Fulya Öztürk deprem bölgesinde yaşadıklarını anlattı: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak

Güncelleme Tarihi:

Fulya Öztürk deprem bölgesinde yaşadıklarını anlattı: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
Oluşturulma Tarihi: Şubat 19, 2023 07:00

İlk gününden beri deprem bölgesinde, yayında. Yaşananları anbean aktarıyor. Günlerdir, saatlerdir gözünü kırpmadan çalışıyor, “Benim için önce insanlık, sonra mesleğim gelir” diyor. CNN TÜRK Özel Haberler Şefi Fulya Öztürk’le bölgede yaşadıklarını, gördüklerini ve hissettiklerini konuştuk: “Ceset kokusuyla umut kokusunun birbirine karıştığı bir yer burası.”

Haberin Devamı

Bölgede görev yapan onlarca gazeteciden biri. Ama çok uzun saatler yayında kalmasıyla ve canlı yayında birçok kişinin kurtarılmasına vesile olmasıyla en çok dikkat çekenlerdendi. Birçoğumuzun kulağında günlerdir onun sesi var. CNN TÜRK Özel Haberler Şefi Fulya Öztürk’le çok erken bir saat için sözleşiyoruz. Yayın yapmaktan artık sesi kısılmış. Hiç kaybetmediği heyecana bu kez yoğun bir duygusallık eklenmiş. Telefondayız; gördüklerini anlatırken sık sık gözlerinin dolduğunu konuşmasından anlıyorum. Hatta bazen karşılıklı susuyor ve sadece yutkunuyoruz.

Günlerdir, saatlerdir yayındasın. Nasılsın? Yorgun musun? Üzgün müsün?

İlk duygum elbette çok yoğun bir üzüntü. Gerçekten o kadar çok acıya tanıklık ettim ki burada.Ceset kokusuyla umut kokusunun birbirine karıştığı bir yer burası. Hâlâ umut, hâlâ enkaz altından sağ çıkan insanlar var. Bir de cenazesini almak için bekleyenler... Ne anlatsam boş.

Haberin Devamı

İlk deprem haberini aldığında neler yaşadın?

İstanbul’da, evde uyuyordum. Antakya’daki ahbaplarım aradı, saat sabaha karşı 4.30 gibiydi, “Abla yıkıldık, Antakya diye bir yer kalmadı” dediler. Panik içinde hemen ailemi aradım, onlar da Adana’da yaşıyor.

Doğru, sen Adanalısın. Onlara ulaşabildin mi?

Tüm akrabalarım orada. Telefonlarını açmadılar. Ağlama krizi başladı. Sonra ablama ulaştım, “Aşağıya indik, iyiyiz” dedi. Ardından babama ulaştım, o beni sakinleştirdi. Günlerce arabada kaldılar.

Kayıpların oldu mu?

Birinci derece yakınlarımdan olmadı. Çok görüşemediğim bazı arkadaşlarım hayatını kaybetti. Ama kaybettiğimiz insanlara hepimizin cenazesi olarak bakıyorum ve bu yası içimde çok yoğun şekilde hissediyorum.

Önce CNN TÜRK binasına mı yoksa direkt bölgeye mi gittin?

Önce kanalı, editörleri aradım, “Antakya yerle bir olmuş” dedim. “Sakin ol, haberler geliyor ama net bir şey yok, daha bakıyoruz” dediler. Haber müdürünü aradım ağlayarak “Ben Adana’ya gidiyorum” dedim. “Tamam” dedi. İstanbul karlıydı, uçaklar kalkmıyordu, aramadığım kimse kalmadı. O gün Ulaştırma Bakanı’nın İstanbul’da olduğunu biliyordum. Çünkü ertesi gün programı vardı. Herhalde bakan oraya gidecektir, giderse bir uçakla bir sürü de insan götürecektir diye düşünüp hemen aradım, “Sayın Bakan gidiyor musunuz” dedim. Bir sürü arama kurtarmayla Adıyaman’a gittiklerini öğrendim. CNN TÜRK’ten arkadaşlarımı topladım, arama kurtarma ekibiyle beraber uçağa bindik.

