GeriSeyahat Ankara ve İstanbul düşman kardeşler
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Ankara ve İstanbul düşman kardeşler

Ankara ve İstanbul düşman kardeşler

Arjantinli ünlü yazar Alberto Manguel, Tanpınar’ın Beş Şehir kitabını yeniden yazacak.İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali’nin projesi çerçevesinde İstanbul, Ankara, Erzurum, Bursa ve Konya’yı gezecek Manguel’le seyahati öncesinde görüştük.

Projeyi ilk duyduğunuzda ne düşündünüz?
Tanpınar’ın sadece bir romanını, bir Fransızca tercümesini, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü okumuş ve çok sevmiştim. Tanpınar en azından bu romanında bürokrasinin absürdlüğünü Kafka’nın alaycı, temyiz edilemez soğukluğu ile değil, felsefi bir mizah ve Dino Buzzati’nin ya da Gogol’un acıma duygusuna yakın bir hisle tasvir eder. Bu absürdlüğün romanın ana teması olmasına rağmen, daha derin ve geniş bir konu da ortaya çıkar: Zamanın anlatılamazlığı ve hiçbir saatin ölçemeyeceği zamanın akışı ve tarihin doğası. Bu nedenle hakkında daha çok şey keşfetmek istediğim ve yazım tarzına hayran olduğum bir yazara bir şekilde karşılık verip veremeyeceğimi çok merak ediyordum.
Beş Şehir’i projeyi duyduktan sonra okudunuz öyleyse. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Beş Şehir’i okumamıştım. Sonradan okudum ve Türkiye’nin belli bir kısmının harikulade bir edebi turu olduğunu düşünüyorum. Coğrafya bilgimin edebiyat tarafından şekillendirilmesine alışığım: Dickens’ın Londra’sı, Zola’nın Paris’i, Borges’in Buenos Aires’i. Ancak pek çok defa, bu mekânları fiziksel olarak ziyaret ettiğimde hayal kırıklığına uğramışımdır. Umarım bu kez böyle olmaz. Sanırım, Tanpınar gibi, ben de kendi içgüdülerimi izleyeceğim. Bununla birlikte, umarım belli noktalarda yollarımız kesişir.
İstanbul ve Ankara daha önce gördüğünüz şehirler, Tanpınar’ın kitabından okuduğunuzla birlikte düşünerek İstanbul ve Ankara’yı kısaca nasıl değerlendirebilirsiniz?
Ankara ve İstanbul ‘frères ennemis’ (düşman kardeşler) gibi geliyor bana, hani şu birçok ülkede gördüğünüz: Roma ve Napoli, Toronto ve Vancouver, Paris ve Marsilya... İnsanlar sevdiklerine göre gruplara ayrılabilirler. Mesela İstanbul zaman ve mekân gibi birçok parçaya ayrılmış, birçok yüzü olan bir şehir gibi gözüküyor. Kendisini sürekli olarak yerleşik sakinlerinin ve ziyaretçilerin hayranlığını kazanabilmek adına ortaya koyan, gayet dışadönük bir karakteri var. Ankara ise bunun tam tersiymiş gibi. İçine kapanık, iç gözleme yönelik, kendini yerleşik sakinlerinin etrafında inşa eden, gösterişli gözükmemek için telaşlanan bir yapısı var. Tüm bunların atmosferle ilgili olduğunu düşünüyorum. Ya da bir yazarın şehre ödünç verdiği bir atmosfer bu, kelimelere dökerek, yazarların bir karakteri tanımlarken tanımladığı gibi. Ziyaret edeceğim diğer üç şehirde bir ‘kimlik’ saptayabilecek miyim, merak ediyorum. Arzum tüm bu seyahatten bir seyahat günlüğüyle değil de beş şehrin de gizlendikleri maskenin altındaki beş karakteri keşfetmiş bir şekilde dönmek yönünde.
Son kitabınız Okumalar Okuması, fuarın başladığı şu günlerde raflardaki yerini aldı. ‘Okumak’ üzerinde çok duruyorsunuz ve kendinizi önce okur olarak adlandırıyorsunuz. Okur Manguel, yazar Manguel’i değerlendirecek olsa, ne söyler onun için?
Bence okur Manguel, yazar Manguel’i cana yakın, sezgileri güçlü ve fazla bilgiç olmayan biri olarak değerlendirecektir. Onun mantığını daha fazla dinlemesini ve daha az çılgınlık yapmasını dilerdim. Ancak, sonuçta, onu Almanların dediği gibi “Gemütlich”, yani rahat olarak tanımlardım.
Sizi hangisi daha mutlu ediyor okur olmak mı, yazar olmak mı? Ve hangisi daha çok zorluyor?
Seçim yapabilseydim, sadece okur olurdum. Borges der ki: “Bir yazar yalnızca yazabildiğini yazar ama okur her istediğini okuyabilir.”

İşte Manguel’in 5 şehri

1) Buenos Aires; çocukluğumun büyük kısmını ve ergenlik dönemimin tamamını geçirdiğim şehir. Hafızamda taşıdığım bir şehir; artık öyle bir şehir yok. İlk cinsel tecrübelerimi burada yaşadım; ilk arkadaşlarımı burada edindim; en kıymetli kitaplarımın çoğunu burada buldum; Borges’le burada tanıştım.
2) İlk defa beş altı yaşlarındayken ziyaret ettiğim ama daha sonra, on sekiz yaşımda erkek kardeşimle çıktığım bir Avrupa gezisi sırasında keşfettiğim Paris. Şehre gece varmıştık ve ona âşık olmuştum. Uyumayı reddettim. Gün ağarana kadar sokaklarda dolaştım. Ertesi gün bir iş bulup buraya yerleşmeye karar verdim. Ama bu hayalime birkaç yıl sonrasına kadar ulaşamadım.
3) Yirmi yıldan fazla yaşadığım ve çocuklarımın büyüdüğü Toronto. Toronto benim için cömert bir dost oldu. O zamanlar, bana tam anlamıyla bir vatandaş olma ve bir şehrin idaresinde söz sahibi olma imkânını veren bir şehirdi. Şimdi işler değişti ve Toronto’nun açgözlü, yozlaşmış, cahil ve şehrin gurur duyabileceği şeylerin çoğunu mahveden bir belediye başkanı var.
4) Poitiers, şu anda yaşadığım köye yakın bir şehir. Poitiers’i Müşkülpesent Sevgili isimli romanımın ana karakteri yaptım, çünkü onu gizemli, alçakgönüllü ve büyüleyici buluyorum.
5) Hiç yaşamadığım ama belki de İstanbul gibi, Doğu’yla Batı arasında bir seçim yapmak zorunda hissetmediği için, dünyanın en güzel şehri olduğunu düşündüğüm Venedik.

False