GeriSeyahat Durağanlığı pek seven hem var, hem yok şehir: BRÜKSEL
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Durağanlığı pek seven hem var, hem yok şehir: BRÜKSEL

Durağanlığı pek seven hem var, hem yok şehir: BRÜKSEL

Brüksel hem vardır hem yoktur. Hayalettir, durağandır, gün batar Brükselli yatar! Sanki kendisinden teğet geçilmesini isteyen bir parantez şehir. Öyle bir çırpıda aşık olamazsınız Brüksel’e.

Düzenliliği, içten merdivenli üç katlı evleri, dakik tramvayları, cumartesi dansinglerini sever, pazar öğlen lokantalarına bayılır. Ama hiçbir Avrupa şehriyle karşılaştırılamayacak oranda yeşil sahaya sahip olması, bazı mahallelerine belki yüz senedir dokunulmaması ilginç gelebilir size. Bir Art Nouveau cennetidir, Avrupa’da kişi başına en çok sanat galerisi bu şehirde düşer. Burjuvazinin şehri olduğu için, tabii ki burjuva mimarisinin de kentidir.

Masallar bir varmış, bir yokmuş diye başlar ya Brüksel de öyledir.

Hem vardır, hem yoktur. Şehir hayalettir.

Tesadüf mü bilemiyorum, kenti çevreleyen yedi otoyolun herhangi birinden siteye varıldığında Brüksel tabelasına rastlanmaz. Sırf banliyö isimleri zikredilir.

Brüksel, sanki kendisinden teğet geçilmesini ister gibidir. Parantez gibidir.

Paris’ten gelen bir tren yolcusu sonbahar akşamı Güney İstasyonu’na indiğinde, yalnız neon ışıklarını ve sisin gizleyemediği yüksek bina tepelerini seçer.

Kent, egzotizmden yoksun ve çapıcılığı harcıalem bütün yerleşim birimleri gibi ancak zaman içinde ve onu öğrenerek sevilebilir.

Üstelik unutmayalım, Brüksel Batı Avrupa’da Cermen dünyası ile Latin alemi arasındaki sınırı oluşturduğundan, tüm hudut boyları gibi belirli bir tedirginlik verir.

AVRUPA’NIN EN YEŞİLİ

Hem birine, hem öbürüne ait olmak kolay değildir. Ahali dünyanın en kötü Fransızcasını konuşmasına rağmen diğer resmi lisan Felemenkçeyi hiç bilmez.

Taşra koktuğu için şehir kompleksli, fakat aynı zamanda da benmerkezcidir.

‘Öteki’nden müthiş etkilenir ama o ‘öteki’nin yukarıdan bakmasını hazmedemez. Savunma içgüdüsüyle kendini kapatır.

Dolayısıyla, turist olarak gidiyorsanız, Belçika başkentine bir çırpıda aşık olabileceğinizi sanmıyorum.

Öte yandan, Brüksel tarihin ilk burjuvazisini oluşturmuştur ve sınıfına sadıktır.

Başka bir deyişle, üzerinde ne köylülüğün ataleti, ne de proletaryanın delişmenliği vardır.

Düzenliliği, içten merdivenli üç katlı evleri, dakik tramvayları, cumartesi dansinglerini ve pazar öğlen lokantalarını sever.

Zaten şehrin diğer bir özelliğini de zamanın durağanlığı oluşturur.

Çok geniş bir alana yayılmasına rağmen nüfusun milyonu aşmaması; hemen hiçbir Avrupa şehriyle karşılaştırılamayacak oranda yeşil sahaya sahip olması, bazı mahallelere belki yüz senedir dokunulmaması, Brüksel’i zaman ötesi bir kent kılar.

GÜN BATTI BRÜKSELLİ YATTI

Bu açıdan belki yalnız Kafkayen bir Prag’la karşılaştırılabilir.

Memurlar, hele hele avrokrat denilen o yetmiş yedi düvelden AB memurları saat beşte binlerce, onbinlerce olarak sokağa dökülmesinler, altıya kalmaz ki ilk gezintisi başlar. Tenhalık yedide Merkez Garı metro istasyonuna ulaşır.

Koridorda ya ámá bir adam armonika çalar, ya Rumen bir Çingene avuç açar. Yahut Faslı bitirimler yaşlı bir kadının çantasını kapmak için kuytuya saklanır.

Sonra, istisnai birkaç bölge hariç, bütün şehri bir ertesi sabaha kadar hayaletlere teslim etmiş olurlar.

