Simla YERLİKAYA
Son Güncelleme:
Sırt çantasıyla Antakya’dan Suriye’ye
Üç kız arkadaş, Suriye’ye gitmeye karar verdiğimizde çevreden aldığımız tepki kısa ve net oldu: "Neden?" Tura katılmadan, elimizde sadece "Lonely Planet", sırtımızda 15 kiloluk çantalarla yola çıkmamız tuhaf karşılandı. Çünkü, yurtdışında gezi denince güneydoğu komşumuz hiç akla gelmiyor. Oysa Suriye, kapalı çarşıları, kaleleri, daracık sokakları, müthiş lezzetli yemekleri ve naneli limonatasıyla keşfedilmeyi bekleyen bambaşka bir dünya.
Gezi boyunca gördüğümüz her şey merak uyandırıcıydı. Bir yandan bize çok benzeyen, bir yandan da çok farklı bir medeniyeti keşfetmek bu geziyi harika kıldı. Üstelik fiyatlar Türkiye’y göre çok ucuzdu. Avrupalı turistlerin Türkiye’deki mutluluğunu yaşadık, para hesabı yapmadan, bir hafta krallar gibi yaşadık...
HALEP
Suriye gezisinde kendimizi, Türkiye’ye gelmiş Avrupalı turist gibi hissedeceğimiz daha en başından belliydi. Nişantaşı’ndaki konsolosluğa elde pasaport, iki fotoğraf, vize formu ve 20 Euro’luk harç parasıyla sabahtangidiyorsunuz, öğleden sonra vizeyi alıyorsunuz. Bu kadar basit. Ulaşım için havayolunu tercih edebilirsiniz. Ama bu biraz pahalıya mal oluyor. Biz Antakya’ya kadar uçakla gidip, Suriye’ye karayolu ile geçmeyi tercih ettik. Uçak bileti için verdiğiniz ücret büyük bir rakam değil, ama Antakya’dan Suriye’ye geçiş sadece 5 YTL olunca, uçağa verdiğimiz rakamlar gözümüze bir anda büyük göründü tabii.
BEŞAR ESAD, BİZ GELDİK!
Antakya tek başına birkaç gezi yazısına konu olabilecek derinlikte bir şehir. Biz sadece bir gün ayırıp Suriye’ye doğru yola koyuluyoruz. Antakya’dan Suriye’ye geçmenin birçok yolu var. Otobüs veya taksilerle Halep veya Lazkiye’ye gidebilirsiniz. Eski otogara yönelince "Lazkiye, Halep" diye bağıran şoförler karşınıza çıkıyor. Taksiyle Halep, iki-üç saat. Süre sınırdaki beklemeye göre değişiyor. Hafta sonunda taksi, kişi başı 30 YTL. Otobüs ise sadece 5 YTL. Biletleri eski otogarda satılıyor. Otogar dışından kalkanlar daha da ucuz, bunları tercih edip, yola çıkıyoruz.
Cilvegözü Sınır Kapısı’na geldiğimizde otobüste bir curcuna başlıyor. Bir yolcu pasaportları toplayıp, gümrüğe gidiyor. Ne otobüste kontrol yapan memur var ne de aşağı inme zorunluluğu. Müthiş bir misafirperverlik, ancak pasaportunu kaybetmekten korkan benim gibiler için tam bir kabus...
Türkiye sınırından çıkıp, Suriye tarafına geçtiğinizde sizi ilk karşılayan boy boy, bol bol Beşar Esad fotoğrafı. Bazısında üniformalı, bazısında sivil, güneş gözlüklü. Hepsinde gökyüzüne bakıyor. Suriye’nin sınır memurları ise o kadar rahat ki, tiyatro sahnesine benziyor gümrük. Bir yandan sigara tüttürüp, diğer yandan keyifle işlemleri yapıyorlar.
Toplam beş saatlik bir yolculuk ve sınırda beklemenin ardından, Halep’e varıyoruz. Sırtımızda çantalarla şehrin kalabalığına karışıyoruz. Yönümüzü belirlemek, kalacak otel bulmak için çabalarken, çevredekiler uzaydan gelmişiz gibi bizi izliyor. "Temiz olsun yeter" deyip, Lonely Planet’in tavsiye ettiği Al-Gawaher’e yerleşiyoruz. "Oteli ucuza getirdik, gezmeye dilediğimizce para harcayabiliriz" diyor ve Halep turuna başlıyoruz.
KALEDEN HALEP MANZARASI UNUTULMAZ
Halep dünyada ilk yerleşimlerin kurulduğu bölge. UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinde. Şehir çok iyi korunmuş, genel dokuya aykırı yapı görmeniz mümkün değil. Toprak rengi evler var her yerde. Şehrin her köşesi aynı renk. Sheraton bile bu mimariye uygun inşa edilmiş. Sokaklar kalabalık, hareketli. Trafik çok yoğun. Korna çalmak milli spor. 1,6 milyon kişinin yaşadığı Halep, nüfusta Şam’la baş başa gidiyor. Halep, Şam’dan daha muhafazakar. Hıristiyan mahallesi dışında başı açık kadın görmek çok zor. Kot ve kısa kollu tişörtlerimiz burası için dikkat çekici. Buna rağmen hiç rahatsız edilmeden, gönül rahatlığıyla geziyoruz.
