Ersin KALKAN
Son Güncelleme:
Laleli’nin kaderini değiştiren tarihi mekán Taş Han
İstanbul Laleli’deki Taş Han, 1980’lerin sonuna kadar kereste deposu olarak kullanılıyordu. Bakımsızlıktan ve ilgisizlikten harabeye dönen handaki dükkanlardan bir kısmını Kemal Ocak, 1987’de satın alınca hem hanın hem de semtin kaderi değişmeye başladı.
Kemal Bey, hanın hisse sahiplerinden Mehmet Karagül ve diğer mal sahipleriyle birlikte 1991’de restorasyona başladı. Anıtlar
Kurulu’nun gözetiminde yapılan restorasyonun birinci aşaması 1993’te, ikinci aşaması ise 2000 yılında tamamlandı. Hanın onarımında İstanbul’un en titiz tarihi eser restoratörleri ve ustaları çalıştı. Hanın çatısı ve kubbeleri kurşunla kaplandı. Ve böylece İstanbul kaybetmekte olduğu bir mücevherini yeniden kazanmış oldu. Ona sadece Binbir Gece dizisinin bazı bölümlerinde rastlamayın, bizzat giderek keyfini çıkarın.
Süleymaniye’nin sınırlarından çıkıp Divanyolu’ndan sağa döndüğümüzde önümüze Laleli adında bir semt çıkar. Yakın zamanlara kadar masal gibi bir semtti burası. Bir yanda eski konaklar, bir yanda zarif külliyeler, hanlar, medreseler, camiler vardı; diğer yanda ulusal mimarinin önemli örneklerinden biri olan Teyyare Evleri ve erken Cumhuriyet mimarisinin seçkin numunelerinden olan apartmanlar. Kendi halinde yaşayıp giderdi bu semtin insanı. Ama Laleli’den çok çok uzaklarda Berlin adı verilen bir şehir, o şehrin ortasında da bir duvar vardı. O duvar bir gün ansızın yıkıldı. Bu duvarın yıkılışı dünyada en çok nereyi etkiledi diye bir araştırma yapılsa herhalde Laleli ilk sırada yer alırdı.
Duvarın yıkıldığı tarihten bugüne kadar geçen 17 yıl içinde Laleli altüst oldu. Çünkü duvardan kurtulanlar dalga dalga İstanbul’a gelmiş ve Laleli’yi kendilerine mesken edinmişti. Ticaret hareketlenmiş ve konaklama talebi artmıştı. Göz açıp kapayana kadar eski yapılar yıkılıp yerine Berlin Duvarı’nın üç, dört katı yüksekliğinde şekilsiz hanlar, biçimsiz oteller yapıldı. Bir müddet sonra bu otellerden birkaçı kuzeyden gelip İstanbul’da fuhuş sektöründe çalışan beyaz kadınları çalıştırmaya başlayınca bütün Laleli, silinmesi çok zor olan bir damga yemiş oldu.
DAMGADAN KURTULUYOR
Laleli, son birkaç yıldır bu damgadan kurtulmak için çaba sarf ediyor. Bu arada Lalelililer ve semtin eski esnafı tarihi çevrenin korunması ve İstanbul’a kazandırılması için çalışıyor. Kemal Ocak, Laleli’nin geçmişini kurtarmaya çalışanların öncülüğünü yapıyor.
İstanbul’da Hanlar Bölgesi diye adlandırılan Tahtakale-Kapalıçarşı-Yeşildirek hattı dışında az sayıda tarihi han var. Bu hanların en güzellerinden biri Malta’daki Şekerci Han, ikincisi ise Taş Han.
Osmanlı döneminde Laleli, Divanyolu’nun sonunda yer aldığı için önem kazanmış. Ama 18. yüzyılın sonuna kadar önemli bir eser inşa edilmemiş. Söz konusu tarihte Padişah III. Mustafa, kendi adına bir külliye yaptırmaya karar vermiş. Fakat, cami, medrese, sebil ve handan oluşan bu külliye ortaya çıktıktan sonra her nedense padişahın ismini taşımamış. Böyle olmasının nedeni üzerine çok ilginç bir rivayet var.
