Ali DAĞLAR
Son Güncelleme:
Urfa’nın yüreği çarşıda atar Kazaz’da bindallıyı erkekler satar
Eski Urfa’nın çekirdeği, yılankavi kemerleriyle dehlizi andıran tarihi çarşıda hayat yüzyıllardır kendine özgü ritimle akıyor. Cep telefonu ve kredi kartı çağının telaşı, alışveriş merkezlerinin tek tip, steril atmosferi henüz yansımamış daracık sokaklara. Sıcak sohbetler, renkli gözlemler ve keyifli bir alışveriş hayaliyle Urfa Çarşısı’nın yolunu tuttum. Aradığımdan fazlasını buldum. Yeşilçam’ın jönlerinden Hüseyin Peyda’nın çıraklık yaptığı terziyi, içinden kutsal balıkların geçtiği avluyu keşettim.
"Bütün dünya sana tapar, diz çöker ve her dil adına şükreder.."
19. yüzyıl ortalarında Urfa’da inşa edilen bir Süryani Kilisesi’nin kitabesindeki bu cümle şöyle devam ediyor: "Rab, katkısı olan herkesi mükafatlandırsın." Tarihte dünya kültür ve medeniyetinin merkezi kabul edilen, arkeoloji literatüründe ’Bereketli Hilal’ olarak bilinen bölge üzerinde yer alan Şanlıurfa ya da 2000 yıl önceki adıyla El Ruha’nın dinler kavşağındaki yeri bu kitabede özetleniyor sanki. İlkel dinlerin dünyada bilinen en eski merkezi burası; çoktanrılı ve tektanrılı dinlerin de. Ay, Güneş ve gezegenleri kutsal sayan Paganizm’in baştanrısı "Sin"in mabedi burada. Musevi, Hıristiyan, Müslüman peygamberlerinin atası Hz. İbrahim’in doğum yeri. İnsanlık, geçmişinin izini sürmek istiyorsa Peygamberler Şehri’nden başlamalı bu işe. İlk kez 18 yıl önce geldiğim Şanlıurfa’nın, Eyyüb sabrıyla zamana direnen kirli-sarı taş binalarını daha bakımlı, kehribar sarısına dönüşmüş buldum. Sayıları artık sınırlı taş ustalarının inşa ettiği, tarihsel dokuya uygun yeni binaların da bu pastoral görünümde payı var. Doğu toplumunun muhafazakar yapısı gereği, sosyal hayatı taş duvarların ardındaki geniş eyvanlarda sürdüren bir şehri tanımanın, onunla tanışmanın en kestirme, bir o kadar sağlam yolunu tercih ettim ben de. Eski Urfa’nın çekirdeği olan, yılankavi kemerleriyle bir dehlizi andıran tarihi çarşısından başladım gezime...
GÜMRÜK HAN’IN ÜTÜCÜ ÇOCUKLARI
Evliya Çelebi yüzyıllar önce geldiği Urfa’yı ve çarşılarını Seyahatname’sinde şöyle anlatmış:
"Urfa’nın çarşısı dört yüz dükkandır. Bu dükkanlarda her türlü değerli eşya bulunur. Saraçhanesi Halil İbrahim Irmağı’nın kıyısındadır. Çarşılarında bütün bilgi sahiplerinin toplandığı, dinlendiği yerler vardır. Üç demir kapısı vardır. Bütün kıymetli mücevherler bulunur."
Şanlıurfa’da Gümrük, Hacı Kamil, Mençek, Topçu, Bican Ağa gibi Osmanlı’dan kalma hanlar var. 1562 yılına tarihlenen kare planlı Gümrük Han’ın ortasındaki geniş avludan çınar ağaçları yükseliyor. Esnafın toplandığı, çay içtiği, tütün sardığı serin avludaki küçük kanaldan Urfa’nın kutsal balıkları geçiyor. Hanın üst katındaki atölyelerde karınca misali harıl harıl çalışan, yaşları yedi ile 15 arası çok sayıda çocuk işçi çekiyor dikkatinizi. Önlerinde dağ gibi yığılmış pantolonları ütülüyorlar. Sekiz yaşlarındaki bir çocuk ütüyü yarım bırakmış, yorgunluktan ütü masasının altındaki bir kartonun üzerine başını koyup uyumakta. Nisan serinliğinde ütü sıcağından tere batmış bir başkasına, yanında tepeleme ütülenmeyi bekleyen pantolonları göstererek soruyorum: "Parça başı mı ücret alıyorsun?" O daha ağzını açmadan, loş dükkanın kapısından dışarı fırlayan bir ağabeyi cevabı veriyor: "Yok abi, haftalık alıyor." Bu cevapla sohbet başlamadan bitiyor...
