Paylaş
Şöyle düşün saçının, gözünün rengini, beden tipini, ne bileyim kalçanı, göğüs yapını geçmişinden büyük büyük annelerinden alıyorsun da mizacının bazı parçalarını toplumsal bazı evrimleşmelerle farkında olarak ya da olmayarak kalıtımsal olarak taşımış olamaz mısın?
Kan yoluyla taşıdığın DNA yapısı aynı zamanda asırlar boyu çoğalma yoluyla sana kadar ulaşmadı mı? Kromozomlar ve DNA da dünyadaki her şey gibi enerji olarak bazı açıklayamadığın erdemleri, gizleri, gizemleri de sana taşımış olamaz mı?
Çağlar boyu sosyolojik açıdan toplumları incelediğimizde benzer profilleri hatta davranış bilimleri çatısı altında incelediğimizde ortak davranışları görüyor olmamızın altında sence bu yatamaz mı?
Dünyaca ünlü İsviçreli psikiyatrist ve psikolog Carl Gustav Jung buna kolektif bilinç dışı adını veriyor hatta dişil ve eril “arketiplerin” mitolojinin sayfalarından günümüze doğru izdüşümleri olduğunu net olarak ortaya koyuyor.
Baştan söyleyeyim, ben de uzun yıllardır yüzlerce kadın arkadaşlarımla girdiğim dönüşüm yolları, derin envanter çalışmaları sonucunda çok net bu ekolün ispatlarıyla akademik çalışmalarını tamamlamış bir uzman olarak Jung’un bu saptamalarına gözlerimle şahit oldum. Bu yüzden de güvenle paylaşabiliyorum.
Hatta sizlere, eğitimlerde çokça detaylıca anlattığım üzere Jung’un Antik Yunan Tanrı ve Tanrıçalarından ortaya koyabildiği dişil ve eril erdemlerin üzerine, tarihin sayfalarında kıtalar arası bu bilginin nasıl da aslında farklı coğrafya ve zamanlarda benzerlik gösterdiğini keyifle anlatıyorum.
İşin özü şu; ben bir tarihçi ve davranış bilimleri uzmanı olarak “senkretizm” savunucusuyum. Yazdığım çoğu makalede ve tezlerimde hatta senkretizmle olayları anlamlandırmaya çalışıyorum. Senktretizm bağdaşma, bağdaştırma anlamına geliyor.
Bu şu demek; MÖ 25.000 yılında Güney Fransa’da bulunan Venüs heykelciklerine bakın… (Eğitimlerde çok örneklerini paylaşıyorum) Bu heykelciklere Fransa’nın batısından Çin sınırlarındaki Baykal Gölü’ne kadar rastlanır. Ortak özelliklerinde kasıkların, rahmin doğurganlığındaki ve göğüslerdeki gizeme, kadının doğuran ve besleyen yönüne hep vurgu var. Doğanın verdiği bu güç sayesinde kadın bizzat doğadaki gizemin bir tezahürü olarak gösteriliyor.
O halde bütün bu bulgular bizi, kadının insanların dünyasında tapınılan ilk varlık olduğuna doğru götürebilir.(Campbell, 2020) Bu arada bu tapınılan kadınların bugünün ataerkil dünyasının kusursuzluğa ittiği kadın modelinden çok uzak bir dış görünüşe ve güzellik algısına sahip olduğunu da söylemeliyiz.
Benzer tapınılan kadın figürü, yaratım gücüne değer kıymet verilen, bolluk bereketi sembolize eden Kadın Tanrıçanın, yine Neolitik dönemin ortalarında MÖ 6.000 yılına ait bir Çatalhöyük kazısında Anadolu topraklarının merkezinde iki kolu aslan olarak görselleştirilmiş tahtın üstünde oturan Toprak Ana olarak karşına çıkması, Ana Tanrıça ya da Bereket Tanrıçası kültü sonra Antik Yunan’da Şair Homeros’un kaleminden Odysseia ve İlyada destanlarında Afrodit, Artemis, Hera, Demeter, Athena gibi karşımıza farklı erdemlerle çıkması, Sümerlerde İnanna , Mısırda Isis, Efes’e geliyorsunuz Nike, Hint Ramayana Destanı’nda ya da Vedalarında Sarasvati, Durca, daha yakın tarih Roma imparatorluğu’na geçiyorsunuz aynı aslanlı tahta bu defa heykelleştirilen Kybele, Venüs, Juno tanrıçaları gibi benzerliklerle kadınsal erdemleri görmeniz hiç tesadüf değil.
Yani toplumlar geliştikçe dalga dalga göçlerle karışıp melezleştikçe bilinç ve kültür de yayılıyor ve tabi ki bağdaşmalar ve bağdaştırmalar yaşanıyor.
