Son Güncelleme:
Tarihi, doğası korunmuş halkı çok misafirperver
BisikleTEMA projesi kapsamında 25 bin kilometrelik İstanbul - Sydney yolculuğuna çıkan Gizem Altın ve eşi Bryan Nance, Kazakistan’a vardı. Yol boyunca uğradıkları kentlerin yerel yöneticileriyle buluştular, küresel ısınmaya dikkat çekip, bisiklet kullanımının yaygınlaştırılması çağrısında bulundular. Gizem Altın, Hazar feribotunu beklerken, Gürcistan gözlemlerini kaleme aldı. Altın, kırsal ve az nüfuslu Gürcistan’da seyahati, bozulmamış doğası ve içten insanları sayesinde zaman içinde yolculuk etmeye benzetiyor.
Sarp Sınır Kapısı’nı geçerken içimiz karmakarışık duygularla doluydu. BisikleTEMA projesi kapsamında Türkiye’de 1500 kilometre pedallamış, rotamız üzerindeki yerel yönetimlerle bisiklet altyapısının oluşturulması hakkında işbirliği toplantıları yapmış, okullarda binlerce öğrenciye bisikletin yararlarını anlatmıştık. Şimdi tekerleklerimiz, çok az tanıdığımız bir ülkede dönecekti. Kimle konuştuysam "Gürcistan mı? Orada hiçbir şey yok" diyordu...
Sınır polisi Şakir Amca, ceketinden söktüğü armaları bize verip "Bunları oğlum için yanınızda taşıyın" dedi; "Küresel ısınma benden çok onu etkileyecek çünkü. Bizim de bir parçamız sizinle olsun..." Başlangıçlar önemlidir. Biz de turumuzun 15 aylık yurtdışı bölümüne Şakir Amca sayesinde ümit ve heyecanla başladık.
ÇAYIRLARA BU HEYKELLERİ METRUK KÖŞKLERİ KİM YAPMIŞ?
Sınırı geçer geçmez farklı bir ülkede olduğunuzu hemen hissediyorsunuz. Türkiye’de Karadeniz sahilini boydan boya geçen otoban Gürcistan’da yerini dar, düzgün otoyola bırakıyor. Yoğun trafik uğultusu kesilip asfaltın yerini plajlar ve mütevazı sahil lokantaları alıyor. Yanından geçtiğimiz herkes, bisikletlerdeki Türk bayrağını fark edince bizi Türkçe selamlıyor. Sonradan öğreniyoruz ki Gürcistan’da pekçok kişi, özellikle de sınırdaki Adjara Özerk Bölgesi’nde yaşayanlar Türkçe konuşuyormuş.
Halkın yakınlığı, doğanın güzelliği bütün tedirginliğimizi siliyor. Aylardan nisan, doğa coşmuş... Yeşilin binbir rengi yarışta. Yolun iki tarafındaki meyve bahçelerindeki çiçeklerin kokusu sarhoş edici. Güle oynaya Batum’a pedal çeviriyoruz.
Adjara Bölgesi’nin başkentini tanıyıp sevmemiz biraz vakit alıyor; Batum’un bir kısmı hızlı şehirleşmenin getirdiği hava kirliliği, gürültüden nasibini almış. Otele yerleşip şehri keşfetmeye başlayınca yavaş yavaş güzelliğini fark ediyoruz. Şehir merkezindeki tüm eski yapılar restore edilmiş, rengarenk boyanmış, sahil boyundaki park yemyeşil, tertemiz. Kent biraz virane ama tarihi yapısı hiç bozulmamış. Batumlular "Bizi beş yıl sonra görün" diyor. Her taraf beş yıldızlı otel inşaatı dolu. Bence siz Batum’u bunlar bitmeden görün...
Adjara Bölgesi’nin başkan danışmanı, çevre bakanı ve medyayla görüşüp bisiklet sunumumuzu yapıyoruz. Bisiklet yollarının şehirdeki hava, ses kirliliğini azaltacağını anlatıyoruz. Batum’u Avrupa şehrine dönüştürüp turizme açmak isteyen yöneticilerin aklı ekoturizm fikrine yatıyor.
