Kadınların yaşama inadı

Güncelleme Tarihi:

Kadınların yaşama inadı
Oluşturulma Tarihi: Ekim 08, 2020 19:32

Öykülerinin merkezine kadınları ve onların yaşamı nasıl algıladığını yerleştiren Rus edebiyatçı Lyudmila Petruşevskaya, ‘Evler, Cinler, Perdeler’de de en zorlu şartlarda bile mücadeleden vazgeçmeyip yaşamlarını sürdürme arzularını kaybetmeyen kadınları anlatıyor.

Haberin Devamı

Erkeklerin ön planda görüldüğü Rus ve Sovyet kültüründe, yaşamın devam etmesini sağlayan ve yaşamını sürdürmeye uğraşan kadınlara öykülerinde başrolü veren Lyudmila Petruşevskaya, büyük bir karanlığın sonundaki ışığı gösteriyor okura. Kendisi de mücadeleyle örülü bir yaşam süren yazarın ‘Evler, Cinler, Perdeler’deki öykülerindeki kadın karakterleri, bazen gerçekliğin tam ortasında bazen de gerçeküstünün sınırlarında gezinirken günlük sorunların kuşatıcılığından bir an olsun kurtulamıyor.
Petruşevskaya’nın kadın karakterlerinin birbirine benzeyen tarafı inatçılıkları; en zorlu şartlarda bile mücadeleden vazgeçmeyip yaşamlarını sürdürme arzularını kaybetmemesi.
Hayatın (ve hayatlarının) anlatıcılarıyla birlikte, kimi zaman anlatmayı bir kenara bırakıp onu yaşama telaşına düşen kadınları karşımıza çıkarıyor yazar. Hayat bazen bir arenaya veya hızla adımlanan buz gibi bir sokağa, bazen de bir tiyatro sahnesine dönüşüyor bu anlarda; sessizlik ve gürültü, hakikat ve hayal birbiriyle yarışıyor. Umut, bir anne ve çocuğu için ‘yanmış bir ağacın kuru dalı’na tutunmakla, saatler boyu beklenen sıra ise ‘ete kemiğe bürünmüş adalet’le eşanlamlı hale geliyor.
Petruşevskaya’nın öykülerinde öne çıkan temalardan biri de arayış, bazen terk edilmenin hüznü ve utancı bu eyleme eşlik ediyor, bazen kuşku ve kararsızlık. Ardından bunların tümü ahlaki sorgulamalarla, hayatın kiriyle pasıyla, türlü rezilliklerle ve ‘çiğ insan yüreğiyle’ kol kola girerek yaşama uğraşına dahil oluyor. Söz konusu uğraşı diri tutansa kadınların direnci, inadı ve iradesi.

KABUK BAĞLAMIŞ YARALAR
Zorbalığın, suskunluğun ve sansürün olağanlaştırıldığı, üstelik böyle bir ‘özgür’ diye nitelendiği noktada da anlatıcıların yaşamı sırtlanma ve labirentten çıkma mücadelesi aynı hızla devam ediyor.
Adı geçen mücadeleyi verenlerden birinin sözleri, ortamın havasını ve üstü örtülen hakikatleri özetliyor: “Hiç kimse karşı çıkmadığına, ayıplamadığına, sustuğuna göre, herkes bunu olması gereken bir şey diye kabul ettiğine, önemsemediğine, sözünü etmeye değmeyecek önemsiz bir şey saydığına göre, demek ki hayat normal seyrini sürdürüyordu. Çevresindeki herkes onu affediyor, hiç kimse bir kez olsun kınamıyordu.”
Öykülerde gerçeklik ve masalsılık, hayat ve düş at başı gidiyor; karakterlerin kendi yaşamları içindeki sürüklenişleri, bocalamaları, arayışları ve çıkış yolu bulma istekleri bu iki yönü besleyip kuvvetlendiren öğelere dönüşüyor.
Petruşevskaya, öykülerde can yakıcı hakikatleri hatırlatıp gün ışığına kavuştururken anlatıcıların ruhundaki yaraların kabuğunu kaldırıyor. Tam da bu noktada gerçek ile fantastik olan arasına ince bir çizgi çekiyor yazar: Güçlüklerle, absürtlüklerle ve karanlıklarla örülü yaşam ile buradan kurtulup bir an nefes alan karakterler çıkıyor karşımıza.
Petruşevskaya, öykülerinin merkezine kadınları ve onların yaşamı nasıl algıladığını yerleştirmiş. Evin kuşatıcılığı, baba ve eş figürleri ile onlarla kurulan ilişkiler (ya da ilişkisizlikler), tutkulu veya eksik aşklar, ölümün soğuk nefesi, intihar ve kazalar da anlatımda önemli bir yere sahip. Tıpkı kendisi gibi yaşamın tam ortasında büyük bir mücadele örneği olan kadınları birer öykü karakteri haline getiren
Petruşevskaya, Behlül Dündar’ın önsözde belirttiği üzere “yaşamı yeniden kuran, adeta tarihöncesi kadınlarının o gün bir kez daha sahneye çıkmış torunları”na dönüşüyor. 

EVLER, CİNLER, PERDELER

Kadınların yaşama inadı

Lyudmila Petruşevskaya
Çeviren: Ayşe Hacıhasanoğlu
Jaguar Kitap, 2020
222 sayfa, 30 TL.

BAKMADAN GEÇME!