Serhan YEDİG
Son Güncelleme:
Stuttgart’ın sonbaharını severim
İstanbul Nişantaşı’ndaki CAM’da “Bir Gezginin Öğleden Sonrası” başlığı altında resimlerini sergileyen Mahmut Celayir (58), 24 yıldır Almanya’nın Stuttgart kentinde yaşıyor. “Ben toprağa ve manzara geleneğine bağlı bir ressamım” diyor. Başlıca esin kaynağı, doğduğu Bingöl ve yaşadığı Stuttgart. Sonbaharda Stuttgart ve çevresinin doyumsuz manzaralara büründüğünü anlatan Celayir, kasımda şehre yolu düşecek resim ve doğa meraklısı gezginler için önerilerini sıraladı.
Gezginlik serüveniniz nasıl başladı?
- Doğduğum Bingöl’den 9 yaşında ailemle ayrıldım. Babam iş peşinde şehir şehir geziyordu. İlkokul dönemimde biz de onunla Diyarbakır, Elazığ, Tunceli’de yaşadık. Liseyi Tunceli’de yatılı okuduktan sonra İstanbul’a geldim. Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi Grafik Sanatlar Bölümü’ne girdim. Öğrencilik dönemim İstanbul’u keşfetmekle geçti. Eski semtleri, yıkılmış mahalleleri, tarihi harabeleri gezdim. Bu mekanlar öğrencilik dönemi resimlerimin ilham kaynağı oldu. Yine aynı yıllarda merak ettiğim Kapadokya, Mersin, Muğla, Erzurum, Adıyaman’a gittim. 1976’da mezun olduktan sonra, Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde görev yaptığım dönemde, okulda görev yapan yabancılarla diyalog kurmam yurtdışına ilgimi artırdı. Diğer ülkeleri, hayatları, kültürleri merak etmeye başladım.
Almanya’ya yolunuz nasıl düştü?
- 12 Eylül yönetiminin politik baskılarından kurtulmak için 1986’da yurtdışına çıktım. Türkiye’de tanıştığım bir Alman’ın davetiyle Stuttgart’a yerleştim. İlk bir yılımı Berlin’de geçirdim. Romantik Müze’deki Caspar David Friedrich’in eserleri üzerine bir inceleme hazırladım. Stuttgart’a dönüşte önce Baden Wüttenberg bölgesini keşfetmek için çevredeki illere, kasabalara geziler yaptım. Örneğin ilk keşfettiğim yerlerden biri çok sevdiğim ressamlardan Albert Dürer’in şehri Nürnberg’di. Ardından fırsat buldukça Almanya’nın diğer bölgelerine, şehirlerine gittim. 25 yılda İngiltere hariç tüm Avrupa’yı gezdim. Bu arada yaz tatillerimi Bingöl’de geçirdim.
BAĞ MANZARALARI ŞARAP FESTİVALLERİ
Stuttgart’ı hangi ayda görülmesini tavsiye edersiniz?
- İlkbahar ve sonbaharda. Özellikle sonbaharda, kasım ayı manzaranın en güzel, renklerin en sıcak olduğu dönemdir. Almanya’nın yüzde 80’inde şehirler düz alanlara kurulmuştur. Stuttgart ise tepeli bir şehirdir, bu özelliğini çok severim. Çevresindeki ormanlar, içindeki parklar, nehir boyunca uzanan bağlar kasımda sarı, kırmızı, yeşilin binbir tonuna bürünür. Her köşede bakmaya doyamayacağınız manzaralar çıkar karşınıza.
Kasımda şehrin sokaklarında, meydanlarında neler yaşanıyor?
- Stuttgart çok zengin bir bölgenin, zengin şehri. Otomotiv endüstrisinin ünlü markaları Mercedes, Porche bu şehirden çıkmış. Bu kültürel yapıyı da zenginleştirmiş. Halkı biraz içine kapalı, tutucudur. Buna rağmen dost olduğunuzda, size sahip çıkarlar. Şehrin müzeleri çok güzeldir. Daimi sergilerin yanı sıra sürekli özel sergiler düzenlenir. Kasım kışa girmeden önce sanatın sokaklara, meydanlara çıktığı son aydır. Çok kültürlülüğü ön plana çıkaran farklı ulusların bireylerini buluşturan büyük etkinlikler düzenlenir. Schlossplatz adlı meydanda ve çevresinde hafta sonunda dev bir bitpazarı kurulur. Burada eski resimler, kitaplar, antikalar satılır. Trafiğe kapalı olan König Caddesi boyunca gruplar her köşede müzik yapar. Schloss çevresindeki parklarda herkes çimenlerin üzerine uzanıp konser dinler. Ayrıca animasyon film festivali de bu ayda düzenlenir. Camdan yapılan yeni şehir müzesi Staat Museum da buradadır. Güzel ve gülmesi gereken bir binadır.
