GeriSeyahat Operasyon Müşterek’in kalbinde bir gün
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Operasyon Müşterek’in kalbinde bir gün

Operasyon Müşterek’in kalbinde bir gün

NATO’nun Afganistan’da gerçekleştirdiği en büyük askeri harekâtlardan Operasyon Müşterek’in kalbindeyiz… Operasyon daha yeni yapıldığından, bölgede güvenlik paranoyası da en üst seviyede. Amerikalılar, “her an her şey olabilir” diye, delicesine önlem alıyorlar.

Operasyon Müşterek’in kalbinde bir gün

 

NATO'NUN AFGANİSTAN'DAKİ EN BÜYÜK OPERASYONUNUN KALBİNDE - FOTO ANALİZ

 

FOTOĞRAF ÇEKMEK YASAK, HER ŞEY TALİMATLA - FOTO ANALİZ

 

Güvenlik paranoyasını anlatmanın yolu, 12 saatlik Helmand gezisinde biz gazetecilerin yaşadıklarını detaylandırmak olabilir.  

 

Önlemler daha Helmand’a gitmeden başladı. Gazetecilere ABD’nin Kabil Büyükelçiliği’nde birer kurşungeçirmez yelek ve miğfer verildi.

 

İlk ders; kurşungeçirmez yelek nasıl giyilir. Dersi veren Amerikalı çavuş son derece açık konuşuyor:

 

“Bu yelek yaralanmanızı engellemez ama ölmemenizi sağlar. Yaşamsal organlarınızı korur. Onun için doğru giymeniz çok önemli. Mesela, bir roket saldırısına uğrasanız, bacağınızı ya da kolunuzu kaybedebilirsiniz. Ama ölmezsiniz. Hiç yoktan iyidir…”

 

Ve yaklaşık 15 kiloluk yelek elimize tutuşturulup, derse başlanıyor: “Yeleği giymek çok önemli. Boyunu iyi ayarlayın ki, yaşamsal organlarınızı koruyabilsin.”

 

Önce omuzlar ayarlanıyor, ardından da belinize önden ve yandan, yapışkanlı geniş yüzeylerle sıkıca tutturuyorsunuz. Hemen ardından da miğfer giyme dersi: “Olur da saldırıya uğrarsak ve koşarak kaçmak zorunda kalırsanız, başınızdaki miğfer hareket etmemeli. O yüzden arkasını iyi sabitleyin, çenenizin altındaki bölümü, hareket ettiğinizde kıpırdamayacak şekilde bağlayın.”

 

Hemen ardından, çavuşun talimatıyla, miğferli kafanızı hızlıca sallıyorsunuz. Eğer hareket etmezse ne ala. Ama biraz öne arkaya gidiverirse, tüm ayarlar yeniden başlıyor. Ta ki tam olarak kafanıza oturana kadar.

 

“IN THE MIDDLE OF NOWHERE”

Kabil’den Helmand’a, küçücük bir özel uçakla gidiyoruz. Uçağa binerken de bu sefer fotoğraf ve film talimatları geliyor:

 

“Ne burada, ne de ineceğimiz havaalanına yaklaştığımızda yukarıdan çekim yapmayın. Taliban tüm bu fotoğrafları, yayınlandıkları yerlerde izliyor, buluyor, birleştiriyor. Ve bizim askeri yeteneklerimizi, uçaklarımızın, helikopterlerimizin sayısını, türünü, nerede durduklarını belirliyor. Saldırıyı da buna göre yapıyor. Fotoğraf makineleri ancak uçak tamamen havalandıktan sonra çıkabilir…”

 

Neyse ki kurşungeçirmez yelekleri ve miğferleri çıkarma iznimiz var yolculuk sırasında. Ama tabii ki, daha uçaktan inmeden, doğru şekilde giymek şartıyla.

 

Helmand’ın başkenti Laşkargar’da küçücük bir havaalanına iniyoruz. Batılıların “in the middle of nowhere”- hiçliğin ortasındaki yer- dedikleri, etrafında hiçbir şey olmayan, uzunca bir pist.

 

Ortada pistten başka bir de, etrafında hiçbir ağaç hatta yeşillik bile olmayan, tek katlı, bir giriş yeri, bir de odadan oluşan bir havaalanı binası. Bizi karşılayanlar, ellerinde otomatik silahlar olan güvenlik görevlileri.