Halep’in Kapalı Çarşısı, İstanbul’dakine oranla küçük. Sadece turistik amaçla kullanılmıyor. Defne sabunları, altınlar, türlü baharatlar, ayakkabı ve giysilerin arasında benim ilgimi en çok çeken kasaplar. Buzdolapları, dondurucular pek yok. Hálá eski usulde çalışıp, derisi yüzülmüş hayvanı vitrinine asıyorlar. Sakatat ve kelleler açıktaki tezgaha sıra sıra diziliyor. Çok lezzetli kebapları yerken başınıza gelecek en kötü şey, pazardaki manzarayı hatırlamak. Arkadaşlarımın en çok ilgisini çeken ise her köşede karşımıza çıkan meyve suyu büfeleri. Taze sıkıp, isteyene kokteyl yapıyorlar:Portakal, nar, mango, muz, çilek. Tüm gezi boyunca bu büfeler bizi ferahlatan uğrak yerimiz oluyor.
Halep çarşısından çıkışta, kendimizi kalenin önünde buluyoruz. Giriş öğrencilere 10, yetişkinlere 150 Suriye Pound’u (100 SYP 2 YTL). Halep Kalesi, insan yapımı 50 metrelik bir tepenin üzerine kurulmuş, bu sayede şehri yukarıdan görebiliyor. Manzara gerçekten nefes kesici. Hava da açıksa, tam anlamıyla bütün şehir ayaklarınızın altında. Bu şehir manzarasına karşı çayınızı içip zahterli, biber ezmeli lavaşlarınızı, içinde eritilmiş hellim peyniri bulunan pideleri yiyebilirsiniz. Kaleden inişte yer alan çay bahçeleri Halep’in en güzellerinden. Hem kaleye karşı güzel bir manzaraları var, hem de bol naneli limonataları çok güzel. Bir de nargile içtiniz mi, keyfiniz tamamlanıyor.
Akşam yemeğinden çıkışta Halep’in nadir barlarından birine gidiyoruz: Sissi. Üst katı restoran ve tıklım tıklım. Barda sadece iki turist kız oturuyor. Biz çay ısmarlamaya karar veriyoruz. Gerçi garson "Burası bar" diye bize biraz çıkışıyor ama ortalık o kadar tenha ki, rahat rahat çayımızı içip otele dönüyoruz.
Halep’teki ikinci günümüzde ilk durağımız Milli Müze. Lonely Planet’da şu şekilde tarif ediliyor: "İlk girişte spor salonunu andırsa da, içindeki çok değerli koleksiyon etkileyici." Gerçekten de müzede tam anlamıyla bir hazine yatıyor ama sunum bir facia. Her şey bir karmaşa içinde. Boş panolar, boyası dökülmüş çerçeveler, açıkta duran eserler... Vitrinlerde bilgi yok. Müzede gördüğümüz harita ise, bizleri çileden çıkarmaya yetiyor: Hatay, Suriye sınırları içinde! Sorunca, eski bir harita olduğu söyleniyor. Ne hikmetse tüm müzelerde bu "eski" haritalar sergileniyor.
Müzenin rehberi bizim eserlerle yakından ilgilendiğimizi görünce, kendiliğinden yardım etmeyi teklif ediyor. Yarı Fransızca, yarı İngilizce, hatta biraz da Arapça anlaşıyoruz. Harika bir müze turu attıyoruz. "İşte bir Doğu ülkesinde gezmenin güzelliği" diye düşünüyoruz. Hiç beklenmedik anda gönüllü yardım... Çıkışta Hıristiyan mahallesinde tur atıyoruz, Ermeni kuyumcularla Türkçe sohbet ediyoruz. Kiliseleri ve ardından Hıristiyan mahallesindeki modern çarşıyı geziyoruz.
Ertesi gün Şam’a doğru yola çıkıyoruz. Uçak fiyatları 20 dolar civarında, biz 3 dolara manzaralı yolculuğu tercih ediyoruz. Otobüsler pek konforlu sayılmasa da yollar güzel. Şam’a kadar sorunsuz ulaşıyoruz.
NEREDE YENİR, İÇİLİR
HALEP: Beit Wakil Oteli’nin yemekleri çok ünlü. Pahalı olduğu için kalmadık ama yemeklerini denedik. Restoran aslında o akşam tamamen rezerve edilmişti. 21.00’e kadar masayı boşaltma koşuluyla girdik. Siz, mutlaka rezervasyon yaptırın. Yemek gerçek bir şölen: Yassı içli köfteye benzeyen kubbah’yi ve kirazlı kebabı deniyoruz. İlki çok lezzetli, ikincisi biraz fazla tatlı. Humus her zamanki gibi mükemmel. Tabule ve zeytin salatası da öyle. Suriye’nin birasını da deniyoruz: El-Şark’ın tadı biraz farklı ama hiç fena değil. Bu nefis yemeğe verdiğimiz para ise kişi başı 7 dolar! Suriye’de restoranlara gidince hesapta yazan kalemlere şaşırmayın. Sofraya gelen peçete, açılan su ve çalınan müzik için ayrıca para ödüyorsunuz.