Sultan III. Mustafa, külliyenin inşası sürerken semtte yaşayan ve Laleli Baba adını taşıyan bir derviş varmış.
Kışları ev ev dolaşıp lale soğanı dağıtan, bahar günlerinde kulağının arkasına lale konduran bu derviş hamam külhanları inşa ederek ve bu külhanların tamirini yaparak yaşayıp gidermiş. Dervişin namını duyan padişah bir gün onu huzuruna çağırmış ve kendisi için bir dua etmesini istemiş. Laleli Baba da, "Padişahım hayatın boyunca afiyetle ye, iç ve yellen" diye dua etmiş. Sarayın konuşma diline pek uygun düşmeyen bu garip dua hünkarı sinirlendirmiş ve Laleli Baba’yı azarlayarak huzurundan uzaklaştırmış. Bu esnada Laleli Baba "Peki öyle ise yiyin, için lakin asla yellenemeyin" diyerek ikinci bir niyazda bulunmuş. Bu olaydan sonra III. Mustafa’nın karnı her gün biraz daha şişmeye başlamış. İstanbul’da maharetine güvenilen ne kadar doktor ve nefesinin gücüne inanılan hoca varsa birer birer saraya çağrılmış fakat hiçbiri padişahın gazını def etmeye muvaffak olamamış. Sonunda Laleli Baba tekrar saraya davet edilmiş. Laleli Baba ancak şu şartla padişahı şifaya kavuşturacağını söylemiş: Yaptırılmakta olan camiye kendi adı verilecek ve yanına bir türbe inşa ettirilecektir. Padişah can havliyle bu şartı hiç tartışmadan hemen kabul etmiş ve sağlığına kavuşmuş. Laleli Baba, etrafında saray efradıyla sarayın merdivenlerinden inerken herkesin duyabileceği şekilde, "Şu işe bakın yahu bir yele koskoca bir külliyeyi üzerime aldım" diye kendi kendine söyleniyormuş. Sancılardan kurtulan padişah ayrıca, yapılmakta olan Taş Han’ın gelirinden bir kısmının Laleli Baba’ya verilmesini emretmiş.
BAŞKA ZAMANA YOLCULUK
24 saat hareketli olan Laleli’nin gürültülü sokaklarından geçip Taş Han’ın kapısından girdiğinizde sesler ansızın kesiliyor, bu kapı sizi farklı bir zamanın içine çekiyor. Sıra dükkanların olduğu tonozu aşıp çiçeklerle kaplı büyük avluya vardığınızda sevinçli bir şaşkınlık içinde kalıyorsunuz. Avluda oturup çay, kahve içerken tonozun girişinden avluya geçenlerin önce derin bir nefes alarak bu güzelliğin tadını çıkarmak için durakladığını görüyorsunuz. Avlunun sonlarında, hanın derinliklerine inen merdivenlerle karşılaşılaşıyorsunuz. Bu merdiven sizi ikinci bir zamana, bin yıl öncesine götürüyor. Bizans sarnıcına yani.
Kemal Ocak, restorasyon sonrasında bu sarnıcı restorana çevirmiş. Bin yıllık tarihi sarnıç, Rumca’da dilinde kemerli yapı anlamına gelen "Arkat" adını alarak İstanbul’un en şık ve şaşırtıcı lokantalarından biri olmuş. Ocak, küçük avluyu da lokantaya dönüştürerek Taş Han Restaurant olarak hizmete açmış. Arkat kapılarını açar açmaz büyük bir ilgiyle karşılaşmış. Polonya eski cumhurbaşkanı, Avrupa Birliği Parlamenterler Heyeti, NATO toplantıları sırasında İstanbul’a gelen yöneticiler, Birleşmiş Milletler’den temsilciler, büyükelçiler, kültür ataşeleri burada yemek yiyip canlı müzik eşliğinde gece yarılarına kadar eğlenmiş. Tüm dünya Arkat’ın ününü duymuş ama böyle bir lokantanın varlığından sadece İstanbul’un haberi olmamış...