Haberin Devamı

Fulya Öztürk deprem bölgesinde yaşadıklarını anlattı: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak

Fulya Öztürk Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun. Star TV’de staj yaptıktan sonra 15 yıl CNN Türk’te çalıştı. Ardından 1 yıl FOX TV’de görev aldıktan sonra yeniden CNN TÜRK’e döndü.

‘Kıyameti yaşadım’

İlk hangi şehre girdin?

Adıyaman’a indik. Adıyaman yok olmuştu. Telefonlar çekmiyordu.

İkinci büyük deprem olduğunda orada mıydın?

Evet, 7,6 büyüklüğündeki ikinci büyük depreme orada yakalandık. Daha önce böyle bir şey yaşamamıştım. O kadar uzun sürdü ki... Arabadaydık, beşik gibi sallandı. Fırladık, eşyalarımı düşürdüm, ayakta duramadık. Önümüzdeki binalar yıkıldı. Kıyameti gerçekten yaşadım. O kadar savaş alanına gittim, böyle bir şey görmedim.

Haberin Devamı

Orada neler yaşadın?

Adıyaman’da çok acı bir şey yaşadım. İkinci depremde bir bina yıkıldı. Bir baba o enkazdan daha 1 yaşında olmayan bebeğini çıkardı. Adamcağız koşarak yanıma geldi, “Ne olur abla, çocuğu hastaneye götürelim” dedi. Zorlukla bulduğumuz bir araba vardı. Onu aldık. Yolunu bilmediğimiz bir şehir. Hastane nerede? Adam “Ölme ne olur, ölme” diye ağlıyordu. O sırada bir ambulans gördük, durdurduk, onları yerleştirdik. Bebek arabada ölmüştü. Onu hiç aşamıyorum. İki koca insan, baba ve amca, arabada öyle bir ağlıyorlardı ki. Öyle bir feryat...

Bir gazeteci olarak bir yandan ayakta kalmak, bir yandan “Üzüldüm, yorgunum” demeden çalışmak zor muydu?

Haberin Devamı

Bu mikrofonun, kanalımın ve mesleğimin gücüne inanıyorum. Kameraman arkadaşlarıma dedim ki “Uyumayalım, aç olalım hiç önemli değil, burada yaptığımız yayınlarla bu insanların sesiyiz, var gücümüzle çalışacağız, bizim bu insanlara bu şekilde hayrımız dokunur”. Bana katıldılar ve onlar da yorulmadan “Devam” dediler. Dolayısıyla hiç yorulduk demedik, daha fazla ne yapabileceğimize baktık. Gördüğümüz eksik ne varsa da söyledik. İyi-kötü yaptığımız çağrılar karşılık buldu. Bir tek, GSM şirketleri sesimizi duymak istemedi. En önemli şey iletişimdi. Maraş’ta 1-2 yerde sinyal alıyorduk.

Öfke ya da sinir gibi duygularını bastırdığın oldu mu?

Birçok yayında sinirimi dozunda belli ettim. Mesela GSM şirketlerine karşı gayet sert bir şekilde eksikliği dile getirdik. Ama onun dışında ben biliyorum ki orada depremzedeler var. Soğukkanlı olmak, onların elinden tutup daha şefkatli davranmak zorundayız. Yoksa insanların sinirleri gergin. Ben de çok sert söylemlerde bulunursam ortalık daha da alevlenirdi.

Haberin Devamı

Bunları yaşarken aralıksız haber aktarıyorsun. 16 yıldır bu meslektesin. Senin için ‘önce insan, sonra gazetecilik mi’ yoksa ‘önce gazetecilik, sonra insanlık’ mı?

