Bir kadının üç sesi: 'Ben, Kendim, Şahsen'

Güncelleme Tarihi:

Bir kadının üç sesi: Ben, Kendim, Şahsen
Oluşturulma Tarihi: Ocak 02, 2024 09:57

Ressam Ömür Eke'nin Narsist Kitap'tan çıkan 'Ben, Kendim, Şahsen'i iç sesini dinleyen bir kadının üç farklı karakterini yansıtıyor. Eke, "(Kitap) Kendi iç seslerimin farkına fazlasıyla vardığım, kah yalnızlığıma merhem, kah kendi kendime terapi özelliğinde, psikolojik derinliği olan, kendimi tanıma niteliğinde yazılarımdan oluşuyor. Ortaya, yüzeye çıkan üç farklı karakterimle, kendi aramda yaptığım monologlarımla, pandemi ve sonrası süreci, aslında alışmaya çalıştığımız yeni çağı değerlendiriyorum" diyor.

Haberin Devamı

 

Sanatçı kimliğinizin yolculuğunu bizimle paylaşır mısınız? Yolunuz resimle nasıl kesişti, yazarlık serüveniniz nasıl başladı? Kendinizi sanatın hangi alanında daha bağımsız ve cesur hissediyorsunuz? Toplumsal rolleriniz sizin kendinize sansür uygulamanıza sebep oluyor mu?
İnsanlık nasıl duvar resimleriyle iletişimi keşfettiyse, en naif, en saf ve pirimitif desenlerde, sanırım benim çocukluğumun en ilkel, naif dönemlerinde, önce kendimle, sonra çevremle ilişki kurma biçimim de resimle oldu. Yani kendimi bildim bileli elimde hep bir kalem vardı, sonra renklerle, boyaların dünyasına daldım. Çocukluk dönemi doğal bir süreçtir, çiziktirmek, boyamak gibi, ama bütün mesele ona aşkla bağlanma ve kopamama sürecidir. Sanırım bu farkındalıklı, “Ya sev, ya da terk et” sürecinde, renkler ve biçimler dünyası tarafımdan zaman içinde bilinçli bir tercihe dönüştü.

Haberin Devamı

Yazma serüvenim de birbirini besleyen iki farklı arterin buluşması gibi, birbirini beslemesi sonucunda, disiplinler arası bir serüvene itti beni. Çocukluk dönemimde tuttuğum günlükler hâlâ sürmekte olan hatıra defterlerine dönüştü, onlar sanki hayatımın özeti gibi. Gerek hocalarımın teşviki gerekse teknik alt yapıyı oluşturmak için gittiğim ressam atölye ve galerilerinde resim sanatımı geliştirirken, beni en çok yazmaya sevk eden kitap okuma sevdamdı ve sanat yolculuğumda bana yeni ivmeler kazandırıyordu.

Bir kadının üç sesi: Ben, Kendim, Şahsen

Sonunda sanat yolunda ilerleme tercihimin bana sunduğu, kah sancılı, ıstıraplı, kah hastalıklı ve “tutku”lu egosantrik dünyasını kabul etmiş oluyordum… Yani bana sunulan böylesi yalnız dünyanın, aynı zamanda keyifli ve terapik yanını da bonus olarak kabul etmiş oluyordum. Sonuçta hem yazı, hem resim aleminin her daim “alaylı”sı olarak -bilinçli bir tercihle elbette- amatör ruhla yoluma devam etmeyi seçtim. Ama sanırım dikkat çeken yeteneklerim sayesinde fark edilen oldum. Yurt içi ve yurt dışında otuza yakın kişisel sergilerim, kırka yakın karma sergilerim, bir dönem açtığım Eke Sanat Galerim, alternatif akademi işleviyle faaliyet gösteren üç arkadaşla birlikte açtığım Atölye Mavi ile Denizli kent kültürüne önemli katkılar koyduğumuza inanıyorum.

Haberin Devamı

Sanat ve hayatın buluştuğu Denizli yerel gazetesi Deha20’deki yirmi yılı aşkın köşe yazılarımla bu anlamdaki amacıma ulaştığımı sanıyorum. Ayrıca yazın serüvenim bu süreçte, çeşitli aylık kültür ve sanat dergilerinde sürekli çıkan makalelerimde devam etti, uzun soluklu olarak devam eden “Bukle” adlı kültür sanat dergisinde, aynı zamanda editörlük de yaptım. En son Ankara’da çıkan “Sanatım” adlı dergide, yine sanata ve sanatçılara dair yazılarımla üç yılı kapsayan bir süreçte yer aldım.

