GeriSeyahat Gezgin
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Gezgin

Gezgin

Mehmet YAŞİN

Benim olmayan şehirler

Bugüne kadar sizlere hep sevdiğim kentleri, mekanları yazdım. Bu hafta da sevmediklerimi yazıyorum. Çünkü o kentlerin ruhunu yakalayamadım. Ruhsuzluklarına kızdım. Yapmacık görüntülerinden sıkıldım.. Oralarda yaşayanları hep robot sandım..

Akdeniz sahilindeki kumarbaz

Ben kumarı sevmem.. 'Fasulyesine' denen türden arada bir aile arasında eğlenmek için oynarım.. Açık olduğu zamanlarda kumarhanelere de yolum pek düşmezdi.. Kumardan bu kadar uzak bir adam olmama rağmen, dünyanın en ünlü kumar kentlerini gezdim.. Çeşitli nedenlerle gittiğim o kentlerdeki kumar salonlarında boy gösterip, bir kaç kuruşluk da olsa kumar oynadım. En çok zamanımı da kollu canavarların karşısında geçirdim.

İlk gittiğim kent, Avrupa'nın kumar merkezi Monte Carlo idi. Nice kentine yaptığım bir gezi sırasında, çevreyi görebilmek için bindiğim trenle, önce Cannes'a oradan da Monte Carlo'ya uzanmıştım. Sonbaharın son günleri olduğu için turistler ülkelerine dönmüş, Fransa'nın ünlü sahilleri yalnız başlarına kalmışlardı.. Akdeniz'in dövdüğü kimsesiz Cannes sahillerinde fazla oyalanmayıp, hemen yanı başındaki Monte Carlo'ya geçmiştim.. Bu kenti hep, adım başında bir kumarhanenin bulunduğu bir yer gibi düşlemiştim. Trenden inince kentin sokaklarına sapmış, oyun salonlarına ulaşabilmek için nedense sabırsızlanmıştım. Ama onca yürümeme rağmen kumarhaneye benzer hiçbir mekana rastlamamıştım. Monte Carlo, küçük bir körfezin kıyısında, üst üste yığılmış binalardan oluşmuş bir kenti. Bütün kavşakları kameralar tarafından kontrol altına alınmıştı. Dünya zenginlerinin cirit attığı sokaklarda her hangi üzücü bir olaya yer yoktu. Caddelerinde dolaşan lüks otomobillerin çoğunu ilk kez orada görmüştüm.. Limanda bağlı olan yatları ise zaten daha önce görmem imkansızdı. Bir de birbirinden güzel, bakımlı kızları.. Öylesine mağrur, öylesine çalımlı, öylesine kendini beğenmişlerdi ki, onları hayallerime bile hapsedemedim.

PARANIN ŞIKIRTISI

Uzun aramalarıma rağmen hiçbir kumarhaneye rastlamamıştım. 'Yalnış bir yere mi geldim?..' diye düşünürken, karşıma bir trafik polisi çıkmıştı. Derdimi ona anlatmış ve tarif ettiği yere doğru yokuşu tırmanmaya başlamıştım. Yokuşun sonundaki meydanda nihayet onlara kavuşmuştum.. Koca kumar kentinde topu topu iki tane oyun salonu vardı. İçeride bir sürü kollu oyun makinesi, gerilere doğru rulet, Black Jack, poker masaları dizilmişti.. Şık giyimli kadınlar ve erkekler, daha çok kollu makinaların karşısında, gözlerini ekrana dikmiş, kendilerine para kazandıracak üçlünün yanyana gelmesini bekliyorlardı..

Koca salonda, dökülen paraların çınlamasından ve makinaların çıkardığı siren seslerinden başka bir şey duyulmuyordu.. Ben de cebimdeki bir kaç kuruşu makineye atıp, kollarını çektim. Kazanamayacağımı biliyordum.. Önemli olan 'Monte Carlo'da da kumar oynadım' demekti.. Salonu terk ederken, önümü kesen gençten birisi Türkçe, 'merhaba' demişti.. Şaşırmıştım.. Eski bir takım elbisenin içine buruşuk bir gömlek giymiş, düğmelenmeyen yakasını bir kravatla kapatmaya çalışmıştı. Türk olduğumu nereden anlamıştı?.. Selamını aldıktan sonra bu soruyu ona sormuştum.. O da bana, kıvırıp cebime soktuğum Hürriyet gazetesini göstermişti.. Hikayesi çok uzundu ama benim dinlemeye niyetim yoktu. Herkes gibi o da bir gün kazanacağına inanıyordu.. Niye buraya gelmişti, ne yapıyordu, kimdi sormadım.. Onun istediği benden birkaç kuruş koparabilmekti.. İstediğini verip, yoluma devam ettim.