Doğaseverlere öncelikle nereleri görmelerini önerirsiniz?
- Öncelikle şehrin parkları, çevresindeki tepeler görülmeli. Otomobille yarım saatte ulaşılabilecek Swabia Dağları ve Kara Ormanlar’ın sonbahar manzarası meşhurdur. Reutlingen kenti yakınlarındaki Achalm Dağı’nın tepesinde, 11’inci yüzyıldan kalma bir masal şatosu Schloss Lichtenstein bulunuyor. Kasım ayında Stuttgart’tan Hegel’in ders verdiği üniversite şehri Tübingen’e giderken, 45 kilometrelik otoyolda ormanların arasında çok güzel doğa boşlukları, çayırlar çıkar karşınıza. İnsanı minamalist resme yönlendiren manzaralardır bunlar. Tübingen’den geçen Neckar ve Ammer nehirleri üzerine çok güzel köprüler yapılmıştır. Şehirdeki romantizmin dozu kasımda iyice artar. Stuttgart’tan Tübingen’e uzanan Neckar Nehri vadisi bağlarla kaplıdır. Bağ manzaraları arasındaki küçük köylerde bu mevsimde şarap festivalleri düzenlenir. Bu bölgenin mutfağı da çok zengindir. Soslu et yemeklerinin yanı sıra büyük mantılar (maultaschen), ev makarnası diyebileceğimiz spatzle tadılmaya değer yemeklerdir. Yerel mutfağı merak eden lezzet avcılarına Stuttgard’ın merkezinde Filler ve Olga caddelerinin kesiştiği bölgedeki Oma’nın Yeri’ne uğramalarını öneririm.
KRALIN ŞATOSUNU SANATÇILAR KULLANIYOR
Resim meraklılarına ne önerirsiniz?
- Öncelikle görülmesi gereken müze, post modern mimarisiyle dikkat çeken baroktan, çağdaş resme kadar geniş bir koleksiyonu olan Staatsgalerie. 14-19 yüzyıllar arasındaki ustaların eserleri, örneğin Monet, Renoir, Cezanne, Rubens, Rembrant’ın resimleri burada sergilenir. Bitişiğinde 1980’de yapılan yeni Ulusal Galeri’de ise Klee, Kandinsky, Miro, Picasso, Dali gibi çağdaş örnekleri görebilirsiniz. Her ikisinde de dönemlik sergiler ilgi çekicidir. Şehrin ressamları Konrad Adenauer Caddesi’ndeki Stella’da buluşur. Kafenin duvarlarında gençlerin resimleri sergilenir. Bohnenviertel bölgesinde, Esslinger Caddesi’nin ara sokaklarında kitapçılar, antikacıların yanı sıra çağdaş ressamların eserlerinin sergilendiği galeriler vardır. Metroyla 15 dakikada ulaşılabilen, Neckar Nehri kıyısındaki ortaçağ şehri Esslingen’de de çok güzel galeriler var. Bu şehir de mutlaka görülmeli. Stuttgart merkezinin biraz dışında Solitude’de 18’inci yüzyılda kralın yaptırdığı şato, bir sanat merkezine dönüştürüldü. Modern sanatçılar burada aylarca konaklayabiliyor, eserlerini sergiliyor. Solitude’de şato gezilebilir, sanatçıların çalışma ortamları ve eserleri görülebilir. Bir başka sıradışı mekan Stuttgart’ın kuzey mahallerinden Waggenhalle’deki galeriler, sanat merkezleri. Burada konserler de düzenleniyor.
“Bir Gezginin Öğleden Sonrası”nda gezdiğiniz yerlerden izler var mı?
- Almanya’nın ağır koşulları, kültürel açıdan yaşadığım boğulma hissi nedeniyle renk 15 yıl önce resimlerimden çıkmıştı. Yanmış toprak, savaş doğası diye nitelenen bir akıma yakın, neredeyse siyah - beyaz resimler yapıyordum. Üç yıl önce Bingöl ve Stuttgart’ın doğasına daha dikkatli bakmaya başladım. Bingöl’ün el değmemiş dağları, flora zenginliği, Stuttgart’ın parkları, bağları, ormanları beni tekrar renklere kavuşturdu. Öğleden sonraların özel ışığında hafızama kazınan görüntüleri Almanya’da edindiğim çağdaş resim anlayışıyla yoğurup, resimleştirdim. Eserlerimde doğadaki hayat gücünü sorguluyorum, doğanın özüne ulaşmaya çalışıyorum. Evrendeki hareket, güç, enerjiyi yansıtmaya çalışıyorum. Figüratif çalışmıyorum. Soyut, kaligrafik özellikler de taşıyan bir yaklaşım taşıyor bu sergideki eserler. Kimilerinin büyüklüğü dört metreyi bulan resimleri, Fransız besteci Debussy’nin “Bir Pan’ın Öğleden Sonrası” adlı eserinden esinlenerek “Bir Gezginin Öğleden Sonrası” adı altında bir araya getirdim. İzlenimci müziğin örneği olan bu eser, sergiyi aynı zamanda izlenimci resmin kurucularından Monet’e de bağlıyor.