Biraz ileride bir terzihanenin kapısından süzülüyorum içeriye. Ak saçlı, ak sakallı, 60’lı yaşlarında terzi Sezai Karakapıcı ile tanışıyorum. Önündeki işe yoğunlaşmış genç çırağına uzatıyorum elimi. Sezai Amca yüksek terzi masasının arkasında, ayakta. İki elle zor kaldırılır izlenimi veren dev makasla kumaş biçiyor. Makası dededen kalmaymış. Kutsal bir emanet gibi özenli, el alışkanlığıyla biçiyor kumaşı. Yüzyıllık bir terzihane burası. Karakapıcı soyadı, İstanbul’da, sarayda hizmet gören ailedenmiş. Hemen arkasındaki duvarda asılı, sararmış fotoğraftaki sarıklı, cüppeli kişiyi soruyorum. Geçmişin ünlü Nakşibendi şeyhlerinden biriymiş, bunu herhangi bir endişe duymadan söylüyor.
PEYDA BURADA ÇIRAKTI
Sonra bir hikaye anlatıyor. Yeşilçam’ın unutulmaz simalarından, şimdi hayatta olmayan Urfalı Hüseyin Peyda’yla ilgili... Peyda bu terzihanede Sezai Amca’nın babasıyla çalışmış. Çırakmış o zamanlar. Amcası bir gün terzihaneye girdiğinde çırakları çalışmak yerine oynarken yakalamış. Bir tarafta Peyda, diğer yanda öbür çırak, kumaşa ceket yakası çizimi için kullanılan kılıç biçimli tahta cetvellerle Karaoğlan misali çarpışıyorlar. Amca bu manzarayı görünce kızgın ama alaycı bir ifadeyle Peyda’ya takılmış, "Sen artiz olacaksın..." Zaten çok geçmemiş üzerinden; Peyda İstanbul’a gitmiş ve figüranlıktan, önemli rollere uzanan Yeşilçam serüveni başlamış. Bu anıyı anlatırken karşılıklı gülüyoruz...
GARANTİLİ ÇAY İÇİP, TÜTÜN SARMAK
Gümrükçühan’ın orta yerindeki sehpalarda oturup kaçak çay içen, tütün saran, yaşamın ağırlığı hafif kamburlaşmış sırtlarından, kavruk yüzlerinden okunan Urfalıların arasında geziniyorum. Suriye üzerinden gelen çaylar, dükkanlarda "garantili çay" sunumuyla pazarlanıyor; bilen biliyor. Bir sehpanın etrafında Fikret Otyam fotoğraflarından fırlamış gibi duran, oturduğu taburede hafif geri kaykılmış, tabakasından tütün saran yaşlı bir amcanın yanına ilişiyorum. Karşılıklı hal hatırdan sonra çaylar geliyor. Sardığı tütünü yakmaya hazırlanan amcadan bir tane de bana sarıp saramayacağını soruyorum; meşakkatli bir iş olduğu imasını da unutmadan. Kavruk yüzüne yayılan gülümsemeyle "hay hay" diyor. Bu kez daha özenli sarıp uzatıyor tütünü. Kaçak çay eşliğinde sigarayı karşılıklı tellendiriyoruz. Müthiş bir keyif, insanın içini ısıtan bir konukseverlik.
URFA RANGERS
Tarihi Urfa Çarşısı’nın çevresindeki Kazaz, Sipahi, Koltukçu, Pamukçu, Oturakçı ve Bıçakçı pazarlarını geziyorum. İç içe geçmiş küçük avlular birbirinin kopyası gibi. Bakırcılar, Hanönü, Boyahane, Kavafhane ve Hüseyniye çarşılarını geziyorum. Dar bir sokakta ansızın motosikletlilerle karşı karşıya geliyorum. "Urfa Rangers" kenara çekilmemi beklerken basıyorum deklanşöre. Motosikletin yaygın kullanımının nedeni, Urfa’nın dar sokakları...