Hem yazmak, hem de resim yapmak ciddi bir disiplin işi, başarı potansiyeli olan uzun soluklu bir uğraşı gerektiriyor, insanın kendini oldurması için geniş zamanlara ve sabra ihtiyaç var. Hap bilgiler, verilen formüller her zaman işe yaramıyor. Sabırsızlık, acelecilik, yaratıcılık alanında çok işe yaramıyor, hatta sanatçının kendine verdiği zararı kolay kolay hiçbir yaratı tanzim edemiyor. Yani yazmak da, çizmek de senden bir ömür talep ediyor.

Haberin Devamı

Kısacası bu yaptırımlar sizi hem çok bağımsız, hem de fazlasıyla bağımlı yapıyor… Sadece bir oyun oynadığınızı düşünüyorsunuz…

Resim daha çok güzeli ve estetiği öne çıkarmanızı istiyorsa, yazı sorunu, kusuru  öne çıkarırken hayatın anlamlı olduğunu vurgulamanızı istiyor. Yani hem savaşı istiyor, hem barışı gibi.. Teknik anlamda bazen resimle savaşırken, bazen içerikle, üslupla barıştığımı, bazen de tam tersi durumlarla karşılaştığımı görüyorum.

 Toplumsal rollerimin başında annelikle başlayan aile ön planda olsa da bazı zorunlu süreçler yaşansa da, hiçbir durum benim sanat dünyama engel olmadı, tabii bunu ailemin derin hoşgörüsüne de bağlıyorum. 

Haberin Devamı

“Ben, Kendim, Şahsen” eserinizin ikinci kitabınız olduğunu biliyorum, ilk kitabınız "Mavi Kalem"i de deneme türünde yazmıştınız. Yazı alanında kendinizi gözlemci ve aktaran kimliğiyle mi ifade ediyorsunuz? Roman ve hikâye alanında eserler üretmeyi düşünüyor musunuz? Bize kitaplarınızın içeriğinden ve topluma ne mesaj vermek istediğinizden bahseder misiniz?
Yazar ya da ressam elbette ki yaşadığı dönemin bir tanığı olarak, çağın gereğini, gerçeğini yansıtır, tabii ki öngörüleriyle çağının ötesini de fısıldayabilir. Ben kendimi daha çok gözlemci olarak tanımlasam da, anlatımcı kimliğim hem resim alanında, hem de yazarlık alanımda kendini daha çok gösteriyor. Şu anda gerek kitaplarım, gerekse makalelerim deneme türünden oluşuyor. Kısa kısa hikâye denemelerim de bulunuyor. Bu da apayrı bir dünyanın kapılarını aralıyor. Sanırım bu heyecan ve amatör ruh beni  roman ve hikâye alanında eserler üretmeye itiyor.

Haberin Devamı

İlk kitabım “Mavi Kalem”, daha toplumcu, toplumsal sorunlara eğilen, kadınlık halleri, eğitim, kültürel, siyaset, ekonomi ve sıradan vatandaşın dünya ve ülke ölçeğinde yaşadığı çağa uyumlanma sorunları gibi daha geniş kapsamlı dışa dönük sorunları, kah mizahi, kah dramatik unsurlarla bir resim gibi görünürlük kazandırarak anlattığım, bazen pembe gözlüklerle, bazen kara gözlüklerle bakış açısı kazandırmaya çalıştığım yazılarımdan, yine kısa öykülerle bu konulara mercek tuttuğum makalelerimden oluşuyor.

