GeriSeyahat Turistler yollarını şaşırmadı, onlar Beyşehir’in dünyaca ünlü günbatımından haberdarlar
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Turistler yollarını şaşırmadı, onlar Beyşehir’in dünyaca ünlü günbatımından haberdarlar

Turistler yollarını şaşırmadı, onlar Beyşehir’in dünyaca ünlü günbatımından haberdarlar

Beyşehir’de rastladığım, bisikletli Rus turistlerle konuşurken, esnaftan birinin ‘’yollarını şaşırmış olmalılar’’ dediğini duydum. Birçok turistik güzergahtan uzak kalması, Beyşehir’i büyük ölçüde turizmden mahrum etti. Böyle olunca da Konya ve Isparta sınırları içindeki, Türkiye’nin bu üçüncü büyük gölü ve aynı zamanda en önemli tatlı su kaynağı, ne tarihini, ne de gurur duyduğu dünya çapındaki günbatımını, başkalarıyla pek paylaşamadı. Turizm gelişmeyince, konaklama imkanları da zayıf kaldı. Turizmin henüz emeklediği bir yerde gezmek bazen bir zorluk bazen de bir avantaj olabilir. Bu el değmemişlik bazı turistlere cazip de gelebilir.1993 yılında Milli Park ilan edilen göl, 650 kilometrekarelik bir alanı kaplıyor. Bu tektonik çöküntü gölünün en derin yeri, 10 metre. Üzerinde, irili ufaklı 33 ada bulunuyor. Ancak suyun derinliğindeki değişimlere bağlı olarak, adaların bazıları görünüp kayboluyor ve bu sayı üzerinde tartışmalar sürüyor. İsimlendirilmiş olan ve üzerinde çoğunlukla Bizans manastırlarının bulunduğu yaklaşık 20 ada var. Kızıl Ada, Hacı Akif Adası, Çeçen Adası, Akburun Adası ve Kirse Adası kalıntıların bulunduğu adalardan bazıları. Sular çekildiğinde görülen Kuş Kondu Adası da bir mezar höyük. Adaların arasında, sadece en büyüğü olan Mada Adası’nda köy yaşamı sürüyor. Diğer adalarsa, kuşlar için önemli kışlama ve kuluçkalanma yerleri. Gölün kıyısında ilerlerken, zirvesi her mevsim karlı Anamas Dağı ile göl, bu coğrafyanın en çarpıcı manzaralarını veriyor. Gölün etrafı 154 kilometre. Göl kıyısını ve adaları gezmek için, tekne kiralamak ve gölde yüzmek mümkün. Beyşehir’in çok bilinmeyen ancak özellikle yabancı turistlerin ilgi gösterdiği özelliklerinden biri, burada domuz avcılığı yapılıyor olması. Ünlü Huğlu Av Tüfekleri fabrikası burada. Beyşehir Gölü ve kıyısındaki aynı adlı yerleşimin bulunduğu bölgede ortaya çıkarılan Neolitik kalıntılar, burada M.Ö. 6- 7 bin yıllarında yaşam olduğunu gösteriyor. Ayrıca göl etrafında, eskiden burada yaygın bir Hitit yerleşimi olduğuna dair buluntular da var. Burasının, adı Karallia olan bir Bizans kenti olduğu da biliniyor. 1071 Malazgirt seferinden sonra, Selçuklu Türkleri’nin yönetimine geçen ve Anadolu Selçuklu devletinin yazlık başkenti olan Beyşehir, gerçek karakterini bu devirde kazanmış. Göller Bölgesi’nin önemli gölleri, Eğirdir ve Beyşehir, birbirine iki farklı yolla bağlı. Eğirdir’den Beyşehir’e giderken, Yenişarbademli üzerinden devam eden yol, köylerin içinden, Zindan ve Pınargözü mağaralarıyla Gölyaka’daki Kubadábád Sarayı’ndan geçiyor. Bu virajlı ve yavaş ilerleyen yol, yaklaşık 180 kilometre. Aynı uzunluktaki diğer yolsa, Konya istikametinde ve çok daha rahat. Zindan Mağarası ile 12 kilometre uzunluğundaki, Türkiye’nin en uzun mağarası Pınargözü’ne uğramak isteyenler, ilk yolu, yani Gölyaka orman yolunu tercih etmeliler. Yenişarbademli’nin 11 kilometre batısında, Çaydere ormanlarının