GeriSeyahat Komşuyu keşfetmek
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Komşuyu keşfetmek

Komşuyu keşfetmek

Yunanistan’a ayak basan pek çok kişi iki ülke ve ulus arasındaki farklılıklardan çok benzerliklerle karşılaşınca şaşırır. Sınır çizgileri ortadan kalktığında, aradan politikacılar çekildiğinde, yıllarca birbiri hakkında ön yargılarla yaşayan iki ulusun bireyleri yüzyüze geldiğinde çoğu zaman teklifsiz dostluklar kurulur. VKV Lisesi son sınıf öğrencisi Irmak Peltekoğlu, uzun zamandır Atina’yı merak ediyordu. Şehirle tanışması iki toplumun benzerliklerini keşfetmesine de olanak sağladı. İzlenimlerini yazdı.

Nedenini tam olarak bilemesem de Selanik ve Atina hep ilgimi çekmiş, ilk fırsatta gitmeyi planladığım şehirler olmuştu. Bu yılın modası kruvaziyerle Yunan Adaları’ydı. Ben ise bayramda fırsatı değerlendirip uzun süredir görmek istediğim kentle buluştum.
Atina, mitolojik tanrıları, tanrıçaları, savaşçı Amazonları, uygarlık ve demokrasinin beşiği olarak anılması nedeniyle ilginçti belki. Ben ise dimdik duruşuna büyük hayranlık duyduğum Sokrates’in, bilgiye saygı, öğreticiye vefanın sembolü Platon’un, Herakles’in ışıklarıyla aydınlatmaya çalıştığı şehrin bugününü merak ediyordum. Yunan Uygarlığı günümüze nasıl yansımıştı? Bir saatlik uçuş mesafesindeki coğrafyayla aramızdaki fark ve benzerlikler ne kadardı? Sıradan insanları kesin hatlarla birbirinden ayırmak mümkün müydü?
Ailemin bu seyahati yıllardır ertelemesinin nedeni sanıyorum çok uzun süren vize işlemleriydi. Yeşil Pasaport’a vize kalkınca bu gerekçe de hükmünü yitirdi. Atina’ya vardığım anda aynı coğrafyada olduğumu hissettim. Metroda kent merkezine doğru yol alırken annemin 1970’li yıllarda trenle Pendik’ten Haydarpaşa’ya giderken geçtiği, anlata anlata bitiremediği, fotoğraflarını gösterdiği Süreyya Plajı’nı, Feneryolu’nu hatırladım.

HATIRLA SEVGİLİ
 
Otelde “Hatırla Sevgili”nin melodisiyle karşılandık. Yolda rastladıklarım, simaları, tavırlarıyla Nişantaşı ya da Bağdat Caddesi’nde karşılaştığım, kafelerde yaşamın tadını çıkarmaya çalışan İstanbullular gibiydi.
Günlük yaşam, modern Türkiye ile oldukça benzeşiyordu. Atina aslında pek çok koloninin birleşerek oluşturduğu bir şehir olduğundan çoğul olarak Athene olarak yazılmış ve söylenmiş önceleri, sonra yapısına uygun olarak Athena olmuş. Bugün ise dört milyon nüfusu ile Yunanistan’ın en büyük şehriydi.
Uygarlığın beşiği Atina’da demokrasi geleneğinin yerleştiğini kanıtlamak için, Parlamento’nun önünde seyre değer devir teslim törenleriyle dikkat çeken sadece iki askerin olması, binayı ise halktan ayıran kesin sınırların olmaması yeterli göstergelerdi. Bakanlık binaları da, tarihle bugünün iç içeliği gibi, yaşam alanlarıyla beni şaşırtacak biçimde bütünleşmişti. Her şey öylesine doğal bir bütünlük ve doğallık içerisindeydi ki, evlerin arasında bir bakanlık binasına rastlayabileceğiniz gibi, modern bir mağazanın tavanında ya da üstü kalın bir camla kapı zemininde yüzyıllar öncesine ait bir freski ya da Antik bir Yunan şehrinin kalıntılarını hayranlıkla seyre dalabilirdiniz. Tarihi MÖ 5’inci yüzyıla giden Athena Nike tapınağı ise sunduğu muhteşem manzarasıyla Atina’nın görülecek yerlerinin başında geliyor.
Ünlü Syntagma Meydanı’nındaki Parlamento’nun önündeki meydan protesto mekanına dönüşmüştü. Paralı üniversite eğitimine karşı bildiri dağıtan gençleri halk kaldırımdan izliyordu. Polis adeta protestoculara katılmış gibi, gençlerle yanyana yürüyordu. Medeni bir ülkede söz söyleme özgürlüğünün güzelliğini hissettim.