ŞAM: Şam’da yemek konusunda çeşit bol. Pirinç, bulgur ve buğday pilavları, sebzeli türlüler çok lezzetli. Sebzede iddialı restoran Ebu Kemal, Hicaz İstasyonu yakınında. Sadece sokak arasında yenebilen falafeller hijyen konusunda kötü not alsa da, lezzet konusunda harika. Kebap seçenekleri, köfte, kubbah, tabule (maydanoz ve bulgurlu salata), humus, ful (tatlı ve ekşili soslu nohut), babaganuş (patlıcanlı meze) ve fatuş (peynirli mevsim salatası) gibi yerel tatları Azem Sarayı’nın yakınında, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da yemek yediği Al Khawali’de tadın. İtalyan ve dünya mutfağını sunan restoranlar da rastlayabilirsiniz. Künefeler ise en az Hatay’daki kadar bol peynirli ve lezzetli.
ŞAM
HİCAZ İSTASYONU ARTIK SAHAF ÇARŞISI
Şam’ın Halep’ten farkını otogara iner inmez anladık. Taksi şoförleri, bizi görür görmez kolumuza yapıştı: "Şehrin merkezine 300 SYP’ye götürürüz" diyorlar. Oysa Lonely Planet durumu gayet net özetlemiş: "Otogarda taksi şoförleri sizi şehrin içine götürmek için 300 SYP gibi rakamlar teklif edecektir. Bu tamamen sallamadır. Sakın 50 SYP’den fazla vermeyin!" Biz arkamızı dönüp yürüdükçe fiyat düşüyor, ancak 100’den 50’ye indirmede biraz zorlanıyoruz.Turistlerin ısrar nedenini onlar da kavramış, "O kitaba inanmayın, eski baskı" diyorlar. Ama sonunda 50’ye götürmeye razı oluyorlar.
Hostele eşyalarımızı bırakıp, Şam’ın sokaklarına atıyoruz kendimizi. İlk durağımız Hicaz Tren İstasyonu. Hicaz Demiryolu’nun yapımına 1900’de başlanmış. Osmanlılar bu demiryoluyla Ortadoğu’da Fransız ve İngilizlere karşı üstünlük kazanmayı amaçlamış. Ortadoğu’ya giden tüm yolların başladığı Şam’daki Hicaz Garı ise harika vitrayları ve mimarisiyle dikkat çekiyor. Yalnız şimdilerde bu istasyon sahaf çarşısı. İçinde de "dev Beşar Esad portreleri sergisi" var. Her yer onun fotoğraflarıyla dolu. İçerideki görevli bizim Türkiye’de geldiğimizi öğrenince, normalde çıkılması yasak olan üst kata çıkmamıza izin veriyor. Üst kattan etkileyici Şam manzarasına baktıktan sonra eski şehire doğru yola çıkıyoruz.
Şam’ın eski yerleşimin bulunduğu bölümü gerçekten çok etkileyici. Hamidiye Çarşı’sı hálá çok canlı. Kandile denk geldiğimiz için, herkes kapalı çarşıya akın etmişti. Çarşının çıkışında tüm ihtişamıyla Ümeyye Camii duruyor. Caminin mimarisi renkli, içindeki kalabalık daha da renkli. Camiye girmek için sadece baş örtmek yetmiyor. Kotlu olduğumuz için, bize kapıda verilen pardösüleri de giyiyoruz. Avlusu tam bir curcuna. Çocuklar oynuyor, kadınlar sohbet ediyor. İçerisi ise namaz kılanlar veya bir köşede oturanlarla dolu. Camiden çıkınca hemen Azem Sarayı’na dalıyoruz. Sarayı Osmanlı Valisi Esat Paşa, 1749 yılında yaptırmış. Çıkışta Emevi Camii’nin arka duvarının dibinde yer alan çay bahçelerinde oturuyoruz. Türk kahvelerimizi içip yorgunluğumuzu atıyoruz.
İRAN’DAN GELEN Şİİ KADINLAR CAMİDE AĞLIYORDU
Şam’ın Milli Müzesi, Halep’ten daha bakımlı ve daha kalabalık. Koleksiyonu da gayet zengin. Zaten Şam, tarihi yapılar açısından çok zengin bir şehir. Selahaddin Eyyubi’nin türbesi, Son Osmanlı Padişahı Vahideddin’in mezarı, Süleymaniye Tekkesi ve Seyyide Rukiye Camii mutlaka görülmesi gereken yerler arasında. Hz. Hüseyin’in kızı olan Seyyide Rukiye’nin adına yapılan cami Şiiler için özel önem taşıyor. Eğer bizim gibi kandil akşamı camiye giderseniz İran’dan gelmiş onlarca kişinin ağlamaları ve duaları arasında yapıyı geziyorsunuz. İranlıları her sene Şam’a çeken bir başka sebep de Hz.Yahya Peygamberin mezarı ile İmam Hüseyin’in Kerbela’da kesilen başının Ümeyye Camii’nde defnedilmiş olması.
Şam’dan sonra Suriye gezinizde tercih edebileceğiniz rotalar çok çeşitli. İsterseniz bizim gibi üç dolara, otobüsle üç saatte Beyrut’a geçebilir, sonra Akdeniz kıyısında ufak ve modern bir Suriye şehri olan Lazkiye’ye dönebilirsiniz. Veya çöl içindeki Palmira antik kentini gezebilir, sonra Hama, Humus gibi diğer büyük Suriye şehirlerine geçebilirsiniz. Eğer dönüşünüzü Lazkiye, Halep veya Şam gibi şehirlere denk getirirseniz Türkiye’ye dolmuşla veya otobüsle çok ucuz bir ücrete geçmek mümkün.
