Bir cinayetin ya da evliliğin hikâyesi

Güncelleme Tarihi:

Bir cinayetin ya da evliliğin hikâyesi
Oluşturulma Tarihi: Kasım 18, 2022 12:02

İtalya edebiyatı kadar İtalyan direniş hareketinin de önemli isimlerinden olan Natalia Ginzburg, ‘İşte Böyle Oldu’ romanında bir kadını kocasını öldürmeye götüren süreci anlatıyor. Kısa ama etkileyici bir roman. Etkileyiciliği anlatı üslubundaki sakinlikten geliyor.

Haberin Devamı

Natalia Ginzburg, 1916’da Palermo’da doğdu. Babası Torino Üniversitesi’nde öğretim üyesiydi. Edebiyat hayatına Floransa’da çıkan Solaria dergisinde kısa öyküler yayımlayarak başladı. 1938’de yayımcı ve direnişçi Leone Ginzburg’la evlendi. Natalia Ginzburg aynı yıllarda antifaşist direnişin Torino’daki ­Cesare Pavese­ gibi önde gelen temsilcileriyle temas kurdu. Ginzburg’lar 1940’ta Abruzzo bölgesine iç sürgüne gönderildi; sürgündeyken 1942’de Alessandra Tornimparte mahlasıyla ilk romanı ‘Kente Giden Yol’u yayımladı. Leone Ginzburg’un Gestapo tarafından öldürülmesi üzerine 1944’te Torino’ya döndü. 1947’de ‘İşte Böyle Oldu’ romanıyla Tempo Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. Bundan sonra gerek öykü kitapları gerek romanlarıyla çok sayıda ödül -ve dünya çapında ün- kazandı. 1983’te ve 1987’de İtalyan Komünist Partisi’nden İtalyan Parlamentosu’na seçildi ve Sinistra Indipendente (Bağımsız ­Sol) fraksiyonuna katıldı. 1991’de Amerikan Sanat ve Bilim Akademisi’ne üye seçildi. Aynı yıl Roma’da öldü.

SÖZ TÜKENDİĞİNDE
Bu yazının giriş cümlesindeki “Bir kadını kocasını öldürmeye götüren süreci anlatıyor” ifadesini okuduğunuzda “Romanın heyecanı kaçtı” diye düşünebilirsiniz. Lakin bu bir suç romanı değil. Ve zaten Ginzburg’un isimsiz kadın kahramanı daha ilk paragrafta ifşa edecek cinayetini:
“İşte resmi o sırada gösterdi bana, yazı masasının çekmecesinden tabancayı aldım ve ateş ettim. Alnının ortasına ateş ettim. Çok uzun zamandır aklımdaydı, günün birinde ona bunu yapacağımı biliyordum. Sonra sırtıma pardösümü geçirip eldivenlerimi giydim ve dışarı çıktım.”
Sonra ıssız bir parka gidecek, polise vereceği ifadeyi, cinayeti neden işlediğini nasıl anlatacağını, kısacası dört yıllık evliliklerini düşünmeye başlayacak: “Önce çok yaşlı diye düşündüğü, fiziksel özellikleri de ilgisini çekmeyen Alberto’nun nezaketinden ve buğulu gözlerinden etkilenir. Onun da kendisini sevdiğini düşünür. Ne var ki Alberto’nun uzun yıllar ilişkide olduğu evli bir sevgilisi vardır. Buna rağmen evlenirler, üstelik bir de çocukları olur. Ne var ki Alberto’nun yalanları ve eski sevgilisiyle ilişkisi bitmez. Buna karşılık her seferinde tatlı sözlerle avutur karısını: “Sen hayatta sahip olduğum tek şeysin.”
Bir gün gelecek, bu tatlı sözler tekrarlana tekrarlana elbette anlamını yitirecektir...

