Söyleyecek lafım varsa söylemek istiyorum

Güncelleme Tarihi:

Söyleyecek lafım varsa söylemek istiyorum
Oluşturulma Tarihi: Kasım 09, 2018 17:50

İçinde ne olduğunu bilmeden taşıdığı flaş diskten bazı gizli bilgiler çıkınca kendini tehlikenin tam ortasında bulan bir kadın... Ayşe Kulin, 33’üncü romanı ‘Son’da bizi bir polisiyeye dahil ediyor. Bu vesileyle buluştuğumuz ünlü yazar, “30 sene sonra romanımı okuduklarında, bilsinler ki benim yaşadığım yıllarda bunlar oldu” diyor.

Haberin Devamı

Kitabınızın adı ‘Son’. Sanki veda eder gibi, biraz huzursuz etti.
-Beni de etti (Gülüyor). Adını ‘Son’ koyduk ama sonradan rahatsız oldum. Acaba o ‘son’dan bana doğru bir rüzgâr eser mi diye düşündüm.
Son kitap gibi mi?
-Evet, son kitap gibi. Başka yazamam gibi bir hisse kapıldım. Adını ‘Son Düğüm’e çevirmek istedim ama kapağın çalışması yapılmıştı ve tam kafamdaki kapaktı. O yüzden adı böyle kalsın dedim. Bir de benim bir romanımdaki bir karaktere başka bir romanımda da rastlarsınız. Bunu Attilâ İlhan yapardı, bana da arkadaşıma rastlamışım gibi gelirdi. O duyguyla aynısını yapmaya başlamıştım ama ayarını kaçırmamak lazım. Ben buna son vereyim dedim. Karakterim Esra, ‘Kördüğüm’ romanımda çok çekmişti. Bu kitapta o kız huzura kavuşsun dedim. Son’u bu anlamda düşünelim.
Eğitimi de
güncellemek gerek
Bir karakteri başka bir romana taşımayı devam ettirecek olsaydınız kimi devam ettirirdiniz?
-O gücü kendimde bulabilsem bu kitapta bahsettiğim Mustafa N’yi devam ettirirdim. O, Mustafa Necati’dir (Eski Milli Eğitim Bakanı) ama ‘Mustafa N’ olarak yazdım çünkü bu bir yerde kurgudur. Bir milletin oluşmasında, ilerlemesinde en önemli öğelerden biri eğitim. Ve şu anda kendi ülkemde eğitim perişan bir halde. Bunu bir roman konusu yaparak işleyeyim mi, karar veremedim. Türk halkı maalesef çok yakın geçmişini dahi bilmiyor. Kurtuluş Savaşı’nı, bu ülkeyi hangi şartlarda elimize aldık, bilmiyor. Hiçbir şeyi sorgulamıyor.
Neden böyle?
-Genlerimizde eğitim geni eksik. Osmanlı, bürokratını, askerini eğitmiş ama halkını eğitmemiş. Halkta okuma ve sorma kültürü yok. Medreselerde biat ederek, ezberleyerek öğreniyorsunuz. Mantığına, zamana uymayan şeyler var ama sorgulama yok. Asırlar bunun üzerine inşa edildiğinde insanlar kendilerine her söyleneni hemencecik kabule hazır bir hale geliyor. Bunun değişmesi için Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki eğitimciler çok gayret sarf etti. Bugün televizyonu açıyorum, profesör, belki de rektör, bana ataların ve dedelerin çok önemli olduğunu söylüyor, ‘Onlar ne derse odur’ diyor. Yok öyle bir şey. Eğitimi güncellemek lazım. ‘Son’a Mustafa Necati’yi dahil ettim ama keşke kitabını yazmaya gücüm olsa. Çok ciddi bir çalışma ister. Yorgunum, yaşlıyım, vakitsizim, bilemiyorum.
Senede bir sizden yeni kitap haberi alıyoruz. Yorulmuyor musunuz?
-Hayır çünkü yazmaktan çok keyif alıyorum. Bir de ben romancı olmak için çok bekledim. 20 yaşlarımda gazetelere de yazıyordum ama bir yayıncıya bir kitabımı okutabilmek için çok bekledim. Okuyup da beğenmediler değil, okumadılar bile. Romancılığa geç başladığımdan kaybettiğim zamanı telafi etmek için hep yazdım. Fazla zamanım yok. İnsan ömrü de, kafası da bir yere kadar. Onun için evet, şimdi daha telaşlıyım. Söyleyecek lafım varsa söylemek istiyorum. Daha en iyi kitabımı yazmadım.
Tepki romanları yazdım
İlk romanınızdan bugüne nasıl değiştiniz?
-İlk romanım dört hikâye kitabından sonra geldi. ‘Adı: Aylin’. Yakınımdı. Onu kaybettikten sonra ‘yaşasın’ diye yazmıştım. O kitap beni meşhur etti. Öykülerimde, köylerde kasabalarda okutulmayan, istismar edilen kadınların hikâyelerini yazmıştım. Romanlarımda da bunu yapmaya başladım. Tepki romanları yazdım. ‘Birgün’ü Leyla Zana’nın hapse girdiği gün yazmıştım, ‘Bora’nın Kitabı’nda Türkiye’deki ensesti irdeledim. Daha çok farkındalık yaratmaya çalıştığımı hissediyorum. Son yıllarda da, özellikle ‘Handan’ romanımdan itibaren kendi yaşadığım yıllara ışık tutmak istedim. 30 sene sonra romanımı okuduklarında, bilsinler ki benim yaşadığım yıllarda bunlar oldu.

O kitaptan sonra, başka bir soru sormaya başladım
“Romancılar arasında kendilerini pek önemseyen arkadaşlarımız da var ama, roman sinemanın, televizyonun olmadığı zamanlarda insanlara iyi vakit geçirtmek için yazılmış anlatılardır. Romancının işi de insanlara iyi vakit geçirtmektir. Onun için böyle romancıların Tanrı-adam kişiliklerine bürünmeleri beni her zaman biraz güldürür. Ben bir kitap okudum. İlkokulu bitirmemiş bir kişi, çöp toplayan insanların hayatlarını yazmıştı. Ki ben onlara yanlarından geçerken yollarda pislik yapıyorlar diye çok kızardım. Ama o kitaptan sonra, başka bir soru sormaya başladım: Benim ülkemde nasıl bir sistem varsa insanları hayatlarını başkalarının çöpünü deşerek kazanmaya mecbur kalıyor. Evleri yıkılıyor, kendi memleketlerinden kopup geliyorlar vs... Burada yapabilecekleri iş bu. O kitabı onlardan biri olarak okuduğunuzda, onlara artık kızamazsınız. Roman size yaşamadığınız dünyaları, bilmediğiniz evleri açar, empati duygularınızı harekete geçirir. İyi bir doktor olmak için tıp kitapları, iyi bir savcı olmak için hukuk kitapları okursunuz ama roman okuduğunuzda daha iyi bir insan olmayı öğrenebiliyorsunuz.”

Haberin Devamı

Söyleyecek lafım varsa söylemek istiyorum

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!