HİCAZ İSTASYONU ARTIK SAHAF ÇARŞISI
Şam’ın Halep’ten farkını otogara iner inmez anladık. Taksi şoförleri, bizi görür görmez kolumuza yapıştı: "Şehrin merkezine 300 SYP’ye götürürüz" diyorlar. Oysa Lonely Planet durumu gayet net özetlemiş: "Otogarda taksi şoförleri sizi şehrin içine götürmek için 300 SYP gibi rakamlar teklif edecektir. Bu tamamen sallamadır. Sakın 50 SYP’den fazla vermeyin!" Biz arkamızı dönüp yürüdükçe fiyat düşüyor, ancak 100’den 50’ye indirmede biraz zorlanıyoruz. Turistlerin ısrar nedenini onlar da kavramış, "O kitaba inanmayın, eski baskı" diyorlar. Ama sonunda 50’ye götürmeye razı oluyorlar.
Hostele eşyalarımızı bırakıp, Şam’ın sokaklarına atıyoruz kendimizi. İlk durağımız Hicaz Tren İstasyonu. Hicaz Demiryolu’nun yapımına 1900’de başlanmış. Osmanlılar bu demiryoluyla Ortadoğu’da Fransız ve İngilizlere karşı üstünlük kazanmayı amaçlamış. Ortadoğu’ya giden tüm yolların başladığı Şam’daki Hicaz Garı ise harika vitrayları ve mimarisiyle dikkat çekiyor. Yalnız şimdilerde bu istasyon sahaf çarşısı. İçinde de "dev Beşar Esad portreleri sergisi" var. Her yer onun fotoğraflarıyla dolu. İçerideki görevli bizim Türkiye’de geldiğimizi öğrenince, normalde çıkılması yasak olan üst kata çıkmamıza izin veriyor. Üst kattan etkileyici Şam manzarasına baktıktan sonra eski şehire doğru yola çıkıyoruz.
Şam’ın eski yerleşimin bulunduğu bölümü gerçekten çok etkileyici. Hamidiye Çarşı’sı hálá çok canlı. Kandile denk geldiğimiz için, herkes kapalı çarşıya akın etmişti. Çarşının çıkışında tüm ihtişamıyla Ümeyye Camii duruyor. Caminin mimarisi renkli, içindeki kalabalık daha da renkli. Camiye girmek için sadece baş örtmek yetmiyor. Kotlu olduğumuz için, bize kapıda verilen pardösüleri de giyiyoruz. Avlusu tam bir curcuna. Çocuklar oynuyor, kadınlar sohbet ediyor. İçerisi ise namaz kılanlar veya bir köşede oturanlarla dolu. Camiden çıkınca hemen Azem Sarayı’na dalıyoruz. Sarayı Osmanlı Valisi Esat Paşa, 1749 yılında yaptırmış. Çıkışta Emevi Camii’nin arka duvarının dibinde yer alan çay bahçelerinde oturuyoruz. Türk kahvelerimizi içip yorgunluğumuzu atıyoruz.
İRAN’DAN GELEN Şİİ KADINLAR CAMİDE AĞLIYORDU
Şam’ın Milli Müzesi, Halep’ten daha bakımlı ve daha kalabalık. Koleksiyonu da gayet zengin. Zaten Şam, tarihi yapılar açısından çok zengin bir şehir. Selahaddin Eyyubi’nin türbesi, Son Osmanlı Padişahı Vahideddin’in mezarı, Süleymaniye Tekkesi ve Seyyide Rukiye Camii mutlaka görülmesi gereken yerler arasında. Hz. Hüseyin’in kızı olan Seyyide Rukiye’nin adına yapılan cami Şiiler için özel önem taşıyor. Eğer bizim gibi kandil akşamı camiye giderseniz İran’dan gelmiş onlarca kişinin ağlamaları ve duaları arasında yapıyı geziyorsunuz. İranlıları her sene Şam’a çeken bir başka sebep de Hz.Yahya Peygamberin mezarı ile İmam Hüseyin’in Kerbela’da kesilen başının Ümeyye Camii’nde defnedilmiş olması.
Şam’dan sonra Suriye gezinizde tercih edebileceğiniz rotalar çok çeşitli. İsterseniz bizim gibi üç dolara, otobüsle üç saatte Beyrut’a geçebilir, sonra Akdeniz kıyısında ufak ve modern bir Suriye şehri olan Lazkiye’ye dönebilirsiniz. Veya çöl içindeki Palmira antik kentini gezebilir, sonra Hama, Humus gibi diğer büyük Suriye şehirlerine geçebilirsiniz. Eğer dönüşünüzü Lazkiye, Halep veya Şam gibi şehirlere denk getirirseniz Türkiye’ye dolmuşla veya otobüsle çok ucuz bir ücrete geçmek mümkün.
NEREDE KALINIR?
HALEP: Eğer aradığınız lüks ve konforsa, gideceğiniz adresler belli: Yeni açılan, şehrin tam göbeğindeki Sheraton, Atatürk’ün de 1918 yılında bir müddet kaldığı Baron Otel veya Hıristiyan mahallesinde yer alan Beit Wakil Otel. "Suriye ucuz" dedik yazının en başında, ama tabii bu otellerin fiyatları Türkiye’ye oranla ucuz olmalarına rağmen, diğer Suriye otellerine kıyasla çok pahalı. Biz Al-Gawaher Otel’i seçtik. Temiz, 24 saat sıcak su akıyor. Gecesi 6 dolar!