Karadeniz sahilini takip eden Batum-Kobuleti yolu şimdiye kadar geçtiğimiz en keyifli rotalardan. Kobuleti, SSCB’nin gözde tatil beldesiymiş. Yolun iki tarafı asırlık ağaçlar arasındaki metruk köşklerle dolu. Her pedalda "Bu burada ne arıyor" dedirten görüntülerle karşılaşıyoruz. İneklerin otladığı meralarda ne zaman yapıldıkları belirsiz devasa heykeller, taş işlemeciliğinin harika örneklerini sergileyen köşkler görüyoruz...
YOKSUL EVLERİN SOFRASI MİSAFİRE ÇOK BONKÖR
Tiflis yolunda dünyanın en büyük ulusal parklarından Borjomi-Karagauli’ye uğruyoruz. Ulusal parka giden ara yol "Buradan sonra eşekle devam edeceğiz" türünden. Saat başı durup zangırdayan kemiklerimizi dinlendirmek zorunda kalıyoruz. Yine de çok memnunuz. Çünkü zaman içindeki yolculuğumuz başlıyor. Kışın sadece trenle ulaşılabilen bu yayla köylerindekiler Gürcüce dışında dil bilmiyor. Bizim Gürcücemiz iki sözcük: Gamarjobat (merhaba) ve madlobt (teşekkürler). Sonunda uluslararası seyahatte en geçerli dille anlaşıyoruz: Tarzanca! Evlerinin önündeki küçük barakalarda tarladan topladıkları meyve ve sebzeleri satıyorlar: Lahana, pancar, patates, elma, portakal... Şekerlemeler ise ev yapımı kurabiye, pirinç pörtleği, kurutulmuş meyve. İpe dizili kuru meyve alıp boynumuza takıyoruz, yol boyunca koparıp yiyoruz. Ambalajlı mallar az ve pahalı, bu sayede yol kenarları, dereler tertemiz.
Otoyollar o kadar bozuk ki saatte ancak bir araç geçiyor. Traktör yok. Tarlalar karasabanla sürülüyor. Çocuklar trafik korkusu olmadan, taşlarla sopalarla oynuyor, eşeğe biniyor. Başka oyuncakları yok. Ayaklarında üç numara büyük plastik çarıklar var. Bizi görünce koşarak yanımıza geliyorlar, yanakları pembe pembe. Ardından ebeveynler çıkıyor, eve davet ediliyoruz. Masaya tüm yiyecekler diziliyor: Ocakta pişen ekmek, evde yapılan peynir, şarap. Güle oynaya yiyoruz. Bryan’la benim elimizi sıkı sıkı tutuyorlar, Gürcüce söylediklerini anlamak için alim olmaya gerek yok: "Gürcüsü, Türkü, Amerikalısı... hepimiz dostuz."
KUMLARA OYULMUŞ PAGAN ŞEHRİ HASANKEYF’E BENZİYOR
Stalin’in doğduğu kent Gori’yi gezerken genç bir askerle tanıştık. Bize şehrin dışındaki Uplisthike mağara kentini mutlaka görmemiz gerektiğini söyledi. Kent bize Hasankeyf’i anımsattı, zira Kafkasya’nın en eski yerleşim bölgelerinden. Gürcüler Hıristiyanlığı kabul etmeden önce bu şehir paganların önemli merkeziymiş. Tanrılara hayvan ve insanların kurban edildikleri sunaklar yerli yerinde. İsmine dilimizin bir türlü dönmediği bu şehir, Hasankeyf gibi kum taşının içine oyulduğundan zamanla su ve rüzgar erozyonundan epey zarar görmüş. Müze haline dönüştürülmeden önce de ahır olarak kullanılmış. Odalarda yakılan ateşler duvarlardaki freskleri silmiş. Gece burada konaklayıp, ertesi gün Tiflis’e doğru yola çıkıyoruz.