SESSİZ PATLAMA
Türkçeye daha önce çevrilen romanlarını da göz önüne alarak, Natali Ginzburg’un hikâyelerini kadın bakış açısıyla, kahramanının ağzından anlattığını söyleyebiliriz. Daha detaylı br değerlendirme için Italo Calvino’nun ‘İşte Böyle Oldu’ üzerine L’Unità gazetesinin 21 Eylül 1947 tarihli sayısında yayımlanan -kitabın sonuna eklenmiş- yazısından bir alıntı yapmak istiyorum:
“Ginzburg, birbirlerinden çok uzak kişileri anlatırken birinci kişinin ağzından öykülüyor: Ama o birinci kişi yazarın lirik güncesindeki ‘ben’ değildir artık, canla başla benimsenen bir dışavurum söz konusudur. Ama sonuçta canı sıkılan ve yaşam nedenini bulamayan, hatta arayamayan hep aynı yalnız kadındır. Kendini ne başkalarının ne de kendi duygularından koruyabilen ‘Kente Giden Yol’daki emekçi genç kız, bu ikinci romanda (‘İşte Böyle Oldu’da) hüzünle evlenecek bir koca bekleyen, ama sonra talihsiz bir evliliğin düş kırıklığını yaşayan küçük burjuva bir öğretmen olarak karşımıza çıkar. ‘Kente Giden Yol’da, şehre doğru kaçışların ortaya koyduğu ama sonra yavaş yavaş sönen özgürlük arayışı, başkahramanın tedirginliği romanın daha ilk sayfalarında dile getirilmiştir; bu romanda ise taşlar sonunda (sonunda ama başında), çaresiz bir hareketin etrafında yerine oturuyor.”
Taşları yerine oturtmak, bu evlilikte neler olduğunu ve daha da önemlisi neler olmadığını göstermek için zaman içinde ileri geri gidip gelerek örmüş hikâyesini Ginzburg. Gerçekçi üslubunu evliliğin inişsiz çıkışsız, monoton doğasıyla eşleştirmiş ve monotonluğu ‘neler olacak’ beklentisinin yarattığı gerilimle kırmasını bilmiş. Sonuyla başını birleştiren parçalanmış anlatı yapısı kadın ve kocası arasındaki ilişkinin/evliliğin karakteristiğini ortaya koyuyor; kaygan bir zemin üzerinde yükselmiş güvenilmez bir evlilik. Aslında anlatıcı başından beri bu durumun farkındadır ama görmezden gelmiş, hayalinde kurduğu bir evlilik modelini gerçekte olanın yerine koymuştur.
Girişteki cinayet sahnesi yanıltıcı olabilir. Hikâye roman kahramanının bu irkiltici eylemi itirafı ile açılmış olsa bile, kahramanın karakterini yansıtmaz. Asıl yansıttığı, yazarın içinde bulunduğu ruhsal durumdur. Spekülasyon değil, bizzat Nadine Ginzburg ifade etmiş bu gerçeği:
“Tamamen güçsüz ve mutsuzdum. Bu romanı mutsuzluğumu biraz hafifletmek için yazdım. (...) Tabancanın tetiğine basma düşüncesi tesadüfen doğdu. Yazmak istiyordum ve aklıma tabancayla ateş etme fikri geldi, ben de peşinden gittim. Ama ateş etme romanın gerçek bir gereksinimine yanıt vermiyor. Hikâye ona rağmen ve onun dışında sürüp gidiyor. Tabancanın tetiğine basma sadece bir erek. Eğer o kadın ateş etmeyip sadece ateş etmeyi düşünseydi daha doğru olurdu. Bu hikâyeyi sevmediğim açıkça görülüyor, o halde neden yayımladığım sorulabilir. Ama gerçekte sevmediğim doğru değil; nerede canlı olduğunu, nerede rastlantısal olmadığını biliyorum. Ama nerede rastlantısal olduğunu da biliyorum. Onu yazarken aklım karışıktı ve karanlıkta debeleniyordum. Gerçekten de hikâyede hâlâ canlı olan her şey -karanlık, karmaşa, debelenme- o kadının yaşadığı şeyler.”
O kadının ismini bilhassa vermemiş yazar. Anonim bir karakteri, kendisini karanlık, karmaşa, debelenme duygusu içinde gören bütün kadınları işaret etmiş. “Kuşaklar boyunca beklemekten ve katlanmaktan başka bir şey yapmayan, sevilmeyi, evlenmek için seçilmeyi, anne yapılmayı, aldatılmayı bekleyen” bütün kadınları...
Böyle bir fikriyattan yola çıkarsak eğer, anlatıcının kuzeni Francesca’ya ayrı bir yer açmak gerekir. Cinselliğinden ve hayatın tadını çıkarmaktan utanmayan, erkeklere bağlanmayan bu özgür kadın tipi az önce sözünü ettiğim ‘bütün kadınlar’ın antitezi olarak önemlidir.
‘İşte Böyle Oldu’ kısa ama etkileyici bir roman. Etkileyiciliğinin anlatı üslubundaki sakinlikten geldiğini düşünüyorum. Hikâye trajedisini sessiz bir patlama ile yansıtırken okuyucuyu anlatıcının iç dünyasına empati yapmaya zorluyor. Evet, kadının kocası karşısındaki pasifliği ve sonda bu pasifliğe uygun düşmeyen cinayet sahnesi abartılı gelebilir. Ancak kendisini kuşatılmış, daralmış, çıkışsız hisseden bir kadının içindeki öfkeyi vurgulayan tam da budur.

İŞTE BÖYLE OLDU 

Bir cinayetin ya da evliliğin hikâyesi

Natalia Ginzburg
Çeviren: Şemsa Gezgin
Can Yayınları, 2022
104 sayfa.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!