ŞAM: Şam’da her bütçeye göre otel bulmak mümkün. Çift kişilik odalar Four Seasons, Beit Al Mamlouka gibi beş yıldızlı otellerde 200 YTL, dört yıldızlı otellerde 70 YTL, üç yıldızlılarda 30 YTL civarında. Hostelde kişi başına konaklama 10 YTL’ye kadar düşüyor. Biz Al-Rabie Hostel’inde kaldık. Restore edilmiş eski, yüksek tavanlı bir bina. Avlusu şehrin karmaşasından uzak bir vaha gibi.
HALEP
Suriye gezisinde kendimizi, Türkiye’ye gelmiş Avrupalı turist gibi hissedeceğimiz daha en başından belliydi. Nişantaşı’ndaki konsolosluğa elde pasaport, iki fotoğraf, vize formu ve 20 Euro’luk harç parasıyla sabahtangidiyorsunuz, öğleden sonra vizeyi alıyorsunuz. Bu kadar basit. Ulaşım için havayolunu tercih edebilirsiniz. Ama bu biraz pahalıya mal oluyor. Biz Antakya’ya kadar uçakla gidip, Suriye’ye karayolu ile geçmeyi tercih ettik. Uçak bileti için verdiğiniz ücret büyük bir rakam değil, ama Antakya’dan Suriye’ye geçiş sadece 5 YTL olunca, uçağa verdiğimiz rakamlar gözümüze bir anda büyük göründü tabii.
BEŞAR ESAD, BİZ GELDİK!
Antakya tek başına birkaç gezi yazısına konu olabilecek derinlikte bir şehir. Biz sadece bir gün ayırıp Suriye’ye doğru yola koyuluyoruz. Antakya’dan Suriye’ye geçmenin birçok yolu var. Otobüs veya taksilerle Halep veya Lazkiye’ye gidebilirsiniz. Eski otogara yönelince "Lazkiye, Halep" diye bağıran şoförler karşınıza çıkıyor. Taksiyle Halep, iki-üç saat. Süre sınırdaki beklemeye göre değişiyor. Hafta sonunda taksi, kişi başı 30 YTL. Otobüs ise sadece 5 YTL. Biletleri eski otogarda satılıyor. Otogar dışından kalkanlar daha da ucuz, bunları tercih edip, yola çıkıyoruz.
Cilvegözü Sınır Kapısı’na geldiğimizde otobüste bir curcuna başlıyor. Bir yolcu pasaportları toplayıp, gümrüğe gidiyor. Ne otobüste kontrol yapan memur var ne de aşağı inme zorunluluğu. Müthiş bir misafirperverlik, ancak pasaportunu kaybetmekten korkan benim gibiler için tam bir kabus...
Türkiye sınırından çıkıp, Suriye tarafına geçtiğinizde sizi ilk karşılayan boy boy, bol bol Beşar Esad fotoğrafı. Bazısında üniformalı, bazısında sivil, güneş gözlüklü. Hepsinde gökyüzüne bakıyor. Suriye’nin sınır memurları ise o kadar rahat ki, tiyatro sahnesine benziyor gümrük. Bir yandan sigara tüttürüp, diğer yandan keyifle işlemleri yapıyorlar.
Toplam beş saatlik bir yolculuk ve sınırda beklemenin ardından, Halep’e varıyoruz. Sırtımızda çantalarla şehrin kalabalığına karışıyoruz. Yönümüzü belirlemek, kalacak otel bulmak için çabalarken, çevredekiler uzaydan gelmişiz gibi bizi izliyor. "Temiz olsun yeter" deyip, Lonely Planet’in tavsiye ettiği Al-Gawaher’e yerleşiyoruz. "Oteli ucuza getirdik, gezmeye dilediğimizce para harcayabiliriz" diyor ve Halep turuna başlıyoruz.
KALEDEN HALEP MANZARASI UNUTULMAZ
Halep dünyada ilk yerleşimlerin kurulduğu bölge. UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinde. Şehir çok iyi korunmuş, genel dokuya aykırı yapı görmeniz mümkün değil. Toprak rengi evler var her yerde. Şehrin her köşesi aynı renk. Sheraton bile bu mimariye uygun inşa edilmiş. Sokaklar kalabalık, hareketli. Trafik çok yoğun. Korna çalmak milli spor. 1,6 milyon kişinin yaşadığı Halep, nüfusta Şam’la baş başa gidiyor. Halep, Şam’dan daha muhafazakar. Hıristiyan mahallesi dışında başı açık kadın görmek çok zor. Kot ve kısa kollu tişörtlerimiz burası için dikkat çekici. Buna rağmen hiç rahatsız edilmeden, gönül rahatlığıyla geziyoruz.
Halep’in Kapalı Çarşısı, İstanbul’dakine oranla küçük. Sadece turistik amaçla kullanılmıyor. Defne sabunları, altınlar, türlü baharatlar, ayakkabı ve giysilerin arasında benim ilgimi en çok çeken kasaplar. Buzdolapları, dondurucular pek yok. Hálá eski usulde çalışıp, derisi yüzülmüş hayvanı vitrinine asıyorlar. Sakatat ve kelleler açıktaki tezgaha sıra sıra diziliyor. Çok lezzetli kebapları yerken başınıza gelecek en kötü şey, pazardaki manzarayı hatırlamak. Arkadaşlarımın en çok ilgisini çeken ise her köşede karşımıza çıkan meyve suyu büfeleri. Taze sıkıp, isteyene kokteyl yapıyorlar:Portakal, nar, mango, muz, çilek. Tüm gezi boyunca bu büfeler bizi ferahlatan uğrak yerimiz oluyor.
