GeriSeyahat Yeşilırmak kıyısındaki masal
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Yeşilırmak kıyısındaki masal

Yeşilırmak kıyısındaki masal

Hürriyet Seyahat’in 10’uncu yıl yarışmasında yazısıyla altıncı olan okurumuz Faruk Turinay’ın ödülü altı günlük Karadeniz turuydu. Jolly Tur’un sponsorluğunda çıktığı gezide yolu Amasya’ya düştü. İzlenimlerini yazdı.

Gün doğdu, sarı bir mızrak gibi gökyüzünde yükseliyor her saat. Pirinç tarlalarıyla kaplı Osmancık’tan itibaren susuz, ağaçsız, gösterişsiz karasal iklimin geride kaldığını hissediyorum. Nemli havanın armağanı ağaçlar, tepelere kadar gözün alabildiği her yere hâkim. İleride, ufkun arkasında, bana en çok talihsiz Cem Sultan’ın biraderi Sofu Beyazıt’ı hatırlatan, şehzadeler şehri Amasya, masallarına gömülmüş bekliyor.
Daha önce, Viyana kuşatmasında sadece düşmana değil gururuna da yenik düşen Kara Mustafa Paşa’nın memleketinden geçiyoruz. Ufuk çizgisi giderek uzaklaşırken, Amasya tüm masalsı dokusuyla birdenbire karşımda beliriveriyor. Önce muhteşem tabiatı, şehrin beline sardığı yeşil-mavi atlastan bir kuşak, Yeşilırmak kendini gözler önüne seriyor. Amasya’nın bu yeşile çalan, umduğumdan daha sığ, biraz da bulanık ırmağının kıyılarında Yeşilırmak’ın isim babası ihtiyar çınarlar boy gösteriyor.

TARİHİ, HİTİTLERE KADAR UZANIYOR

Yunan ve Roma sikkelerinde okunan ilk isimleri Amesseia, Amacia ve Amaccia olan, Türklerin Amasiyye ve Şehr-i Haraşna adını verdikleri şehrin tarihi Roma, Pontus şöyle dursun Pers İmparatorluğu’na, Mitritades Krallığı’na, hatta Hititlere kadar uzanıyor. Köklü geçmişinin kanıtları, şehri Yeşilırmak’a paralel yükselen tepelerden gözetleyen kral kaya mezarları... Fakat sadece onlar değil, ırmak kıyısına heykeli dikilen, dünyanın ilk coğrafyacısı Amasyalı Strabon’un anlattıkları da en az kral mezarları kadar meraklı gözleri tarihin arka sayfalarına götürüyor. Strabon’a göre Amasya, adını burada yaşayan bir Amazon kraliçesine, Amasis’e borçlu.
Mimarisinin alçakgönüllü dokusuyla, zarif olduğu kadar dayanışmaya muhtaç yalı boyu evleriyle, büyük külliyesiyle ve Mehmet Yaşin’in deyimiyle damak çatlatan çeşit çeşit yemekleriyle Amasya’nın tam bir Türk şehri olduğunu söyleyeyim.

Yeşilırmak kıyısındaki masal

BURASI FERHAT’LA ŞİRİN’İN MEMLEKETİ

Aşk kahramanlarından Ferhat ile Şirin’in memleketindeyim. Şehrin güney tarafındaki Ferhat Tepesi üzerindeki iki heykeli seyrediyorum, eteklerinde asırlık su kanalları...
Amasya’da mumyaların olduğunu duyduğumda şaşırmadığımı söylersem yalan olur. Kadim Mısır medeniyetine ait bu ölü gömme âdetinin Anadolu’da ne işi olabileceğini düşünüyorum. Gerçi Anadolu’dan çok çeşitli kültürlerin geçtiğini biliyorum ama mumya yine de kulağa egzotik geliyor. Bir an önce müzenin yoluna düşüyorum. Sürekli olarak ‘mumyalar müzesi’ diye bir müzeden bahsedilmesine rağmen öyle bir yerin olmadığını öğreniyorum. Var olan Amasya Müzesi. Bahçesi bin yıllık lahitlerle bezeli. Üst katındaki bölümlerinden biri, Türkiye’de sadece Amasya’da bulunan, 1300’lü senelerden kalma bu mumyalara tahsis edilmiş. Müzenin giriş katında lahitler, lahitlerin içinde insan iskeletleri tıpkı testiler, sikkeler, halılar gibi teşhir ediliyor. İkinci kata bir an önce çıkıp o bölüme seğirtiyorum. Ve orada yan yana sıralanmış ölüler, camekânlar ardında sessiz, öylece yatıyor; görüyorum. Bazısının boyu kısa, çocuk olduğu belli. Biri uzun olmasına rağmen zarif, belli ki kadın bedeni... Diğerleri de yetişkin erkeklere ait. İlhanlıların Amasya Emiri İşbuğa Noyan burada tahta parçalarından, kurumuş yapraklardan, elbise artıklarından yapılmış bir modern sanat çalışması gibi hareketsiz bekliyor; halbuki gerçek bir vücut bu! Yüzünde acı çekiyormuş gibi bir ifade var, gözleri büzüşmüş, avurtları çökmüş. Şu odunsu, semsert, cansız beden ise İzzettin Mehmet Pervane Bey’in cariyesine ait. Bir zamanlar kahve tepsisiyle, güller açan yüzüyle efendisinin yanına gitmiş gibi durmuyor hiç. Anadolu Nazırı Şehzade Cumudar’ın ayak parmakları seçiliyor, tabii sadece kemikler.

