GeriSeyahat Antalya, portakal çiçeği kokan Akdeniz şehri olmaktan çıkmış
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Antalya, portakal çiçeği kokan Akdeniz şehri olmaktan çıkmış

Antalya, portakal çiçeği kokan Akdeniz şehri olmaktan çıkmış

Nisan ayı başlarında, dört yıllık bir aradan sonra yolum Antalya'ya düştü. Tatil için değil, yakından tanıdığım belki de tek Alman benim de dolaylı akrabam olan R.R.Weiss'ın bir ricasını yerine getirmek için.R.R., bir tekne tutkunu. Onun için çalışmaktan başını alabildiği kısa yaz tatilleri demek, teknesine atlayıp koy koy gezmek ve her tekne tutkunu gibi birkaç yılda bir teknesini değiştirmek demek.R.R. de bundan üç yıl kadar önce yıllarca çalıştığı ünlü İtalyan firması Feretti'ye ihanet edip ‘‘Bu işi Türkiye'de asla kotaramazlar’’ diyenlere inat düşlediği tekneyi Antalya Serbest Bölge'de yaptırtmaya karar verdi.Önce çizimler yapıldı, sonra teknenin yapımına başlandı. Arada karşılaştığımızda işlerin nasıl gittiğini soruyordum: Başlangıçta her şey yolundaydı, ortalara doğru sorunlar çıktı derken mutlu sona ulaşıldı: Yedi düvelden yüz küsur kişinin canla başla çalışarak bitirmeye uğraştığı tekne bir yıl gecikmeyle de olsa sonunda tamamlandı. Mayıs başında denize inmesi kararlaştırıldı.İşte o günlerde R.R. beni aradı. Hem emeği geçenler hem de Almanya'dan gelecek yetmiş kadar konuğun katılacağı bir kutlama yapmak istiyordu. Beni aramasının nedeni bu işlerden anlamam değil, bu işlerden anlayanları tanımam.Sitare'yi aradım. Antalya'da benim bildiğim en az beş on açılış yapmış Promo Pro'nun sahibi Sitare Ergenekon'u. Durumu anlattım, apar topar yola çıktık. Üstümüze sinmiş kış havasından belki kurtuluruz diye güle oynaya Antalya'ya vardık.İstanbul'da kar yağarken Antalya'da güneş açar mı?Aslında açar. Okul yıllarımda hafta sonu tatillerimin başına ucuna birer gün ekleyerek yaptığım Antalya yolculuklarımda nisan ayında denize girdiğimi hatırlarım. Ama hayır, bu kez bizi cılız bir güneş ve yüzümüzde şaklayan sert bir rüzgár karşıladı. Orada kaldığımız süre içinde de hava bir nebze olsun ısınmadı.Önce ver elini Serbest Bölge.Serbest Bölge dedikleri Kemer yolu üzerinde içinde küçüklü büyüklü yığınla tekne yapım şirketinin olduğu, Türklerle birlikte Kanadalı, Alman, İtalyan, İsviçreli kısaca dünyanın dört bir yanından gelen, her biri de kendi alanlarında başarılı tekne tasarımcıları, mühendisler, mekanikçiler, elektronikçiler vb. çalıştığı kapalı bir alan.Burada yapılan teknelerin sahipleri genellikle yabancı. Özellikle de körfez ülkelerinin hayli zengin vatandaşları.Serbest bölgede yelkenliden çok benim ütüye benzettiğim motor-yatlar yapılıyor. İçlerinde inanılmaz sakalette olanlar kadar inanılmaz zarafette olanlar da var.ROMA SÜTUNLU TEKNE Sülün gibisini de gördük, içinde jakuzisi, saunası, Roma sütunları olanı da.Hangarların önünde bir kutlama yapılamayacağına göre, yer bakınmak için dolaşmaya başladık. Sonunda teknenin eski marinaya, Antalya'nın bana sorarsanız en güzel yerine gelmesine orada kurulacak bir çadırda konukların ağırlanmasına karar verildi.Çadır ve çevre düzenlemesini de elinin değdiği yere güzellik katan Kuruçeşme'deki Dolce'nin sahibi Nilgün Ertuğ'un yapmasına.Sonra bir koşuşturmacadır başladı. Ertesi gün Nilgün de bize katıldı, gerekli izinler alındı, milimetrik ölçümler yapıldı, acaba Almanlar ne yiyip içmekten hoşlanır ne sever, nereye gider konuşmaları başladı.Gelenler içinde ünlü sanatçılar, televizyon yapımcıları, reklamcılar, bankacılar varmış.Hemen hepsinin Türk mutfağına bayılacakları, Perge ve Aspendos'a yapılacak bir turun ilginç olacağı, sanatçılar için müze gezisi, bankacılar için golf turnuvası, her daim keyiflerine düşkünlükleri bilinen reklamcılar için de salaş yerlerde yenilecek yemeğin hoş olacağı kararlaştırıldı.Havanın bir ay sonra bize nasıl bir oyun oynayacağını kimse kestiremiyor. Antalya'nın yaşlıları ‘‘1949 yılında da böyle soğuk yapmıştı, hiç unutmam, mayısta kar yağmıştı’’ diye konuşup insanı karartıyor, tahminler soğuk ve selli günler beklendiğini duyuruyor. En küçük bir ayrıntının bile üstünden en az iki kere geçmesiyle ünlü mükemmeliyetçi R.R. bu konuda bir şey yapamıyor olmaktan ötürü kahroluyordu.Yağmur yağar, tufan olursa diye bir seçenek, sıcak basar insanlar kavrulursa diye bir başka seçenek ayarlandı.Yıldızlı yıldızsız bütün oteller tarandı, gelenlerin Marina Otel'de kalmasında karar kılındı: Sadece eski şehrin en güzel oteli olduğu için değil, servisinin iyiliğinden, yemeklerinin güzelliğinden en önemlisi de genel müdür yardımcısı Erdinç Bey'in her sorunu anında çözümleyen inanılmaz becerisi, içten yardımseverliğinden ötürü.