Baharatçılardan gelen, o genzi yakan kesif ama haz veren kokuyu içime çeke çeke Bedesten’e giriyorum. Halep’ten, Şam’dan, İran’dan gelen şallar, örtüler, bindallılar, gökkuşağını andıran bir renk cümbüşü oluşturuyor. Daha çok kadınlara yönelik ürünler satılan bedestende, dükkanların kapısına yaslanmış, müşteri bekleyenlerin tamamının erkek oluşu, tezgahların gerisinde bir tek kadının bulunmaması, tutucu bir toplumda kadının durduğu yeri özetliyor..
19. yüzyıl ortalarında Urfa’da inşa edilen bir Süryani Kilisesi’nin kitabesindeki bu cümle şöyle devam ediyor: "Rab, katkısı olan herkesi mükafatlandırsın." Tarihte dünya kültür ve medeniyetinin merkezi kabul edilen, arkeoloji literatüründe ’Bereketli Hilal’ olarak bilinen bölge üzerinde yer alan Şanlıurfa ya da 2000 yıl önceki adıyla El Ruha’nın dinler kavşağındaki yeri bu kitabede özetleniyor sanki. İlkel dinlerin dünyada bilinen en eski merkezi burası; çoktanrılı ve tektanrılı dinlerin de. Ay, Güneş ve gezegenleri kutsal sayan Paganizm’in baştanrısı "Sin"in mabedi burada. Musevi, Hıristiyan, Müslüman peygamberlerinin atası Hz. İbrahim’in doğum yeri. İnsanlık, geçmişinin izini sürmek istiyorsa Peygamberler Şehri’nden başlamalı bu işe. İlk kez 18 yıl önce geldiğim Şanlıurfa’nın, Eyyüb sabrıyla zamana direnen kirli-sarı taş binalarını daha bakımlı, kehribar sarısına dönüşmüş buldum. Sayıları artık sınırlı taş ustalarının inşa ettiği, tarihsel dokuya uygun yeni binaların da bu pastoral görünümde payı var. Doğu toplumunun muhafazakar yapısı gereği, sosyal hayatı taş duvarların ardındaki geniş eyvanlarda sürdüren bir şehri tanımanın, onunla tanışmanın en kestirme, bir o kadar sağlam yolunu tercih ettim ben de. Eski Urfa’nın çekirdeği olan, yılankavi kemerleriyle bir dehlizi andıran tarihi çarşısından başladım gezime...
GÜMRÜK HAN’IN ÜTÜCÜ ÇOCUKLARI
Evliya Çelebi yüzyıllar önce geldiği Urfa’yı ve çarşılarını Seyahatname’sinde şöyle anlatmış:
"Urfa’nın çarşısı dört yüz dükkandır. Bu dükkanlarda her türlü değerli eşya bulunur. Saraçhanesi Halil İbrahim Irmağı’nın kıyısındadır. Çarşılarında bütün bilgi sahiplerinin toplandığı, dinlendiği yerler vardır. Üç demir kapısı vardır. Bütün kıymetli mücevherler bulunur."
Şanlıurfa’da Gümrük, Hacı Kamil, Mençek, Topçu, Bican Ağa gibi Osmanlı’dan kalma hanlar var. 1562 yılına tarihlenen kare planlı Gümrük Han’ın ortasındaki geniş avludan çınar ağaçları yükseliyor. Esnafın toplandığı, çay içtiği, tütün sardığı serin avludaki küçük kanaldan Urfa’nın kutsal balıkları geçiyor. Hanın üst katındaki atölyelerde karınca misali harıl harıl çalışan, yaşları yedi ile 15 arası çok sayıda çocuk işçi çekiyor dikkatinizi. Önlerinde dağ gibi yığılmış pantolonları ütülüyorlar. Sekiz yaşlarındaki bir çocuk ütüyü yarım bırakmış, yorgunluktan ütü masasının altındaki bir kartonun üzerine başını koyup uyumakta. Nisan serinliğinde ütü sıcağından tere batmış bir başkasına, yanında tepeleme ütülenmeyi bekleyen pantolonları göstererek soruyorum: "Parça başı mı ücret alıyorsun?" O daha ağzını açmadan, loş dükkanın kapısından dışarı fırlayan bir ağabeyi cevabı veriyor: "Yok abi, haftalık alıyor." Bu cevapla sohbet başlamadan bitiyor...