içinde bulunan Pınargözü Mağarası’nda ilerlemenin çok zor olduğu, girişindeki, hızı saatte 150- 160 kilometreye ulaşan şiddetli ve soğuk rüzgarın bunu engellediği anlatılıyor. Zindan Mağarası ise turizme açık. EN GÜZEL YAPILAR GÖLÜN KIYISINDABeyşehir’in en önemli ve güzel yapıları, gölün kıyısında. Bunların içinde, 1297- 1299 yıllarında, Süleymaniye’nin (Beyşehir) kurucusu Eşrefoğlu Seyfeddin Süleyman Bey tarafından yaptırılmış olan Eşrefoğlu Camii, Anadolu’nun ağaç çatı ve direkli, düz tavanlı ulu camilerinin en büyüğü ve en özgün kalabilmiş olanı. Her gün, 08.30- 21.00 arası açık. Beyşehir’in merkezindeki en güzel mola yerlerinden biri, Beyaz Park Motel’in çay bahçesi. Özellikle buradan, günbatımında siluete dönüşen Beyşehir Regülatörü Köprüsü’nü seyretmek Beyşehir Gölü kıyısında olduğunuzu hissetmek için, yapılması gereken birkaç önemli aktiviteden biri. Köprü, bugün trafiğe katkısından çok, estetik görüntüsüyle, halkın sık kullandığı, hareketli bir geçiş noktası. Gölün etrafını arabayla dolaşmak yorucu olduğu kadar keyifli. Virajlı olduğundan, çoğunlukla tercih edilmeyen batı kıyısı, manzara düşkünleri için kaçırılmaz bir güzergah. Bu kıyıdaki köylerden biri olan ve Yenişarbademli üzerinden varılan Gölyaka’da, kazıları 1981’den beri devam etmekte olan, dillere destan Kubadábád kentinin sarayı var. Bugün bir kısmı Konya Karatay Medresesi’nde sergilenen, oldukça tahrip olmuş bu duvar çinileri, kaynaklara göre, Türk sanatının en zengin çini eserleri. Kubadábád’ın 3 kilometre kuzeydoğusunda, küçük bir adanın üzerinde, Kubadábád Sarayı’nın haremliği ve tersanesi olan Kız Kalesi var. Sadece tekneyle gidilebilen bu adada yıkık duvarlar, sur ve saray kalıntıları kalmış. BEYŞEHİR CİVARIYeşildağ, gölün 30 kilometre güneyinde, taş evleri, kırmızı, pembe ve sarı renklerde yetiştirilerek ihraç edilen laleleriyle ünlenmiş, sakin bir balıkçı köyü. Burası, gölün en büyük adalarından biri olan Hacı Akif Adası’na geçmek ve buradaki Roma devri tapınak kalıntılarıyla, sarkıt ve dikitlerin bulunduğu mağarayı görmek için uygun bir nokta. Ancak mağara henüz turizme açılmadığından ve ışıklandırılmadığından, donanımlı gitmekte yarar var. Beyşehir’e 22 kilometre mesafede, Sadıkhacı Köyü yakınlarında, Eflatunpınar Anıtı bulunuyor. M.Ö. 1300 yıllarından kalma bu kutsal Hitit anıtı, üst üste ve yan yana yerleştirilen 14 kesme taş bloktan oluşuyor. Beyşehir’den Seydişehir yoluna sapıp, 15 kilometre gidince, Fasıllar Köyü tabelasını göreceksiniz. Bugün burada bulunan Fasıllar Köyü’nün yerinde bir zamanlar, Hitit kenti Mistia varmış. Tabeladan hemen önce sola, yukarıya kıvrılan, dar, toprak yol 2 kilometre sonra iki ilginç kaya anıtına varır: Kurtbeşiği Anıtı ve Atlıkaya Kabartması.EĞİRDİRIsparta’dan Eğirdir’e giden yolun sonuna doğru, bir an yükseldiğinizde, manzara sizi teslim alır. Toros Dağları ile Türkiye’nin dördüncü büyük tatlı su gölü arasında uzanan Eğirdir, kuşkusuz konumuyla cezbedicidir. Türkiye’nin Göller Bölgesi’nin, en çok bahsi geçen gölü, denizden 914 metre yüksekte olması sayesinde, yaz aylarını ılık geçirir, eylül ayına kadar da suyunda yüzülebilir. Göle doğru uzanan ve Eğirdir’e bir kilometrelik bir yolla bağlı olan yarımada, eskiden iki küçük ada olan Yeşilada ile