 

PARALI ASKERLER

Hepsinin üzerinde kurşungeçirmez yelekler, ellerindeki otomatik tüfeklere ek olarak, bacaklarına iliştirilmiş tabancalar. Ve tabii değişmez aksesuar, güneş gözlüğü.

 

Öğreniyoruz ki, bu güvenlikçiler, ziyaret edeceğimiz, İngiltere ve ABD’nin Helmand’da ortaklaşa idare ettikleri Bölgesel İnşa Timi’nin (Provincial Reconstruction Team – PRT) güvenliğinden sorumlu, özel şirket mensupları.

 

Afganistan’da ABD’nin uyguladığı ilginç bir güvenlik sistemi var. Taliban’la savaşı Amerikan askerleri yapıyor. Ancak başta Kabil’deki Büyükelçilik olmak üzere, Amerikalıların görev yaptığı, PRT’ler dâhil, her alanı özel güvenlikçiler koruyor.

 

Bu güvenlik görevlileri bir nevi, lejyonerler, “paralı askerler”. Etraflarında birdenbire bu kadar silahlı, ciddi yüzlü adamı görünce şaşıran biz gazetecileri alıp, o küçücük havaalanı binasına götürüyorlar.

 

Burada bir yandan Haziran 2008’de açılan havaalanının yapılışının öyküsünü öğreniyoruz, diğer yandan da “güvenliğin sağlanmasını” bekliyoruz. Sorduğumuzda öğreniyoruz, bu “güvenliğin sağlanmasının” ne olduğunu.

 

Meğer daha biz uçakla havadayken, bizi taşıyacak olan, hepsi de zırhlı, üzerlerinde her türlü haberleşme teçhizatı bulunan, kurşungeçirmez camlara sahip büyük arazi araçları, havaalanı etrafında mevzilenmiş.

 

Pilot da ancak, aşağıdaki özel güvenlikçilerden “inebilirsin” talimatı aldıktan sonra, inişe geçmiş.

 

SALDIRIDAN KORUNMA TALİMATLARI

 

Biz beklerken, havaalanının etrafını, herhangi bir roket saldırısına karşı yaklaşık 500’er metre arayla sarmış olan, toplam 10 arazi aracı da aprona geldi. Ve hemen talimatlar başladı:

 

“Her arabada toplam dört kişi olacak. Önde şoför ile korumanız oturacak. Arkada ise sizden iki kişi. Herkes arabasını ve korumasını öğrensin.”

 

Bana, adının “Tony” olduğunu söyleyen, hakkında başka hiçbir bilgi vermeyen bir koruma düşüyor. Üzerindeki çelik yelekte bulunan küçük bayraktan İngiliz olduğunu çıkarıyorum.

 

Tony gelip, bana ve benimle aynı arazi aracına binecek arkadaşıma güvenlik talimatlarını sıralıyor:

 

“Hem roketli, hem silahlı saldırı olabilir. Bir de tabii … Herhangi bir saldırı olduğunda, dışarıdaysanız hemen arabaya koşun. Arabadaysanız, arka koltuğa yatın…”

 

ETTEN DUVAR

 

Arabanın şoför koltuğunda, hemen sağında bir makineli tüfek bulunan ve Tony’ye benzeyen bir paralı asker daha var. O bize adını bile söylemiyor. Sadece “hoş geldiniz” diyor. Aksanından, Amerikalı olduğunu tahmin ediyorum.

 

Helmand’da korumalarımız ve talimatları eşliğinde bir mermer fabrikası ve tavuk üretim çiftliğini ziyaret ediyoruz. Bu tesisler yerel halka iş ve aş sağlamak için uluslararası katkılarla kurulmuş.

 

Helmand’daki son durak ise, buradaki İngiliz-Amerikan liderliğindeki PRT merkezi.

Küçük bir şehir gibi. Her milletten insan var. Korumayı Estonyalı NATO askerleri yapıyor. Sivil personelin ise çoğu İngiliz ve Amerikalı. Ama Polonyalı da var, Bulgar da.

 

Helmand’da gezdiğimi yerlerde bize anlatılanları dinlerken, “korumalarımız” da etrafımızda adeta “etten duvar” örüyorlar. Grubu bir çembere alıyorlar. Hepsi sırtları bize dönük, silahları hazırda, dışarıya bakar şekilde bekliyorlar.

 

Anlatılanlar sona erince, yanımda “korumam” Tony bitiveriyor:

 

“Haydi Zeynep” diyor… “Arabaya”.

 

False