ŞEHRİN MODERN YÜZÜ KOLONAKİ
 
Tarihin bilinen en eski akropolü olan Atina Akropol’ü, bütün görkemiyle bugünkü şehri yükseklerden seyrederken, kendi ziyaretçilerine de kentin en güzel görüntüsünü seyir imkanı sunuyordu. Akropolis tepesinden çıkan arkeolojik kalıntıların sergilendiği Akropolis Müzesi ile Atina Akropolü’nün en büyük tapınağı olan Parthenon ise sütunları ve fresklerle süslü alınlığı ile şehre dair ilk akla gelen görüntü.
Cafe ve restoranlara, giysiden aksesuvara, hediyelik eşyaya kadar çok farklı objelerin satıldığı dükkanlara ev sahipliği yapan Akropolis’in hemen altındaki Plaka Meydanı’nda, pazarlığa alışık satıcılarıyla ve antikalarıyla Monastiraki’de zamanın nasıl geçtiğini anlamak mümkün değil. Omonia ise her türlü taze meyve, sebze ile et ve balığı bulabileceğiniz, günün her saati açık, hal büyüklüğünde bir semt pazarı olarak pek çok turist gibi benim de ilgimi çekti. Syntagma Meydanı’ndan şehrin modern yüzü Kolonaki’ye konsoloslukların sıralandığı ve adeta bir bağlantı yolu işlevi gören bulvar, palmiyeleri, Ege’ye özgü yapılarıyla doğrusu bana hiç de yabancı gelmedi.
Oldukça heybetli bir heykelin kaidesinde 1404 ve 1453 tarihlerini okudum. Heykelin yanı başında oturan genç bir çiftten Yunan Alfabesi ile yazılmış yazıyı tercüme etmelerini rica ettim. “Son kral, ülkesini Türklere karşı kahramanca savunan Konstantinapol’ün heykeli” derken seslerine saygı ve vefa yansıyordu.

YAŞAMIN TATLARIYLA BULUŞMA NOKTASI

Misafirperverliğinden mutfağına, müziğinden yaşam biçimine ortak kültürü yaşayarak birkaç gün geçirdiğim Atina’dan ayrılırken Atatürk’ün çocukluğunu geçirdiği Selanik’i en kısa zamanda ziyaret etme isteğim pekişmişti. Ayrıca zihnimdeki pek çok soruyu yanıtlamıştım. Modern Türkiye kavramının ne olduğunu daha net anlamıştım. Bu iki ülkenin pek çok kültürel ortak noktası vardı, belki de belirgin tek farklılıkları dinleriydi.
“Düşüncelerin şiddete maruz kalmadan özgürce söylenebildiği, halkla yönetimin yakınlığının mimariden bile hissedildiği, eleştirel bakış açısının değer bulduğu bir ülke fikrinin her çağdaş lidere yol göstermesinden daha doğal bir şey olabilir mi” sorusu zihnimdeki siyaset anlayışının dayanak noktası olmuştu. Gezi sonrası eğer Atina’yı tanımlamam istense, şunu söyleyebilirim: Tarihsel zenginliğin ve tüm insanlığa ışık tutan bir uygarlığın yaşamın tatlarıyla buluşma noktası...

BURGAZ’I ÇAĞRIŞTIRAN ADALAR

Atina’nın Pire Limanı’ndan kalkan deniz otobüsleriyle bir saatte ulaşılan adalar, Burgaz’ı çağrıştırıyordu. Aegina Adası’na doğru yola çıktığımızda zihnimde kurguladığım görüntü adaya daha ilk adımımla geri çağrılmıştı. Daracık parke taşlı sokaklarındaki evlerden sarkan sardunyalar ve begonviller çevreyi renklendiriyor, deniz kıyısında balık çeşitleriyle ve sakızlı dondurmalarıyla sevimli restoranlar iştah kabartıyor, mütevazı ve doğal plajlar denizden uzak kalmayı imkansızlaştırıyordu. Motor yatlar ise Aegina’nın mütevazılığine gölge düşürmek yerine, adada olduğum hissini perçinliyordu.
Atina’dan on dakikada ulaşılabilen ve kentin denizle buluşma noktası Pireaus Limanı, demirlemiş kruvaziyerleriyle, yol alan gemileriyle, yakın adalara vızır vızır yolcu taşıyan katamaranları ve feribotlarıyla limanın tarihteki rolüne atıf yapıyordu.

False