Halep çarşısından çıkışta, kendimizi kalenin önünde buluyoruz. Giriş öğrencilere 10, yetişkinlere 150 Suriye Pound’u (100 SYP 2 YTL). Halep Kalesi, insan yapımı 50 metrelik bir tepenin üzerine kurulmuş, bu sayede şehri yukarıdan görebiliyor. Manzara gerçekten nefes kesici. Hava da açıksa, tam anlamıyla bütün şehir ayaklarınızın altında. Bu şehir manzarasına karşı çayınızı içip zahterli, biber ezmeli lavaşlarınızı, içinde eritilmiş hellim peyniri bulunan pideleri yiyebilirsiniz. Kaleden inişte yer alan çay bahçeleri Halep’in en güzellerinden. Hem kaleye karşı güzel bir manzaraları var, hem de bol naneli limonataları çok güzel. Bir de nargile içtiniz mi, keyfiniz tamamlanıyor.
Akşam yemeğinden çıkışta Halep’in nadir barlarından birine gidiyoruz: Sissi. Üst katı restoran ve tıklım tıklım. Barda sadece iki turist kız oturuyor. Biz çay ısmarlamaya karar veriyoruz. Gerçi garson "Burası bar" diye bize biraz çıkışıyor ama ortalık o kadar tenha ki, rahat rahat çayımızı içip otele dönüyoruz.
Halep’teki ikinci günümüzde ilk durağımız Milli Müze. Lonely Planet’da şu şekilde tarif ediliyor: "İlk girişte spor salonunu andırsa da, içindeki çok değerli koleksiyon etkileyici." Gerçekten de müzede tam anlamıyla bir hazine yatıyor ama sunum bir facia. Her şey bir karmaşa içinde. Boş panolar, boyası dökülmüş çerçeveler, açıkta duran eserler... Vitrinlerde bilgi yok. Müzede gördüğümüz harita ise, bizleri çileden çıkarmaya yetiyor: Hatay, Suriye sınırları içinde! Sorunca, eski bir harita olduğu söyleniyor. Ne hikmetse tüm müzelerde bu "eski" haritalar sergileniyor.
Müzenin rehberi bizim eserlerle yakından ilgilendiğimizi görünce, kendiliğinden yardım etmeyi teklif ediyor. Yarı Fransızca, yarı İngilizce, hatta biraz da Arapça anlaşıyoruz. Harika bir müze turu attıyoruz. "İşte bir Doğu ülkesinde gezmenin güzelliği" diye düşünüyoruz. Hiç beklenmedik anda gönüllü yardım... Çıkışta Hıristiyan mahallesinde tur atıyoruz, Ermeni kuyumcularla Türkçe sohbet ediyoruz. Kiliseleri ve ardından Hıristiyan mahallesindeki modern çarşıyı geziyoruz.
Ertesi gün Şam’a doğru yola çıkıyoruz. Uçak fiyatları 20 dolar civarında, biz 3 dolara manzaralı yolculuğu tercih ediyoruz. Otobüsler pek konforlu sayılmasa da yollar güzel. Şam’a kadar sorunsuz ulaşıyoruz.
NEREDE YENİR, İÇİLİR
HALEP: Beit Wakil Oteli’nin yemekleri çok ünlü. Pahalı olduğu için kalmadık ama yemeklerini denedik. Restoran aslında o akşam tamamen rezerve edilmişti. 21.00’e kadar masayı boşaltma koşuluyla girdik. Siz, mutlaka rezervasyon yaptırın. Yemek gerçek bir şölen: Yassı içli köfteye benzeyen kubbah’yi ve kirazlı kebabı deniyoruz. İlki çok lezzetli, ikincisi biraz fazla tatlı. Humus her zamanki gibi mükemmel. Tabule ve zeytin salatası da öyle. Suriye’nin birasını da deniyoruz: El-Şark’ın tadı biraz farklı ama hiç fena değil. Bu nefis yemeğe verdiğimiz para ise kişi başı 7 dolar! Suriye’de restoranlara gidince hesapta yazan kalemlere şaşırmayın. Sofraya gelen peçete, açılan su ve çalınan müzik için ayrıca para ödüyorsunuz.
ŞAM: Şam’da yemek konusunda çeşit bol. Pirinç, bulgur ve buğday pilavları, sebzeli türlüler çok lezzetli. Sebzede iddialı restoran Ebu Kemal, Hicaz İstasyonu yakınında. Sadece sokak arasında yenebilen falafeller hijyen konusunda kötü not alsa da, lezzet konusunda harika. Kebap seçenekleri, köfte, kubbah, tabule (maydanoz ve bulgurlu salata), humus, ful (tatlı ve ekşili soslu nohut), babaganuş (patlıcanlı meze) ve fatuş (peynirli mevsim salatası) gibi yerel tatları Azem Sarayı’nın yakınında, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da yemek yediği Al Khawali’de tadın. İtalyan ve dünya mutfağını sunan restoranlar da rastlayabilirsiniz. Künefeler ise en az Hatay’daki kadar bol peynirli ve lezzetli.