Canada’nın, gölün doldurulup karaya bağlanmasıyla oluşmuş. Bu kısımda, sevimli ve temiz pansiyonlar, göl kenarında çakıl taşları üzerine kurulan masaları olan restoranlar var. Nisan ayında elma ağaçlarının çiçeklerinin açtığı, eylül-ekim aylarında da elmaların toplandığı Eğirdir, çok daha özgün ve sevimli bir göl kenarı beldesi olabilecekken, Rumlarla Türkler’in birlikte yaşadığı, mübadele öncesinden kalma taş ve ahşap evlerini yitirdiğinden, bugün göze batan beton yığınları içinde, karakteri olmayan derme çatma bir yerleşim izlenimi veriyor. Pansiyona çevrilen evlerin bulunduğu, Eski Kale Mahallesi, eski Eğirdir’i az da olsa andırıyor. Eğirdir’in içinde birkaç tarihi yapıyı görmenin dışında yapılacak fazla bir şey yok. Bu yüzden, gündelik ihtiyaçların karşılanması dışında, merkezde vakit geçiren turiste pek rastlanmıyor. Eğirdir, Kapadokya- Pamukkale güzergahında, Konya üzerinden buraya uğrayan turların ‘yemek molası yeri’, olmaktan kurtulmaya çalışıyor. Bir gecelik konaklamadan da hoşnut değil. Su sporları ya da yamaç paraşütü aktiviteleri henüz tam olarak gelişmemiş ancak sörf yapılabilmesi için bazı girişimler var. Eğirdir, Göller Bölgesi’nin trekking merkezi olabilecek kadar içinde farklı rotaları barındıran bir coğrafyaya sahip. Kaçkar Dağları ya da Aladağlar’la karşılaştırıldığında, bu bölgede tırmanmak, yürüyüş yapmak ya da kanyon geçmek daha kolay. Yüksekliği 3 bin metreye varan Dedegöl’ün yanısıra, Barla ve Davraz dağları tırmanışları daha zor. Ancak buralarda da doğal hayat muhteşem. Eğridir’in en güzel manzaralarını gören Sivri Dağ’a günübirlik bir yürüyüş yapılabilir. Ayrıca yazla birlikte, hayvanlarıyla birlikte bu dağlara gelerek çadırlarını kuran yörükler de bu doğayı daha da renklendirir. Eğirdir, Hititler tarafından kuruluyor. Tarihi önemine rağmen, Eğirdir’de önemli mimari yapı az. Restorasyon gören Dündar Bey Medresesi, hemen yanındaki Hızırbey Camii, Yeşilada’ya doğru, Bizans surları ve Selçuklu Kalesi bazıları. ÜCRETSİZ KAYIK SERVİSİYeşilada’da restore edilen 12. yüzyıla ait Bizans Kilisesi Ayios Stefanos var. Mübadeleden önce Rumlar, adanın ortasındaki dar sokaklarda bulunan taş ve ahşap evlerde yaşarlardı. Hálá birkaç tane görebilirseniz, şanslı sayılırsınız. Burası çirkin bir betonlaşmaya maruz kaldı ve SİT alanı ilan edildiğinde her şey için çok geçti. Adanın etrafındaki plajların çoğu çakıl taşlı, bu nedenle tam anlamıyla keyifli değil. Ancak sabah erkenden, sıcak bastırmadan, hemen pansiyonunuzun önünde, gölde serinleme fikri de oldukça cezbedici. En beğenilen plaj Altınkum; koy olması, gölün sakinliği, ince kumu, sığlığı, 50 çadırlık kampingiyle özellikle çocuklu ailelerin tercihi. Eğirdir’deki pansiyonların birçoğu, gölde tekne gezileri düzenliyorlar. Hatta bazıları balıkçılıkla geçinen aileler tarafından işletildiğinden, müşterilerini balığa götürüyor ya da kayıklarını ücretsiz veriyorlar. En iyi plajları ve piknik yerlerini onlardan öğrenebilirsiniz. KOVADA MİLLİ PARKI VE YAZILI KANYON Eğirdir’den 29 kilometre güneyde, Sütçüler istikametinde, Kovada Milli Parkı var. 6534 hektarlık park, kurt, yaban domuzu, sansar, porsuk ve yılan gibi birçok canlının ve kuşların yaşam alanı. Özellikle bahar aylarında, parkta görülen kelebekler, meraklıların