir takın altından geçip ülke değiştirdi. Yine kırık dökük bir kulübede pasaportuma giriş damgası vurulduktan sonra, iki göl daha aşıp Bariloche’deki otelime vardım. Yeşillikler arasındaki bu güzel otelde, Arjantin Patagonyası’nın lezzetli etlerinin, Mendoza bölgesinin Malbec şarabınının tadını çıkarttım. Artık Buenos Aires’e gidip, tangonun ve lezzetli etlerin keyfini sürme zamanı gelip çatmıştı...

DEV BUZUL GÖZÜMÜN ÖNÜNDE DEV PATLAMALARLA ERİYORDU
/images/100/0x0/55ea5415f018fbb8f878c1e9


Katamaran tam yol gitmesine rağmen Aysen Fiyordu’ndan San Rafael Buzulu’na ulaşmamız beş saat sürdü. San Rafael, 40 kilometre uzunluğu, 3-4 kilometre eni ve 55 metre yüksekliğiyle güney yarım kürenin en büyük buzullarından biriydi. Açık mavi rengiyle göz kamaştırıyordu. Gruplar halinde zodyak motorlara binip, buzula daha da yakınlaşmaya çalıştık. Koyda büyüklü küçüklü buz parçaları yüzüyordu, çarpmamak için zigzaglar çiziyorduk.

Buzulla aramızda 300 metre kalmıştı ki, birden patlama sesleri duyulmaya başladı. Sonra bir çatırdı koptu. Bir süre sonra buzulun ön yüzünden koskocaman bir parça kopup, denize gömüldü. Buzul parçası birkaç dakika sonra suları fışkırta fışkırta tekrar su yüzüne çıktı. İnsanı ürküten, büyüleyen bir görüntüydü bu. Buzullun dalgaları bizi bir süre salıncak gibi salladı. Orada bulunduğumuz bir iki saat içinde bir çok parça buzuldan kopup denize düştü. San Rafael Buzulu hızla eriyordu. Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA) verilerine göre, 2003’ten bu yana 2 trilyon tondan fazla buzul erimişti. Küresel ısınmanın somut sonuçları 300 metre ötemde gerçekleşiyordu. Ben de çaresizlik ve dehşet içinde seyrediyordum.

Çevredeki dağların üstüne sis çökerken, katamarana binip dönüş yolculuğuna geçtik. Yolculuk gelişten daha neşeliydi. Çünkü herkes buzul parçalarıyla soğutulmuş viskilerini yudumluyordu. Buzullu viski içmek, bu yolculuğun vazgeçilmez geleneğini oluşturmuştu. Güneşin son ışıkları dağlara, küçük adalara, kıyılara bir gizem yüklemeye başlamıştı. Işık, dönüş yolunu başka türlü biçimlendiriyordu sanki. Görüntünün değişimine buzullu viski de yardımcı oluyordu eminim.

Dünyanın diğer ucunda unutulmaz bir yolculuk yapmıştım. O gece, adını bilmediğim yıldızların altında, binlerce yıl öncesini düşleyerek huzur içinde uyudum.

False