İki gün sonra benim işim bitmiş, R.R.'yi emin ellere teslim etmiştim.HER ŞEY DEĞİŞMİŞAntalya'yı dolaşmaya çıktım.Antalya değişmiş. Evet, dört beş yıl önce de buralara gelmiştim ama neredeyse şehri teğet geçip Belek'teki bir otele gitmiştim. O sabah, o serin nisan sabahı Antalya'da gezinirken yıllar önce benim buraya sık geldiğim günlerden hatırladığım her şeyin değiştiğini gördüm. Bahçe içindeki küçük evler, denize koşut göz alabildiğine uzanan portakal bahçeleri yıkılmış yerlerine büyük çirkin apartmanlar yapılmış. Bu işin kötü yanı. Ünlü Konyaaltı Plajı'nda belediyenin kiraladığı derme çatma obalar yerini önünden denize girilen yan yana dizili güzel işletmelere bırakmış. Eski şehirdeki harap evler tek tek yenilenip küçük oteller, pansiyonlar, lokantalar, turistler için hediyelik eşya satan dükkánlar açılmış. Bu da işin iyi yanı.Bey Dağları gene haşmetli, deniz gene masmavi ama Antalya artık bizim bildiğimiz portakal çiçeği kokan küçük Akdeniz şehri değil. Deniz kıyısına kurulu büyük bir şehir.ŞEKERDEN ŞAMPANYA ŞİŞESİKüçük şehir turumu tamamladıktan sonra İstanbul'a döndüm.Ben işler bitti sanıyordum meğer yeni başlıyoruş.İnce eleyip sık dokunan çalışmalardan, yığınla aksaklık giderildikten, kararsızlık geçirildikten, geceye bir de sema gösterisi eklendikten sonra işler bitti, Antalya'ya döndük.Ben yan geldim yattım. Daha önceden tanıdığım Art, ZDF gibi kanallara belgeseller hazırlayan Bettina Witt'le İstanbul üstüne yapacağı filmini konuştum. Modern sanatlar alanında dünyaca ünlü Prof. Heinz Mack'la tanıştım. Ondan gözleri yaşararak anlattığı Irak'taki müze talanını, Şah döneminden sonra birden İran'dan yok olan Piccasso'lar, Miro'ların bugüne kadar bilinmeyen akıbetlerini, İstanbul'da bir modern sanatlar müzesi olmayışına akıl sır erdirememesini dinledim.Sitare'nin sürekli konuşmaktan sesi kısıldı. Marina'daki balıkçılarla, çevredeki esnafla Antalya'nın bütün zabıtalarıyla ahbap oldu. Zemin hafif eğik olduğu için ‘‘Dönemem’’ diyen semazenleri yatıştırdı, sunulacak yemekleri tek tek tattı, ses düzeniyle boğuştu, akla hayale gelmeyen binlerce ayrıntıyı çekti, çekiştirdi kotardı.Nilgün koca çadırı elleriyle süsledi. Çiçekleri yerleştirdi, fenerleri astı, mumları yaktı. Sümbüller, anemonlar, ortancalar, kalalar, organze örtüler tafta yastıklarla birbir gece masallarını yaşattığı büyülü bir ortam hazırladı.Erdinç Bey herkesin eli ayağıydı.Sonra akşam oldu güneş battı.İnsanlar geldiler. R.R. küçük bir teşekkür konuşması yaptı. Tıpkısının aynısı ama şekerden yapılmış bir şampanya şişesi tekneye vurulup parçalandı ve gece başladı, sürdü, noktalandı.Ayrılırken kulak kabarttım: Herkes ama herkes ‘‘Wunderbar’’ diyordu.BİRKAÇ TAVSİYE‘‘29’’ eski şanından bir şey kaybetmemiş. Hálá terasında, Bey Dağları'na bakıp bir kadeh içmek, hálá içeride çıtır çıtır yanan şöminenin önünde güzel yemekler yemek mümkün.‘‘Ally’’ Marine Oteli'nin yazlık yeri olarak çalışıyor. Marina'ya bakan nefis bir terası var. Gece manzarası harika, yemekler çok iyi.Doğu Garajı'ndaki Antalya Balıkçısı'nın mezeleri ve balıkları olağanüstü. Pazarın yanıbaşında, kaldırım üstünde oturuyor ve İstanbul'la kıyaslanmayacak bir fiyata nefis yemekler yiyorsunuz.Gidip oynayanların yalancısıyım: Belek'teki National Golf Club ve Gloria Golf Resort golf sevenler için çok güzel düzenlenmiş iki sahaymış.Konaklamak için binbir seçenek var. Beş yıldız Sheraton-Falez otellerinin yanı sıra, benim gözağrım Marina Otel. Eski şehirde yenilenmiş evlerde açılmış küçük oteller var. ''Tekeli Konakları'' nakışlı tavanlı geniş odaları, küçük havuzu ve tipik Osmanlı mimarisiyle içlerinde en güzellerinden biri. Sekiz odası var.Bir de elbet Antalya'ya bana sorarsanız bugüne kadar görmediği bir ufuk açan Su Oteli var. Onu daha sonra, uzun uzun yazacağım.
False