Kurulu’nun gözetiminde yapılan restorasyonun birinci aşaması 1993’te, ikinci aşaması ise 2000 yılında tamamlandı. Hanın onarımında İstanbul’un en titiz tarihi eser restoratörleri ve ustaları çalıştı. Hanın çatısı ve kubbeleri kurşunla kaplandı. Ve böylece İstanbul kaybetmekte olduğu bir mücevherini yeniden kazanmış oldu. Ona sadece Binbir Gece dizisinin bazı bölümlerinde rastlamayın, bizzat giderek keyfini çıkarın.
Süleymaniye’nin sınırlarından çıkıp Divanyolu’ndan sağa döndüğümüzde önümüze Laleli adında bir semt çıkar. Yakın zamanlara kadar masal gibi bir semtti burası. Bir yanda eski konaklar, bir yanda zarif külliyeler, hanlar, medreseler, camiler vardı; diğer yanda ulusal mimarinin önemli örneklerinden biri olan Teyyare Evleri ve erken Cumhuriyet mimarisinin seçkin numunelerinden olan apartmanlar. Kendi halinde yaşayıp giderdi bu semtin insanı. Ama Laleli’den çok çok uzaklarda Berlin adı verilen bir şehir, o şehrin ortasında da bir duvar vardı. O duvar bir gün ansızın yıkıldı. Bu duvarın yıkılışı dünyada en çok nereyi etkiledi diye bir araştırma yapılsa herhalde Laleli ilk sırada yer alırdı.
Duvarın yıkıldığı tarihten bugüne kadar geçen 17 yıl içinde Laleli altüst oldu. Çünkü duvardan kurtulanlar dalga dalga İstanbul’a gelmiş ve Laleli’yi kendilerine mesken edinmişti. Ticaret hareketlenmiş ve konaklama talebi artmıştı. Göz açıp kapayana kadar eski yapılar yıkılıp yerine Berlin Duvarı’nın üç, dört katı yüksekliğinde şekilsiz hanlar, biçimsiz oteller yapıldı. Bir müddet sonra bu otellerden birkaçı kuzeyden gelip İstanbul’da fuhuş sektöründe çalışan beyaz kadınları çalıştırmaya başlayınca bütün Laleli, silinmesi çok zor olan bir damga yemiş oldu.
DAMGADAN KURTULUYOR
Laleli, son birkaç yıldır bu damgadan kurtulmak için çaba sarf ediyor. Bu arada Lalelililer ve semtin eski esnafı tarihi çevrenin korunması ve İstanbul’a kazandırılması için çalışıyor. Kemal Ocak, Laleli’nin geçmişini kurtarmaya çalışanların öncülüğünü yapıyor.
İstanbul’da Hanlar Bölgesi diye adlandırılan Tahtakale-Kapalıçarşı-Yeşildirek hattı dışında az sayıda tarihi han var. Bu hanların en güzellerinden biri Malta’daki Şekerci Han, ikincisi ise Taş Han.
Osmanlı döneminde Laleli, Divanyolu’nun sonunda yer aldığı için önem kazanmış. Ama 18. yüzyılın sonuna kadar önemli bir eser inşa edilmemiş. Söz konusu tarihte Padişah III. Mustafa, kendi adına bir külliye yaptırmaya karar vermiş. Fakat, cami, medrese, sebil ve handan oluşan bu külliye ortaya çıktıktan sonra her nedense padişahın ismini taşımamış. Böyle olmasının nedeni üzerine çok ilginç bir rivayet var.
Sultan III. Mustafa, külliyenin inşası sürerken semtte yaşayan ve Laleli Baba adını taşıyan bir derviş varmış.