”Ben, Kendim, Şahsen” ise daha içe dönük, kendimle olan mücadelem, savaşım ve barışıklıklarımdan oluşuyor. Daha çok pandemi döneminde kaleme aldığım, dönemin sıkıntılı, karamsar ve biraz da saçma sürecinde kendimle oynadığım bir tür oyun gibi. Kendi iç seslerimin farkına fazlasıyla vardığım, kah yalnızlığıma merhem, kah kendi kendime terapi özelliğinde, psikolojik derinliği olan, kendimi tanıma niteliğinde yazılarımdan oluşuyor. Ortaya, yüzeye çıkan üç farklı karakterimle, kendi aramda yaptığım diyalog(monolog)larımla, pandemi ve sonrası süreci, aslında alışmaya çalıştığımız yeni çağı değerlendiriyorum. Bu yaşadığımız çağın ve pandemi denen dönemin katlanabilirliğini mizahi bir yolla açıklamaya çalışırken, asıl dipte yatan bir gerçeği yüzeye çıkarıyorum, tipik yaşlanmaktan korkan, kaygılı bir orta yaş kadını…

Her sanatçının yaratım ve aktarımdan sonraki aşaması beğenilme olduğunu düşünüyorum. Gözlemlediğim kadarıyla resim ve yazı alanında geri bildirimler farklı oluyor. Serginizi gezenleri ilk gözle değerlendirip beğenip beğenmediklerini algılayabiliyorsunuz, ama kitap okuma daha bireysel bir eylem olduğu için geri bildirim daha belirsiz kalabiliyor. Sizin için yaratım, aktarım ve ardından buluşma süreci nasıl işliyor? Sanatınızı besleyen faktörler neler? Tıkanıklık yaşadığınız zamanlar oluyor mu?
Yazarın ya da ressamın yaratım esnasındaki samimiyeti ve eserin henüz daha kendine ait olduğu benlenme süreci, sanatçının kendini adeta tanrısal boyutta hissettiği o dönem çok önemli. Eser size ait neticede, üzerinde istediğiniz oynamayı yapabilirsiniz. O hak sizdedir -güç ve kudret de tabii. Ne zaman ki resminizi ya da kitabınızı bitirip sanat severin beğenisine sunarsınız o zaman eserinizin sizden ayrılıp başka maceralara yelken açtığını görürsünüz… O sizden çıkmıştır artık. Tek isteğiniz, hakkının teslim edilmesidir. Sanatçı ya da yazar bu noktada her türlü eleştiriye hazırlıklı olmalıdır desem de, klasik “anlaşılamama” acısını hep içinde taşır. Bu noktada daha profesyonel kalıp, derisini kalın tutmak zorundadır -ki bunu yeni yaratımlarının zarar görmemesi için yapmalıdır. Resim sergilerim bu konuda bir imtihan gibi sınandığım, çok kere de bir sonraki yaratım ve ilhamlarıma referans olduğu için bana gerekli motivasyonu aldığım olumlu geri dönüşlerle itici güç gibidir. Evet haklısınız, daha bireysel ve geri dönüşümü birebir olamadığı için kitabın ve teslim edilecek yazarlık ediminin takdiri daha muğlak ve komplike olabiliyor. Okuru elde etmek, yazın ve kurgu kalitesine bağlı kaldığı gibi, ani çıkış “sürprizi” dışında uzun soluklu deneyimler ve ortaya çıkan eserlerle kalıcı olabiliyor.

Yaratım ve aktarım süreci ardından gelen buluşma süreci hiçbir zaman denklemini bulmuyor. “Eğitim şart” sıkça yinelenen bir söylem olsa da, ülkemizde bu konuda ciddi sıkıntıları olduğunu, yaşamın her alanına sirayet eden kültürsüzleştirmelerin, maalesef güzel sanatlara ve yine maalesef okurluğa darbe vurduğuna inanıyorum. Bu alanlarda azalan ilgiyi çağımızın ciddi sorunu olarak görüyorum. Ümidin genç nesil olabileceği bu çağda onları dijital dünyanın, sosyal medyanın, tuhaf videoların kapanına kısılmış olarak görüyorum. Tabii ümidim hâlâ var.