- Doğduğum Bingöl’den 9 yaşında ailemle ayrıldım. Babam iş peşinde şehir şehir geziyordu. İlkokul dönemimde biz de onunla Diyarbakır, Elazığ, Tunceli’de yaşadık. Liseyi Tunceli’de yatılı okuduktan sonra İstanbul’a geldim. Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi Grafik Sanatlar Bölümü’ne girdim. Öğrencilik dönemim İstanbul’u keşfetmekle geçti. Eski semtleri, yıkılmış mahalleleri, tarihi harabeleri gezdim. Bu mekanlar öğrencilik dönemi resimlerimin ilham kaynağı oldu. Yine aynı yıllarda merak ettiğim Kapadokya, Mersin, Muğla, Erzurum, Adıyaman’a gittim. 1976’da mezun olduktan sonra, Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde görev yaptığım dönemde, okulda görev yapan yabancılarla diyalog kurmam yurtdışına ilgimi artırdı. Diğer ülkeleri, hayatları, kültürleri merak etmeye başladım.
Almanya’ya yolunuz nasıl düştü?
- 12 Eylül yönetiminin politik baskılarından kurtulmak için 1986’da yurtdışına çıktım. Türkiye’de tanıştığım bir Alman’ın davetiyle Stuttgart’a yerleştim. İlk bir yılımı Berlin’de geçirdim. Romantik Müze’deki Caspar David Friedrich’in eserleri üzerine bir inceleme hazırladım. Stuttgart’a dönüşte önce Baden Wüttenberg bölgesini keşfetmek için çevredeki illere, kasabalara geziler yaptım. Örneğin ilk keşfettiğim yerlerden biri çok sevdiğim ressamlardan Albert Dürer’in şehri Nürnberg’di. Ardından fırsat buldukça Almanya’nın diğer bölgelerine, şehirlerine gittim. 25 yılda İngiltere hariç tüm Avrupa’yı gezdim. Bu arada yaz tatillerimi Bingöl’de geçirdim.
BAĞ MANZARALARI ŞARAP FESTİVALLERİ
Stuttgart’ı hangi ayda görülmesini tavsiye edersiniz?
- İlkbahar ve sonbaharda. Özellikle sonbaharda, kasım ayı manzaranın en güzel, renklerin en sıcak olduğu dönemdir. Almanya’nın yüzde 80’inde şehirler düz alanlara kurulmuştur. Stuttgart ise tepeli bir şehirdir, bu özelliğini çok severim. Çevresindeki ormanlar, içindeki parklar, nehir boyunca uzanan bağlar kasımda sarı, kırmızı, yeşilin binbir tonuna bürünür. Her köşede bakmaya doyamayacağınız manzaralar çıkar karşınıza.
Kasımda şehrin sokaklarında, meydanlarında neler yaşanıyor?
- Stuttgart çok zengin bir bölgenin, zengin şehri. Otomotiv endüstrisinin ünlü markaları Mercedes, Porche bu şehirden çıkmış. Bu kültürel yapıyı da zenginleştirmiş. Halkı biraz içine kapalı, tutucudur. Buna rağmen dost olduğunuzda, size sahip çıkarlar. Şehrin müzeleri çok güzeldir. Daimi sergilerin yanı sıra sürekli özel sergiler düzenlenir. Kasım kışa girmeden önce sanatın sokaklara, meydanlara çıktığı son aydır. Çok kültürlülüğü ön plana çıkaran farklı ulusların bireylerini buluşturan büyük etkinlikler düzenlenir. Schlossplatz adlı meydanda ve çevresinde hafta sonunda dev bir bitpazarı kurulur. Burada eski resimler, kitaplar, antikalar satılır. Trafiğe kapalı olan König Caddesi boyunca gruplar her köşede müzik yapar. Schloss çevresindeki parklarda herkes çimenlerin üzerine uzanıp konser dinler. Ayrıca animasyon film festivali de bu ayda düzenlenir. Camdan yapılan yeni şehir müzesi Staat Museum da buradadır. Güzel ve gülmesi gereken bir binadır.
Doğaseverlere öncelikle nereleri görmelerini önerirsiniz?