Benim için önce insanlık, sonra mesleğim gelir. Mesleğim çok kutsal ama ben biraz hassas ve duygusalımdır. Ben de soğukkanlı kalamayan gazeteci kategorisindeyim. Normal şeyler de yaşamıyoruz ki!

‘Bütün Kahramanmaraş telefonumu bulmuş’

Birçok kişinin kurtarılmasına vesile oldun. Hepsi çok değerli ama en unutamadığın kurtarma çalışması hangisiydi?

Adıyaman’dan Maraş’a gittik. Hayalet şehirdi, o kadar şiddetli yağmur yağıyordu ki, her tarafta enkaz, kapkaranlık... Ve enkazdan sesler geliyordu. Çok acıydı. Telefon çekmiyordu. Çaresiz kaldık. Bir sokağa girdim. Komple yıkılmış. Birkaç insan vardı, “Sesler geliyor enkazdan, abla ne olur bir şey yap” dediler. “Ben de çaresizim ama bir yolunu bulacağım” dedim. Biraz daha yürüdük. Bir çocuk enkazda sıkışmış, perdenin arkasından eli oynuyordu. “Adı Can” dediler. Sakin sakin cevap veriyordu. “Hiç korkma, sakin kal, seni kurtaracağız” dedim. 14 yaşındaydı. Telefon çekmiyor ki birini arayayım. Şehrin başka bir yerinde sinyal yakaladım, kriz masasının yerini öğrendim. İl Emniyet Müdürlüğü’ndeymiş. Navigasyon yok, sora sora buldum. İçişleri Bakanı oradaydı, hemen durumu söyledim, “Hava şartları ve yollarda yarıklar olduğu için ulaşım kolay sağlanamıyor ama yeni ekipler geliyor” dedi. Ellerindeki ekiplerden verdi, Sakarya Valisi de bize katıldı, “Gidin, hemen o sokağa girin, ne gerekiyorsa yapın” dedi. Hemen o göçüğe geri gittik. O kadar zor bir enkazdı ki... Sonra Jandarma Arama Kurtarma (JAK) geldi. Çocuk sıkışmıştı, 6 saat sürdü kurtarma çalışması, “Abla dayanamıyorum” dediği anı unutamıyorum. Ama kurtuldu. Şimdi sağlık durumu iyi, çok şükür.

Fulya Öztürk deprem bölgesinde yaşadıklarını anlattı: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak

“Arama kurtarma ekiplerinin eksikleri oldukça taleplerini dile getirdik.” (Fulya Öztürk Çinli yardım timiyle birlikte.)

Ulaşıp kurtaramadıkların oldu mu?

O kadar çok mesaj geldi ki... Benim telefonumu bütün Kahramanmaraş bir yerden bulmuş. Hiç susmadı, herkes adres veriyordu. Yetişebildiğim kadarını hep yönlendirdim. Ama yetişemediğimiz olmuş mudur, olmuştur diye tahmin ediyorum.

Sosyal medyada bir yandan da teyit edilmeyen bilgilere şahit olduk. Bazıları belki de sadece yardımcı olmak için önlerine düşen bilgiye inandı, o hızla paylaştı. Gazeteci olarak teyit etmenin önemini sen nasıl anlatırsın?

Ben korkarım yanlış bir şey söylemeye, çok büyük bir sorumluluğumuz var. Teyit etmediğim hiçbir şeyi yayında söylemedim. Eğer çok yoğun iddialar varsa, ‘iddia’ ya da ‘teyide muhtaç’ diyerek belirttim. Bu çok önemli. Bizim sağduyulu, daha sakin ve aklı başında olmamız lazım.

Sadece kurtarma öykülerine odaklanılmasını eleştirenler var. Oysa sen oradaki eksikliklere de değiniyorsun anonslarında...

