GeriSeyahat Vahşetin Çağrısı
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Vahşetin Çağrısı

Vahşetin Çağrısı

O gün yirmili yaşlardaydım, beni bir mıtnatıs gibi çeken vahşetin çağrısına direndim. Bugün, kendimde o gücü göremiyorum artık.

Tam da MHP biraz toparlanmışken bunu yazmak yanlış anlaşılmaz inşallah. Emin olun konunun siyasetle ilgisi yok. Aksine, belki de bu seçim ortamından, ikide bir bizi arayan, hayatında görmediğim halde “Serdarcığım” yahut “A’bi’cim” diye sarılıp öpen, gazetenin yazı işlerinde ayak altında gezinip herkesin tek tek elini sıkan, seçim gecesi daha sandıklar kapanırken, yüzünde en plastik gülümseme, geçiryordumuğradımlayan cıvık ve vıcık politikadan sıtkım sıyrıldı, belki de ondandır.

*

Fransız televizyonu TV5’te Thalassa diye muhteşem bir program var. Adından anlaşıldığı gibi deniz üzerine.

Rusya’nın Alaska’ya bakan toprakları anladığım kadarıyla. Adını anlayamadığım bir Eskimo kökenli kavim. Donmuş tundrada ot bitmediği, tarım yapılamadığı için balina ve denizfili avlayarak besleniyorlar. Fakirliklerini, umutsuzluklarını, soğuğu, insanı kahredecek kadar iç karartıcı iklimi, derme çatma barakalarda bir araya gelip, ev yapımı votkada unutmaya çalışıyorlar.

Yaz olmasına rağmen gökyüzü kurşun gibi, hareketsiz kara bulutlar, alçaaak, sanki elin dokunacak... Siyah-lacivert kıpır kıpır, huzursuz bir deniz. Koyu gri, ağır bir kumsal. Kumda tek tük çalılar. Kumda terk edilmiş bir traktör, yıkılmış bir çardak. Ev niyetine iki kalas üstüne oturmuş saç barakalar. Bir yanda acımasız bir deniz, öte yanda göz alabildiğine düz, depresif tundra. İki arada insanlar...

Benim bile “Şurada yaşasam” diyeceğim yer değil.

Nerede Kanada ormanları, bir Tierra del Fuego bile değil.

Ama yattığım yerde denizin düşmanca uğultusunu, tundradan esen rüzgarın çığlığını dinlerden...

İçimdeki Buck’ın bir kere daha canlandığını hissettim birden.

Vahşet önüne geçilmez bir kuvvetle çekmeye başladı beni.

Ta içimden çekmeye...

Hani balkondan bakarken aşağı atası gelir ya kendini insanın, sanki boşluk sizi çeker...

Ben bu hissi Doğu’nun dağlarında hissettim.

Bir tepeden, Allahüekber dağlarının ötesine uzanıp giden toprakları seyrederken...

Stepin sanki beni çektiğini, içimden çekip götürdüğünü, bozkırın üzerinden ruhumun uçtuğunu, ılık rüzgarın kulaklarımda uğuldadığını hissettim.

Buck gibi, o “bir adımı” atasım geldi.

Bir adım, beni vahşetten ayıran ince çizgi, sadece bir adım.

O gün anladım beni kendine bir hortum gibi çekenin içimdeki bozkırlar olduğunu.

İçimdeki Ortaasyalı göçebenin, altımdaki atın, kanımdaki bozkurdun hâlâ yaşadığını...

O gün anladım genetik hafızanın ne demek olduğunu.

O gün Vahşetin Çağrısı’na zor da olsa direndim.

Bugün, o gücüm yok...

False