ŞAM
HİCAZ İSTASYONU ARTIK SAHAF ÇARŞISI
Şam’ın Halep’ten farkını otogara iner inmez anladık. Taksi şoförleri, bizi görür görmez kolumuza yapıştı: "Şehrin merkezine 300 SYP’ye götürürüz" diyorlar. Oysa Lonely Planet durumu gayet net özetlemiş: "Otogarda taksi şoförleri sizi şehrin içine götürmek için 300 SYP gibi rakamlar teklif edecektir. Bu tamamen sallamadır. Sakın 50 SYP’den fazla vermeyin!" Biz arkamızı dönüp yürüdükçe fiyat düşüyor, ancak 100’den 50’ye indirmede biraz zorlanıyoruz.Turistlerin ısrar nedenini onlar da kavramış, "O kitaba inanmayın, eski baskı" diyorlar. Ama sonunda 50’ye götürmeye razı oluyorlar.
Hostele eşyalarımızı bırakıp, Şam’ın sokaklarına atıyoruz kendimizi. İlk durağımız Hicaz Tren İstasyonu. Hicaz Demiryolu’nun yapımına 1900’de başlanmış. Osmanlılar bu demiryoluyla Ortadoğu’da Fransız ve İngilizlere karşı üstünlük kazanmayı amaçlamış. Ortadoğu’ya giden tüm yolların başladığı Şam’daki Hicaz Garı ise harika vitrayları ve mimarisiyle dikkat çekiyor. Yalnız şimdilerde bu istasyon sahaf çarşısı. İçinde de "dev Beşar Esad portreleri sergisi" var. Her yer onun fotoğraflarıyla dolu. İçerideki görevli bizim Türkiye’de geldiğimizi öğrenince, normalde çıkılması yasak olan üst kata çıkmamıza izin veriyor. Üst kattan etkileyici Şam manzarasına baktıktan sonra eski şehire doğru yola çıkıyoruz.
Şam’ın eski yerleşimin bulunduğu bölümü gerçekten çok etkileyici. Hamidiye Çarşı’sı hálá çok canlı. Kandile denk geldiğimiz için, herkes kapalı çarşıya akın etmişti. Çarşının çıkışında tüm ihtişamıyla Ümeyye Camii duruyor. Caminin mimarisi renkli, içindeki kalabalık daha da renkli. Camiye girmek için sadece baş örtmek yetmiyor. Kotlu olduğumuz için, bize kapıda verilen pardösüleri de giyiyoruz. Avlusu tam bir curcuna. Çocuklar oynuyor, kadınlar sohbet ediyor. İçerisi ise namaz kılanlar veya bir köşede oturanlarla dolu. Camiden çıkınca hemen Azem Sarayı’na dalıyoruz. Sarayı Osmanlı Valisi Esat Paşa, 1749 yılında yaptırmış. Çıkışta Emevi Camii’nin arka duvarının dibinde yer alan çay bahçelerinde oturuyoruz. Türk kahvelerimizi içip yorgunluğumuzu atıyoruz.
İRAN’DAN GELEN Şİİ KADINLAR CAMİDE AĞLIYORDU
Şam’ın Milli Müzesi, Halep’ten daha bakımlı ve daha kalabalık. Koleksiyonu da gayet zengin. Zaten Şam, tarihi yapılar açısından çok zengin bir şehir. Selahaddin Eyyubi’nin türbesi, Son Osmanlı Padişahı Vahideddin’in mezarı, Süleymaniye Tekkesi ve Seyyide Rukiye Camii mutlaka görülmesi gereken yerler arasında. Hz. Hüseyin’in kızı olan Seyyide Rukiye’nin adına yapılan cami Şiiler için özel önem taşıyor. Eğer bizim gibi kandil akşamı camiye giderseniz İran’dan gelmiş onlarca kişinin ağlamaları ve duaları arasında yapıyı geziyorsunuz. İranlıları her sene Şam’a çeken bir başka sebep de Hz.Yahya Peygamberin mezarı ile İmam Hüseyin’in Kerbela’da kesilen başının Ümeyye Camii’nde defnedilmiş olması.
Şam’dan sonra Suriye gezinizde tercih edebileceğiniz rotalar çok çeşitli. İsterseniz bizim gibi üç dolara, otobüsle üç saatte Beyrut’a geçebilir, sonra Akdeniz kıyısında ufak ve modern bir Suriye şehri olan Lazkiye’ye dönebilirsiniz. Veya çöl içindeki Palmira antik kentini gezebilir, sonra Hama, Humus gibi diğer büyük Suriye şehirlerine geçebilirsiniz. Eğer dönüşünüzü Lazkiye, Halep veya Şam gibi şehirlere denk getirirseniz Türkiye’ye dolmuşla veya otobüsle çok ucuz bir ücrete geçmek mümkün.
HİCAZ İSTASYONU ARTIK SAHAF ÇARŞISI
Şam’ın Halep’ten farkını otogara iner inmez anladık. Taksi şoförleri, bizi görür görmez kolumuza yapıştı: "Şehrin merkezine 300 SYP’ye götürürüz" diyorlar. Oysa Lonely Planet durumu gayet net özetlemiş: "Otogarda taksi şoförleri sizi şehrin içine götürmek için 300 SYP gibi rakamlar teklif edecektir. Bu tamamen sallamadır. Sakın 50 SYP’den fazla vermeyin!" Biz arkamızı dönüp yürüdükçe fiyat düşüyor, ancak 100’den 50’ye indirmede biraz zorlanıyoruz. Turistlerin ısrar nedenini onlar da kavramış, "O kitaba inanmayın, eski baskı" diyorlar. Ama sonunda 50’ye götürmeye razı oluyorlar.