Kendi görüşleridir, eleştirebilirler. Ama bize en çok gelen telefon-mesaj, insanların yakınlarından haber alma isteğiydi. Farklı şehirlerde akrabaları olanlar, buraya gelemeyenler haber bekliyorlardı. Eksiği zaten söylüyorduk ama kurtarılma hikâyelerini vermek çok önemliydi. Bir şekilde ekmek buluruz, fiziki ihtiyaçlar karşılanır ama insanların yakınlarından haber alması en büyük ihtiyaçtı.

“Benim için önce insanlık, sonra mesleğim gelir. Mesleğim çok kutsal ama ben biraz hassas ve duygusalımdır.”

Benim için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak

  Çok zor olsa da soracağım; hafızana en kazınan şeyler neler oldu?

Birincisi, Adıyaman’da vefat eden bebek, o babanın çaresizliği, o feryatları. İkincisi, Can’ı kurtarmamız. Üçüncüsü, ceset kokusu. Bir amca vardı bir de. Dediler “Sesini duyduk, salavat getiriyor”. İsmini soruyor, bağırıyorlar, sadece salavat sesi geliyor. Gözümden yaş geldi. Sağ çıkaramadılar. Tahminimce vefat ettiği anlarda salavat getirdi.

Can’dan bahsettin, onunla görüşmek istiyor musun?

O heyecanla soyadını sormamışım. Can’ı ambulansa yerleştirdik, gitti. Bulmak için çok mücadele ettim ama bulamadım. Maraş’ta bir binanın enkazının önünden geçerken arkadan 2-3 genç arkadaş bağırdı, “Biz Can’ın kuzenleriyiz” dediler. Sarıldık, biraz ağlaştık. “Sana teşekkür ediyoruz, biz İstanbul’daydık, televizyonda Can’ı kurtarmanızı gördük” dediler. “Can nerede” dedim, Maraş’ta bir köyde olduğunu söylediler, videosunu izlettiler. Durumu iyiymiş. Şimdi Can’ın annesi kayıp, ne enkazda ne de hastanelerde… Onu bulmaya çalışıyoruz.

Bu yaşananların sende bıraktığı en büyük iz ne oldu?

Sanki açık, kanayan bir yara var. O yaranın üzerine hangi merhemi sürersen sür, hiç kapanmayacak gibi. Ağır bir his. Bir çocuk vardı. Ablası, annesi, babası, kardeşi, herkes enkaz altında kalmış. Bir battaniyeyle enkazın başında duruyordu. O insanların yüzleri bile gözümün önünden gitmeyecek. “Gidene mi zor, kalana mı” diye bir laf var ya. Şimdi kalana çok zor. Nasıl bu insanlar bu kadar yarım, bu kadar eksik, hayata tutunmaya çalışacak bir çadırın içinde...

Bu bir-iki hafta nasıl bir Fulya ortaya çıkardı?

Benim için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bunu anlatamayacağım galiba. Bu yaşadığım duyguyu… Bunun travması daha sonra çıkacaktır. Gözüm kaç cenaze gördü bilmiyorum. Sağ çıkan insanı da gördü çok şükür. Ama travmalarım olacaktır depremle alakalı.

Destek görmek istiyor musun?

Hayır ama İstanbul’daki evimden acilen deprem izolatörlü bir binaya taşınmak istiyorum. Beşiktaş’ta oturuyorum. Eski bir bina. Zemini sağlam diyorlar ama bilmiyorum.

Fulya Öztürk deprem bölgesinde yaşadıklarını anlattı: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak

CNN TÜRK kameramanları Alper Öztürk (solda) ve Halil Kahraman (sağda) ile Fulya Öztürk.

Enkazın üzerine çöküp baygınlık geçirmişim

Sosyal medyada TT oluyorsun. Seni çok beğenen, sana güvenip seni izleyenler var. Ama bir yandan arama kurtarma ekiplerine engel oluyor gibi eleştiriler de yapıldı. Ne diyeceksin?