Tiflis, gerçekten Kaskasya’nın en güzel şehri. Hızla geliştiği halde tüm yeni yapılanmayı merkezin dışında tutmuşlar. Tarihi dokuyu korumayı başarmışlar. Kura Nehri’nin iki yanındaki yeşil vadileri mütevazı kiliseler, şehir duvarları süslüyor. Sovyetler’den miras geniş caddeler asırlık ağaçların gölgesiyle serinliyor. Türk hamamına girerken kapıda çürük yumurtayı andıran kükürt kokusunu alınca fikrimizi hemen değiştiriyoruz.
Tiflis sokaklarında Gürcüler kadar Amerikalı görüyoruz. Sebebi Azeri petrolünün bu stratejik noktadan dünyaya dağılması. Rusya, Gürcistan’ı avucunda tutmaya çalışıyor, Amerika ise yatırım ve askeri destekle yanına almaya çabalıyor. Sokaktakiler, Amerika olmasa Rusya’nın Gürcistan’a girmek için beş dakika bile beklemeyeceği kanısında. Enerji, tehlikeli bir uluslararası denklem. Gördüğümüz kadarıyla Kafkasya’da soğuk savaş tüm hızıyla devam ediyor.
Bisikletlerimizle tıngır mıngır, fosil yakıt kullanmadan ve yeni dostlar kazanarak yolumuza devam ediyoruz. Amansız Siginahi yokuşunu çıkarken perişan olduğumu gören Mate Amca bisikletlerin önüne atlayıp yolumuzu kesiyor. Bizi dinlenmek ve yemek yemek için yaka paça evine götürüyor. Tatia Teyze sabah kahvaltısında çadırımıza dört taze yumurta, bir bardak manda kaymağı getiriyor. Bir başka sabah kalktığımızda çadırın önünde konmuş bir demet kır çiçeği görüyoruz, bırakanın kim olduğunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.
Petrol ve enerji uğruna dünyada dengeler değişmeye devam ederken biz bir zaman makinesine girip Gürcistan’da basit bir hayatın insanları mutlu ettiği zamanlara geri dönüyoruz. Azerbaycan sınırına doğru pedal çevirip bir yandan boynuma kolye gibi astığım kuru elmaları yerken akasya ağaçlarının kokusu beni sarhoş ediyor. Saçlarımda rüzgar, yüzümde ilkbahar güneşi... Gülümsüyorum.
BisikleTEMA küresel soğuma notu
Yaz geldi, kısa mesafelerde bisiklete binmeye başladınız mı? Otomobil yerine bisikleti seçebilir, yürüyebilirsiniz. Her kilometre için atmosfere 160 gram karbondioksit yayılmasını önleyebilirsiniz.
TEMA Vakfı’nın küresel ısınmayla mücadele projelerinden biri olan, 25 bin kilometrelik İstanbul - Sydney yolculuğu BisikleTEMA’yı www.tema.org.tr/bisiklet adresinden takip edebilirsiniz.
Sınır polisi Şakir Amca, ceketinden söktüğü armaları bize verip "Bunları oğlum için yanınızda taşıyın" dedi; "Küresel ısınma benden çok onu etkileyecek çünkü. Bizim de bir parçamız sizinle olsun..." Başlangıçlar önemlidir. Biz de turumuzun 15 aylık yurtdışı bölümüne Şakir Amca sayesinde ümit ve heyecanla başladık.
ÇAYIRLARA BU HEYKELLERİ METRUK KÖŞKLERİ KİM YAPMIŞ?
Sınırı geçer geçmez farklı bir ülkede olduğunuzu hemen hissediyorsunuz. Türkiye’de Karadeniz sahilini boydan boya geçen otoban Gürcistan’da yerini dar, düzgün otoyola bırakıyor. Yoğun trafik uğultusu kesilip asfaltın yerini plajlar ve mütevazı sahil lokantaları alıyor. Yanından geçtiğimiz herkes, bisikletlerdeki Türk bayrağını fark edince bizi Türkçe selamlıyor. Sonradan öğreniyoruz ki Gürcistan’da pekçok kişi, özellikle de sınırdaki Adjara Özerk Bölgesi’nde yaşayanlar Türkçe konuşuyormuş.