Tüm bunların ortak özellikleri ise kadınların ortak erdemleri. Onları Tanrıça kılan toplumların gelişmesi, büyümesi ve bir arada olmasındaki evrimleşmesini mümkün kılan örnek hatta adlarına tapınaklar yapılacak kadar tapınılası özellikleri. Artemis tapınağı, Efes’teki Nike bölümü, Muğla Yatağan’daki Hecate Tapınağı gibi gibi… Ya da Sümer’deki İnanna tapınağı, Mısır’daki Isis için yapılan papirüsler, sonraki Firavunlar döneminde Nefertiti’nin güzellik ve bilgelik sembolü ile gizemli ve eşsiz heykeli gibi gibi… Savaş , barış, zafer, yaratıcılık, yok edicilik, bolluk, bereket, birlik, dayanışma, büyütme, dönüşüm gibi ortak özellikleri hep sergilemeleri gibi…
Hala Muğla Lagina kutsal alanında yapılan arkeolojik kazılar, Türk bilim adamları tarafından yürütülen ilk kazılar olması açısından önem taşıyor. Bu kazıları Osman Hamdi Bey ve Halit Ethem Bey yürütmüş. 1993 yılında arkeolojik kazı ve restorasyon çalışmaları Muğla Müzesi Müdürlüğü başkanlığında, Mimar Arkeolog Ahmet Tırpan'ın bilimsel danışmanlığında tekrar başlatılmış durumda. Yolu düşen olursa bir uğramanızı öneririm. Enerjisi tarif edilemez durumda. Yeri gelmişken söyleyeyim.
Carl Gustav Jung’un da kadının genç kız, anne, büyükanne arketip anlatımları hep bu farklı mitolojilerden gelir.
Joseph Campbell’e göre de bütün işte bu benzeşir tarih Paleolitik ve Neolitik dönemlerden kalma çıplak kadın heykelcikleri, tek tanrılı dinlere kadar tapınılası kadınlar - kadının kusursuzluğuna ve gizemli bedenine duyulan saygının göstergesi olarak görül ve üğünü işaret eder. Bulunan heykellerde ve tüm kanıtlarda bu kutsallığın altında, kadının ayın döngülerine uyumlu olarak adet görmesi, bedeninde bir canlı büyütmesi, doğumla birlikte bedeninden çıkan süt, doğan bebeğin kadının bedeninden gelen besinle büyümesi-gelişmesi vb. kadın bedeninin en etkileyici, büyüleyici etkilerinin mirası detaylıca incelenmesi için bana epeyce bir ilham oldu açıkçası.
Bu izin peşinden gitmelerimin sonucu olarak, adet konusu ve bunun kadının ruhsal/spiritüel gücüne olan yansımasını daha sonra sizlere daha detaylı anlatacağım.
Peki ya günümüz kadınına bakıyoruz? Hor görülüyor, şiddet görüyor, sürekli değersiz ikinci sınıf vatandaş olarak görülüyor, yargılar yaftalar yapıştırılıyor ve daha neler neler…
Sonuç; Harvard Üniversitesi öğretim üyelerinden Carol Gilligan’ın da benim eğitimlerde çok detaylıca anlattığım evrimleşmemiz ile ortaya koyduğu durumumuza gelince sağlıklı, yeterli ve yetersiz eril/dişil kavramlarına ulaştığını görüyoruz. Eğitimlerde envanterlerle bu noktada nerede olduğunu tespit ettiğimiz ve eğitimlerle koçluklarla yolculuklara girdiğimiz yüzlerce arkadaşlarım oldu.
Vardığım sonuç ise bu yüzdendir ki kadınlar eğer hayatlarında tarihin sayfalarından miras alabileceği bu erdemlere sahip çıkar ve dönüşüm yollarını hayatının içine alırsa (Goddess App’te var olan tüm uygulamalar) o noktada yeniden her birimizin Tanrıçalar olup tapınılacak hale gelebileceği, Tanrıça Oluş Hali… başta kendi “hayat çemberlerini”(aile, çocuklar) sonra dalga dalga içinde yaşadıkları toplulukları dönüştürebilecek kadınlar olabileceğimiz gerçeğine ulaştım.
Nasıl olacağının kavramsal adımlarını bu yazı dizisinde bulabileceksin.
Unutma hayatlarımız bilinçli seçimlerimize bağlı. Bu yolculukta devam etmeye karar verirsen haftaya buluşalım...
Sürecini tüm beden, zihin, ruhsal dönüşüm uygulamaları ile desteklemek için Goddess App’i hemen indirip pekiştirmeni tavsiye ederim. Ancak daha derinleşmek istersen, bireysel ve grup koçluk uygulamaları için eğitimlere katılabilir ve paralel bir şekilde yolculuğunu devam ettirebilirsin.
Senden ricam bu yazılarla ilgili yorumlarını bana ilet. Sosyal medyada ilgili postlar altına olabilir. Mesajların beni mutlu ve motive eder itiraf etmeliyim. Merak ettiğin konuları da yazarsan yeni yazı dizilerinde o konulara yer vermeye de çalışırım.
Sevgiyle ve Tanrıça erdemleriyle kalmanı dilerim…
Paylaş