Biraz ileride bir terzihanenin kapısından süzülüyorum içeriye. Ak saçlı, ak sakallı, 60’lı yaşlarında terzi Sezai Karakapıcı ile tanışıyorum. Önündeki işe yoğunlaşmış genç çırağına uzatıyorum elimi. Sezai Amca yüksek terzi masasının arkasında, ayakta. İki elle zor kaldırılır izlenimi veren dev makasla kumaş biçiyor. Makası dededen kalmaymış. Kutsal bir emanet gibi özenli, el alışkanlığıyla biçiyor kumaşı. Yüzyıllık bir terzihane burası. Karakapıcı soyadı, İstanbul’da, sarayda hizmet gören ailedenmiş. Hemen arkasındaki duvarda asılı, sararmış fotoğraftaki sarıklı, cüppeli kişiyi soruyorum. Geçmişin ünlü Nakşibendi şeyhlerinden biriymiş, bunu herhangi bir endişe duymadan söylüyor.
PEYDA BURADA ÇIRAKTI
Sonra bir hikaye anlatıyor. Yeşilçam’ın unutulmaz simalarından, şimdi hayatta olmayan Urfalı Hüseyin Peyda’yla ilgili... Peyda bu terzihanede Sezai Amca’nın babasıyla çalışmış. Çırakmış o zamanlar. Amcası bir gün terzihaneye girdiğinde çırakları çalışmak yerine oynarken yakalamış. Bir tarafta Peyda, diğer yanda öbür çırak, kumaşa ceket yakası çizimi için kullanılan kılıç biçimli tahta cetvellerle Karaoğlan misali çarpışıyorlar. Amca bu manzarayı görünce kızgın ama alaycı bir ifadeyle Peyda’ya takılmış, "Sen artiz olacaksın..." Zaten çok geçmemiş üzerinden; Peyda İstanbul’a gitmiş ve figüranlıktan, önemli rollere uzanan Yeşilçam serüveni başlamış. Bu anıyı anlatırken karşılıklı gülüyoruz...
GARANTİLİ ÇAY İÇİP, TÜTÜN SARMAK
Gümrükçühan’ın orta yerindeki sehpalarda oturup kaçak çay içen, tütün saran, yaşamın ağırlığı hafif kamburlaşmış sırtlarından, kavruk yüzlerinden okunan Urfalıların arasında geziniyorum. Suriye üzerinden gelen çaylar, dükkanlarda "garantili çay" sunumuyla pazarlanıyor; bilen biliyor. Bir sehpanın etrafında Fikret Otyam fotoğraflarından fırlamış gibi duran, oturduğu taburede hafif geri kaykılmış, tabakasından tütün saran yaşlı bir amcanın yanına ilişiyorum. Karşılıklı hal hatırdan sonra çaylar geliyor. Sardığı tütünü yakmaya hazırlanan amcadan bir tane de bana sarıp saramayacağını soruyorum; meşakkatli bir iş olduğu imasını da unutmadan. Kavruk yüzüne yayılan gülümsemeyle "hay hay" diyor. Bu kez daha özenli sarıp uzatıyor tütünü. Kaçak çay eşliğinde sigarayı karşılıklı tellendiriyoruz. Müthiş bir keyif, insanın içini ısıtan bir konukseverlik.
URFA RANGERS
Tarihi Urfa Çarşısı’nın çevresindeki Kazaz, Sipahi, Koltukçu, Pamukçu, Oturakçı ve Bıçakçı pazarlarını geziyorum. İç içe geçmiş küçük avlular birbirinin kopyası gibi. Bakırcılar, Hanönü, Boyahane, Kavafhane ve Hüseyniye çarşılarını geziyorum. Dar bir sokakta ansızın motosikletlilerle karşı karşıya geliyorum. "Urfa Rangers" kenara çekilmemi beklerken basıyorum deklanşöre. Motosikletin yaygın kullanımının nedeni, Urfa’nın dar sokakları...
Baharatçılardan gelen, o genzi yakan kesif ama haz veren kokuyu içime çeke çeke Bedesten’e giriyorum. Halep’ten, Şam’dan, İran’dan gelen şallar, örtüler, bindallılar, gökkuşağını andıran bir renk cümbüşü oluşturuyor. Daha çok kadınlara yönelik ürünler satılan bedestende, dükkanların kapısına yaslanmış, müşteri bekleyenlerin tamamının erkek oluşu, tezgahların gerisinde bir tek kadının bulunmaması, tutucu bir toplumda kadının durduğu yeri özetliyor..