buraya gelmesinde etkili. Eğirdir Gölü’ne Aksu çayıyla bağlı olan Kovada Gölü’ndeki balık miktarı oldukça fazla. Çevresi çam ormanlarıyla kaplı göl, yosunlu olduğundan yüzmek için çok uygun değil. Ancak kıyıda piknik yapmak keyifli olabilir. PSİDİA ANTİOCHEİA Eğirdir’e 80 kilometre mesafedeki antik kente, elma bahçelerini geçerek gölün doğu kıyısından ya da Barla üzerinden, gölün çevresini dolaşarak varılıyor. Psidia Antiocheia, Yalvaç’a 2 kilometre mesafede. Bir dönem, Psidia bölgesinin başkenti de olan ve Helenistik dönemde kurulan şehirde, Roma ve Bizans dönemine ait kalıntılar var. Antik kentin en yüksek noktasına yapılan, İmparator Augustus’a adanmış tapınak, kalıntıların en ilginci. Kazılarda çıkarılanlar, Yalvaç Müzesi’nde sergileniyor. Eğirdir’den kalkan otobüsler, 1.5 saat sonra Yalvaç’a varıyorlar. Yalvaç’tan antik kente gitmek içinse, 2 kilometrelik yolu yürümek ya da taksi tutmak gerekiyor. Yalvaç Müzesi, pazartesi hariç her gün, ören yeri ise her gün 08.00- 18.00 arası açık, 0246 441 50 59.ATABEY VE BARLA Eğirdir ile Isparta arasında, Isparta’ya 25 km. mesafede Atabey Köyü var. Burada, I. Alaeddin Keykubat zamanında, Selçuklu kumandanı Mübariziddin Ertokuş tarafından, 1224 yılında yaptırılan Ertokuş Medresesi görülebilir. Atabey’e 22 km. mesafedeki Barla Köyü göl kenarında. Burası yürüyüş yapmak, 1805 tarihli Ayios Georgios kilisesinin kalıntılarını ve çok daha eski devirlere ait kaya mezarlarını görmek için uygun bir başlangıç noktası. ADADA ANTİK KENTİ VE ZİNDAN MAĞARASI Aksu yolu üzerinde, Eğirdir’den 65 km. mesafede, tabelayla işaretlendirilmiş, Adada antik kenti var. Sütçüler’deki, bu gri kesme taşlardan kurulu antik kent hakkında tarih kitaplarında fazla bilgi yok. Hiç kazı görmemiş bölgede, yakın zamanda Isparta Üniversitesi öğrencileri, bazı haritalandırma çalışmaları yapmışlar. Ayrıca burada bulunan sikkelerden, Adada’nın Roma devrinde, imparatorluğun önemli bir kenti olduğu saptanmış. Burada, iyi korunmuş Korint tarzda bir tapınak, bir forum, kötü durumda bir tiyatro, bir kilise ve üzerinde yazıtlar bulunan Helenistik devre ait bir yapı görülebilir. DAVRAZ KIŞ SPORLARI MERKEZİ Toros Dağları eteğinde bulunan, 2673 metre yüksekliğindeki Davraz Dağı, bölgenin en yüksek zirvesine sahip. Üç gölün çevrelediği kayak merkezi, 2157 metrede Kum Ovası bölgesinde kurulu. Eğirdir’in bu kış sporları merkezi, 1211 metre uzunluğunda, saatte bin kişi taşıma kapasiteli bir telesiyeje sahip.LİKYA YOLU’NDAN SONRA, ST. PAUL PARKURU’NU YAPAN KATE CLOW Ne köyler turistle dolsun, ne işadamları dağlara gelip para kazansınBiz yollarımızı asfaltlayaduralım, Kate Clow, harika bir şey yaptı; topraklarımızdaki zenginliğin hemen yanıbaşından yürüyebilmemiz için bir parkur çizdi. Önce Türkiye’nin ilk uzun parkuru Likya Yolu’nu dünyaya açtı, şimdi de sıra St. Paul Parkuru’nda... Şu sırada parkurlara İngiltere, Hollanda ve İsrail’den geliyorlar. Yaklaşık 50 Türk ve yabancı turizm şirketi Likya Yolu trekking turları satıyor. 