İHTİŞAMLI KÜLLİYEYİ GÖRMEDEN OLMAZ

Yeniden şehrin içindeyim. Yukarılara bakıyorum. Kale çok yüksekte, o kadar ki surları ancak bir tarafından görülebiliyor. Zirvesine kondurulduğu Harşena Dağı’nın yüksek eteklerine sıralanmış kral kaya mezarları, Mitritades Krallığı devrinde kalker kayalara oyulmuş. 23 anıt mezar, arkasında bir geçidi saklıyor. Yeşilırmak’ın bir tarafında bir dönem Amasya Sancak Beyliği yapan II. Beyazıt’ın yaptırdığı külliye olanca ihtişamıyla sahibinin adını hatırlatıyor. O zamanların sofu şehzadesinin adını taşıyan cami, ön tarafındaki sütunları, geniş, yüksek ana kubbesi, çevresinde küçük kubbeleri ve ulu minareleriyle mütevazı Selçuklu mimarisinden çok, gösterişli klasik Osmanlı mimarisine yakın duruyor. Büyük kapısının iki yanında deprem olduğunda hasarı ölçmesi amacıyla yerleştirilen, rahatlıkla döndürülebilen yeşil, silindir biçimindeki taşları görünce hayran kalmamak elde değil. Caminin en ağır, dolayısıyla en hassas kısmında bulunan döner-taşlar, sarsıntıdan sonra elle döndürülemeyecek hale gelmişse binanın denge sorunu yaşadığına, hasarın ciddi olduğuna işaret ediyor. Kapının mihrap şeklindeki üst kısmındaki taş işlemeleri, incecik girintileri, çıkıntılarıyla dikkat çekiyor. Caminin taş zeminli avlusundaki şadırvanın kubbesinin içi bile harika çinilerle, zarif hatlarla, hatta kırmızı çatılı küçük evleri, irili ufaklı yeşil ağaçları resmeden minyatürlerle süslü! Şehzade Beyazıt’ın Amasya’da tam 26 sene yaşadığını düşününce külliye yapma cömertliğini doğal buluyorum. 1482’de, Mimar Şemsettin Ahmet’in idaresinde başlayan inşa çalışmaları, 1486’da tamamlanmış.
Külliyeden çıkıp ırmak kıyısından yürüyünce kendimi Şehzadeler Gezi Yolu’nda buluveriyorum.
Az önceki ruhani mekânla birlikte ırmağın karşı tarafındaki kahverengi çerçeveli yalı
boyu evlerine bakınca bir medeniyete ait olduğunuzu hissediyorsunuz. Biraz ilerliyorum.
Yıldırım Beyazıt’ın, Çelebi Mehmet’in, II. Murat’ın, Fatih’in, II. Beyazıt’ın, Yavuz’un ve III. Murat’ın heykellerini görünce 300 yılı aşan, Amasya’da kesişen bir tarih gözümün önünde canlanıyor. Üstelik Amasya’da sancak beyliğinde bulunup padişah olamamış 5 şehzade daha var! Kentin payitahtla, İstanbul’la yakın bir ilişkisi olduğu anlaşılıyor. Yıllar sonra, “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” cümlesindeki kararlılığı yansıtan Amasya Tamimi ise bu güzel, zarif şehrin savaşlarla dolu tarihe vurduğu son büyük mühür oluyor.

SAAT KULESİ’NE SELAM

1865’te mutasarrıf iken, Ziya Paşa’nın yaptırdığı, sonradan depremde yıkılıp yeniden yapılan, bana ne hikmetse San Gimignano’daki kuleleri hatırlatan saat kulesine son kez bakıp Amasya’dan ayrılırken biraz üzülüyorum. Birdenbire tüm güzelliğiyle karşıma çıkıp beni şaşkınlığa düşüren bu küçük şehri mutlaka bir daha görme arzusunu için için hissederken tekerlek dönüyor...

Amasya’ya has keşkek leziz

Yalı boyuna sağlı sollu sıralanmış yerel lezzet duraklarının birinin kemerli bahçe kapısından içeri giriyoruz. Yan yatmış çömlekler, amforalar, kağnı tekerlekleriyle sabanlar Amaseia Mutfağı tabelasının altından itibaren görünmeye başlıyor. Henüz saat 11.00, öğle yemekleri pişmemiş bile, kazanlarda fokurduyor nefis kokular yayarak. Amasya’ya has lezzetlerden ikram edebilecekleri sadece keşkek varmış. “Tamam” deyip lokantanın Yeşilırmak’a bakan terasında bir masaya kuruluyoruz.
Karşımızda öyle güzel bir manzara var ki... Boz bulanık nehir kıvrım kıvrım akarken, biraz uzakta kalın taş kemerler üzerinde sapasağlam duran köprünün başından geçenleri hayal ediyorum, iki anlamıyla da. Ya ırmağın ortalarına belli aralıklarla kurulan tahtadan yapılmış, aheste aheste dönüp duran su değirmenlerine ne demeli? Zamanın akışını bunlardan daha iyi ne anlatabilir? Kimler geldi, kimler geçti ama su aktıkça değirmen dönmeye devam ediyor.
Hemen yan tarafta konağın ırmak tarafındaki üç yönlü küçük bahçesinde kimsecikler yok. Banklar boş. İhtiyar konak, bastonu andıran sütunları üzerinde dimdik durmaya çalışıyor. Köprünün baş ucundaki öğretmenevi ne kadar şanslı! Üzerindeki süslerle yetinmediği gibi, ırmağın en gözde yerine bağdaş kurmuş. Ben bütün bunları seyretmeye doyamazken, oval biçiminde bakır kapta nefis keşkeğimiz geliyor. Tek kişilik servis neredeyse iki kişiyi doyuruyor.

False