Ben insan merkezli sanat üreticisiyim. Resimde figüratif çalışıyorum ve konum en çok da kadın! Günümüz toplumunun modern kadının, eğlence ve günlük hayat içerisindeki hal ve hareketlerini, duygu durumlarını yansıtmaya çalışıyorum. Konum aslında her yerde dolaşıyor, ben bir kadın olduğum için kadını ilgilendiren her şeyden ve ortamlardan besleniyorum. Gerek ev içi hayat, gerekse kapalı mekan, sosyal hayat, hepsi de beni fazlasıyla besliyor. Yeter ki görmeyi bilelim…

Asıl beslenmelerimse müzeler ve sevdiğim sanatçıların oralarda resimlerini görmek ve izlemekle oluyor. Kendimi bu konuda şanslı hissediyorum, beni en çok etkileyen bir Matisse, bir Klimt, bir Degas, Picasso, Van Gogh ve diğerlerini birçok müzede yakından görme imkânı yakaladım. Bir okul gibi en sevdiğim sanatçılardan hâlâ öğreniyorum. Yaşadığımız dönemin ve ülke sorunlarının bazı durumlarda blokajı altına girdiğim olduğu gibi kendimi besleyen kültürel sorunlardan uzak kaldığım ya da olası bir sıkıntıya maruz kaldığım zaman oluyor elbette, ama toparlanmam ve akışta olmam fazla gecikmiyor. Şimdilik!! Ama bu konuda çok fazla profesyonel bir yapıya sahip olmadığımı da görüyorum zaman zaman. Arada bir çekilip soluklanmak, yeni üretimler için de bir ihtiyaç diye düşünüyorum. Tabii bu süreçte gözü ve ruhu doyurmak için sanatsal aktiviteleri takip etmek, müze ve galeri gezmek, bol bol okumak şart!

Sanırım en merak ettiğim konulardan biri de şu. Resimlerinizi satarken ne hissediyorsunuz? Çocuğunuzdan ayrılma hissi yaşıyor musunuz? Bana göre her eser sanatçının ruhunun çocuğu olduğu için ressamın bu anlamdaki dünyasını merak ediyorum.
Sanatçının yapıtı ile arasında psikologların izah edebileceği bazen çok güçlü, tutku yoğunluklu marazi bir bağ oluşabiliyor. Ama daha önce de vurgu yaptığım gibi eğer eseri kendine saklamayacaksan, daha profesyonel tavırla bağını gerektiği zamanda kesebiliyorsun. Sanatçı her yaratım esnasında eserine baş yapıt muamelesi yapar, bu da onun gözünde biricikliğini korur. Ayrılmak zordur, evet ama gereklidir de. Öncelik geçim sorunu olsa da, sanatçı egosu, beğenilmek, takdir görmek ister. Ruhumuzun çocuğu gibi olsa da olay kızını vermek gibidir. Değerini bilen, eserine kıymet veren ve sevilen gibi… Üretenin de, sahip olanın da ortaklaşa mutluluğu çoğaltır ruhumuzun çocuklarını...

Özel hayatınızda sanatçı kimliğinizin size negatif ya da pozitif bir etkisi oluyor mu? Sürrealist bir salata yapmak keyifli olabilirdi tabii ama cidden dünyaya renklerle ve normların dışında bir düşünce sistemiyle bakarken uyum sorununuz oluyor mu?
Bunu son kitabım “Ben, Kendim, Şahsen”deki “Kendim” karakteri ile vermeye çalıştım. Sanatçı hayal dünyası bir evren kadar büyükse de, fiziki olarak yaşadığı dünyası birkaç metrekarelik atölyesinden oluşuyor, kapısını kapattığı zaman da atölyesinin, tüm dünya gerçekleri, savaşlar, açlıklar, kıtlık ve ekonomik sorunlar kapının dışında kalıyor. Fikir ve hayal dünyasından beslenen sanat işçisi bu gerçeklerden kaçamazsa yaratım dünyası darbe görür. Dış dünyadan soyutlanarak yalnız olmak zorundadır ki sağlıklı bir iç dünya sunsun eserlerine. “Kendim” karakteri tam da bu! Üzerinden zaman geçse de, olaylar, insanlar ve görüşler değişse de kendinizi odakladığınız müddetçe başarılı olursunuz.

Renklerin dünyası, dışarının renksizliğiyle çelişse de, terapik özelliğiyle sanatın sığınma alanı, medidatif anlamda iç dengeyi sağlayan bir unsurdur. Tabii bu noktada, yalnızlığa sığınma gibi, ben diyeyim lüksü, siz deyin cezası da oluyor. Sonuçta yaratıma katkı koyuyorsa benim uyumsuzluktan yana hiç şikâyetim yok!

 

 

 

 

BAKMADAN GEÇME!