Kışları ev ev dolaşıp lale soğanı dağıtan, bahar günlerinde kulağının arkasına lale konduran bu derviş hamam külhanları inşa ederek ve bu külhanların tamirini yaparak yaşayıp gidermiş. Dervişin namını duyan padişah bir gün onu huzuruna çağırmış ve kendisi için bir dua etmesini istemiş. Laleli Baba da, "Padişahım hayatın boyunca afiyetle ye, iç ve yellen" diye dua etmiş. Sarayın konuşma diline pek uygun düşmeyen bu garip dua hünkarı sinirlendirmiş ve Laleli Baba’yı azarlayarak huzurundan uzaklaştırmış. Bu esnada Laleli Baba "Peki öyle ise yiyin, için lakin asla yellenemeyin" diyerek ikinci bir niyazda bulunmuş. Bu olaydan sonra III. Mustafa’nın karnı her gün biraz daha şişmeye başlamış. İstanbul’da maharetine güvenilen ne kadar doktor ve nefesinin gücüne inanılan hoca varsa birer birer saraya çağrılmış fakat hiçbiri padişahın gazını def etmeye muvaffak olamamış. Sonunda Laleli Baba tekrar saraya davet edilmiş. Laleli Baba ancak şu şartla padişahı şifaya kavuşturacağını söylemiş: Yaptırılmakta olan camiye kendi adı verilecek ve yanına bir türbe inşa ettirilecektir. Padişah can havliyle bu şartı hiç tartışmadan hemen kabul etmiş ve sağlığına kavuşmuş. Laleli Baba, etrafında saray efradıyla sarayın merdivenlerinden inerken herkesin duyabileceği şekilde, "Şu işe bakın yahu bir yele koskoca bir külliyeyi üzerime aldım" diye kendi kendine söyleniyormuş. Sancılardan kurtulan padişah ayrıca, yapılmakta olan Taş Han’ın gelirinden bir kısmının Laleli Baba’ya verilmesini emretmiş.
BAŞKA ZAMANA YOLCULUK
24 saat hareketli olan Laleli’nin gürültülü sokaklarından geçip Taş Han’ın kapısından girdiğinizde sesler ansızın kesiliyor, bu kapı sizi farklı bir zamanın içine çekiyor. Sıra dükkanların olduğu tonozu aşıp çiçeklerle kaplı büyük avluya vardığınızda sevinçli bir şaşkınlık içinde kalıyorsunuz. Avluda oturup çay, kahve içerken tonozun girişinden avluya geçenlerin önce derin bir nefes alarak bu güzelliğin tadını çıkarmak için durakladığını görüyorsunuz. Avlunun sonlarında, hanın derinliklerine inen merdivenlerle karşılaşılaşıyorsunuz. Bu merdiven sizi ikinci bir zamana, bin yıl öncesine götürüyor. Bizans sarnıcına yani.
Kemal Ocak, restorasyon sonrasında bu sarnıcı restorana çevirmiş. Bin yıllık tarihi sarnıç, Rumca’da dilinde kemerli yapı anlamına gelen "Arkat" adını alarak İstanbul’un en şık ve şaşırtıcı lokantalarından biri olmuş. Ocak, küçük avluyu da lokantaya dönüştürerek Taş Han Restaurant olarak hizmete açmış. Arkat kapılarını açar açmaz büyük bir ilgiyle karşılaşmış. Polonya eski cumhurbaşkanı, Avrupa Birliği Parlamenterler Heyeti, NATO toplantıları sırasında İstanbul’a gelen yöneticiler, Birleşmiş Milletler’den temsilciler, büyükelçiler, kültür ataşeleri burada yemek yiyip canlı müzik eşliğinde gece yarılarına kadar eğlenmiş. Tüm dünya Arkat’ın ününü duymuş ama böyle bir lokantanın varlığından sadece İstanbul’un haberi olmamış...