Halkın yakınlığı, doğanın güzelliği bütün tedirginliğimizi siliyor. Aylardan nisan, doğa coşmuş... Yeşilin binbir rengi yarışta. Yolun iki tarafındaki meyve bahçelerindeki çiçeklerin kokusu sarhoş edici. Güle oynaya Batum’a pedal çeviriyoruz.
Adjara Bölgesi’nin başkentini tanıyıp sevmemiz biraz vakit alıyor; Batum’un bir kısmı hızlı şehirleşmenin getirdiği hava kirliliği, gürültüden nasibini almış. Otele yerleşip şehri keşfetmeye başlayınca yavaş yavaş güzelliğini fark ediyoruz. Şehir merkezindeki tüm eski yapılar restore edilmiş, rengarenk boyanmış, sahil boyundaki park yemyeşil, tertemiz. Kent biraz virane ama tarihi yapısı hiç bozulmamış. Batumlular "Bizi beş yıl sonra görün" diyor. Her taraf beş yıldızlı otel inşaatı dolu. Bence siz Batum’u bunlar bitmeden görün...
Adjara Bölgesi’nin başkan danışmanı, çevre bakanı ve medyayla görüşüp bisiklet sunumumuzu yapıyoruz. Bisiklet yollarının şehirdeki hava, ses kirliliğini azaltacağını anlatıyoruz. Batum’u Avrupa şehrine dönüştürüp turizme açmak isteyen yöneticilerin aklı ekoturizm fikrine yatıyor.
Karadeniz sahilini takip eden Batum-Kobuleti yolu şimdiye kadar geçtiğimiz en keyifli rotalardan. Kobuleti, SSCB’nin gözde tatil beldesiymiş. Yolun iki tarafı asırlık ağaçlar arasındaki metruk köşklerle dolu. Her pedalda "Bu burada ne arıyor" dedirten görüntülerle karşılaşıyoruz. İneklerin otladığı meralarda ne zaman yapıldıkları belirsiz devasa heykeller, taş işlemeciliğinin harika örneklerini sergileyen köşkler görüyoruz...
YOKSUL EVLERİN SOFRASI MİSAFİRE ÇOK BONKÖR
Tiflis yolunda dünyanın en büyük ulusal parklarından Borjomi-Karagauli’ye uğruyoruz. Ulusal parka giden ara yol "Buradan sonra eşekle devam edeceğiz" türünden. Saat başı durup zangırdayan kemiklerimizi dinlendirmek zorunda kalıyoruz. Yine de çok memnunuz. Çünkü zaman içindeki yolculuğumuz başlıyor. Kışın sadece trenle ulaşılabilen bu yayla köylerindekiler Gürcüce dışında dil bilmiyor. Bizim Gürcücemiz iki sözcük: Gamarjobat (merhaba) ve madlobt (teşekkürler). Sonunda uluslararası seyahatte en geçerli dille anlaşıyoruz: Tarzanca! Evlerinin önündeki küçük barakalarda tarladan topladıkları meyve ve sebzeleri satıyorlar: Lahana, pancar, patates, elma, portakal... Şekerlemeler ise ev yapımı kurabiye, pirinç pörtleği, kurutulmuş meyve. İpe dizili kuru meyve alıp boynumuza takıyoruz, yol boyunca koparıp yiyoruz. Ambalajlı mallar az ve pahalı, bu sayede yol kenarları, dereler tertemiz.
Otoyollar o kadar bozuk ki saatte ancak bir araç geçiyor. Traktör yok. Tarlalar karasabanla sürülüyor. Çocuklar trafik korkusu olmadan, taşlarla sopalarla oynuyor, eşeğe biniyor. Başka oyuncakları yok. Ayaklarında üç numara büyük plastik çarıklar var. Bizi görünce koşarak yanımıza geliyorlar, yanakları pembe pembe. Ardından ebeveynler çıkıyor, eve davet ediliyoruz. Masaya tüm yiyecekler diziliyor: Ocakta pişen ekmek, evde yapılan peynir, şarap. Güle oynaya yiyoruz. Bryan’la benim elimizi sıkı sıkı tutuyorlar, Gürcüce söylediklerini anlamak için alim olmaya gerek yok: "Gürcüsü, Türkü, Amerikalısı... hepimiz dostuz."