- Öncelikle şehrin parkları, çevresindeki tepeler görülmeli. Otomobille yarım saatte ulaşılabilecek Swabia Dağları ve Kara Ormanlar’ın sonbahar manzarası meşhurdur. Reutlingen kenti yakınlarındaki Achalm Dağı’nın tepesinde, 11’inci yüzyıldan kalma bir masal şatosu Schloss Lichtenstein bulunuyor. Kasım ayında Stuttgart’tan Hegel’in ders verdiği üniversite şehri Tübingen’e giderken, 45 kilometrelik otoyolda ormanların arasında çok güzel doğa boşlukları, çayırlar çıkar karşınıza. İnsanı minamalist resme yönlendiren manzaralardır bunlar. Tübingen’den geçen Neckar ve Ammer nehirleri üzerine çok güzel köprüler yapılmıştır. Şehirdeki romantizmin dozu kasımda iyice artar. Stuttgart’tan Tübingen’e uzanan Neckar Nehri vadisi bağlarla kaplıdır. Bağ manzaraları arasındaki küçük köylerde bu mevsimde şarap festivalleri düzenlenir. Bu bölgenin mutfağı da çok zengindir. Soslu et yemeklerinin yanı sıra büyük mantılar (maultaschen), ev makarnası diyebileceğimiz spatzle tadılmaya değer yemeklerdir. Yerel mutfağı merak eden lezzet avcılarına Stuttgard’ın merkezinde Filler ve Olga caddelerinin kesiştiği bölgedeki Oma’nın Yeri’ne uğramalarını öneririm.
KRALIN ŞATOSUNU SANATÇILAR KULLANIYOR
Resim meraklılarına ne önerirsiniz?
- Öncelikle görülmesi gereken müze, post modern mimarisiyle dikkat çeken baroktan, çağdaş resme kadar geniş bir koleksiyonu olan Staatsgalerie. 14-19 yüzyıllar arasındaki ustaların eserleri, örneğin Monet, Renoir, Cezanne, Rubens, Rembrant’ın resimleri burada sergilenir. Bitişiğinde 1980’de yapılan yeni Ulusal Galeri’de ise Klee, Kandinsky, Miro, Picasso, Dali gibi çağdaş örnekleri görebilirsiniz. Her ikisinde de dönemlik sergiler ilgi çekicidir. Şehrin ressamları Konrad Adenauer Caddesi’ndeki Stella’da buluşur. Kafenin duvarlarında gençlerin resimleri sergilenir. Bohnenviertel bölgesinde, Esslinger Caddesi’nin ara sokaklarında kitapçılar, antikacıların yanı sıra çağdaş ressamların eserlerinin sergilendiği galeriler vardır. Metroyla 15 dakikada ulaşılabilen, Neckar Nehri kıyısındaki ortaçağ şehri Esslingen’de de çok güzel galeriler var. Bu şehir de mutlaka görülmeli. Stuttgart merkezinin biraz dışında Solitude’de 18’inci yüzyılda kralın yaptırdığı şato, bir sanat merkezine dönüştürüldü. Modern sanatçılar burada aylarca konaklayabiliyor, eserlerini sergiliyor. Solitude’de şato gezilebilir, sanatçıların çalışma ortamları ve eserleri görülebilir. Bir başka sıradışı mekan Stuttgart’ın kuzey mahallerinden Waggenhalle’deki galeriler, sanat merkezleri. Burada konserler de düzenleniyor.
“Bir Gezginin Öğleden Sonrası”nda gezdiğiniz yerlerden izler var mı?
- Almanya’nın ağır koşulları, kültürel açıdan yaşadığım boğulma hissi nedeniyle renk 15 yıl önce resimlerimden çıkmıştı. Yanmış toprak, savaş doğası diye nitelenen bir akıma yakın, neredeyse siyah - beyaz resimler yapıyordum. Üç yıl önce Bingöl ve Stuttgart’ın doğasına daha dikkatli bakmaya başladım. Bingöl’ün el değmemiş dağları, flora zenginliği, Stuttgart’ın parkları, bağları, ormanları beni tekrar renklere kavuşturdu. Öğleden sonraların özel ışığında hafızama kazınan görüntüleri Almanya’da edindiğim çağdaş resim anlayışıyla yoğurup, resimleştirdim. Eserlerimde doğadaki hayat gücünü sorguluyorum, doğanın özüne ulaşmaya çalışıyorum. Evrendeki hareket, güç, enerjiyi yansıtmaya çalışıyorum. Figüratif çalışmıyorum. Soyut, kaligrafik özellikler de taşıyan bir yaklaşım taşıyor bu sergideki eserler. Kimilerinin büyüklüğü dört metreyi bulan resimleri, Fransız besteci Debussy’nin “Bir Pan’ın Öğleden Sonrası” adlı eserinden esinlenerek “Bir Gezginin Öğleden Sonrası” adı altında bir araya getirdim. İzlenimci müziğin örneği olan bu eser, sergiyi aynı zamanda izlenimci resmin kurucularından Monet’e de bağlıyor.