Hostele eşyalarımızı bırakıp, Şam’ın sokaklarına atıyoruz kendimizi. İlk durağımız Hicaz Tren İstasyonu. Hicaz Demiryolu’nun yapımına 1900’de başlanmış. Osmanlılar bu demiryoluyla Ortadoğu’da Fransız ve İngilizlere karşı üstünlük kazanmayı amaçlamış. Ortadoğu’ya giden tüm yolların başladığı Şam’daki Hicaz Garı ise harika vitrayları ve mimarisiyle dikkat çekiyor. Yalnız şimdilerde bu istasyon sahaf çarşısı. İçinde de "dev Beşar Esad portreleri sergisi" var. Her yer onun fotoğraflarıyla dolu. İçerideki görevli bizim Türkiye’de geldiğimizi öğrenince, normalde çıkılması yasak olan üst kata çıkmamıza izin veriyor. Üst kattan etkileyici Şam manzarasına baktıktan sonra eski şehire doğru yola çıkıyoruz.
Şam’ın eski yerleşimin bulunduğu bölümü gerçekten çok etkileyici. Hamidiye Çarşı’sı hálá çok canlı. Kandile denk geldiğimiz için, herkes kapalı çarşıya akın etmişti. Çarşının çıkışında tüm ihtişamıyla Ümeyye Camii duruyor. Caminin mimarisi renkli, içindeki kalabalık daha da renkli. Camiye girmek için sadece baş örtmek yetmiyor. Kotlu olduğumuz için, bize kapıda verilen pardösüleri de giyiyoruz. Avlusu tam bir curcuna. Çocuklar oynuyor, kadınlar sohbet ediyor. İçerisi ise namaz kılanlar veya bir köşede oturanlarla dolu. Camiden çıkınca hemen Azem Sarayı’na dalıyoruz. Sarayı Osmanlı Valisi Esat Paşa, 1749 yılında yaptırmış. Çıkışta Emevi Camii’nin arka duvarının dibinde yer alan çay bahçelerinde oturuyoruz. Türk kahvelerimizi içip yorgunluğumuzu atıyoruz.
İRAN’DAN GELEN Şİİ KADINLAR CAMİDE AĞLIYORDU
Şam’ın Milli Müzesi, Halep’ten daha bakımlı ve daha kalabalık. Koleksiyonu da gayet zengin. Zaten Şam, tarihi yapılar açısından çok zengin bir şehir. Selahaddin Eyyubi’nin türbesi, Son Osmanlı Padişahı Vahideddin’in mezarı, Süleymaniye Tekkesi ve Seyyide Rukiye Camii mutlaka görülmesi gereken yerler arasında. Hz. Hüseyin’in kızı olan Seyyide Rukiye’nin adına yapılan cami Şiiler için özel önem taşıyor. Eğer bizim gibi kandil akşamı camiye giderseniz İran’dan gelmiş onlarca kişinin ağlamaları ve duaları arasında yapıyı geziyorsunuz. İranlıları her sene Şam’a çeken bir başka sebep de Hz.Yahya Peygamberin mezarı ile İmam Hüseyin’in Kerbela’da kesilen başının Ümeyye Camii’nde defnedilmiş olması.
Şam’dan sonra Suriye gezinizde tercih edebileceğiniz rotalar çok çeşitli. İsterseniz bizim gibi üç dolara, otobüsle üç saatte Beyrut’a geçebilir, sonra Akdeniz kıyısında ufak ve modern bir Suriye şehri olan Lazkiye’ye dönebilirsiniz. Veya çöl içindeki Palmira antik kentini gezebilir, sonra Hama, Humus gibi diğer büyük Suriye şehirlerine geçebilirsiniz. Eğer dönüşünüzü Lazkiye, Halep veya Şam gibi şehirlere denk getirirseniz Türkiye’ye dolmuşla veya otobüsle çok ucuz bir ücrete geçmek mümkün.
NEREDE KALINIR?
HALEP: Eğer aradığınız lüks ve konforsa, gideceğiniz adresler belli: Yeni açılan, şehrin tam göbeğindeki Sheraton, Atatürk’ün de 1918 yılında bir müddet kaldığı Baron Otel veya Hıristiyan mahallesinde yer alan Beit Wakil Otel. "Suriye ucuz" dedik yazının en başında, ama tabii bu otellerin fiyatları Türkiye’ye oranla ucuz olmalarına rağmen, diğer Suriye otellerine kıyasla çok pahalı. Biz Al-Gawaher Otel’i seçtik. Temiz, 24 saat sıcak su akıyor. Gecesi 6 dolar!
ŞAM: Şam’da her bütçeye göre otel bulmak mümkün. Çift kişilik odalar Four Seasons, Beit Al Mamlouka gibi beş yıldızlı otellerde 200 YTL, dört yıldızlı otellerde 70 YTL, üç yıldızlılarda 30 YTL civarında. Hostelde kişi başına konaklama 10 YTL’ye kadar düşüyor. Biz Al-Rabie Hostel’inde kaldık. Restore edilmiş eski, yüksek tavanlı bir bina. Avlusu şehrin karmaşasından uzak bir vaha gibi.