‘Bazı ölümler çok olur, ölen sanki bir kişi değilmiş gibi’

Güncelleme Tarihi:

‘Bazı ölümler çok olur, ölen sanki bir kişi değilmiş gibi’
Oluşturulma Tarihi: Nisan 15, 2022 11:08

Oya Baydar, yeni romanı ‘Yazarlarevi Cinayeti’nde ‘yazar’ babasının ölümünün ardından, kızının gözünden ‘baba’ figürünün insan olarak tanınmasına; zayıflıklarının, hayallerinin, umutsuzluklarının keşfine ve bir yazarın yaratım sürecine tanıklık ediyoruz.

Haberin Devamı

Modern Türkçenin en üretken yazarlarından biri Oya Baydar. Günceli yakalayan toplumsal, ekonomik, siyasal, ekolojik pek çok konuya edebiyatın imkânlarından bakan, tartışan, sorgulayan bir yazar. Kurguladığı karakterlerin canlılığı odağına yaşamı, güncel Türkiye’yi aldığı hikâyelerden geliyor. Oya Baydar, aynı zamanda bu memleketin en can alıcı konularını gündeme getirmekten, sorgulamaktan hiç çekinmeyen bir aktivist. Dilinin muhalif ruhu ve romanları üzerinden yakın dönem Türkiye tarihini okumaya imkân veren sosyolojik gözlemleri her zaman çok güçlü ve çok yönlü. Modern Türkçenin en üretken yazarlarından biri Oya Baydar. Günceli yakalayan toplumsal, ekonomik, siyasal, ekolojik pek çok konuya edebiyatın imkânlarından bakan, tartışan, sorgulayan bir yazar. Kurguladığı karakterlerin canlılığı odağına yaşamı, güncel Türkiye’yi aldığı hikâyelerden geliyor. Oya Baydar, aynı zamanda bu memleketin en can alıcı konularını gündeme getirmekten, sorgulamaktan hiç çekinmeyen bir aktivist. Dilinin muhalif ruhu ve romanları üzerinden yakın dönem Türkiye tarihini okumaya imkân veren sosyolojik gözlemleri her zaman çok güçlü ve çok yönlü. Oya Baydar’ın ‘Yazarlarevi Cinayeti’, son romanı ‘Köpekli Çocuklar Gecesi’ üzerinden üç yıl sonra bu ay başında yayımlandı.  Geçen üç yıl içinde ise geçen yıl, pandemi günlüğü olarak ‘kapanma/kapatılma’ hallerine kendi kuşağının yaşadıkları üzerinden baktığı ‘80 Yaş Günlükleri’ni yazdı ve okurlarıyla paylaştı.Baydar, sadık okur ağını her yeni kitabıyla farklı yaştan okurları katarak genişletiyor. Ben de sadık bir okuru olarak bu yeni romanını görünce acaba yeni bir türle, polisiyeyle mi karşılaşıyoruz diye geçirdim aklımdan. Yeni bir tür değilse de ‘Yazarlarevi Cinayeti’, ölümün ve aslında yaratımın izini süren bir roman. Bir babanın kaybı üzerinden, kızının gözünden baba figürünün insan olarak tanınması; zayıflıklarının, hayallerinin, umutsuzluklarının keşfi. Ceren’in bir yazar olan babasının yaşamını odağına alan roman, aynı zamanda ülkenin edebiyat ve yayıncılık alanını da sorguluyor, bir nevi satırlar arasından edebiyat ortamını, kendi kurallarını, kabul etme ve dışlama pratiklerini, dahası bu edebiyat ortamının sözsüz kurallarını açık ediyor. Genç kuşak yazarlar ve şairlerle ilişkilenme biçimlerini, taşranın sahiden edebiyat alanının da taşrasında kalmasını, İstanbul’un kendine özgü snopluğunu yine tüm bu yayıncılık alanındaki yazarın gözlemleri ve anıları üzerinden tasvir ediyor.Roman Ceren’in Ada’ya giderek, babasının mirası olan yazarlarevini satmak istemesiyle açılıyor ve öğreniyoruz ki Ceren’i buraya çeken başlangıçta üzerindeki yükten kurtularak evi satmak olurken, Ada’da kaldığı günler onu bambaşka bir yolculuğa çıkarıyor. Babasıyla yakın olan Ada sakinlerini tanırken, onlarla birlikte babasıyla yeniden tanışıyor. Öyle ki, çok okunan, sevilen bir yazar ve hayranlık duyduğu babası kaygılarıyla, ete kemiğe bürünüyor Ceren’in gözünde. Yazma çabasına tanıklık ediyor. Yazdığı günlük üzerinden bir yazarın tökezlediği zamanlardaki çabalarını ve çıkış yolu arama sürecini okuyor.Tüm bu sürece paralel Ceren, ölümün peşine düşüyor. Nasıl oldu? Kaza mıydı yoksa intihar mı? Veya cinayet mi? Tüm sorular roman boyunca Ceren’e ve dolayısıyla okura eşlik ediyor ve okurun zihnini kurcalıyor. Bu sorgulama, romanın ritmini yüksek tutan önemli unsurlardan biri. Sayfalarda ilerledikçe bölümler diğer roman karakterlerinin ağzından işleniyor, böylelikle onların zihninden de düşünmeye başlıyor okur. Yusuf’un, Sultan’ın, Engin’in, Aliço’nun, Bewran’ın, Sadu’nun yazarı ve tüm olanları nasıl gördükleri kendilerinin ağzından dökülüyor. ‘Yazarlarevi Cinayeti’ aslında basılamayan romanın adı. Ölmeden önce yazarın taslak olarak hazırladığı romanın adı olduğu anlaşılıyor. Oya Baydar, bir yazarın yazma sancılarına, sözün ve hikâyenin asıl sahibinin kim olduğuna, esinlenmenin ötesine geçen sahipliğe, ortak yazılan romanlara, çalınan emeğe ve bir yazarın tüm çelişkilerine ses veriyor. Bir bakıma bir yazarın fiziki ölümü üzerinden metaforik ölümünü odağına alıyor. Yazarın üretemediği noktada yazma hırsının nelere yol açabileceğine uzanıyor. Bir yazar ne zaman ölür? Yazamadığında veya yazdıklarının aslında kendi sözcükleri olmadığında, kendine ait bir hikâye bulamadığında mı yoksa yeni bir ses bulamadığında mı ölür? Roman döngüsel olarak yine Ceren’in Ada’yla buluşmasıyla sona ererken yazarlığın ontolojik rolünü de sorgulayan ritmi yüksek bir roman ortaya çıkıyor. Baydar bu defa okurlarına ‘yazarın’ penceresinden bakacakları bir romanla ulaşıyor.   “Hikâyeler tükendi, bana yeni bir dil, yeni bir ses gerek, o dili, o sesi bulabilir miyiz?”

YAZARLAREVİ

‘Bazı ölümler çok olur, ölen sanki bir kişi değilmiş gibi’

CİNAYETİ
Oya Baydar
Can Yayınları, 2022
358 sayfa

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!