2005 yılında da St Paul Parkuru’nu satmaya başlayacaklar. Her parkurda yılda 10 bin kişinin yürümesi öngörülüyor. Bütün bunlar, İngiliz asıllı bir Türk vatandaşı olan, 56 yaşındaki Kate’in başının altından çıkıyor. Kate, Antalya’da yaşıyor, Türk turizmiyle ilgili kitaplar, makaleler yazıyor, fotoğraf çekiyor, bazen de trekking gruplarına rehberlik yapıyor. Bir sponsordan ya da bakanlıktan para bulamazsa, bu yolları geliştirmek için çalışmalarını daha fazla sürdüremeyecek. O zaman, dünya trekkingcilerine de, Türk turizmine de yazık olacak...Yeni parkurda neler var?- Bu parkur, M.S. 44 yılında, Aziz Paul’ün, Anadolu’da ilk yolculuğunu yaparken yürüdüğü Roma yollarını takip ediyor. Ancak bu yolların bazıları şu anda su altında olduğundan ve birçoğu da asfaltlandığından, biz yolu dağlardan, milli parklardan ve tarihi yerlerden geçirdik. Ayrıca, bu parkura, Köprülü Kanyon’dan geçerek ikinci bir yol ekledik. Aslında bu yeni parkur, Likya Yolu’ndan çok daha zor, daha ıssız ve dik çıkışlarla inişleri var. Muhteşem ormanlardan, görkemli kanyonlardan ve küçük tenha köylerden geçiliyor...Bu köylerde büyük değişimler olacaktır...- Nüfusu azalmaya başlayan köylere, bu yürüyüşlerin yararı olmasını umuyorum. 10-15 yıl içinde, Türkiye Avrupa Birliği’ne kabul edilince, bu köylere destek olunacak. Ancak o zaman da, bu köylerde yaşayan kimse kalmayacak. Para desteği bulup köyleri canlı tutmak ve onlara umut vermek istiyorum. Bunu köylüler de istiyor. Bazen bir dükkan sahibi beni arayıp, bir yürüyüşçünün kendisinden alışveriş yaptığını anlatıyor. Birçok köylü de evlerinde yabancıları misafir ediyorlar. Ne köylerin turistle dolmasını ne de İstanbul ya da Antalya’dan işadamlarının dağlara gelip para kazanmalarını istiyorum. Umudum köylülerin yeni beton evler yapacaklarına, eski evlerini ve yaşam tarzlarını korumaları...Sanırım parkurun bir de Eğirdir ayağı var...- Eğirdir çok güzel bir dağcılık ve yürüyüş merkezi. Bu dağların hiçbiri teknik açıdan usta olmayı gerektirmiyor ve yamaçlarında yaşayan çobanlar da yabancılara çok yakınlık gösteriyorlar. Ne yazık ki, Kültür Bakanlığı eski Eğirdir evlerini korumak için bir çaba göstermediğinden, burası turist çekemiyor. Oysa, gölde bir feribot servisi olmalı, yaylalara ve özellikle Davraz Kayak Merkezi’ne toplu taşıma arttırılmalı, mevcut otobüs seferlerini daha çok tanıtmalı ve Kültür Bakanlığı tarihi evleri restore etmek için daha çok gayret göstermeli.Türkiye’de bu tarzda parkurları gerçekleştiren ilk kişisin. Neden burayı seçtin?- Türkiye’ye gelmeden önce Fransa ve İspanya’da çok yürüdüm. Türkiye’de muhteşem tarihi yollar olduğunu öğrendim. Ancak bunlar hakkında ne harita, ne de bilgi vardı. Birçoğu bakımsızlıktan yok oluyordu. Aslında bu tarihi parkur ağı, Türkiye’nin en ilgi çeken turistik cazibesi haline gelebilir. Bu yollarda birçok ünlü insan yürümüş. Örneğin neden bir ‘Büyük İskender Parkuru’, bir ‘Xenophon Parkuru’ ya da bir ‘Haçlı Parkuru’ olmasın...KAÇINYazılı Kanyon’un 3. kilometresinden sonra, rehbersiz yürümeye kalkışmakBeyşehir’in günbatımını kaçırmakGölde avlanma ve olta balıkçılığı yasaklarının tarihlerinin farkında olmamak YAKALAYINGeleneksel Eğirdir Dağcılık Şenliği’nde Dedegöl’ün zirvesine tırmanmak (21- 23 Mayıs)Eğirdir’e varınca, Lale Pansiyon’da İbrahim’den bölge hakkında bilgi almakKovada Milli Parkı’nda piknik yapmakEğirdir’e 55 km. mesafedeki, Psidia kentlerinin en görkemlisi Sagalassos’u görmek Kate’in web sayfası; www.stpaultrail.com ve e-mail’i; kateclow@lycianway.com
False