O istisnai birkaç bölgeyi ise şehrin Belediye Meydanı etrafında yer alan ve mukaddes üçgen denilen, turist avcısı lokanta, kahve ve barların kozmopolit curcunası ‘şık semtler’in bazı in mekanları; bir de, Avrupa başkentinde minyatür bir Emirdağ kasabasının ortaya çıktığı Türk mahallesi Schaerbeek başta, sitenin üçte bir nüfusuna tekabül eden diğer yabancıların bir dizi yerleşim bölgesi oluşturur.

Gerisi, gün battı, Brükselli yattı!

KİŞİ BAŞINA EN ÇOK SANAT GALERİSİ BURADA

Brüksel’in bu ruhi içedönüklüğü ve onun dışavurum tarzını da belirler.

Örneğin, kentin sanatı her şeyden önce görseldir. Sanki, kahvelerde tilt oynarken oluk oluk bira içenleri Bruegel Usta tuvale boyayalı dört asır geçmemiştir.

Tıpkı gırtlak bab’ındaki sayısız ve sayısız lokantalarda da olduğu gibi, Avrupa’da kişi başına en çok resim galerisi düşen şehir burasıdır.

Ayrıca, Tenten’in babası Herge’den Red Kit’in yaratıcı Maurice’ye dek Brüksel dünya çizgi-romanının tartışmasız başkentidir ve sekizinci sanattaki bu üstadlığını pekiştirmek için de inanılmaz harikalıkta bir çizgi-roman müzesi kurmuştur.

Şehrin anlatım tarzının görsel olmasında ışıkların payı da büyüktür.

Buranın ışıkları yüz kilometre ötedeki Kuzey Denizi’nden, biraz aşağıdaki Arden Dağları’ndan veya yukarıdaki Hollanda’dan farklıdır. Hepsi ve hiçbiridir.

Perspektifler ve simetriler alabildiğine derindir. Kraliyet Meydanı’ndan Naib Sokağı’na bakıldığında, Adalet Sarayı hem çok yakında, hem çok uzak gözükür.

Bir Paul Delvaux resminin çıplak kadınları peronda tren bekler gibidir.

Brüksel hayalet olduğu için, gerçek olmadığı için de kentin diğer gerçeküstücü dev ressamı Rene Magritte pipoyu çizmiş ve sonra ‘Bu bir pipo değildir’ gerçeğini aynı yere yazmıştır.

Modern zamanların diğer görsel sanatı klipler de Brüksel’in uğraş alanına girer. Boy George’dan Niagara’ya çağdaş efsanelerin estetikleri bu şehirde yaratılır.

ART NOUVEAU CENNETİ

Burjuvazinin sitesi olan Brüksel tabii ki burjuva mimarisinin de kentidir.

Art Nouveau uslûbun en yoğun bulunduğu Avrupa şehri sıfatı şüphesiz ki Belçika’ya aittir.

Brüksel burjuvazisi, 19. yüzyıl nihayetlerinde Kongo’yu hayasızca soyan Kral 2. Leopold’un ‘Yeni devlete yeni formlar gerekir’ sözüne harfiyen uymuş ve tüm önyargıları reddeden o Art Nouveau’yu sahiplenmiştir.

Şehrin merkezindeki Falstaff’da yenilecek bir yemek, ona neredeyse bitişik Cirio’da içilecek konyak, az biraz yokuş çıkarak Sablon Meydanı’ndaki antikacılardan seçilecek bibloyla, ustalar ustası ve demir-ahşap arabeskler yaratıcısı Horta’dan, artık kübizmi haber veren Hoffman’a, Avrupa’nın en önemli ve en yoğun imzalı Modern Style turunu atmak hálá mümkündür.

Kuşkusuz, şehir, Atomium denilen ve sembol(!) addedilen, 1958 Dünya Fuarı’nın çelik çekirdekleri veya Avrupa Başkenti sıfatının empoze ettigi öteki gudubet ve fonksiyonalist mimariyle pek çok şey yitirmiştir ama yine de bu branşa belirli bir cazibe taşımayı sürdürür.

Hele hele, sonradan defalarca onarılmasına rağmen ilk yapımı 14. yüzyıla uzanan ve eski meslek loncalarının binalarıyla çevrilmiş Grand Place öylesine meşhurdur ki Belçikalılar pek bir övünerek burayı dünyanın en güzel belediye meydanı diye tanımlarlar.

Rivayete göre de yapıların üstünde yer alan ve encümen üyelerini tasvir eden heykelciklerin hep birbirlerini göstermesi, belediye başkanının uzun bir seyahatte dönüşü şehir meclisinde sorduğu ‘karım beni hanginizle aldattı’ sorusuna verilen cevaptan kaynaklanmaktadır.

Ama dediğim gibi Brüksel hem vardır, hem yoktur, dolayısıyla da rivayeti aynı biçimde yorumlayın!
False