Monte Carlo'yu nedense pek sevmedim.. Oradaki herşey benim ulaşamayacağım kadar uzaktaydı..

Çöldeki yapay kent

Gördüğüm ikinci kumar kenti, ünlü Las Vegas'tı.. Amerika'nın Doğu yakasında yaptığım bir gezi sırasında yolum buraya düşmüştü. Çölün ortasına kondurulmuş, ışıltılı, yapay bir şehirdi. Oteller devasa ölçülerdeydi. Odalardaki döşemeler, yataklar, tablolar abartılı bir zevksizliği sergiliyordu.. Kumarhaneler otellerin lobisine konuşlanmıştı.. Yani odanıza gidebilmek veya odadan dışarı çıkabilmek için, kumar makinelerinin arasından geçmek zorunda kalıyordunuz. Eğer kumara düşkünlüğünüz varsa, bu geçişler sırasında bir makinanın tuzağına mutlaka düşüyordunuz.

Kimsenin kimseyi gördüğü yoktu.. Bütün gözler makinaların ekranına fokuslanmış, yanyana gelmesi gereken kirazları, çilekleri kolluyordu.

Otellerin lokantaları bugüne kadar gördüğüm en ucuz yemek yenecek yerlerdi.. Kumarhanelere adam çekmek için otellerin yaptığı bu kıyasıya rekabet benim işime yaramıştı... Orada kaldığım süre içinde, bir sandviç parasına nefis yemekler yemiştim. Las Vegas sokakları da ilginç yerler değildi.. Bu sokaklarda tek merakımı çeken yerler, şipşak nikah kıyan kiliseler olmuştu.. Onlar da kıran kırana bir rekabet içindeydi. Kiliselerin önününe konan afişlerle herkes kendi fiyatını ilan ediyordu. Bunlardan birindeki törene katılıp, genç karı-kocanın tek tebrikçisi oldum.

UĞURSUZ BAKIŞLAR

Eğer kumarla aranız yoksa Las Vegas size göre değil.. Bana göre olmadığı gibi.. Ben vaktimi üstsüz kızların servis yaptığı barlarda, otellerin düzenlediği çeşitli şovlarda geçirdim.

Geceyarısı veya sabahın köründe, ellerindeki para taslarıyla otel koridorlarında yürüyenleri görünce bu kumar tutkunluğunun ne biçim bir illet olduğunu anladım.

Bir keresinde, Black Jack masasının başında biraz uzunca dikilmiş, oynayanların davranışlarını izlemeye almıştım.. Biraz sonra koluma giren iki görevli, beni masanın başından sertçe uzaklaştırmışlardı.. Meğerse kaybedenlerden birisi, benim bakışlarımın ona uğursuz geldiğine inanıp, kuripiyere şikayet etmişti. Bir keresinde de rulet masasının başında dururken, oyunculardan biri başka yere gitmemi istemişti.. O kumarhanelerde, daha doğrusu Las Vegas'ta kendimi hep duygusuz bir takım robotların arasında hissetmiştim..Onlar için hiçbir şey önemli değildi.. Ne kadın, ne erkek, ne yemek, ne müzik, ne içki ne de başka bir şey.. Onlar sadece kumar oynuyorlardı.

Las Vegas'a bir daha gideceğimi hiç sanmıyorum.. Bir yolculuk sırasında yoluma çıkan bu yapmacık kenti sizlere de önermiyorum.

Atlantik’in kıyısındaki kumarhane

Gittiğim bir başka kumar kenti de New York yakınlarındaki Atlantik City olmuştu.. Oraya bir arkadaş gurubu ile gitmiş, 'dünyanın en ünlü kumarhane kentleri' dizimi tamamlamıştım. Bu kentin de Las Vegas'tan pek farkı yoktu.. Tek fark, buranın deniz kıyısında olmasıydı. Atlantik City’de biraz daha kumarbaz gibi davranmıştım.. Bunun nedeni de attığım 25 centin birkaç dolar olarak makineden geri dönmesi idi.. O bir kaç dolar giderek çoğaldı.. Birkaç çanak doldu.. Gözler bana döndü.. Kadınlar bana gülümsedi.. Garsonlar etrafımda fır döndü.. Bu ilgi, elimdeki son parayı makinanın deliğinden içeri atınca sona erdi. Çünkü önümdeki tüm paralar tükenmişti.. Atlantic City'de kaldığım otelin önündeki kıyı şeridi, gidinceye kadar vakit geçirdiğim, daha doğrusu sıkıntıdan patladığım mekan oldu. Çünkü dalgalar, kumsal ve çığlık atan martılardan başka görülecek hiçbir şey yoktu.. Ve ben saatlerce onlara bakmak zorunda kalmıştım. Atlantic City'i de defterimden sildim. Bundan böyle oraya da yolumu düşüreceğimi pek sanmıyorum.

False