Eleştirmişler ama biz orada kafamıza göre durmuyoruz. Her enkazın başında bir sorumlu var. Eleştirildiğim yayını biliyorum, orada komutan var, müsaade etmiş. Bana izin verdikleri sürece o noktada duruyordum. “Geri çekil” dediklerinde çekiliyordum. Benim yayın yaptığım yerde çok şükür kaç insan sağ salim çıktı. Arama kurtarmaların eksikleri oldukça da taleplerini dile getirdik.

İlk 48 saat uyumadın galiba…

72 saat uyumadım, ilk üç gün.

Şimdi kaç saat uyuyabiliyorsun?

Sabah 5.00’e doğru yatıyor, 8.00’e doğru kalkıyorum.

Nerede kalıyorsun?

İlk zamanlar hep sokaktaydık. Tuvalet ihtiyacı çok önemli, 4-5 gün tuvalete gidemedik. Uygun olunan, ıssız bir yerde arkadaşlarım paravan oldu, o şekilde ihtiyacımı karşıladım. Çok kötü kokuyorduk. Antep’te bir otel var. Su falan yok ama kıyafet değiştirip malzemelerinizi bırakırsınız dediler. 1-2 gündür buradayız. Su yok. Kettle ile su kaynattık. Kova yoktu. Çöp kutusuna poşet geçirdik. Oraya su koyup duş aldık. Cihazlarımızı şarj ettik. 3-4  saat uyuyoruz.

Ne yiyorsunuz?

Dün otelde öğle yemeği sadece çorbaydı. Sağ olsun tüm Türkiye seferber oldu. Bir sürü insan kazanlarla yemekler yapıyor. Ama ben depremzedelerin yiyeceklerini yemiş gibi hissederim, çekiniyorum, “Abla olur mu, sen de bizim için buradasın” diyorlar… Yine de çoğunlukla arabada bisküvi, ekmek, biraz peynir, öyle idare etmeye çalıştık.

Uykusuz ve yoğun çalışırken açlık seni zorladı mı?

Depremin üçüncü günü bir enkazdaydık. Arabada sadece marketten aldığımız 1-2 kek vardı. Onları yemiştik. Gece 1.00 gibi enkazın üstünde, yayını bitirdim. “Çok kötüyüm” dedim. Enkazın üzerine çöküp baygınlık geçirmişim. Yarım saat kadar. Sağlıkçılar geldi, ambulansa götürdüler. O yoklukta depremzedeler ekmek getirdi. Kendime geldim.

Ağır şeyler gördün. Senin gibi sıcak haberde çalışan bir gazeteci böyle şeylere alışık ama yine de bir ara “Stüdyoda gündüz kuşağı programı yapmaya devam etseydim” dediğin oldu mu?

Yok, ben orada bir yılı zor ettim. Mesela olaylar oluyordu, ‘Ben neden orada değilim, orada olmalıydım’ diyordum. Kato Dağı’nda terörle mücadeleye, bazı bölgelerde olan yangınlara, sellere gittim, programımda da yayımladım. Ben muhabir ve saha insanı olarak yaratıldığımı düşünüyorum. Stüdyo biraz baskı, biraz insanların gazıyla kabul ettiğim bir şeydi. Bir de çok bana söylenildiği gibi bir program da olmadı. Kendime ‘Bir yılı tamamlayacaksın Fulya’ dedim. O sırada da yardım işlerine odaklandım. Sonra ruhum bu kadar sahadayken stüdyo ortamında kalamam dedim,
o yüzden tekrar habere döndüm.

Şu an neler yaşanıyor orada?  En çok neye ihtiyaç var? Bundan sonrası için öngörülerin neler?

En büyük sorun barınma. Hava o kadar soğuk ki. Acilen sıcak bir ortamda kalıcı konut bulunmalı ve bölgede hijyen de çok önemli. Allah korusun bir salgın olabilir. Maske zorunluluğu olmalı, seyyar banyo, tuvalet ve lavabo sayısı çoğalmalı.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!