KUMLARA OYULMUŞ PAGAN ŞEHRİ HASANKEYF’E BENZİYOR
Stalin’in doğduğu kent Gori’yi gezerken genç bir askerle tanıştık. Bize şehrin dışındaki Uplisthike mağara kentini mutlaka görmemiz gerektiğini söyledi. Kent bize Hasankeyf’i anımsattı, zira Kafkasya’nın en eski yerleşim bölgelerinden. Gürcüler Hıristiyanlığı kabul etmeden önce bu şehir paganların önemli merkeziymiş. Tanrılara hayvan ve insanların kurban edildikleri sunaklar yerli yerinde. İsmine dilimizin bir türlü dönmediği bu şehir, Hasankeyf gibi kum taşının içine oyulduğundan zamanla su ve rüzgar erozyonundan epey zarar görmüş. Müze haline dönüştürülmeden önce de ahır olarak kullanılmış. Odalarda yakılan ateşler duvarlardaki freskleri silmiş. Gece burada konaklayıp, ertesi gün Tiflis’e doğru yola çıkıyoruz.
Tiflis, gerçekten Kaskasya’nın en güzel şehri. Hızla geliştiği halde tüm yeni yapılanmayı merkezin dışında tutmuşlar. Tarihi dokuyu korumayı başarmışlar. Kura Nehri’nin iki yanındaki yeşil vadileri mütevazı kiliseler, şehir duvarları süslüyor. Sovyetler’den miras geniş caddeler asırlık ağaçların gölgesiyle serinliyor. Türk hamamına girerken kapıda çürük yumurtayı andıran kükürt kokusunu alınca fikrimizi hemen değiştiriyoruz.
Tiflis sokaklarında Gürcüler kadar Amerikalı görüyoruz. Sebebi Azeri petrolünün bu stratejik noktadan dünyaya dağılması. Rusya, Gürcistan’ı avucunda tutmaya çalışıyor, Amerika ise yatırım ve askeri destekle yanına almaya çabalıyor. Sokaktakiler, Amerika olmasa Rusya’nın Gürcistan’a girmek için beş dakika bile beklemeyeceği kanısında. Enerji, tehlikeli bir uluslararası denklem. Gördüğümüz kadarıyla Kafkasya’da soğuk savaş tüm hızıyla devam ediyor.
Bisikletlerimizle tıngır mıngır, fosil yakıt kullanmadan ve yeni dostlar kazanarak yolumuza devam ediyoruz. Amansız Siginahi yokuşunu çıkarken perişan olduğumu gören Mate Amca bisikletlerin önüne atlayıp yolumuzu kesiyor. Bizi dinlenmek ve yemek yemek için yaka paça evine götürüyor. Tatia Teyze sabah kahvaltısında çadırımıza dört taze yumurta, bir bardak manda kaymağı getiriyor. Bir başka sabah kalktığımızda çadırın önünde konmuş bir demet kır çiçeği görüyoruz, bırakanın kim olduğunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.
Petrol ve enerji uğruna dünyada dengeler değişmeye devam ederken biz bir zaman makinesine girip Gürcistan’da basit bir hayatın insanları mutlu ettiği zamanlara geri dönüyoruz. Azerbaycan sınırına doğru pedal çevirip bir yandan boynuma kolye gibi astığım kuru elmaları yerken akasya ağaçlarının kokusu beni sarhoş ediyor. Saçlarımda rüzgar, yüzümde ilkbahar güneşi... Gülümsüyorum.
BisikleTEMA küresel soğuma notu
Yaz geldi, kısa mesafelerde bisiklete binmeye başladınız mı? Otomobil yerine bisikleti seçebilir, yürüyebilirsiniz. Her kilometre için atmosfere 160 gram karbondioksit yayılmasını önleyebilirsiniz.
TEMA Vakfı’nın küresel ısınmayla mücadele projelerinden biri olan, 25 bin kilometrelik İstanbul - Sydney yolculuğu BisikleTEMA’yı www.tema.org.tr/bisiklet adresinden takip edebilirsiniz.